bildirgec.org

paradoks hakkında tüm yazılar

Türkiye’nin İlk Twitter Talk Show Programı; #cikisinicinden

junya | 26 March 2012 13:44

Cappy’nin yeni ürünü Meyve Tanem! İçinde küçük küpler halinde yenilebilir şeftali parçaları bulunan ürünün sloganı da kendisi kadar ilginç: Yenecek Bu İçecek!

Hem yenilebilme hem de içilebilme özelliği ile paradoksları içinde barındıran Cappy Meyve Tanem’in #cikisinicinden kampanyası, Hayko Cepkin ve Mustafa Topaloğlu’nun paradoksların içinden çıkmaya çalıştıkları program fragmanı ile başladı. Programın konukları, herkesin aklında olan fakat hiç kimsenin şimdiye kadar sesli düşünmediği, kafa karıştıran soruların içinden çıkmaya çalışırken, 1 Mart’ta Serdar Kuzuloğlu ve konukları Twitter’da paradokslar üzerine konuşarak Türkiye’nin ilk Twitter talk show’unu yaparak bir ilki gerçekleştirdiler.
Aynı akşam Okan Bayülgen’in Muhabbet Kralı programına da konuk olan Serdar Kuzuloğlu ve eğitim camiasının önemli isimleri paradoksları tartıştılar.

matematik ve resim sanatı

gogool | 11 November 2010 11:48

Sadece karmaşık işlemlerin ve sıkıcı ispatların yapıldığı bir bilim değildir matematik. Bir çok ressam, müzisyen, mimar matematiğin o büyüleyici sistematik yapısını kullanarak eserlerini ortaya koymuştur. Leonardo Da Vinci‘nin Monalisa eserindeki Altın Oran,

monalisa
monalisa

M.Cornellis Escher‘in resimlerindeki paradokslar

up and down 1947
realitivty 1953

up and down 1947
up and down 1947

ve başlı başına fraktal geometri matematiğin karmaşık güzelliğini gözler önüne sermektedir.

fraktal sonsuzluk (infinity)
fraktal sonsuzluk (infinity)

fractus
fractus

Seçim paradoksu: Demokrasi neden her zaman adaletsizdir?

denizkar | 29 April 2010 19:47

İdeal bir dünyada seçimlerin iki özelliği olmalı: bağımsız ve adil. Birkaç mantıklı istisna dışında her yetişkin kendi seçtiği bir adaya oy verebilmeli ve verilen oyların her biri aynı değerde olmalıdır.

Bağımsız oy vermeyi sağlamak hukuk alanının konusudur. Fakat oylamayı adil kılmak ise aslında daha çok matematik alanının bir konusudur. Yüz yıllardır bireysel oyların değer oranlarını bozan kaynaklar tespit edilmeye ve önlenmeye çalışılmaktadır. Bu çalışmalar bir çok paradoksu ve sürprizi ortaya çıkarmıştır. Yapılamayan tek şey ise bir cevap bulabilmektir. Büyük ihtimalle böyle cevap yoktur.

İmaj: Peter Nuhly / Getty Images
İmaj: Peter Nuhly / Getty Images

Dünya genelinde uygulanan bir çok demokratik sistem matematiksel adaleti ve güvenilir ve sağlam bir hükümet oluşturmak gibi politik hedeflere ulaşmaya çalışır. ABD, Kanada, Hindistan ve İngiltere’de kullanılan “adaylar arasında çoğunluk oyu alma” yöntemini ele alalım. Prensibi çok basittir: her seçim bölümü en çok oyu alan adayı seçer.

Sistem güvenilirlik olarak düzgün gözükse de matematiksel adalet anlamında bir fiyaskodur. Kazanan adaya verilen oyların dışındaki bütün oylar göz ardı edilmektedir. Kanada, Hindistan ve İngiltere’deki gibi birbirine çok yakın birçok adayın olduğu durumlarda adaylar kazanmak için asla %50 gibi bir oran elde etmek zorunda değillerdir ve bu durumda oyların büyük çoğunluğu göz ardı edilmektedir.

