Pazar gunu Ayse Buğra (Ekonomist; Boğaziçi Üniversitesi) ile bir söyleşi vardı. Şöyle bir soru sordu: Bizim Arjantin gibi olmamamızın sebepleri neler değildir? Tekrar ediyorum neler değildir?
Arjantin gibi olmamamızın sebepleri inanmak istediğimiz gibi, bizim onlardan daha gelişkin, yahut daha zengin olmamız değil. Gelir dağılımımızın daha adaletli olması da değil. Çünkü bilumum istatistikler (ve de bu istatistikleri de verdi) bizim onlardan bir bucuk iki kat daha fakir, gelir dağılımı daha adaletsiz ve de yaşam kalitesi çok daha düşük olduğumuzu söylüyor.
O zaman ne? Burada şöyle bir şey dedi: (Buradan itibaren ben de kendi yorumumu yoğun bir şekilde katıyorum, söylemiş oliim) Bir, bizde de bunalım işaretleri var. Bunlardan birincisi artan suç oranı, kapkaççılar, falan filan. Ama bunun hakkında her zamanki gibi doğru dürüst datamız, neden sonuç ilişkisi kuracak kadar bilgimiz yok.
İkincisi, yoksullukla toplumsal bunalım tek değil bir sürü şekilde birbirine bağlanabilir. Yani yoksulluk, özellikle artan yoksulluk ve gelir dağılımı adaletsizliği ile toplumsal bunalımın ilişkisi bir çok şekilde kendini gösterebilir. İnsanların Arjantin’deki gibi sokağa dökülüp süpermarketlere ve devlet makamlarına saldırması bunlardan sadece bir tanesi.
Örneğin dünyanın bir çok yerinde (mesela bayıldığımız Amerika’da) yoksulluk ve artan çözümsüzlük, yoksul mahallelerin kendi içlerine kapanmaları ve de birbirlerini kırmaları ile kendini gösteriyor. Bakınız zenci filmlerinde, gettolardaki zencilerin birbilerine uyuşturucu satarak ve de birbirlerini kırarak var olma halleri. Netekim, bu olaya da, tam da gettolaşma deniyor.
Bizde de bu oluyor olabilir. Bakınız lavabo cinayetleri, cinnetler, bir türlü zengin Alman liseli çocukların intiharları kadar ilgimizi çekemeyen yoksulların intiharları, mafyalaşma, tinerci çocuklar vesaire.
Şimdi burada şöyle bir şey önemli oluyor: İnsanlara çözümsüzlüklerini ve de hissetikleri zorlanmaları dışa vurabilmek, çözüm arayabilmek için hangi yollar açık, ve de uzun dönemdir açık olmuş? Arjantin’de sosyalist gelenek yüzünden bir kere devleti eleştirme, yoksulluğun sebebi olarak açık açık devleti ve zenginleri gösterebilme, yani meşru olarak eşitsizlikten söz edebilme alanı var. Bunu tartışıp nasıl politikalar üretilmesi gerektiği konusunda fikir yürütmek serbest. ve de bunun (Kirli Savaş ve Cunta dönemi hariç) tarihsel devamlılığı da var. Yani mesela benim Arjantin’li bi arkadaşım 16 yaşından beri, işçi sınıfı olduğu için sendikasına gidip geliyor, devlet politkalarının kendi yoksulluğuna etkisini konuşuyor ve de bunu meydanlarda, meşru olarak, dövülmeden, coplanmadan ifade edip, devlet politikalarına etki etmeye çalışıyor. Sonra da Arjantin gizli servisi, ya da Arjantin vatansever polisi tarafından işkence veya kötü muameleye uğramadan paşa paşa saygın bir vatandaş olarak kazandığı burs ile amerika’ya gelebiliyor.
Bizde ise meşru olarak, ve tekrar altını çiziyorum meşru olarak, yani dövülmeden, gizli ve de Türkiye’yi bölmeye çalışan bir örgütle ilşkimiz kurulmadan, ve de saygın bir vatandaş olarak kalarak (ve evet bunu istiyoruz, ve bu çok normal. fikrimiz soyliycez diye hayatımızdan vazgecmenin ve de dövülmenin filan manası hiç hiç ama hiç yok) böyle şeylerden bahsetmenin imkanını ne kadar biliyoruz? Ne yapıyoruz? Yapmıyoruz. Laflarımızı etmiyoruz. Bu konuda düşünmüyoruz. Düşünsek ne olacak ki. ne demişler: Düşün düşün kakadır işin!!! Ve yoksullar ve daha da yoksullaşanlar da bunu yapmıyor olabilir. Kendi içlerine kapanıyor ve kişisel suçlara ve cinnetlere yöneliyor olabilirler. Bizim de duyduğumuz show tv’de izlediğimiz kapkaççı hikayeleri bunun bir parçası olabilir. Onların kendi kendilerini mahvedişlerinin bizim orta sınıf hayatlarımıza yansıyan bir parçası.
