bildirgec.org

politika hakkında tüm yazılar

Günümüz Atatürkçüleri. Dünün Hilafetçileri.

Agirlikkesici | 06 May 2011 09:36

Açık konuşayım ki, bugün bu ülkenin ne iyi bir cumhurbaşkana, başbakana ya da bürokrata ihtiyacı var. Aslında bu ülkenin çok daha iyi devrimciye ihtiyacı var. Öyle yakınmalarla, olmazlarla, yapamayızlarla, başarayamayızlarla işimiz yok. Mustafa Kemal kararlığında bireyler gerekli bize.
Yani sağlam bireylere, asil kanlara ihtiyacımız var…Şu anda bulunduğu duruma değer verenler, mesleklerini önemseyenler, işgal ettikleri yerleri birer mevzi olarak görenler hele bir oturup düşünsünler. Vatan elden gittikten sonra mevkiler, maaşlar, meslekler ne işe yarar?Kurtuluş savaşı verilirken ”şeriatçı için hilafet makamı önemliydi” o kadar abartılmış ki ”vatan olmasa da hilafeti koruyalım” diyorlardı. Bunun adı ihanettir. Günümüz Atatürkçüleri, dünün hilafetçileri, dünün demirel’i gibi davranarak Atatürkçü olunmayacaklarını anlasınlar artık.

Kavramsal Boşluk ve Kapitokrasi

HBOZTOPRAK | 11 February 2011 15:17

Dil-bilim açısından ne kadar kabül görür bilmem ama yaşadığımız siyasal modeli açıklamak için ‘demokrasi’ kavramının haricinde yeni bir kavrama ihtiyaç duyduğumuz aşikardır. Kapitokrasi yani ‘kapitalin iktidarı’ mevcut sosyal, ekonomik ve nihayetinde politik yaşamı ifade etmek için oldukça uygun bir kavram. Özellikle; liberalizm ve globalizm arasındaki geçişin doğorduğu evrimsel sancıların yaşandığı ve ‘varandaşlık’ kavramının yerini ‘girişimcilik’ kavramına bıraktığı post-modern toplum tipinde böyle bir kavrama, daha bir ihtiyaç vardır.

Birileri yaşadığımız toplumsal düzenin ‘demokrasi’ olduğunu bas bas bağırsa da, kendi çıkarları için yaptığı bazı davranışları demokrasiye mal etmeye çalışsa da ya da bilmem kaç yılda bir önümüze konan akibeti meçhul ‘sandıkları’ doldurmak için meydanlarda başımızı ağrıtanlar güya millet iradesine başvurduklarınıı söyleseler de; insanın aklını kurcalayan bir hayli tutarsızlık ortaya çıkıyor.

Obama’nın İran’a Nükleer Saldırı Tehdidi

super hero | 01 June 2010 09:51

Bu yazı www.globalresearch.casitesinde yer alan, Prof. Rodrigue Tremblay (*) tarafından yazılan Obama’s Threat to Launch a Nuclear Attack on Iran adlı makalenin çevirisidir. Çeviri için hem site yönetiminden hem de yazardan izin alınmıştır.

Not1: Bu makaleyi çevirmek için harcadğım emek ve zamandan anlaşılacağı üzere yazarın söylediklerine genel olarak katılsam da, aşağıda okuyacağınız makale öncelikle yazarı bağlar.

OBAMA’NIN İRANA NÜKLEER SALDIRI TEHDİDİ

“(Kıyamet Kuvvetleriyle İsrail arasındaki) bu savaş, bu çatışmayı kullanarak Yen Çağ başlamadan önce insanlık düşmanlarını silmek isteyen Tanrı’nın dileğiyle gerçekleşmiştir.” ABD Eski Başkanı George W. Bush (Fransa Başkanı Jacques Chirac’la 2003 yılında yaptığı bir konuşmadan).

“Önleyici savaş, (Adolf) Hitler’in icadıdır. Böyle bir şeyden bahseden Bir insanı ciddiye alıp dinlemem bile. “Dwight D. Eisenhower

Biz bölgemizde nükleer silahlanma istemiyoruz. Kimin böyle bir program yürüttüğüne bakmaksızın, bizim bu konudaki politikamız gayet açıktır. Bizim için İsrail ya da İran olması fark etmez. İran konusunda bu kadar hassas olan uluslar arası cemiyetin İsrail’e de dikkat etmesini istiyorum.” Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye Başbakanı

“Bu anlaşmadaki hiçbir şey, anlaşmaya imza atan tarafların nükleer enerjiyi barışçıl amaçlarla geliştirme, araştırma ve üretme hakkını etkileyecek şekilde yorumlanamaz.”

Nükleer Silahsızlanma Anlaşması

AFGANİSTAN’DA AFYON SAVAŞLARI

super hero | 06 May 2010 14:47

21 Nisan 2010 tarihinde Global Researches sitesinde yer alan, Dr. John Jiggens imzalı The Afghan War: “No Blood for Opium”başlıklı makalenin çevirisidir.

