“Mutluyum.” dedi. “En azından şimdilik…” diye ekledi ardından.Neden hep aynı şeyi sorup dururlardı ki?! Bekledikleri cevabı vermeye, hissetmesi gerektiğini düşündükleri hisleri duymaya neden zorlarlardı?Sevdiği erkekle evlenmiş bir kız… mutlu olmalıydı! Telefon açıp hatırını soranlara, kelimelere dökmesine bile gerek kalmadan cevabı anlatmalıydı, sesinden taşan duygular.Tıpkı mutlu sonla biten filmlerdeki gibi olmalıydı her şey. Birbirini seven kızla erkek evlenmeli ve bununla da bitmeliydi tüm mesele. Mutluluk denen o son’da nefes almaktan bile korkarak sonsuza dek çakılıp kalmalıydı.Sanki hayat durmadan değişmiyormuş… her bitişin yeni bir başlangıca dönüştüğü sonsuz sayıda anlardan oluşmuyormuş gibi… O anlardan herhangi birinde tesadüfen yakalayıverdiğimiz bir duygunun, ilerisindeki diğer tüm anlarda da devam edeceği kesin bir kurala bağlıydı sanki.Hattın öte yanındaki sessizlik gereğinden fazla uzayınca, işi espriye vurma gereği duydu. “Bu kadar nazımız da olsun artık. Damat beyi çok şımartmamak lazım.Fazla mutlu görünürsem, şimdiki gibi üstüme titremez sonra.””Mutlu görünmekten korkulur mu hiç?!” dedi halası, az önceki sessizlik boyunca süren tüm kuşkulardan arınmış, yeğeninin dünyanın en mutlu kadını olduğuna inandığı sessizlik öncesi o gürül gürül çağlayan sesiyle. “Aksine, bol bol göstermelisin bunu. O’nu seni mutlu etmeye daha da çok teşvik edersin böylece. Çabalarının boş yere olmadığını, sevgisini hak ettiğini gösterirsin.””İyi de halacığım… Ne hissetmem gerektiğine O mu

karar verecek?” demek istedi O’na. Aslında halası bir bakıma haklı sayılırdı. Yeni evli bir erkeğin eşine özen göstermesi, O’na sevgisini gösterecek hareketlerde bulunması, hiç değilse somurtan bir yüzle karşılanmamalıydı. Ama yüzünü beklentilere uygun bir ifadeye sokmaya çalışmakla aynı şey değildi ki duygulara yön vermek! Gülümseyebilirdi… Ama kocasının yaptığı bir jestin O’nu mutlu etmesini kesinkes şart koşamazdı ki kendine! Sırf öyle istedi diye mutlu olamazdı.Halası gündelik şeylerden söz etmeye geçmişti çoktan. Yeni evli yeğeninin duyguları, her günkü meselelere dönebilecek kadar uyumluydu beklentilerine. “Bu kızı da e verdik işte. Aradan bunu da çıkardık.” dercesine sıralıyordu ardarda, işten döndüğünde eşine sunması için önerdiği tatlıya ait malzemeleri.Şimdi heyecanla O’nu dinliyor olmalıydı. Malzemelerden birini bile kaçırmadan, pür dikkat… Film bitmişti. Hem de mutlu sonla… Sonsuza kadar mutlu olacaklardı. Bir adım bile atmadan, hep o anda kalarak sonsuzlaştıracaklardı o an’ı.Telefonu kapadığında takvime takıldı gözleri. Henüz bir hafta bile dolmamıştı evleneli. Mutlu olmama hakkını saklı tutabileceği günlere daha epey bir zaman vardı demek!”Evet, nerde kalmıştık?” dedi tam karşısındaki çerçevenin içerisinden kendisine gülümseyen sevdiği erkeğe. “Halam telefonla aramadan hemen önce kaldığımız yerde tabii… ‘Burada biraz daha kalırsam aklımı kaçıracağım!’ diyordum o zaman. Ve şu an da maalesef hala aynı noktadayım.””Bu yüzden sevgilim, halamın az önce verdiği o tarifi uygulamaya sokmak üzere mutfağa koşmadan önce çok daha farklı bir yere koşacağım az sonra. Çünkü başka tür bir açlıkla boğuşmaktayım şu an. Bunun da midelerle hiç bir ilgisi yok.””Akşam işten döndüğünde kapıda seni karşılarken gözlerimde aradığın o şeyle… o parıltıyla ilgili bu daha çok. O şeyi sana verebilecek ruhumla ilgili… İşte bu yüzden bir an önce çıkmalıyım bu evden. Bu odada, bu dört duvar arasında gitgide miskinleşen ruhumu alıp götürmeliyim uzaklarda bir yerlere. Değişik görünümler ve sesler sunarak iyice uyandırmalıyım onu. Akşam kapıyı açtığımda, sana aşık o ruhu gözlerimde görebilmen için yapmalıyım bunu… Sana güzel bir akşam yemeğinden çok daha fazlasını sunabilmek için…”