(…) babam daha çocukken verem ile deha arasında bir bağ olduğuna inanılırdı çünkü ünlü sanatçıların çoğu veremdi. Frenginin erken dönemlerinin de faydalı olduğu rivayet edilirdi.

Kurt Vonnegut
Ölümden Beter Yazgılar

Yıllar önce, ana başlığı “Şizofreni” olan bir konferansa katılmak için İstanbul’un kültür merkezlerinden birinin koridorunda elimde sigara aşağı yukarı turluyorum. Amacım deliliğe olan merakımı gidermekten de öte esefle itiraf ediyorum ki biraz da eğlenmek. Delilerin ve deli olma durumunun eğlendirici olduğu fikri bilinç tarlamda sebepsiz yere filizlenmiş yabani bir ot değil, tam aksine dünyayı algılamaya başladığımdan beri önce aile içinde özenle tohumları atılmış, arkadaş ortamlarında ilk sürgünlerini vermiş, medya ve sanat çevrelerince mütemadiyen sulanmış gürbüz bir ağaç. Biraz sonra şahit olacaklarımın bu ağacı kökünden sarsıp yerle yeksan edeceğinden bihaber içeri girenleri izliyorum. Hangisinin deli hangisinin dahi olduğunu, hangisinin sanata üstün bir yatkınlık gösterebileceğini, hangisinin tam tımarhanelik olduğunu kestirmeye çalışıyorum. Gözlemlerimin ne kadar yersiz olduğunu konferansın ortalarına doğru hastalar ve hasta yakınları konuşmaya başladığında anlıyorum. Gözü yaşlı bir baba konferansı yöneten doktora sokağa çıkamayan çocuğunu anlatıyor, tek amacı; yükünü diğerleriyle paylaşarak kendi payına düşeni hafifletmek. Bir hasta televizyonla neden konuştuğunu anlatıyor, televizyondan çıkan gama ışınlarından, bu yolla kendisini izleyen casuslardan bahsediyor. Bu anlatılanlar, buraya gelirken duymayı beklediğim eğlendirici olacağını düşündüğüm şeyler. Oysa hiç eğlenmiyorum, dinlediklerim sadece içine düştüğüm dehşet halini derinleştiriyor. Öğrendiğim kadarıyla deliliğin bir çok çeşidi var, bunlardan biri olan şizofrenininse binlerce çeşidi var. Neredeyse her şizofreni vakası başlı başına bir hastalık türü, bunca farklı hastanın tek bir ortak yönü var o da; bu durumdan duydukları acı. Birkaç benzer konuşmadan sonra konferans bitiyor ve beynimdeki gürbüz ağaç köklerinden çatırdayıp bir daha asla dirilmemecesine yıkılıyor.

Caddeye çıkıyorum, kitapçıları gezmeye başlıyorum. Raflara özenle dizilmiş müzik CD’lerinden birinin kapağı dikkatimi çekiyor. CD, adı “Şizofren” olan yeni bir müzik grubuna ait, hemen arkamı döndüğümde dergi raflarında yerini almış bir kültür-sanat dergisini görüyorum adı: “Şizofrengi”. Benim mi algıda seçiciliğim üstümdeydi yoksa delilik mi moda olmuştu? Eve gidip yeni aldığım bilgisayarımın başına oturuyorum, henüz yabancısı olduğum internet alemine merakla dalıyorum, bireysel kullanıcıların açtığı yüzlerce Chat odası var, bir çoğunun adı şöyle; ‘deli’, ‘delinin odasi’, ‘zirdeli’, ‘sizofren’. İsyan tansiyonum yükseliyor birden. ‘deli’ isimli odaya dalıyorum. “Sen deli misin?” diye soruyorum karşımdakine, “hayır” diyor. “Peki neden odanın adı deli?” diyorum, “bilmiyorum” diyor. Aslında onun bilmediğini ben çok iyi biliyorum ama Chat ortamında anlatılacak gibi değil. “Hiç gerçek bir deli tanıdın mı?” diye soruyorum yanıt yine olumsuz. Ona biraz gerçek delileri ve çektikleri acıları anlatıyorum, bir süre sonra özür dileyerek haklı olduğumu söylüyor ve odasının ismini değiştiriyor. Böylece ucuz deli mukallitlerine karşı açtığım savaşın ilk raundunu kazanmış oluyorum. Bu ilk zaferin verdiği tatlı rehavetle beraber uyku da bastırıyor. Diğerleriyle uğraşmadan bilgisayarımı kapatıp yatağa giriyorum. Uyumadan önce, hayatımın ilerleyen günlerinde böyle birkaç ucuz deliye daha rastlayacağımı ve onlara da gereken dersi verebileceğimi düşünerek huzur buluyorum. Oysa bu ucuz deli mukallitlerinin her geçen gün nicelik ve nitelik olarak artıp hayatımın her safhasında karşıma çıkacaklarından ve etrafımda yoğun, kesif bir deli kirliliği yaratacaklarından haberim olsaydı uyku öncesi obsesifleşen herkes gibi o gece uyuyamayacağımı biliyorum, tıpkı amacı ucuz deli mukallitlerini it’in mâbadına sokmaktan başka bir şey olmayan bu yazıyı yazmadan tek bir mizah yazısı dahi yazamayacağımı bildiğim gibi.
Bu uzun giriş yazısı için özür dileyerek sadede gelmek istiyorum. Bu noktadan sonra yazı didaktik bir rehber niteliğindedir. Gerçek delilerle sahte delileri kolayca ayırt edebilmenizi sağlayacak akademik olmayan bir rehber. Bu rehber akademik değil çünkü konuya deliliğin tanımı yaparak giremiyorum. Bu rehber akademik değil çünkü deliğin tanımı yapmak için önce gerçeğin ne olduğunu tanımlayıp sonra bu gerçekliğe zıt düşünleri sınıflandırmam gerekiyor. Bu rehber akademik değil çünkü ben akademisyen değilim ve yazım bilimsel temellere dayanmıyor. Bu rehber akademik değil çünkü faydalı.