Irak savaşının başlarında “Petrol için kan dökülmesin (No blood for oil)” sloganına yaygın olarak rastlanmaktaydı. Saddam’ın El-Kaide örgütüyle ilişkisi olduğuna ve elinde kitle imha silahları bulunduğuna dair savaş bahanesi, çok açık bir şekilde, çok daha zor hazmedilebilen emperyalist amaçları saklayan kitlesel bir kandırmacaydı. İşin aslı, Irak en büyük petrol üreticilerinden biriydi; ve çağımızda, Petrol Çağı’nda, petrol en stratejik kaynaktı. Savaşın esas amacının Irak petrolünün emperyalistçe ele geçirilmesi olduğu çok belliydi. İstilanın hemen ardından Irak’ın devlet kontrolündeki petrollerinin batının çıkarları doğrultusunda özelleştirilmesi bu savı teyit ediyordu.

Öyleyse neden “Afyon için kan dökülmesin.” diye sloganlar yok? Afganistan’ın en önemli üretim maddesi afyonun üretimi, mevcut savaş sırasında kayda değer oranda artmıştır. Marjah bölgesindeki NATO harekatı kesinlikle afyonla ilgilidir. Burasının Afganistan’ın en büyük afyon üretim bölgesi olduğu bildirilmiştir. Öyleyse neden insanlar, Afgan Savaşı’nın esas amacının afyon ticaretini kontrol etmek olabileceğini düşünmemektedir?

Kitlesel kandırma silahları bize, afyonun Taliban’a ait olduğunu ve ABD’nin terörün yanı sıra uyuşturucuyla da savaştığını söylemektedir. Ancak, afyon ticaretinin son elli yılda, Güney Asya boyunca doğudan batıya doğru, ABD savaşlarını takip ederek ve hep ABD varlıklarının kontrolü altında kaymış olması ilgi çekici bir gelişme olarak karşımıza çıkmaktadır.

Seçim paradoksu: Demokrasi neden her zaman adaletsizdir?

denizkar | 29 April 2010 19:47

İdeal bir dünyada seçimlerin iki özelliği olmalı: bağımsız ve adil. Birkaç mantıklı istisna dışında her yetişkin kendi seçtiği bir adaya oy verebilmeli ve verilen oyların her biri aynı değerde olmalıdır.

Bağımsız oy vermeyi sağlamak hukuk alanının konusudur. Fakat oylamayı adil kılmak ise aslında daha çok matematik alanının bir konusudur. Yüz yıllardır bireysel oyların değer oranlarını bozan kaynaklar tespit edilmeye ve önlenmeye çalışılmaktadır. Bu çalışmalar bir çok paradoksu ve sürprizi ortaya çıkarmıştır. Yapılamayan tek şey ise bir cevap bulabilmektir. Büyük ihtimalle böyle cevap yoktur.

İmaj: Peter Nuhly / Getty Images
İmaj: Peter Nuhly / Getty Images

Dünya genelinde uygulanan bir çok demokratik sistem matematiksel adaleti ve güvenilir ve sağlam bir hükümet oluşturmak gibi politik hedeflere ulaşmaya çalışır. ABD, Kanada, Hindistan ve İngiltere’de kullanılan “adaylar arasında çoğunluk oyu alma” yöntemini ele alalım. Prensibi çok basittir: her seçim bölümü en çok oyu alan adayı seçer.

Sistem güvenilirlik olarak düzgün gözükse de matematiksel adalet anlamında bir fiyaskodur. Kazanan adaya verilen oyların dışındaki bütün oylar göz ardı edilmektedir. Kanada, Hindistan ve İngiltere’deki gibi birbirine çok yakın birçok adayın olduğu durumlarda adaylar kazanmak için asla %50 gibi bir oran elde etmek zorunda değillerdir ve bu durumda oyların büyük çoğunluğu göz ardı edilmektedir.

Bir ülke veya şehri seçimler için çok küçük parçalara bölmekte farklı tip yanılgılar oluşturan başka bir kuşkulu konudur. Bir politik parti her bölgede rakiplerinden sadece biraz daha fazla oy alarak genelde seçimleri kazanabilir. 2005 İngiliz seçimlerinde İşçi Partisi toplam oyların sadece %35’ini alarak parlamentodaki koltukların %55’ine sahip olmuştur. Eğer bir parti seçim bölgelerinin çoğunda rakibinden sadece biraz daha fazla oy almış, ama diğer bölgelerde çok geride kalmışsa toplamda daha az oy alarak bile seçimleri kazanabilir. Bu durum 2000 yılında George W.Bush’un Al Gore’u yendiği seçimlerde gerçekleşmiştir.

İşsizlik, Girişimcilik ve Çözüm Arayışları

arago | 21 December 2009 13:31

Türkiyemizin 1980’li yıllardan sonraki dönemini siyasi ve iktisadi hayatımızın önemli bir dönemi olarak görmek gerekmektedir.