Bir daha kapkaççılardan, tinerci çocuklardan şikayet edip onları ve sadece onları suçlarken belki bir an duraksarız, biraz daha büyük resmi düşünebiliriz ümidiyle yazdım 🙂
yorumlar
"fikrimiz soyliycez diye hayatımızdan vazgecmenin ve de dövülmenin filan manası hiç hiç ama hiç yok" cumlesinde hayattan vazgecmekten sonra dovulme fiilini kullandigina gore demek ki sosyal yapidaki mevcut statumuz ve yasam kosullarindan vazgecmeyi kastediyorsun.
Bence insanin hayati fikirlerini aciklayamadigi zaman manasizlasir, bu yuzden fikirlerin acikca ortaya konamadigi bir hayat zaten manasizdir. Insan yalnizca urettigi ticari degerlerle var olan bir yaratik degildir asla. Insani hayvanlardan ayiran en onemli ozelligi fikir uretimidir, dolayisiyla "fikirlerimizi soyliycez diye hayatimizdan vazgecmeyelim" cumlesindeki hayatin bir hayvan hayatindan hic bir farki yoktur kanimca… Boylece ortaya iki secenek cikiyor; ya Ali Babanin ciftliginde dovulmeden, yesil cayirlarda otlayarak sut veririz, yada dovulmek pahasina ciftlikten kacar insanlarla fikirlerimizi paylasiriz…
hayır, ordaki hayatımızdan vazgeçmek = canımıza susamak. sosyal statümüzden vazgeçmek değil.
bunu resmen anlamamış gibi yapmış ve kişisel hayat görüşünün yüceliğini, bikere daha hepimizle paylaşma fırsatını kaçırmamışsın.
olayın konuyla alakası, senin de "koyun bu millet" diyen heriflerden farkın kalmamış.
harika bir yazı!
bir şeyler demek istiyorum da unuttum. ha şey diyecektim, medya olayı. bu kriz süresinde bir şeylerin üstünü örtmek ve önümüze makyajlı bir manken sunmak zaten medyanın misyonuydu, her kriz döneminde olduğu gibi. medyaya kafayı takmış durumdayım, plazalardan birini bombalarsam şaşırmayın!
gelenek olarak devlet babacı bir toplum olmamızdan mıdır bilmiyorum, eh ben de bu topragın evladı olduguma göre biraz bana da bulaşmış, sivil hareketle nereye kadar gidilebilir şüpheliyim,..
veya belki de okudugum okul itibariyle (ist. ün.) sivil hareketin getiri (kırık, çıkık, morluk, fişlenme) ve götürüsünü (notların düşmesi, arkadaş grubundan dışlanman, belli bir toplulugun içinde hapsolman) tarttıgımda elde var sıfırdan daha tatminkar pek bir sonuca ulaşılamadıgını gördügüm için böyledir,.. ciddi bir bilinç ve farkındalık eksikliği içinde olduğum da düşünülebilirse de, bu sadece benim degil, bütün kuşagımın sorunudur, bu salak farkında olmasa ne olur denmemelidir, ciddi ciddi düşünülmelidir,..
öte yandan sosyoloji gibi bir bölümde okumama ragmen, bize hala “kır, bayır, dogu toplumu olalım, herşey düzelecek” lafları öğretilmektedir,.. ilgisiz belki, ama bunun verdigi tiksinti ile de alakasız olabilirim,.. bu konuda ne düşünüyorsun peximet?
yani ben düşüncelerimi açıkça beyan edersem bunun yaratacagı fark ne olacaktır ki?
bir de beatnick, plazaların birinde ablam var, önceden haber ver,..
"bir türlü zengin Alman liseli çocukların intiharları kadar ilgimizi çekemeyen yoksulların intiharları"
intiharın kişisel bi hak oldugunu düşünürüm. yaşamak kadar ölmekte bir haktır. itiraf edeyim bu günlerde de sık sık aklıma gelmiyor degil. Yaşamından kendi isteginle vazgeçmenin büyütülecek bi tarafı yok bana göre. insanlar ölümü tercih edenlere acıyarak bakıyorlar. oysa ki şunu atlıyorlar ne olursa olsun intiharı başarmış kişiler özgürlüklerini sonuna kadar kullananlar. Saygı duyulması gereken bir eylem. her açıdan yasaklanmış olsada..