Bir ülke veya şehri seçimler için çok küçük parçalara bölmekte farklı tip yanılgılar oluşturan başka bir kuşkulu konudur. Bir politik parti her bölgede rakiplerinden sadece biraz daha fazla oy alarak genelde seçimleri kazanabilir. 2005 İngiliz seçimlerinde İşçi Partisi toplam oyların sadece %35’ini alarak parlamentodaki koltukların %55’ine sahip olmuştur. Eğer bir parti seçim bölgelerinin çoğunda rakibinden sadece biraz daha fazla oy almış, ama diğer bölgelerde çok geride kalmışsa toplamda daha az oy alarak bile seçimleri kazanabilir. Bu durum 2000 yılında George W.Bush’un Al Gore’u yendiği seçimlerde gerçekleşmiştir.

BİZİM YAZ(G)IMIZ

astral | 23 November 2009 10:58

‘ÇOK SEVDİĞİN TARÇININ KOKUSUNU ALAMAZSAN TARÇIN HİÇBİR ŞEYDİR. ÇÜNKÜ TARÇININ TADI YOKTUR.’

– Zamandan azade.


– Taze sıkılmış portakal suyu. Çift katlı otobüs epey sıcak, yanımdaki adam iğrenç, kaşlarım çatık. Bir şehri terk edip diğerine giderken doğru ne soruları beynimde dolaşırken uyuyup kendimden kaçabilmeyi umuyorum.

– Ölmek bir ömür boyu mu sürer?

– Ölmeden doğamazsın. Rüyalarını gerçekleştirebilmek için önce uyanmalısın ve benim uyanma vaktim geldi.
– Eksik parçanı tamamlayamazsın çünkü aynı eksiklik onda da var. İki yarım insan bir tam insan edemez. İlk önce kendini tamamla. Sonra tamamlanmış biriyle ol ama yine de acım geçecek sanma çünkü acın geçmez. Duyduğun acı yüksek benliğinin eksikliği. Onun eksikliği değil. Sadece tamamlanırsan ve o da tamamlanmışsa şayet acı azalabilir ya da geçiştirilebilir ama unutma, ‘Tamamım artık!’ diyemeyeceksin çünkü anlam kapatılmaz. Heterojen, geçişli ve özne olan sen; anlamını sürekli değiştireceksin. Bu yüzden anlamın kapanırlığı mümkün değil.

Zamanda Yolculuk Üzerine

afs | 16 September 2008 11:57

Büyük Hadron Çarpıştırıcısı
Büyük Hadron Çarpıştırıcısı

CERN’de bir şeyler oluyor. En basit özetiyle bilimadamları bize kütle özelliği kazandırdığı inanılan taneciği, Higgs Bozon’unu bulmaya çalışıyorlar. Çünkü şu anki bilimin temeli teoride var olduğu inanılan ve tüm taşları yerine oturtulan bu Higgs Bozon’unun üzerine kurulu. Higgs taneciğinin Big Bang olayından sonra meydana geldiği düşünülüyor. Bu sebeple deney ortamında ufak bir Big Bang yaratılarak yine ilk anda olduğu gibi Higgs bozonunun ortaya çıkması beklenecek.

Peter Higgs
Peter Higgs

Eğer tahminler doğru ise ala, fakat doğru değilse bu sefer bilimi ya başka temellerin üzerine oturtmak gerekecek, ya da Higgs bozonunun başka bir yolla ortaya çıktığı tezi ortaya çıkacak.

Big Bang’e duyduğum merak zaten hat safhada iken CERN deneyi ile daha da arttı. Tabi bu olayın sırlarına erişmek için ya zamanda yolculuk yapmak gerekiyor ya da ilahi bir kuvvete erişmek gerekiyor. Peki ya zamanda yolculuk mümkün olabilir mi? Teoride mümkün mü? Mümkün olsa ortaya çıkabilecek durumlar neler olabilir?

einstein
einstein

Ufak bir çocukken de, büyüyüp adam olduğumuzda da hep düşümüz olarak kalmayı başarmış önemli bir konu. Pişmanlıklarımızı hatırladıkça, ikinci bir şansımız olsa geçmişe gidip pişmanlığımıza sebep olan şeyi ortadan kaldırmayı arzuladıkça daha da gerçek olmasını dilediğimiz hayalimiz.

