‘ÇOK SEVDİĞİN TARÇININ KOKUSUNU ALAMAZSAN TARÇIN HİÇBİR ŞEYDİR. ÇÜNKÜ TARÇININ TADI YOKTUR.’
– Zamandan azade.
– Taze sıkılmış portakal suyu. Çift katlı otobüs epey sıcak, yanımdaki adam iğrenç, kaşlarım çatık. Bir şehri terk edip diğerine giderken doğru ne soruları beynimde dolaşırken uyuyup kendimden kaçabilmeyi umuyorum.
– Ölmek bir ömür boyu mu sürer?
– Ölmeden doğamazsın. Rüyalarını gerçekleştirebilmek için önce uyanmalısın ve benim uyanma vaktim geldi.- Eksik parçanı tamamlayamazsın çünkü aynı eksiklik onda da var. İki yarım insan bir tam insan edemez. İlk önce kendini tamamla. Sonra tamamlanmış biriyle ol ama yine de acım geçecek sanma çünkü acın geçmez. Duyduğun acı yüksek benliğinin eksikliği. Onun eksikliği değil. Sadece tamamlanırsan ve o da tamamlanmışsa şayet acı azalabilir ya da geçiştirilebilir ama unutma, ‘Tamamım artık!’ diyemeyeceksin çünkü anlam kapatılmaz. Heterojen, geçişli ve özne olan sen; anlamını sürekli değiştireceksin. Bu yüzden anlamın kapanırlığı mümkün değil.An geçer. Anı hep geride kalandır. Oysa an’ı yaşamaya çalışan biz, kimi zaman boşa debelenmelerimizi, parmaklarımızın arasından; ‘artık’ hissiz olma –ölme- arzumuzun akmasıyla fark ederiz. Taa ki, o gelene ve kapıyı çalana dek…
Kapı çaldı, nerden geldiğini bilmeyen kayıp yolcu, kendine yol göstereceğine inandığı rehberini bekliyordu. ‘Acaba orada mıydı, yardım edecek miydi?’ sorularına yanıt bulmaya geldiği bu şehirde, kafasını kurcalayan diğer sorularla karanlıkta beklediğini fark etti ve kapı yavaşça aralandı.
Aralanan kapıdan içeri ‘pırıltılı bahanesiz paylaşımlar’ sızmaktaydı. Bu yepyeni bir duyguydu. An gelir ruh uçmaz güzelim. O ruh ki, en yakının olur sarar seni, seni ve benliğini… Ama bilir ki, insan bilir; gün olur görünmez bir prizmanın pençesinde kavrulurken benliği, uykusuz gecelerini de, sabahlarını da, başlangıçsızlığını da, yoksunluğunu da; geri de çok geride bırakmanın zamanı gelmiştir. An bu andır, andır ki; hep olup geçen, günden- geceden önce gelen, derin mahzen duvarlarını yıkan gerçekliktir.
Suskun, sessiz, sakin bir odada buldu kendini. Etrafını incelerken hiçbir şey düşünmediğini fark etti. Hiç düşünce. Her şey olması gerektiği gibiydi. Beyni susmuştu. ‘Şokella’ odada zaman durmuş gibiydi. Onlar ışık hızına çıkarken her şey geride kalıyordu. ‘En fazla yarım saat olmuştur’ dediklerinde, geride kalanlar için geçen zaman sekiz saatti. Huzur.
Özensiz, öznesiz ilişkiler yumağında savrulurken ruhumuz, tutsaklığımızın son perdesini, kahredici karanlıkları, çıkışları olmayan inişleri, bulutları, çalmayan telefonları, olmazları, olumsuzlukları, kararsızlıkları, yırtılmış resimleri, hiç aramadığımız kendimizi ve hiç aramadığımız kendimizin; bir bir yok oluşlarını dünde bırakıyorum/z. Aldığımız biletler dönüşsüz, sadece bugüne yazıyor(uz). Epey saçmalıklara yazdık, artık yalnız kendimize yazdığımız bugünde; kendimiz diyorum çünkü karşındakinde kendini bulduğun an, oradasındır/ ondasındır. Artık nerenin başka yer, nerenin kalbinin yeri olduğunu bilirsin, bilir; iç sesin bilir. Rüyalarında dahi duyarsın.
Artık onu duyabiliyordu. Ne dediğini anlıyordu. Anladıkları onu şaşırtıyordu. Şaşırdıkça yaklaşıyordu. Yaklaştıkça açılıyordu. Açıldıkça konuşuyordu. Konuştukça suskunlaşıyordu. Sustu. Odadaki iki kişinin sessizliği destan olmuştu. Olan, destana olmuştu. Destan masal olmuştu. Masal gerçek olmuştu. Gerçek hiç olmuştu. Hiç yok oldu. Arka bahçeden bana seslenen rehber ‘Bu böyle gider’ dedi. Nasıl başlarsa öyle gideceğini düşünüyordu yılların getirdiği tecrübeyle. Aslında haksız da sayılmazdı. Daha ilk günde zaman kavramını değiştirmişlerdi. Rehber olan oydu. ‘Neden olmasın, ne sakıncası var ki…’ diye düşündü. ‘Ben memnunum.’ İstiyorum diyordu rehber. İstediğini biliyordum. Bildiğini görüyordu. Gördüğünü seviyordu. Sevdiğini sanıyordu. Sanırım bilmiyordu.
Bilmediğini bilmeyendi. O ki, her varoluşunda iç pazarlarında, yakamoz çözümlerini sunup getirdiği hanlarda; gel diyordu, gel: ‘Taze portakal suyu bulunur.’ Kendimden kaçıyorum, kaçmayacağım.
