önce zili çalıyoruz. içinde belirsizliklerin efendisi ayin düzenlemiş.kapıyı açan sekreter asistan karışımı bir hanım…hijyen beyazlığından mamul maskesine sıçramış bir iki kan lekesiyle burun buruna gelmişiz kapıda.galoşmatiklere önce sağ ayağımızı koyuyoruz tabii.türk mucitler iş başında! ama çok pratik gerçekten de…minnacık dürümcü taburelerine oturmaya çalışıp iki büklüm soluk mavi naylon galoşları giymenin beli karnı nasıl kastığınıbilmeyen varsa, ne mutlu onlara!bekleme odasındaki sehpada günü geçmiş haftalık ve aylık dergiler adet olduğu üzere sağa sola saçılmıştır.muhakkak da kapaklar sökülmüştür! diş hekimi bekleme odasının dergi kurumsalı…gazeteler ise magazini bol tıraş israfıdır:müberra’nın selüliti şermin’in selülitinden betermiş,ronaldo fener’e aşığım demiş, canaydın; pet şişe atan da, attıran da bizden değildir dedi, emekli tayyip amca üç aylık maaş kuyruğunda kalp krizi geçirdi…usulden birkaç seminer, sempozyum katılım belgesi bulunur duvarda. ama ille de implantology seminerinde geçen üç kocca gün!asimetrik yerleşmiş olması makbuldur.bekleme esnasında hekimin kitaplığında boynu bükük üniversite yıllarından kalma yardımcı ders kitaplarının renkli fotolarla bezenmemiş olanlarına el atarsanız, merak saikiyle, iyi edersiniz.implantasyon uygulamalarına giriş gibi bir kitabı karıştırmak içinizdeki belirsizlik ayinini kanlı bir vodoo ayinine çevireceği gibi kıytırık bir kompozit dolguyu bile ömrü billah yaptıramadan çürüm çürüm çürür dişiniz.kulak içi kulaklıklar temin edilerek bekleme salonunda mp3 çalarla bitmek bilmeyen dakikaları tespih ve tevekkülle karşılamak ağzımıza girecek farklı ebattaki sivri uçlu gri çelik alat edevatın öncesinde beynimizdeki karıncalanmayı bir nebze öldürebilir.sıra mı geldi? vah ki eyvah! heyecan yok! hatta heyecanı bastıracak birkaç espri bile yapılabilir.ama karşınızda rasputinrutin dolgu, çekim, röntgen, kanal tedavisi işlerinden bıkmış bunalmış bir diş hekimi (zinhar “dişçi” değil!) varsa işiniz pek kolay olmayacaktır.korkunuzu yenmeye dönük espri perdelemeleri heyecanınızı törpülemeyeceği gibi, buz gözlerle bakan diş hekiminizin umursamaz, belki de nezaketen zoraki tebessümleri moralinizi daha da pörsütebilir.susuyoruz. aletlere odaklanmadan sıkıntımızı anlatıyoruz. kimi hekim bu öykülemeye özel bir önem atfeder ve sizi sakince dinlerken, kimi hekim de caaart diye olaya;yani ağzınıza girer: tamam tamam, açın ağzınızı ben bakarım…kusma refleksiniz üst düzeydeyse yandığınızın resmi sekiz sütuna manşettir!dilinize ve dil altınıza ilk temas sabırsız hekiminön sevişme heyecanını baltalar.işte o an bir bebek masumluğu içinde, kristal vazoyu bir milyonluk futbol topunuzla kırmışçasına bir eziklik,bir mahcubiyet çullanır üstünüze…hafif azarlar bir tonda ilk ikaz lambası yanar:burnunuzdan nefes alın!başüstüne!o kadar kolaydır ki burundan nefes almak…yıllardır burundan nefes alır ve veririz de ağzımız beş karış açık halde, yatar koltuğa yayılınca ağzımız devreye girer işte!istenir ki, ağız açık halde otuz dakika dursun bir hasta.bilim, bu uzun süreli ağız açık durma hususunda nedense hiç çalışmıyormuş gibi geliyor.ketum bir diş hekiminin ellerinin altında, koltuğun kollarına yapışmaktan, elinizde un ufak olan pelür peçetelerden medet ummaktan başka çareniz yoktur pek.neden amalgam? kompozit dolgu daha mı narin?amalgam dolgu yerden yere vurulur. estetik değildir.ağır metal içerir. kompozit dolgu üreticilerinin pazar payını düşününce…vur ulan amalgama! zaten adı da balgamı çağrıştırıyor…ama kompozit öyle mi?compose… kompozitörane mübarek!