Bilim dünyası zamanda yolculuk konusuna biraz temkinli yaklaşıyor. Ama yolculuğun mümkünlüğünü hiç de reddetmiyor ve bunun için sorular soruyor. Konuyla ilgili soruları ciddi şekilde ilk yanıtlayan pek de garip olmayan şekilde Einstein’ın Görecelik Teoremi. Einstein bu teoreminde hiçbir cismin ışık hızını geçemeyeceğini ve bu sebeple zamanda yolculuğun mümkün olmadığını belirtiyor. Bu noktada ‘ışık hızı’ önemli bir yer tutar.

“akp kapatılsın” ve “demokrasi” ikilemi

jemjum | 24 March 2008 11:01

bildiğimiz bütün değerlerin birbirinin içine geçtiği günümüzde demokrasi kavramı da aynı talihsiz çıkmazda.demokratik koşullar altında üç kişiden ikisinin oy verip başa getirdiği bir partiyi kapatmak sözkonusu olabilir mi? aksi, demokrasi kavramına sığar mı? sözde demokrat “aydın”ların bile kapatma fikrini desteklemesi makul ve kabul edilebilir bir davranış mı? bu çifte standart ülkeyi kaosa götürmez mi?

Büyük Paradokslar

znosurprises | 18 June 2007 10:12

Her şey 1900 yılında matematikçiler arasındaki akademik bir tartışmayla başladı. İngiliz matematikçe ve 1950 yılında nobel edebiyat ödülü alan Bertrand Russel ilk büyük paradoksu ortaya attı. Russel paradoksu şöyle: Bir editör, kendi adını içermeyen bütün katalogların kataloğunu yapmak istiyor. Kendi adını içermeyen kataloglara örnek olarak şunu verebiliriz mesela , elimizde Türk Şarapları Kataloğu olsun. Bu kitap, şarap olmadığından kendi adını içermeyecektir. Buna karşılık bir Kitaplar Kataloğu kendi adınıda içermelidir; çünkü kendiside bir kitaptır. Yukarda sözünü ettiğimiz editör, bir Kitaplar Kataloğu oluşturmak peşinde değil. O kendi adını içermeyen katalogların katoloğunu yapmak istiyor. Russel paradoksu şundan ibaret: Kendi adını içermeyen katologların kataloğu, kendi adını içermeli midir?
Bu katalog, kendi adını içerirse , kendi adını içeren kataloglar grubuna girer; oysa bu, kendi adını içermeyen katalogların kataloğudur; demek ki bu katalog kendi adını içeremez. Fakat bu katalog kendi adını içermezse, kendi adını içermeyen kataloglar grubuna dahil olur ki o zaman da kendi adını içermesi gerekir. Bu açıkça bir paradokstur; çünkü mantık kendi adını içermeyen katalogların kataloğu’nun hem kendi adını içermesini, hem de içermemesini emretmektedir. İki doğru olamayacağına göre burada paradoks vardır.
Russel paradoksuna benzer bir paradoks ise ünlü Giritli paradoksudur. Bir Giritli “ben hep yalan söylerim” diyor. Giritli gerçekten yalancıysa, bu söylediğide yalandır; yani aslında hiç yalan söylememektedir; yani doğrucudur. Fakat giritli doğrucuysa bu son söylediğide doğrudur; yani aslında o bir yalancıdır. Mantığımız bize Giritliyi doğrucu kabül edersek onun yalancı, yalancı kabül edersek doğrucu olması gerektiğini söylüyor. Demek ki Giritli’nin yalancı mı doğrucu mu olduğuna karar veremiyoruz. Bu tam bir paradokstur; çünkü birbirine karşıt iki yanıt da doğru sonuç veriyor, oysa gerçek tektir; Giritli hem yalancı hem de doğrucu olamaz.
Russel paradoksu kümeler kuramına dayanır. Bir katalog, elemanlar içeren bir küme olarak düşünülebilir.
Kümeler kuramını İtalyan matematikçi Guisseppe Peano öne sürmüştü. Bu kuram Antikite’den bu yana elde edilmiş birçok matematiksel sonucu birleştiriyor ve bir düzene koyuyordu. Amaa işte sonuçta düzenleyicinin kendisi düzen yerine paradoks yaratıyordu. Paradoks matematik için kabul edilemez bir sonuçtur çünkü matematik tek doğru ister.
Bunun üzerine David Hilbert, anlamlarından soyutlanmış matematik sembolleri birbirine bağlayan tutarlı ve çelişkisiz olduğunu göstermek için meta-matematiği başlattı. Meta-matematik matematik konularını değil matematiğin kendisini incelemek olacaktı. Yani bu sav ile matematiği mekanik bir şekilde ifade etmek için gerekli mantık kurallarını bulmak istiyordu.Eğer bunu başarabilirse bütün matematik teoremleri bilgisayarın bir tuşuna basarak elde edebilecekti. Bu mutlaka matematiği daha sağlıklı kılacaktı fakat bi yandan da matematiği kısırlaştıracaktı. Nevar ki programın başarısına bir mantık kuralı engeldi. Örneğin dil uzmanları, gramer kurallarının temelini oluşturmak isterken, sözcüklerin anlamlarını dışlasalardı kendilerini bir paradoks içinde bulurlardı. Gramerin temelini oluşturmak için hem sözcüklerin anlamına hem de gramer kurallarına gerek vardır. Kısacası burda bir kısır döngü vardır. Bundan kurtulmak için önce birkaç sözcüğün anlamını ve çok açıkça belli bazı gramer kurallarını önceden kabül etmek gerekir.