– Duydun mu bilmiyorum az önce konuşurken, son cümle sessizce döküldü dudaklarımdan, o iki kelime: seni seviyorum…
– Sıcak, sıcak şarap ve sen… Sohbet, keyif, lezzet…
– Şarap sıcaktı, sen sıcaktın, sen şaraptın; çarptın. Sarhoştum. Şarap bitti. Hava soğudu. Ayıldım.
Sen yazdın, senin oldu. Seni içtim. Benim oldun. Böyle de kötü bir huyum var…
Şu bile bir ilerleme: ‘Çok iyiyim.’ (İyi edene bakmalı.)
yorumlar
çok güzel..
‘ÇOK SEVDİĞİN TARÇININ KOKUSUNU ALAMAZSAN TARÇIN HİÇBİR ŞEYDİR. ÇÜNKÜ TARÇININ TADI YOKTUR.’çok güzel
evet ya herkes okumalı, güzel yazı..mesela şu soru:– Ölmek bir ömür boyu mu sürer?
sıcak tarçınlı şarap, içmeyen varsa mutlaka denesin derim:))
karanfil katmayı da unutmayın
aman tarçın şarapta nasıl olur ki. ben yakıştıramadım. ankara’da sıcak şarap içmiştik, onu da beğenmemiştim (59 yıllık gurmeyim ya atıyorum bol keseden)..
!!!!!!!!!!!!!!!!!!! Muhteşemmmm.Bugüne kadar hafifteokuduklarımın en iyisii bencee,aldııı ve götürdüü..Ben bunu dönüp dönüp bidaha okurum çalan müziklerleee… Eline sağlık Astral…
çok ama çok güsel bi yazı olmuş. hafif de okuduğum deyil ama asrtal yazılarının belkide en iyisi.tebrikler
Seni seviyorum,Gerçeğin ta kendisi bu iki kelime,Sırf dudaklardan çıkması istenen değil deİçimde taa içimde senin için atan bir kalbin feryadı,Haykırışı bu sevdiğim.Sana ulaşamasam da,Biliyorum ki zavallı kalbimSana ait her şeyi saklıyor en gizli yerlerindeKanlı ve uykusuz gözyaşlarımınHer gece aynalardan süzülmesi gibi acı veriyor uzaklarda oluşun.
sayın astral zevkle okudum
oldukça hoş
Her birinize teşekkür ederim.
aaaa astral cevap verdi, teşekkür etti:)) sevindim ben de
Vay canına. Nazar değmesin. Soru sormak istiyorum sana sayın astral. Uygun mudur?
yes, sir :))
Taam, başlıyorum madem.Soru biiiir: Sihirli bi deyneen olsa, ilk önce nereye dokundururdun?
Soru ikiiii: Issız bi adaya düşsen yanına almıycaan 3 şey nedir?
Soru üüüç: Neden müzik?
Soru döört: Mentos ve kola hakkındaki fenomen hakkaten gerçek olabilir mi?
Soru beeş: Kadere inanmayan birinin, bu yazıya inanmasını nasıl beklersin?
Soru altı: Taze portakal suyu ile, taze sıkılmış portakal suyu arasındaki fark nedir?
Soru yedi: Durumunu tek kelime ile anlat. Yoksa puan vermem.
Sayın Belesh, tam belesh’siniz… :))Saygılarımla…
Yukarıdaki soruları 200 kelimeyi geçmeyecek şekilde, dilbilgisi kurallarına uygun olarak açıklayınız. Ayrıca istediğin sorudan başlayabilirsin. Duydunuz zilin sesini…
Ben(de) geliim, noolur ben(de) geliim…
Beşinci sorunuz kaile alınacak gibi: Kadere inanmayan bu yazıya nasıl inanabilir? Şöyle ki, kadere inanamayacağın anlar gelir.Olur ki, ‘Tanrı bana küstü, görmüyor’ dersin. Tam bu anda öleceğini hissedersin, acıdan; trafik kazasından vb. başka birşeyden değil. Kalbinde umduğunu bulamamaktan. Dünyaya tutunamadığın anlar gelir gündemine, baş ucunda ağlatır seni; an be an tüm inandıkların.İşte o an tüm inandıklarını yakarsın. Çünkü mantık sinsilesi gümlemiştir, bir önceki akşam; ağlamaların son olsun diye Tanrı’ya hala dua ederken; kadere de inanmasan, birşeye inanmazsan, düşeceksindir. O an, işte tam da o an; Tanrı seni -bu sefer duymuşcasına- karşına bir şans çıkardım der. Son bir şans daha, mutlu olman için, yaklaş… diye fısıldamaktadır usul usul.Ansızın gecelerin gündüzlerin başkalaşır. Yüzün yeniden gülmeye başlar. Güzelliğin tekrar gözlerindeki ışığa vurur. İnan o zaman anlarsın kalbinin yanlış duyumsamadığını…Duyumsarsın hala gerçek olan birşeylerin bu dünyada yer aldığını ve adım adım ilerlediğini… Duyarsın… Bir çaba daha, bir mücadele daha…Ben varsam benim kalbime yakın biri de elbette var diyerek; güneşe gülümsersin yeniden. Unuttuğun sabahların yine dize gelir, senin olur, günü aydınlatır, aşkı aydınlatır; aşık olursun…
AŞK
Aşk (Yedinciye yanıttı)
Çok güzel. Teşekkür ederim sayın Astral.
astralın ahkamını tutmak istiyorum:))
bu yazıyı kaçırmışım..insanı alıp götürüyor..
ben de kaçırmışım bu yazıyı.harika.