GERÇEK DELİYLE SAHTE DELİYİ KOLAYCA AYIRT EDEBİLMENİN
8 ALTIN KURALI

KURAL 1: GERÇEK BİR DELİ ASLA “BEN DELİYİM” DEMEZ.

Bu kural, rehberimizin ilk ve en önemli kuralıdır çünkü; sahte delilerin en sık düştüğü hatayı özetlemektedir. Söz konusu ucuz deli mukallitleri tek başına deli taklidi yapmanın hiçbir esprisi olmadığını bilecek kadar zekidirler (bkz: KURAL 2). Bu yüzden etraflarındakileri bu hallerinden haberdar etmek zorundadırlar. Bunun için en kolay yöntem pratikte değil teoride deliliklerini dillendirmektir. Çünkü pratikte delilik tehlikeli sonuçlar doğurabilir. Yanlış anlaşılmasın bazı sahte delilerin de pratikte delice hareketler yaptıklarına şahit olabilirsiniz; bu zaten onların en yanıltıcı özelliklerindendir. Ama bunlar sadece biraz daha cesur olan azınlıklara mahsustur. Sahte delilerin çoğunluğunu korkaklar teşkil ettiği için genelde delilikleri sözde kalır. Onlardan sık sık şunlara benzer sözler duyabilirsiniz: “Ay ben de ne kadar deliyim” “Bugün yine deliliğim üstümde” “Bana her gün bayram.” vs… Gerçek deliler de bazen durumlarını kabullenip “Ben deliyim” diyebilirler bu durumda onları sahte delilerden ayırt etmenin yolu şudur: Gerçek deliler bunu söylerken yüzlerinde hüzünlü bir ifade vardır sahte deliler ise pis pis sırıtırlar. Size mutlu bir yüz ifadesiyle “Ben deliyim” diyen birine hiç çekinmeden “Hassiktir oradan!” diyebilirsiniz. Bu konuda müsterih olun, daha önce de bahsettiğim gibi sahte deliler korkaktır ve bunu yapmak sizin toplumsal vazifenizdir. Bazı rol kabiliyeti yüksek sahte deliler son derece hüzünlü bir yüz ifadesine bürünüp size “Ben deliyim” diyerek içinize şüphe tohumları ekebilirler. Bu durumda yapmanız gereken şey diğer kuralları takip etmektir.

KURAL 2: SAHTE DELİLER YALNIZ KALINCA AKILLANIRLAR.

Gerçek bir deli (belli kriz saatleri olan hastalar hariç) günün her saatinde ve her ortamda delidir. Sahte deliler ise sadece bu ucuz numarayla etkilemek istedikleri insanların yanında deli gibi davranırlar. Hiçbir sahte deli evde yalnız kaldığında kendi kendine deli numarası yapmaz. Ara sıra tek başına kaldıklarında da pratik yapmak isteyebilirler tabi ama bu farklı bir durumdur.

KURAL 3: MENFAAT SAHTE DELİLERE ŞİFADIR.

Bir önceki kuralı yalnız olmak ve kalabalık içinde olmak durumlarıyla daralttık. Oysa bazı ucuz deli mukallitleri kalabalık içinde de aniden şifa bulabilirler. Örneğin aynı günün içinde bir sanat ortamında menfaati gereği deli olan biri birkaç saat sonra bir iş görüşmesi sırasında aniden akıllanabilir. Çünkü sahte delilerin delilikleri menfaatleri boyuncadır. Bugüne kadar tanımak şansızlığına eriştiğim sahte delilerin birçoğu patronlarının yanında birden akıllanıvermişlerdir ve yine birçoğu alışveriş sırasında gayet akıllıca pazarlıklar etmişlerdir.