Paradoksun resmi
Paradoksun resmi

Hilbert oyunun kurallarını koydu: Sağlam bir mantığın temelleri olarak tamsayılar ve onların elemanter özellikleri 1+1=2 alınabilirdi. Hilbert basit mantık kuralları kullandı, açıkça belli matematik kavramlardan şu sonuca vardı: Doğru matematik sonuçların hepsine gerçek matematikten yola çıkarak varılabilir.
Hilbert mantık kuralllarını gerçek matematiğe uygulamak istiyordu. Örneğin “insanlar ölümlüdür. Sokrat da insandır. O halde Sokrat da ölümlüdür” önermesi Hilbert’e göre 2×3=6 tipinden basit bir işleme eşdeğerdir. Böyle bir sistemin kurulmasındaki zorluk, mantık önermeleriyle sayısal işlemler arasında bir yakınlık gerektirmesiydi. Örneğin m ve n gibi iki mantık önermesinin sonucu mxn=p olmalıydı. Bunun olabileceğini o zaman 25 yaşında olan matematikçi Kurt Gödel gösterdi. Her türlü mantık önermeleri, Gödel sayıları denen sayıların basit işlemleriyle gösteriliyordu( bu sayolar asal sayılar ve onların kuvvetleri).
Mantıkta her önerme ya yanlış ya da doğrudur. Örneğin A önermesi “insan bir agaçtır” yanlıştır: bunun karşıtı anti-A ise doğrudur. “insan bir ağaç değildir” Bu özelliğe dayanarak Gödel. G önermesini yaptı: Öyle bir A önermesi bulunabilir ki ne A ne de A’nın karşıtı anti-A doğrudur. Sonra G önermesine karşılık olan sayıyı hesapladı ; bu sayının iki tam sayının çarpımı olduğunu hesapladı. Ve böylece matematikte daima gösterilmeyen gerçekler olabileceği ispatlanmış oldu. Örneğin bir bilgisayara hayal edilebilecek bütün matematik kuralları verilse bile bilgisayar bazı problemleri asla çözemeyecekti.
Gödel şunu kanıtlamış oldu, bir dilin tam anlamı, aynı dilde yapılamaz; çünkü bu yolla bir cümlenin doğruluğu tanımlanamaz.
Bu kural psikolojide de uyguland: İnsan çözümsür bir problemle karşılaştığı zaman şizofrenik bir davranış gösterir ve bu durumdan ancak tedavi edilerek çıkabilir(şizofrenlerde karşıt değerlik-ambivalens-dene bir belirti vardır, bu bir şizofrenin birbirinin karşıtı olan durumların ikisini de doğru kabül edebilmesidir. Bir şizofren her şeyi hem var hem yok, bir canlıyı hem yaşar hem ölü, bir insanı hem dost hem düşman kabül edebilir, şizofren mantığına göre Russel ve Giritli problemleri bir paradoks oluşturmaz)
Başlangıçta matematikçilerin çoğu, bu kadar garip ve soyut bir sonucu küçümsediler. Fakat yavaş yavaş orada burada çözümsüz problemler ortaya çıkmaya başladı. İşte çözümsüz problemlerden biri daha:”bir düzlemin döşenmesi”. Elinizde değişik geometrik şekillerde bir yığın kağıt parçası olsun; ardarda rastgele şekiller alarak, delik ve örtüşme oluşturmadan düzlemi tamamen döşeyebilir misiniz?
Bu problem matematikle çözülemez. Gerçek şudur ki parçaların şekillerini içeren bir algoritma size bunlarla bir deliksiz ve örtüşmesiz döşenebilir veya döşenemez diyemez. Fizik gibi matematik de özel olgulardan çok, genel kurallarla ilgilendiğinden karar verilemez durumlarla ilgilenmeye başladı.