çürük derindeyse gelsin uyuşturucu… diş etine en az üç yerden verilen hissizleştirme sıvısından sonra ağzınızın bir tarafı hanya’ya doğru yol alırken, öte tarafı konya’ya mı, haymana ovasına mı gideyim müteredditliğindedir.dişinizin üzerinde, içinde, ötesinde berisinde hafriyat çalışması başlamıştır.burundan nefes almaya azmediniz ki, ağzınızda biriken kanlı suyu emecek emici ince boru vazifesini bihakkın yapsın. olmadı mı?- tüküreceksiniz demek! buyurun, tükürün de görelim, demez tabii hekim…tükürün ve ağzınızı çalkayın der, bekler.mini lavaboya değil de, niye yere tükürüyorum, diye düşünmek boşunadır.ağzınızın bir tarafı haymana’dan patagonya’ya varmıştır!uyuşturulmuş ağızla tükürmek koordinat hesaplamasını hassas olarak yapmayı gerektirir.minik lavabonun ortasına değil, iyice soluna doğru tükürün. oldu işte! az farkla kanlı tükürüğünüz hedefi buldu.yaslanın arkanıza, açın ağzınızı tekrar…dişinizde çalışan, istanbul’un tepelerine gecekondu kondurup seçim zamanında af bekleyip tapu çıkarttırma aşkıyla yanan uyanıkların şıpınişikondularına dadanan dadaistanbul’un büyükşeer belediyesi’nin ekskavatörü değildir!o bir diş oyucusudur… o bir ekskavatördür en minisinden… ama sesi oldukça kallavidir…gözlerinizdeki yaş mutluluktan mı? kızarmış gözleriniz dakikalarca süren pahalı, mecburi işkencenin sonlandığını müjdeler…- iki saat bir şey yemeyin. ağrıyınca beni arayın. geçmiş olsun.borcunuz tedaviyi yaptırdığınız semte göre değişkenlik göstereceğinden tabib odalarının fiyat listesine bakıp gitmeniz dişinize giren kıymığın boyutunu öğrenmeniz açısından epey faydalı olacaktır.aman ha, dişlerinizi günde iki kez, özellikle de yatarken fırçalamayın! bol bol çay, kahve, sigara için!kolalı içeceklerde hudut koymayın dişlerinize!ne kadar kola, o kadar hayatın lezzeti!diş parlatıcılarını muhakkak kullanın!amerika’nın bilmemne enstitüsünden franklin teethfucking nam diş hekiminin (beyaz saçlı ve kafasının ortası açık olmalıdır) yıllarca süren araştırmalarından elde ettiğibu jel var ya…12 ay taksitle… üstelik iade garantisiyle…beğenmediğiniz ürünü kullanmamak şartıyla geri alıyoruz!diş bileriz, diş gıcırdatırız, diş geçirmeye çalışırız, dişe dokunur bir laf söyle bari ulan, deriz; aldığımız üç kuruş maaş dişimizin kovuğuna gitmez, gelecek zam dönemine kadar dişimizi sıkarız var gücümüzle, dişten artmaz işten artar ve bu yazı tam dişimize göredir!…bir implant’ın 1.500 euro, bir porselen dişin 500 ytl,bir kanal tedavisinin de 350 ytl olduğu düşünülürse (avrupa yakası istanbul ortalamasıdır) dişten gayet güzel arttığını öngörmüş “hayat koçu” atalarımız…dişimizi tırnağımıza takacağız artık, n’apalım!