70-80 milyar dolar olan milli gelirimizin bugün itibariyle 750 milyar dolara ulaştığını, ticari ve sınai şirket sayısının 640 bine ihracatımızın 130 milyar dolara ulaştığını ve Türkiye ekonomisinin dünyanın 17. büyük ekonomisi olduğunu görmekteyiz. Yukaridaki rakamlarla ifade edilen gelişmelere rağmen çocukluğumdan beri “ekmek aslanın ağzında” lafını duymaktayım. Ülkemizin en önemli sorunu nedir? diye sorulsa işsizliğin ön sıralarda yer aldığını hepimiz biliyoruz. Başlığı atarken işsizlikle beraber girişimcilikten de bahsedeceğimi anlamışsınızdır. İşsizlik ve teknolojiyi de birlikte ele alacağımızı ilerideki satırlarımda göreceksiniz.

Joseph Fouche

buddhala | 07 October 2009 14:00

Rafta gördüğümde, ilgimi çekmeyen bir kitaptı aslında. Arkadaşım tavsiye etmişti ve içini karıştırınca okumam gerektiğine karar verdim.
Fransız ve dünya tarihinde belli bir yere sahip olamamış gibi gelir size Joseph Fouche, yoldan geçenlere sorsanız “İşe yetişmem lazım!” cevabını alırsınız, “Tanımıyorum!” ya da “Bilmiyorum!” demeye bile tenezzül etmez sorduklarınız. Sadede gelelim ve şahsi kanaatim, bir meslek ancak bu kadar kusursuz icra edilebilir ve ancak bu kadar iyi yapılabilirdi. Farklı yönlerden özdeşleştirdiğim biri daha vardı ama o bir film karakteriydi:Heath Ledger’ in Joker’ i. Bu ise kanlı canlı, Joseph Fouche’ dir. İkisinin en büyük ortak özelliği, birini onlara benzetirseniz Joker’ i de, Fouche’ yi de aşağılamış olursunuz. Çünkü kimse onlara benzeyemez, benzetilemez. Tarihin kötü karakterilerinden biri gibi gelir size, Joseph Fouche. Napoleon’ un önceleri sağ koluyken, sonradan “yaşamım boyunca tanıdığım en kusursuz dönek” diye nitelendirdiği Joseph Fouche, güvenlik bakanıydı. Abdullah Öcalan’ ın güvenlik bakanı olduğunu düşünün. Burda hakaret Fouche’ ye değil, Napoleon’ adır. Hiç kimse sağ kolu olan bir insanı, kendisi düştükten sonra -ki Napoleon’ un da ipini Fouche çekmiştir.- hala başta görmeye dayanamaz. Bunu sizi terk eden sevgilinizin hemen bir sevgili bulup mutlu olduğunu duyduktan sonra ona bok atmanıza benzetebilirsiniz. Sadede gelelim deyip yine uzattım: dünya siyaset tarihinde yüzlerce bu adamdan kırıntılara sahip insanlar vardır, siyasetçiler, iş adamları, öğretim görevlileri vardır, gazeteciler vardır ama hiç biri Joseph Fouche gibi değildir. Joseph Fouche’ de Joker gibi gökdelenden düşerken Batman’ i de aşağı çekmiştir. Batman artık eski Batman değildir, Dark Knight’ tır veya Napoleon koltuğunu paşalar gibi Kral’ a (Louis XVI) devretmiştir.

ELEŞTİRİ

teacher07 | 07 September 2009 08:41

Ekonomik kriz, politik kriz, kültürel kriz dünyayı ablukaya almış durumda. Hele yabancı müdahalelerden kurtulamayan İslam dünyası, bir batağın içine sürüklenmekte. Gelen haberler, paçası çamura batmış kimseleri anımsatmakta. Saplandığı bataktan kurtulmaya çalıştıkça daha da batan kimseleri…

Bir odaya yanlışlıkla giren kuş, kafasını bir o duvara bir bu duvara vurur, girdiği pencereyi bir türlü bulamaz. Ülkemizde, topluma bağımsız bir dünya vadeden kurumlar 1950’lerden beri didiklenmekte. İşte bu durumda; her kafadan bir ses geliyor, bilen-bilmeyen, farkında olan-olmayan, insandan insana gözlemsel eleştirel, karşıt ya da yandaş tepkiler havalarda uçuşuyor. Yalanın egemenliği, reklamı tek söylem haline dönüştürdüğünden; medyada, politikada ya da yorumcuların ağzında toplumun kafasını karıştıracak her şey üretiliyor. Hepsinde değilse de birçoğunda tutarsız yargılar, yarım yamalak gözlemler bulunmakta. Toplumu geleceğe hazırlayacak söylemleri “hak getire”. Türkiye’de iklimsel kriz, enerji krizi, ekonomik ve sosyal kriz neredeyse “Allah’ın” yardımıyla çözülecek.