Bir diğer karar verlemez durum enfromatiğe aittir; fakat insanlara da uygulanabilir. Bu diğerlerinden de zordur: bir enformatik programın asla hiçbir şeye yaramayan bir sonuca varamayacak komutlardan oluşup oluşmadığını önceden belirleyebilecek hiçbir yöntem yoktur. İnsan genomundaki baz sırasını belirleme çabaları bu matematiksel olanaksızlık duvarına çarpmaktadır. Bir gün genlerin şifresi çözülse bile, genetikçiler, görünüşte bir işe yaramayan genom baz sırasını bulmak için bilgisayarların gücünü kullanamıyacaklardır, çünkü hiçbir bilgisayar programı asla bütün genlere uygulanamaz.
Daha da karmaşık olan bir problem hayat oyunudur. Amerikan matematikçisi John Conway’in bulduğu bu oyunu göre; satranç tahtası üzerinde rastgele bir sayıda piyonlar vardır. Oyun iki kurala göre oynanır : Birinci kural: Eğer boş bir kare, üç piyonla çevriliyse gelecek hamle oraya bir piyon konulanabilir. İkinci kural: Bir piyonun komşusu olan piyonların sayısı ikiden azsa ya da üçten fazlaysa o piyon tahtadan çıkartılır.
1970’lerde bu oyunun sonucunun karar verilemez cinsten olduğu kanıtlandı. Bir başka deyişle, başlangıçtaki piyon dağılımı ne olursa olsun, bütün piyonların tahtadan kaldırılacağımı yoksa oyunun sonsuza kadar devam edeceği mi önceden söylenemez.
Bu oyun piyon içeren birimlerin biçimlerini ya da piyonlar arasındaki rekabet kurallarını değiştirerek daha karmaşık hale getirilebilir. Bunlarla karar verilemezlik daha da artar. Bu oyuna bakarak hayvan türlerinin(insan dahil) evrimi belirlenmek istenirse bu simülasyon söz konusu türlerin yok mu olacağı deva mı edeceği konusunda bizi aydınlatamaz. Bu problem bilgisayara verilirse sonsuza dek beklemek gerekir.

Gölge 2…

pinkfloyd | 06 March 2002 10:19

NOT: Önce Gölge 1’i okumalısınız.

Uzun bir zaman geçti. Ama hala hiçbir belirti, hareket, oluşum yok. Öylesine olduğum yerde duruyordum. Oturmaktan sıkılmıştım. Ama ne yapabilirdim ki kapısız bir odada? İçinde bulunduğum sonu bilimez bu oyun beni böyle bırakacak değildi ya! Elbet bir çözümü olacaktı.. Aynalar.. aynalar.. mutlaka bunların ardında bir şeyler olmalı diye düşündüm ve onlara yöneldim. Aynalara bakıyorum, beynim hala bu alışılmaz duruma alışmamıştı. Kendimi göremiyordum. Aynaları bir şekilde kırmam gerekiyordu. Ama etrafta aynaya fırlatacak hiçbir şey yoktu. Çaresiz üzerimdeki gömleği çıkardım, elime sıkıca bağladım ve aynaya sertçe bir yumruk attım. Atmamla birlikte yere düştüm. Aynanın için-den geçtim sanırım. Alışmıştım aptallıklara. Etrafıma dikkatlice baktığımda düştüğüm yeri hatırladım. Gizem’in istediği saati getirmek için çıktığım odaydı bu. Bu ev nasıl bir cehennemdi anlamıyordum. Ama bu oyundan gerçekten çok sıkılmıştım, merdivenlerden hızlıca aşağıya inmeye başladım.. Merdi-venlerin sonuna geldiğimde Gizem Hanım’ın çocuğunu merdivenlerde ağlarken görmüştüm. Onun çocuğumuydu onu da bilmiyordum ama bu paradoks üzerine düşünecek zamanım kalmamıştı. Neden bilmiyorum çocuğun yanına oturmadım. Öylesine duruyordum. Düşünmek istemiyordum çünkü bir an önce eve gitmeliydim artık, kiminle diyaloğa girsem davranışlarım başkalarının elinde oluyordu. Ama eve gitmem için çocuğun yanından geçmem gerekti. İstemsizce yanına oturdum ve başı dizlerinin aras-ında olan çocuğa seslendim. Sarı saçları omuzlarına dökülüyordu, düzgün, bakımlı:

