Eveet. 10 Ağustos’ta… “Damatlık” denen kıyafetten ve düğün sırasında oynamak zorunda kalmaktan nefret ederek.

Orlando’ya gittik, büyük ihtimalle hayat boyu bir daha kullanamayız diye günlüğü 50 dolara bir Cherokee kiraladık, hayvan gibi deposunun 20 dolara dolduğunu ve bizi Miami’ye götürmeye yettiğini görüp şaşırdık, geceliği 30-40 dolar arasında değişen 4 otelde kaldık, 40 dolar verdiğimiz otellerden birinde 3 gece kaldıktan sonra arada bir gece Miami yapıp döndüğümüzde, haftasonu olduğundan aynı otelde yer kalmadığını görüp üzülürken, resepsiyonist kadın bize bir referrer kağıdı verdi ve başka bir otele gönderdi, üzerine alınacak ücreti yazdı: 40 dolar… Böylece o kağıtla birlikte gittiğimiz, gecesi 170 dolar olan otelde ucuza kaldık, sevindik.

Arabayı kiralayıp havaalanından çıktığımızda birkaç km’de bir karşımıza çıkan “speed limit: 50 – strictly enforced” yazılarını görüp tırstık, 50 mili geçmeden tın-tın ilerledik. Bu limit’leri bizden başka takan olmadığını, ama yine de arkamızdan tın-tın gelmek zorunda kaldıkları halde korna çalmadıklarını gördük, huzur dolduk. Bir süre sonra cıvıttık, özellikle Miami’ye giderken 70 limitli yolda 100 yaptık…

Daha önce giden arkadaşlarımızın anlattığı, dijital kamera fiyatlarını 800 dolardan açıp, pazarlık sonunda 300’e kadar inen, dükkanlarını gece 11’den sonra açan kaçakçı Meksikalıları aradık, bulduğumuzu sandık ama bulduğumuz adam İsrailli bir cingöz çıktı, söylediği fiyatı çok bulduğumuzda “kaç para verirsin” diye sordu, düşük bir fiyat söyledik, “doesn’t do me good, have a nice day” deyip bize kapıyı gösterdi, sinirimiz bozuldu.

Bir de henüz Türkiye’ye gelmemiş süpper bir Compaq presario laptop’u süper Bestbuy‘dan ucuza uyduralım dedik, neredeyse almak üzereyken, aldığımız şeyin Türkçe klavyesinin olmadığını dank olduk (passive voice). Ah ah ne kadar ucuza alacaktık’larla, oh oh fark etmeyip almış olsaydk Türkçe karaktersiz bilgisayarla sıçacaktık’lar arasında salındık.

Miami’ye giderken 300 küsur kilometrelik yolda iki şeridin arasındaki geniş çim alanın tüm yol boyunca aynı boyda özenle kesilmiş olduğunu görüp şaşırdık, yol kenarındaki tabelalarda yazılı radyo frekansını ve üzerindeki sarı ışığı gördük, tabelanın altında da “sarı ışık yanıp sönüyorsa, bu frekansta acil mesaj vardır” uyarısını kıraat ettik. Sözkonusu frekansta, o otoyoldaki hava ve yol durumu veriliyordu. Dönüş yolunda bu ışıkların yanıp sönmekte olduğunu görüp hemen sözkonusu frekansı açtık. Bir de baktık ki bir kadıncağız “bu mesaj saat 1’de kaydedilmiştir. Bilmemkaçınci milde trafik kazası meydana gelmiştir. Mümkünse diğer yolları kullanın” demekte… Hemmen ilk benzinciye girerek vaktimizi sıkışan trafikte puflamak yerine yemek molası vererek değerlendirdik, etkilendik.

Disney world, Universal studios
gibi eğlencelik parklarda günümüzü gün ettik. Herbirinde 8 saat gezdiğimiz 3 park bizi yordu.

Otoparka 8, girişte kişibaşı 50 dolar verilen, içeride yer, içerken, hediyelik, abidik gubidik şeyler alırken harcanan parayı görünce sarsıldık. Zira haftasonu falan olmamasına ve sabahın 9’u olmasına rağmen insanlar akın akın parklara akmaktaydı.

Walt Disney amcanın, parkın kazandığı paradan artık sebeplenememekte olduğu için mezarınde mütemadiyen sabit frekansla döndüğünü tahayyül ettik.

İğrenç bir yağda kızartılan yemeklerin yenemediğini tecrübe ettik, kısmen aç kaldık. Kahvaltıda köfte, jöle, şekerli pancake yiyen midesiz insanları ibretle izledik. Zar zor bulduğumuz bir tost ekmeği ve krem peynir bizi ihya etti. park gezilerimizde insanların taşdevrindeki gibi ellerinde kemiğinden tutarak sıyırdıkları, kıpkırmızı hindi bacakları’nı görerek tiksindik.

Dönünce soldaki manzarayla karşılaştım. Tren almış başını gitmişti.
Evlilik güzel, bir de balayından dönünce işbaşı yapmak olmasa…