BowLing For ColumbineAmerika Birleşik Devletleri, bir yandan yeryüzünün bol
petrollü bölgelerine barış ve demokrasi getiren hayırsever tutumuyla bütün
askeri gücünü kullanıp bombalar yağdıradursun, Amerikan rüyasını yıllardır
dünyanın en ücra köşelerine bile başarıyla götürüp ülkelerinin propagandasını çok iyi yapmayı başarmış, sinemayı hemen her zaman bir silah
olarak kullanmış ve bunda da nerdeyse her defasında başarılı olmuş, hepimizin, tüm dünyanın büyülenerek izlediği, illüzyon imparatorluğu Hollywood dünyası,OSCAR ödülleriyle, 75. kez tüm dünyayı Amerikan rüyasına en başarılı tutsak eden filmlerini, oyuncularını,
yönetmenlerini ödüllendirmek üzere iş başında ve elmas yıldönümü olarak tanımlanıyor bu yıl tören. 75 yıldır bu törenler, her yıl gösterişini, görkemini, albenisini katlayarak sürdü. Bu yıl, ülkeleri tüm dünyanın gözleri önünde haksızca kan dökerken pek sevdiğimiz büyük starlar ne yapacak peki? Yine
sevinç nidaları, çığlıklar, eğlence alkış, ağlamalar, minnettarlıklar olacak mı.

Şov devam edecek mi. Büyük ihtimalle evet. Ama sanatçılardan, kahramanlarımızdan önce bay Oscar’a bir dönüp bakmak gerekiyor. Bu ödül ne kadar önemli ve ne kadar sanatsal kriterlere dayanılarak veriliyor diye. Çünkü yıllardır bir yandan bu
görkem sürerken bir yandan da belli kesimlerce her defasında eleştirildi Oscar ödülleri.

Haksızlık mı ediliyordu bu sanatsal ödül rekabetine yoksa
gerçekten sanatsal bir yaklaşımdan ziyade, yalnızca Hollywood’daki şovun en
gösterişli parçası mıydı Oscar törenleri?
Akademi
, bir çok zaman,  bir çok açıdan eleştirildi, bir çok ünlüyü o

sahnede çığlıklar atıp teşekkürler diye bağırırken gördüğümüz gibi bir çok
ünlüyü de Oscar törenlerine katılmayışlarıyla ya da adaylığı – ödülü
reddedişleriyle tanıdık. Akademiyi ve verdiği bu ödülü çok önemseyen sanatçılar
da oldu tabii. Ödül aldıklarında ağlayarak çığlıklar atarak adeta
kendinden geçenler,
isimlerinin okunduğunu duydukları an oturdukları yerden fırlayıp
koltukların üzerine basa basa
sahneye koşanlar
. Yalnızca bunlar mı. Türkiye ve başka bir çok ülke sinemasının da en büyük hedefi oldu Oscarlar. Ülkemizde ve bir çok ülkede bir yönetmen çektiği filmi yüceltmek için “Oscar alacağız bu filmle dedi”. Oscar

almak, hatta aday gösterilmek bile belli bir kitle için başarının  en iyi ölçüsüydü. Evet bir yandan eleştirenler olsa da sinema dünyasında büyük bir çoğunluğun hayatlarının en büyük ideali oldu bu altın heykelcik.

Oscar’ı eleştirenler akademiden şikayetçilerdi ve film seçiminde tutucu, yanlı bir yaklaşım gösterdiklerini söylüyorlardı. Bu yazının
konusu tabii ki Oscarlar tarihi, ödül alan filmler, isimler değil, ama akademiyi
eleştirenlere hak vermemek de nerdeyse imkansız gibi. Zira; dünyanın hemen her yerinde önemli sinema otoriteleri tarafından sinemanın gelmiş geçmiş en iyi yönetmenlerinden birisi hatta en iyi yönetmeni sayılan Stanley Kubrick’in bu güne kadar çektiği filmlerden hiçbiriyle ödül almamış dahası aday bile gösterilmemiş oluşu dedikoduları doğruluyor gibiydi. Kaliteyi ödüllendirmek başka şeydi fakat Hollywood, dahi de olsalar yaramaz çocukları sevmiyordu. Gerçi ölümüne yakın, akademi Kubrick’e “ömür boyu başarı ödülü” vermeye hazırlanıyordu ama yıllar önce Kubrick bir röportaj esnasında “neden hiç aday gösterilmiyorsunuz?” sorusuna “bunu filmlerime hakaret olarak kabul ederim..”
diyerek zaten fikrini belirtmişti ve neyse ki ölene kadar bu gerçekleşmedi.
Bunun dışında Amerikan rüyasını yücelten yapımlar yerine özeleştirel filmlere
imza atan Oliver Stone’un aday olduğu bir törende  bulunmak yerine ira militanlarıyla çekim yapmak üzere İrlandada bulunuşu, Woody Allen’ın hiçbir filminin adaylığından memnun olmayışı ve 11 eylül saldırılarından sonra düzenlenen Oscar törenlerine kadar hiçbir Oscar törenine katılmayışı ve daha bir çok film ve kişinin akademiye tepkileri ile birlikte bu tepkileri verenlerin gerçekten de başarılı sinemacılar oluşu “Oscar sanatsal bir ödül mü?” tartışmalarını hep
zirvede tuttu.