KURAL 4: VİVA HOLLYWOOD!

Sahte delilerin bir kısmı gerçek delileri tanımadıkları için bir kısmı ise tanıdıkları halde daha havalı buldukları için kıstaslarını Hollywood’dan alırlar. Bu da onların en sık düştükleri hatalardan biridir. Gerçek deliler çok basit bir nedenden dolayı, ‘gerçek’ oldukları için özgündürler, filmlerdeki delilerden farklıdırlar. Fakat deli taklidi yapmaya niyetlenen biri için en yakın modeller Hollywood filmlerinde mevcuttur. Zaten yaratıcılıktan uzak olan ve bu gibi numaralara ihtiyaç duyan bu zavallılar için Hollywood delilerini taklit etmekten başka çare kalmaz. Bu da gerçek delilerle sahte delileri ayırt etmek isteyen insanlara büyük kolaylık sağlar. Aşağıda sıralayacağım ve sizin yardımlarınızla uzayabilecek liste kimin gerçek deli kimin Hollywood delisi olduğunu anlamanıza yardımcı olacaktır. Örneğin ucuz deli mukallidi olduğundan şüphe ettiğiniz arkadaşınız;
– yere düşen kürdanları saymakla, uzaklara dalıp olmadık hesaplar yapmakla uğraşıyorsa Rain Man filminden,
– bir an her şeye saldırıp ardından gözlerini kısarak bilgece sözler ediyorsa 12 Maymun filminden,
– Beethoven dinlemeyi sapıkça bir tutku haline getirmişse Leon ve Otomatik Portakal filmlerinden,
– kaybedeceğini anlayınca oyun bozanlık ediyorsa Guguk Kuşu filminden,
– sabit bir noktaya uzun süre manasızca bakıyorsa (özellikle gökyüzüne) Birdy filminden,
– sıklıkla pis şeylerden bahsediyorsa (kendi bokuyla oynamak gibi) Sade’ın hayatını anlatan The Quills filminden,
– cansız bir eşyaya aşırı bağlılık gösteriyor ve yüksek manalar yüklüyorsa Piyano filminden,
– sıklıkla el şakası yapıyorsa Batman 1’den, eşek şakalarını paketleyip gönderiyorsa Batman 3’den,
– durduk yere iki zıt karaktere bürünüyorsa Fight Club filminden,
– göremediğiniz insanlarla muhabbet ediyorsa Akıl Oyunları filminden,
– hayvanlarla konuşuyorsa, bundan da kötüsü onların da buna iştirak etmesini bekliyorsa Walt Disney filmlerinden,
– “Ben buraların adamı değilim” diyorsa K-Pax filminden,
fazlasıyla etkilenmiştir.

KURAL 5: GERÇEK İÇBÜKEY SAHTE DIŞBÜKEY.

Gerçek deliler içe dönüktür; sahte deliler ise dışa. Gerçek deliler sosyalleşmek istemezler zaten isteseler de; bunu pek beceremezler. Özelikle şizofreni vakaları kriz anlarında rahim pozisyonunda büzülerek dış dünyayla hatta bulundukları odayla bütün bağlarını koparırlar. Sahte deliler ise aşırı sosyalleşme eğilimindedirler. Onları her ortamda her türlü muhabbetin içinde görebilirsiniz. Bir deliden beklenmeyecek kadar her konuda fikir sahibidirler.

KURAL 6: DELİ DELİYİ GÖRÜNCE SOPASINI SAKLAR.

Sir Isaak Newton’un üçüncü mekanik yasası, belirli bir yönde etki yapan her güce eşit ve ters yönlü bir başka gücün tepki gösterdiğini belirtir. Bu bilgi, füze yapımında, kabız olunduğunda ve sahte delileri kovalamakta işe yarar. Sahte deliler gerçek delileri karşılarında bulunca aniden akıllanırlar. Aynı tepkiyi gerçekten delice fikirlerle karşılaştıklarında da gösterirler. Örneğin bütün gün bıkıp usanmadan deli taklidi yapan bir arkadaşıma Beyoğlu’ndaki Vakko’ya girerek ortalığı dağıtmayı teklif ettiğimde ve bu konuda ciddi olduğumu hissettirdiğimde bana; “ama bu çok delice” demişti. Sahte deliler arasında ise bu kuralın tam tersi geçerlidir (bkz KURAL 7).

KURAL 7: HACI HACIYI MEKKE’DE DELİ DELİYİ DAKKADA BULUR.