biz niye arjantin gibi olmadık? keşke olabilseydik.bu ülke için çok daha güzel bir yola çıkabilirdi.yönetenin,yönetilenin,herkesin gözü açılırdı.mamafih olmadı;bu yüzden bir süre daha böyle gidecek,karşımıza yeni bir arjantin örneği çıkana kadar…
"hayatımızdan vazgecmenin ve de dövülmenin" denilmisti cumlede. Zannediyorum ki bir insani oldurup ustune dovmeniz pek bir sey ifade etmeyeceginden bu adami ilk once dovup sonra oldurmeniz daha yerinde olur. Bu bakimdan "hayatimizdan vazgecmek" sizin anladiginiz gibi "olmek" ise yazar neden ustune "dovulmek" fiilini kullansin ki? Yani adam "mukemmel" sifatini kullandiktan sonra "idare eder" demek nekadar anlamsiz sa bence "oldurulup ve de dovulmek" demek okadar anlamsiz olur…
O yuzden yazarin anlamsiz seyler yazmayacagini dusunup hayatimizdan vazgecmeyi asagida belirttigim sekilde anladim…
Ayrica belirtmekte yarar var ki fikirlerimi ifade etmek icin olmeyi hic bir zaman dusunmem [oluler fikir beyaninda bulunamaz]. Yani anlamis gibi yapmam soz konusu degil…
Koyun bu millet konusuna gelince, kismen de olsa [genellemek yanlis olur]diyorum… Fikir aciklamadan yasamaya razi olmak koyunluktur bence…
"analamamis gibi yapmam" olacakti cumle…
Ben APTALIM!
Genel olarak katılmakla birlikte yazıda iki nokta dikkatimi çekti. Birincisi Arjantin’de düşüncelerin daha kolaya ifade eden 16 yaşındaki bir arkadaşından bahsetmişsin. Bilemiyorum. IMF’nin girdiği yerde işkencenin, baskının olmayacağını zannetmiyorum. Arkadaşın belki istisnası olabilir. Bir diğer konu vic vega’nın bahsettiği sivil hareketin getiri ve götürüleri. Bunun bir çok nedeni olabilir ama önemli nedenlerinden bir tanesi bana göre bireylerin solcu olmakla adam olduklarını düşünmesi, bu şekilde hareket etmesi. Toplumdan üstün ve farklı görmeye başlaması, bu şekilde davranması. Bu içe kapanmaya ve tam anlamıyla solcu cemaatlerin türemesine neden oluyor. Sonuç olarak sen bu şekilde davranırsa bir şeyler anlatma kaygısı taşıdığın insanlarla tabi ki iletişim kuramaz, yalnızlaşır ve sonunda "bizyaptıkdaneolduki-cilerden" olursun.
Çünkü;
-Örgütsüz bir toplumuz;Sivil toplum örgütleri hala ivme kazanmış değil…
-Devlet statukosu örgütlenmeye tam karşı bir duruşta yada Mevcut düzene yalakalık yapan teşkilatlar malı götürüyor.
(aklıma şimdilik gelenler bunlar)
-Okuma-araştırma-eğitim oranı düşük.Bu yüzden Bilgi-Bilinç ve eylem yok.
yazıdaki toplumsal tepkinin yönünde dair tespite kesinlikle katılıyorum. reha ve ekibi tarafından paraya çevrilen saf şiddetin aslında orta va alt sınıfın yönlendirilemeyen tepkisinin bir tezahürü. derdini anlatmaya çalışan ama bunu yapabilecek eğitimden ve düşünceden yoksun bırakılan insanlar, bir de şahane medyamız tarafından uyutulunca, amcamın tabiriyle "hurma" gibi oluyor tadından yenmiyor.fikirlerimizi ifade edebileceğimizi sanııyoruz ve bunu savunuyoruz ancak bir türlü bunu gerçekten yapamıyoruz. hiç birimiz bir voltaire olamıyoruz.kendi küçük dünyalarımıza gömülüyoruz. başımızı kuma gömüyoruz.
ASLINDA BELKİ de burda yaptığımız gibi…
istiyorsanız "bu millet koyun" tezinden yola çıkarak halkı önce bir araya toplamanız, daha sonra onlar bir aradayken onlara, "şimdi aldığımız bir habere göre dolar 75,000,000 TL ‘ye fırlamış, maaşlarınızda bir değişiklik yok ama 1 ekmeğin fiyatı 15,000,000 olmuş" demeniz gerekmektedir. Evlerinde TV vasıtasıyla ve de yavaş yavaş bu tür haberleri alan Türk halkı tepkisini karısına karşı koyuyor ve ekonomik çöküntünün intikamını muhtelif kroşe ve aparkatlarla alıyor merak etmeyin. Akşam yatıyorlar, uykuda sinirleri geçiyor, sabah işe gidiyorlar falan. Bu bir karakter meselesi. Arjantinliler de karılarını dövseydi böyle kaka şeyler yapmazlardı.
kardeşler türkiye arjantin olmaz çünki:biz o badireleri 80 öncesinde atlattık.biz piştik bu ekonomik olaylar karşısında.
bir ülke düşünün olasılık ihtimaline göre yargılanacak insanlar, olmayan özgürlük ortamında konuşmayan bizler bu 159 ve 312 yasaları genişletildikten sonra hiç sesimizi çıkartmayız.
birazda belki en önemli olan yön sessiz kalmamızın buna şükür mantığı,yoksa şimdiye kadar ohooooo neler olurdu