Hadi canım. Biz de izliyorduk işte her yıl. Sinema düşkünleri olarak zamanı geldiğinde saat uyumsuzluğuna rağmen koltuklarımıza tam vaktinde çivileniyor, bütün sezon para harcayıp gittiğimiz kimi zaman hayran olduğumuz, beğendiğimiz ya da beğenmediğimiz filmlerin rekabetini takip ediyorduk. Sadece kimlerin ödül alacağını mı? Tabi ki hayır. Konukların elbiselerinden yaptıkları konuşmalara kadar  salonun tasarımından organizasyonun düzenleniş biçimine bir çok
ayrıntıyı takip ediyor, her yıl töreni sunan ünlü komiğin esprileriyle gülüyor, 
favori filmlerimiz ödül almadığında  tuttuğu takım haksızlığa uğramış futbol
taraftarı duygusuna bürünüyorduk. Ömür boyu başarı ödülleri sırasında ya da
başka duygusal anlarda onlarla birlikte duygulanıyorduk,
and the Oscar goes to

…” anonslarında onlar kadar olmasa da bizim de kalbimiz çarpıyordu. Canımız, her
şeyimiz, gözümüz kulağımız medyamız da  sağolsun bizim heyecanımızı paylaşıyor ve her yıl hem canlı yayınlayıp tercüme ederek hem de programa bir de sinema uzmanı çağırarak Oscar keyfimize katkıda bulunuyordu. Ve fakat, nesi vardı bizim Eşkıya’mızın; neden bizi de aday göstermiyorlardı canım en iyi yabancı film oscar’larına. Yılmaz güney altın palmiye almıştı evet, ama ne olurdu Oscar da verselerdi sanki. İçten içe bir yandan törenleri izlerken bir yandan da eurovizyon yarışmalarındaki ruh halimiz yansıyordu sanki dışarı. İşte bu denli önemli bir ödüldü Oscar.

75. si ise diğerlerinden biraz daha önemli gibi. Bir kere
yazının başında da belirttiğim gibi Oscar’ların sahibi olan ülke şu anda ortadoğuda bombalar yağdırarak adalet ve özürlük dağıtmakla meşgul. Buna rağmen tören yapılacak ve ritüllerden vazgeçilmeyecek. Ne olursa olsun ne demek tüm dünyaya bir kez daha gösterilecek. Zaten şu an, bu kalabalığı,
tv’lerinde bombalanmış bir şehrin acısını izlemekten ancak ve ancak Oscar ödül
törenivazgeçirebilirdi. Filmler de bunu  söylemiyor muydu hep. Amerikan ulusu cesurdu,
gözüpekti, kahramandı, gerektiğinde dünyayı ancak ve sadece Amerikalılarkurtarabilirlerdi. Kimi zaman hayatları pahasına göktaşlarının önüne atlarlar, kimi zaman Ramboları veRockey’leri ile canlarını sıkan ülkeleri ringlerde döverler ya da tek kişilik ordularıyla dize getirirler, gerekirse dünyanın refahı için uzaylı döverlerdi Gerektiğinde bir tek
asker
lerini kurtarmak için büyük acılar çekmeye de hazırlardı, savaşta ölen

asker arkadaşlarının kız arkadaşlarını becererek vatan bütünlüğü(!)nü korumaya da. Aralarından bazı hainler
,bazı kendini bilmezler, böyle
filmlerle oyunbozanlık yapsa da, hatta aralarından bazı yönetmenler Amerikan rüyasını, yaşayış biçimini, sistemini yerin dibine batıran filmler çekse de, akademi tarafından bu tür filmler her zaman daha çok önemsenecek ve bütün Oscarları toplayacaktı. Tanrı hep Amerikanın ve haklıların yanındaydı, In God We Trust’dı. Petrol mü ?
Çıkar mı? Faşizanlık mı? Hadi canım .. Kötü kalpli olmayın. Amerikalılar her zaman iyilerin takımındaydı ve hem
Hollywood
‘da hem
Irak
‘da sadık İngiliz dostlarından  yardımlar aldı.