Sahte deliler her ortamda birbirlerini kolayca keşfederler. Aralarında bilimsel verilerle açıklanamayacak bir çekim gücü vardır. Bir araya gelince saatlerce tartışırlar. Bu uzun mülâkatlar boyunca önce insanlığı kurtarır sonra buna değmeyeceğine karar verip geri batırırlar. Etraflarındaki diğer insanları da bu muhabbetlerine ortak etmek isterler. Böyle bir durumla karşılaştığınızda size tavsiyem ortamı hemen terk etmenizdir. Bir sahte deliyle uğraşmak bile yeterince zorken ikisi bir araya gelince iyice çekilmez olurlar. Bu sahte deliler muhabbetlerini derinleştirdikçe dışarıdan iki iyi dost gibi gözükürler. Ama bu görüntü yanıltıcıdır. Nedenini merak ettiyseniz hemen bir sonraki kurala geçebilirsiniz.

KURAL 8: SAHTE DELİLER SİDİK YARIŞTIRIRLAR.

Daha önce de bahsettiğimiz gibi gerçek deliler birbirlerinden çekinirler. Aynı şekilde sahte deliler de gerçek delilerden çekinirler. Fakat iki sahte deli bir araya geldiğinde birbirlerini çok iyi tanıdıkları için çekinmek bir yana birbirleriyle delilik yarışına girerler. “Kim Daha Deli?” isimli bu yarışmayı genellikle en deli olan değil sesini en çok yükselten kazanır.

Umarım bu 8 kuraldan müteşekkil rehber işinize yarar. Buraya kadar genellikle durumun “nasıl”ından bahsettim şimdi biraz da “neden”inden bahsetmek isterim ama ne dersem diyeyim profesyonelce olmayacak çok yüzeysel kalacaktır.
Bugün bütün dünyada insanlar deliliğe özendirilmekte, Allah’ın insanlara bahşettiği en büyük nimet olan ‘akıl’ı inkar popüler bir tavır halini almaktadır. Yaşadığımız çağın akıllı olmayı zorlaştırdığını kabul ediyorum. Gerçekten delirenlerle bir sorunum yok zaten. Benim kavgam deliliğin ciddi bir hastalık olarak algılanmasını kendi menfaatleri doğrultusunda engelleyenlerle. Bu tavır bütün dünyada yükselen bir trend. Bütün batı medyası sahte delilere çalışıyor, bütün doğu kıssaları en felsefi sözleri delilere söyletiyor. Bu durumda akıl ve hafızanın yeri sanık kürsüsü oluyor. Tarih boyunca hapishaneler düşünce suçlularıyla dolup taştı. Hafızayla ilintili bir örnek de çok yakın bir zamanda yaşandı. F tipi hücreleri protesto etmek için açlık grevine giren bir grup mahkum günlerce besinsiz kalmaları sonucunda ağır bir beyin sendromuna yakalandılar. Bu insanlar hafızalarını tamamen kaybettiler. Akvaryum balıkları gibi sadece yaşadıkları son on dakikayı hatırlayabiliyorlar. Bu yüzden neden hapse girdiklerini, neden günlerce aç kaldıklarını ve tüm siyasi görüşlerini unuttular. Bunun karşılığında devlet onları ödüllendirdi ve serbest bıraktı. Demek ki suçlu birey değil bireyin aklı ve hafızası. Oysa bu insanlar açlık grevi gibi insanlık dışı bir protestoya başvurarak yeterince akılsız olduklarını ispatlamışlardı. Bir de bunun üzerine hafızalarını kaybetmeleri gerekmiyordu. Her ne olursa olsun aklın cezalandırıldığı bir dünyada yaşamak bile deli taklidi yapmak için geçerli bir sebep değildir.
Peki neden bunca insan deli taklidi yapıyor? Sanırım aklın getirdiği mükellefiyetlerden kolayca kurtulabilmek bu sebeplerden biri. Çünkü delilerin cezai hükmü yoktur. İnsanların ilgisini çekme arzusu bir diğer sebep. Ama bence en büyük sebep kolay yoldan sanatçı olarak kabul görmek arzusudur. Çünkü hayatım boyunca sahte delilere en çok sanatla ilgili ortamlarda rastladım. Yazımın başındaki alıntıda Kurt Vonnegut’un da bahsettiği gibi bazı hastalıklar sanatçılar arasında yaygındır. Delilik bunların başında gelir. Büyük sanatçıların çoğu delidir. Kendine ve sanatına güvenmeyen insanlar bu duruma öykünür. Bu benim rastladığım vakalar arasında en yaygın nedendir. Aynı zamanda büyük sanatçıların çoğu eşcinseldir; ama hiç kimse götü kaybetmemek için bu duruma öykünmez. Demek ki götümüz aklımızdan daha kıymetlidir. Boşa dememişler “Akıl akıl, gel kıçıma takıl!” diye.