bilgisayarlar ve de özellikle internet hayatımıza girdi gireli antivirüs programları da olmazsa olmazlardan biri olarak görüldü. her ne kadar bana şimdilerde daha az virüs vakası var gibi gelse de, bilgisayarında virütik rahatsızlıklarla hiç karşılaşmayanımız herhalde olmamıştır. hatta öyle zamanlar oldu ki dünyayı saran virüs salgınlarını yaşadık. e-posta ya da messenger ağı üzerinden arkadaş gruplarını saran virüs halleri oldu. ve biz onu hiç sevmedik. elbette virüs kötü birşeydi. adı üstündeydi bir kere. virüs bu! hiv gibi… neden kötü olmasın ki?virüs kötü ise anti-virüs’ün de iyi olması gerekir. en genel hali ile iyi olduğu su götürmez ama devreye daha başka kıstaslar girdiğinde antivirüs programlarına her daim iyi demek o kadar da kolay olmuyor.bir kere, hemen her antivirüs kullanıcısının karşılaştığı bir sorun var: sistemin performans yitimi. hele hele bu konuda sicili oldukça kabarık norton gibiler var ki insanın yahu her tarafım virüs olsa bundan daha iyi diyesi geliyor. (norton’u çok eskilerde kullanmıştım, şimdi belki biraz daha adam etmişlerdir).

kemiren kim acaba?
kemiren kim acaba?

bir diğer önemli sorun da şu ki, bazı virüslerin kaynağı konusunda ciddi şüpheler var. tek işi virüs üretmek ve yaymak olan insanlar elbette vardır ama hem virüs hem anti-virüs üreticisi olanların da yabana atılamayacağı bilinen bir gerçek. her ne kadar para vermeden antivirüs sahibi olmak işin az buçuk takipçisi olan biri için hiç zor olmasa da “ağır” kullanıcılar düşünüldüğünde virüs-antivirüs kısırdöngüsünün yarattığı ciddi bir piyasa olduğunu kabul etmek gerek. (kim neden virüs üretir? konulu bir bbc makalesi için buradan buyrun).bir üçüncü handikap da bilgisayarın güvenliğini nasıl güveneceğimizi bilemediğimiz ellere teslim ediyor oluşumuz. norton’un antivirus ve firewall uygulamaları yine bu konuda en fazla tartışma konusu olan unsurlardan biri. kodlarını bilmediğimiz, arka tarafta nelerin çalışıp, ne tür bilgilerin nortona aktarıldığını seçemediğimiz bir programa bilgisayarımızın tüm güvenliğini emanet ediyoruz.

peki ne yapmak lazım? en kestirmeci çözüm belli bir andaki belli bir duruma müdahale etmek dışında hiç antivirüs kullanmamak. ya da bir diğer deyişle kişinin kendi bilgisayarını kendisinin koruması. yani bilinçli kullanıcı olmak. bu yöntemin en güçlü olduğu nokta zararlı yazılımların kaynağını kestirmenin çok da güç olmadığını bilmekten geçiyor. abuk sabuk sitelere girmeyen, ne idüğü belirsiz postalar ile ilgilenmeyen, her download yazısına atlamayan biri tehlikeden uzak kalmasını da becerebilecektir. ya da örneğin windows’a mecbur olmadığımızı kabul edip linux’un çok daha güvenli sularında sörf yapabiliriz.buradaki ntvmsnbc haberi çin’de antivirüs yazılımı kullanımından kaynaklı güvenlik ihmallerinin nelerle sonuçlanabileceğine iyi bir örnek.
kaldı ki, virüs olsa da olmasa da bilgisayara öyle ya da böyle bir format atma gerekliliği hiç de yabancı olmadığımız bir durum. sıradışı durumlar dışında bir virüsün bize en büyük olası maliyeti de zaten bu değil mi?

bilgisayarlar olmazdan evvel halk arasında virüs hastalık yapıcı etken anlamıyla sağlık konusu ile ilgili bir terim olarak kullanılırdı. zaten bilgisayar virüsü kavramını da bu anlama borçluyuz. öyleyse tartışmaya son olarak bir de bu açıdan bakabiliriz. vücudumuza virüs girme riski var diye (ki hep var), bizi ağırlaştıracak, metabolizmamızı yavaşlatacak, hastaymışızcasına işten kesecek bir önlemi alıyor muyuz? virüs satılan bir dükkana gidip ilaç alıyor muyuz? ya da hastanede mikrop kapmak bizim tercihimizle mi oluyor?