-Hey, neyin var?

-…

-Niçin ağlıyorsun?

..yine lambalar söndü ve yine aynı his. Her yerimden bir şeylerin geçtiğini hissediyordum. Fakat bu biraz daha farklı. Daha gerçekçi. Ne olduğunu anlamak istemiyordum. Öylesine durmaya devam ettim ve ışıkların gelmesini beklemeye devam ettim.

Işıklar tekrar yandığında oldukça büyük bir yataktaydık. Gizem ve ben. Ellerim ve ayaklarım bağlıydı ve çıplaktım. Gizem şehvetle bana sarılıyordu. O kadını arzulamadığım halde ona karşılık veri-yordum ve o anki durumumdan kahretsin ki hoşlanıyordum .. sanırım ..Tam ona seslenecekken yatak-tan çıkan iki el ağzımı kapattı. Kırmızı kostümü olan iki tane koldan ve Gizem’den başka bir şey göre-miyordum. Gizem oldukça sert davranıyordu. Sanki bana o oyunları yapan kadın değilmişçesine benimle sevişiyordu. Gözlerimi kapattım, hiçbirşey yapamıyordum ve çok yorgundum. Onun ne yaptığını görmek istemiyordum. Onunla neler yaptığımı da. Tek hissettiğim Gizem’in üzerimde gezen tırnakları.

İstemeden verdiğim bedensel karşılığım kısa bir süre sonra birlikteliğimizin sona ermesinin se-bebi oldu. Hissettiğim kadarıyla Gizem üzerimde öylece duruyordu. Gözümü açmaya korkuyordum. Ama açtım, üzerimde bir battaniye vardı.

Birden rüya görmüşüm duygusuna kapıldım çünkü evimdeydim, en son uyuduğum zamandaki yerimde, odamda yatıyordum, evimin kapısı ve penceresi vardı, yağmur yağıyordu ve özellikle rüyamda yaşadığım Gizem’le birlikteliğimizin izini bedenimde hissediyordum.

Yatağımdan doğruldum. Buz gibi soğuk bir suyla duş aldım ve ardından kendime yiyecek bir şeyler hazırladım. Gördüğüm kâbus beni çok yormuştu anlaşılan. Televizyonda hiçbir şey yok. 26 tane kanal var ama kahrolası televizyonda hiçbir şey yok. 10’unda magazin, 3’ünde arabesk, 1’inde magazin haberleri sunan kurbağa suratlı biri, 5’inde üçüncü sınıf çizgifilmler, geri kalanlarında da ıvır ve zıvır.

Doğru bir saate bakmayalı çok uzun zaman geçmişti. Kol saatimi sanırım banyoda unutmuş-tum. Doğrulup banyoya doğru ilerlemeye başladım. İlerlerken de gördüğüm o iğrenç kâbus aklımdan çıkmıyordu. Tam banyonun kapısını açıp saati alacaktım ki kapı çaldı.

-Kim O?

-Bakar mısınız? .. Merhaba, şey .. ben .. Gizem Sarnıç adında bir bayanı arıyordum. Ona bir paket vardı da..

-Gizem Sarnıç?? Burda öyle biri yok.

-Ama nasıl olur efendim? Adres burası.

-Ama o burada yok, sanırım yanlış bir adres yazılmış.

