nedir? başlarken gözlerdeki çapkınlıkla başlayıp da – çocuğum hep bu filmlerden öğreniyorsunuz bunları- salyangozların çiftleşmesine benzer bir sululukta son bulacak bir şey değildir. ekonomici, biyolojici ve her türlü sağlam kafalı, lâkin dünyada gördüğü şeyleri sınıflandırmaktan başka bir işi olmayan insanların dediği gibi, hormon taşmalarının dinginliğe ulaşmasına ve bunu sağlarken de kişilerin gelecek kâr zarar hesaplamarıyla optimale ulaşmasına sebep bir ekonomik anlaşma değildir. psikiyatrların ve ellerinden onlara saygı duymaktan başka bir şey gelmeyen psikologların ifade ettiği gibi beynin bir arızası, bir takıntısı, sigara gibi alışkanlıkların da sebebi dopaminin sonucu değildir. evrimcilerin açıkladığı gibi, doğal seçilimin kafadaki vücut imajlarıyla sınırlanması ve şekillenmesi sonucu oluşan bir olgu da değildir. ve bunların tüm bu ‘çağdaş’ tanımların benim gözümde, ismini farsça ‘kapıda bekleyen’ dan alan insanların kahkahalar arasına gizledikleri vecizelerinden hiçbir farkı yoktur. ne diyordu onlar, “aşk yapmak bu yaşamın eğlencesidir.” hayır, aşk bir eğlence değildir, yapılacak bir şey hiç değildir, belki sadece şaşılacak şeydir.
nedir? dünya büyüdükçe insanlar küçüldüklerini anlıyorlar. bu küçülmeyi gözlerden gizlemek için insanlar toplum denen, kendi gibi küçük insanlardan oluşan topluluğun yanındayken, hep en güçlü yanlarını sergilerler. bütün bunlar kendini büyük hissetmek içindir, ama sonucu büyüklük değildir -ben sana büyük olamazsın demedim, mutlu olamazsın dedim- sadece insan, bu daha yakışıklı, daha atletik, daha iyi bir hatip, en iyi müezzin, en iyi sarhoş olmaya çalışırken bir şeyi fark eder. kafasında kurduğu kendine yakıştırdığı kişilik çokiyidir ve kendisine yukarıdan bakıp gülmektedir. “asla ben olamayacaksın gerizekâlı!” kişi, arkadaşlarıylayken, kravatın boğaza çöktüğü bir iş toplantısındayken, oradayken ve buradayken, “siz” ve “biz” diyebildiği durumlarda çaresizce sürekli kendisini daha demin aşağılamış birini taklit eder.
aşk, hiçbir zaman kafasındaki en iyiye ulaşamamış olan dünya insanlarının birbirlerine tüm kötü yanlarını ve zaaflarını, rezilliklerini, hatalarını, korkularını, çocukluklarını, aklı beş karış havada umutlarını paylaşabildikleri iki kişilik dünyalardır. topluma gösterdiği süper kahraman taklidinden sonra bir kulistir, çünkü insan burada tüm hatalarıyla kendi olabilmektedir. artık o -örnek insan- rakibi değildir, zira bu sadece iki kişilik bir dünyadır. aşk, en alçak ruhların dahi bu kaynağı kendinden menkul dünyalarda ilk ikiye girmelerini sağlar, kişilere de bu sınavsız, çalışmasız -yaptığım fedakârlıkları yüzüme vurma sevdiğim- kazanılmış bu derecenin tadını çıkarmak düşer. “dünyaları yıkılana” kadar.
nedir? bilinmeyen bir şeydir. o muhteşem bilim adamlarımız, çöpçatan sitelerimiz ve çapkınlık deneyimlerimiz bize “ideal çift” veya klişeleşmiş “ruh eşi” tanımını veremedi, ama tanımlayamadığımız her şeyi başı “u” ile başlayan bir kısaltmayla yazacak değiliz. yaratan ne vücudumuzun ne de ruhumuzun kullanım kılavuzunu paketin içine koymamış. İlkini kendilerine doktor diyen beyaz cüppeli pozitivizm rahipleri keşfetmiş de yazmışlar sağolsunlar, ikincisini de siyah cüppeli imamlar,rahipler,hahamlar -gözlerin siyah olduğu için sevmiyorum seni- ilâhi metinlerden yapılan yorumlarla yazmaya çabalamışlar.
ancak, büyük din âlimlerine bakın, konumuzla ilgili büyük bir eksikliklerini fark edeceksiniz. -peygamberlere âlim denir mi hiç?– evet, hepsi de yalnız ve bu yüzden aşk hakkında konuşmuyorlar. aşkı anlatılacak şey değil de bir sembol olarak aldılar ama aşkı bizim pek seveceğimiz şekilde tanımlamaya veya yorumlamaya gitmediler. neden? âlim olabilmek ve büyük olabilmek, zaten o küçük dünyaların kurulmasını gerektirmez de ondan. — beşeri aşktan bahsediyorum– neden? bir elinde din kitabı, aşkı yorumlayan bir âlimin arkasından “aşıktır,geçer” diyen muhakkak bulunur da ondan. neden? aşk ciddiye alınamayacak kadar mutluluk içerebilir de ondan. neden? aşık olanın bizzat kendisinin bile mutlu olacağı kesin değilken, aşk, aşkı seyredenler için anlamsız da ondan. neden? bir doktor “terli terli soğuk su içmezseniz hasta olmazsınız” diyebilir, pilates yapıp da yemek yapamayan anne”ay şekerim bir ayda 48 kilo verdim” der ama aşk hakkında konuşulurken bir şey vaat edilemez de ondan. sonunda vaat olmayan bilgiyi, bilimi, dini, tespiti kim ne yapsın?
gözlerinden sıkıldım, ellerini ver bana
“ruhlar yaratılırken insanlar, o an hangi ruhlarla yanyanalarsa, dünyada o kişilerle karşılaştıklarında iyi anlaşıyorlarmış ve oradaki yakınlık, dünyadaki yakınlıkları da belirliyormuş.” böyle okuduydum, ama yazanın bir din adamı olmadığına eminim. bilim adamı hiç değil. yine de doğru sayacağım bu cümleyi, çünkü burçların aksine ve ilginç bir şekilde, iyi anlaşmayı zamana değil de bir lokasyon sorununa indirgiyor. ( hatta düşünün, burçları da ciddiye alın, allah ın ruhları bedenleniş zamanına göre sıraladığı gibi hoş bir sonuç çıkıyo ) 3x3lük bir düzlemin ortasında olduğunuzu varsayın, bu hesaba göre bir kişinin en yakın olacağı 4 kişi olabilir, ikinci derece yakınlıklar ise çaprazdakiler, onlar da dört etti 8. ben diyorum ki, “aşk mantık ve zekânın devredışı bırakılıp, kâinatın iki ruha indirgenmesidir.” buradan da şuraya varıyorum: “hayatında 4 kere aşık olmuş, olabilmiş biri fazla gerizekalıdır.” yani sağımız, solumuz, önümüz ve arkamızdaki ruhlar -genelde- sevdiğimiz değil – anneni mi daha çok seviyorsun beni m – öyle olsa sevgilinin diğerlerinden bir farkı olmazdı hiç. öyleyse kim bu sevgili? kim? nerede o? hani?
aşk, sırf üç boyutlu uzayın kısıtlamaları yüzünden bir kişiyi belki de istemeden baş tacı etmemizdir