-O zaman ben size vereyim bu paketi siz ona iletirsiniz.

-Anlamıyor musunuz? Burada öyle biri yaşamıyor.

Adam paketi içeri fırlattı ve hızlıca kapıdan uzaklaştı. Onun peşinden koşturdum ama o çoktan kaybolmuştu. Eve geri döndüğümde paket öylece duruyordu, ufak kese kağıdına sarılmış ve üzerinde hiçbir şey olmayan düz bir paket. Ona dokunmak istemiyordum. Gördüklerim bir rüya değildi sanırım. Ya da ben hâlâ bir rüyanın içindeydim. Koltuğa oturdum ve bir sigara yaktım, dayanamadım ve kutuyu açmaya başladım. Kutudan bir düğme çıktı. Bu düğmeyi bir yerden anımsıyor gibiyim. Evet evet, bu düğme gizemin evinde kağıtla beraber bulduğum düğmeydi, onu yanıma almamışıtm. Peki kağıt, kağıdı saklamam söylenmişti bana. Kağıdı rüyamda giydiğim gömleğin cebine koymuştum. Odama gittim, gömleğim kapının arkasında uyumadan önce astığım şekliyle duruyordu. Ve o kahrolası kağıt göm-leğimin cebinde duruyordu. Kağıdı aldım ve odaya geri döndüm. Bir yandan sigaramı içiyor, bir yandan da ben bu işe nasıl bulaştım diye düşünmeye başladım. Ve en son bir iş görüşmesi ayarlayan arka-daşımın bana Gizem’in evinin adresini verdiğini hatırladım. Arkadaşımın iş yerine gitmeliydim, herşeyi tam olarak çözmem için. Kağıdı ve düğmeyi yanıma alarak yola koyuldum.

Ertan’ın iş yerine gittiğim zaman onun orada olmayacağını umuyordum. Ancak o oradaydı. İçeri girdim. Onu hiçbirşey için suçlayamazdım çünkü ona bana bir iş bulmasını söyleyen bendim. Oturup onun yüzüne bakıyordum. O da bana bakıyordu. Bir gariplik vardı kesinlikle. Biraz paniklemişti beni görünce.

-İş görüşmesi nasıl gitti Mert?Anlaştınız mı bari .. şeyy.. neydi adı? Hah Gizem..

-Bilmiyorum.

-Ne demek bilmiyorum. Oğlum gitmedin mi geçen hafta görüşmeye sen? Bir haftadır seni bekliyorum. Hiç arayıp bir haber vermedin bana.

-Bir hafta mı?

-Mert iyi misin sen?

-İyiyim Ertan Abi. Sadece..

-Neler oldu orada? Solgun görünüyorsun.

-Neler olmadı ki!

..diye başlayıp bütün olanları en ince ayrıntısına kadar anlatıyordum. Tam Gizem’le birlik-teliğimizin olduğu anı anlatıp sözlerimi bitirecektim ki kapı açıldı ve içeri bir çocuk girdi. Oldukça şaşırdım, çünkü o .. o Gizem’in çocuğuydu ve Ertan’ın üzerine Baba diye koşarak atladı. Ertan’ın evli olduğunu bilmiyordum. Ayrıca Gizem’le evli olduğunu söylerdi bana, beni Gizem’e yolladığına göre. Bir yandan da Gizem’in sözleri aklımdan geçiyordu. Çocuğun babasının kim olduğunu Gizem’e sorarken Gizem iyiden iyiye saçmalamıştı diye anımsıyorum. Daha fazla düşünmeden buna bir son vermek is-toyrdum ve Ertan’a sordum:

-Bu senin çocuğun mu?

-Evet.

Tam ona annesi kim diye soracakken çocuk benim üzerime “Dayıcım” diye seslenerek koş-turdu. Hiçbirşey anlamıyordum. Annesi kim diye soramadan içeri Gizem girdi. “Nasılsın” deyip ya-nağımdan öptü beni, ardından Ertan’a sarıldı ve “İşler Nasıl?” dedi.

Kanalı değiştirdim. Bu iğrenç filmden iyice sıkılmıştım.

##SON##

«« Gölge 1 | Gölge 3 »»

—————————

© 2001 Emrah Ömüriş