Kimilerine göre 75. Oscar töreni aynı zamanda bir çok
protestoya da sahne olacak. Bu yazının yazıldığı anda henüz Oscar törenleri başlamadı. Saat 02:52, töreni canlı yayınlayacak televizyon kanalımız NTV’de henüz hala Irak’ın bombalanmış darmadağın görüntüsü var. Az sonra sona erecek bu görüntüler ve ekranı Amerikan rüyası kaplayacak. Yakışıklı ve güzel yıldızlar en görkemli elbiseleriyle
törendeki yerlerini alacaklar. Tam bu noktada bu yazının ve yazarının asıl derdinden bahsetmek gerekiyor. Bu  ortamda Oscar ödüllerinin yine de dağıtılacağının açıklanmasıyla dünyaca ünlü starlar adeta ikiye bölündü.
Sean Penn zaten törenden falan çok çok önce savaş karşıtı tavrını net olarak ortaya koymuştu. Akademi, tabi bu duruma hazırlıksız yakalanmadı ve savaş karşıtı olduğunu düşündüğü bir çok sanatçıya davetiye göndermedi. Mazeret yer darlığıydı. Bir yandan da başka ünlüler açıklamalar yaptı. En beklenmeyeni şüphesiz ki Er Ryan’ın kurtarıcısı
Tom Hanks idi. Tom Hanks dışında Cate Blanchett,
Susan Sarandon,
Will Smith ( ki ödüllerden birini sunacaktı), Jim Carrey,
Eminem,
Tim Robbins ve Meryl Streep’den bu törene
katılmayacakları yönünde açıklamalar geldi. Yalnızca bu kadar da değil;Dustin Hoffman,
Ben Affleck ve
Jullianne Moore gibi
isimlerin de “savaşa hayır” rozetleriyle törenlere katılacağı söylendi. Akademi
ve Oscarlar hakkında nasıl iki ayrı görüş varsa Hollywood’un starları da savaş hususunda ikiye bölünmüş durumdalar. Tören sonrası her yıl starlar için şatafatlı partiler düzenlemekten sorumlu kuruluş (kimlerdir ne iş yaparlar bir
kurum mudur bilemem) bu yıl da parti olacağını ama basına kapalı olacağını çünkü
starlardan biri eğleniyor gibi görünürse duyarsızlıkla suçlanabileceği

ihtimali bulunduğunu söyleyerek benden “yakası açılmamış bir küfür Oscar’ı”
aldı. Bu satırlardan itibaren bir miktar değişecek uslubum için özür dileyerek devam etmek istiyorum

Hollywood starlarından bir çoğunun Bush’a karşı bir
kampanyaya girişip çok çabuk sindirildiklerini biliyoruz. Bunun dışında başlarını bu kişinin çektiği kalabalıkça bir grubun da Bush’u ve Amerika’nın saldırgan tutumunu desteklediğini biliyoruz. Gerçi Mel Gibson savaş istemiyorum dese de Bush
hükümetnin yanında olduğunu her fırsatta beyan etmesi de suça ortaklık sayılmalı
yine de. Bu gerizekalı ise ayrı bir inceleme konusu aslında. Zira kendisi şakşakçılığını abartarak orduya
katılıp Iraklı öldürmek istediğini açıkça söyledi. Yazık ki “kıçınızdaki kıllar
kadayıf olmuş sizi askere alamayız” diye reddettiler bunu. Yoksa isterdik bunun
bir film olmadığını yerinde izleyerek görsün ve kendi ülkesinin bombalarından
biriyle yararlansın. Acımasız mı davranıyorum ? Bence hayır. Ve tabi ki
bu ve
bu boş kafalardan da başka bir tepki bekleyemezdik.

Oscar törenlerinde aktrisler güzellikleri ve şıklıklarıyla
göz kamaştırırlar. Törenler biraz da bunun için izlenir. Kıyafetlere ve takılara
muazzam servetler harcanır tek gecelik gösteriş için. Evet bakalım aktrisler cephesinde neler oluyor.

Amerika’da bu sıralarda gazeteciler bütün ünlülerden
törene katılıp katılmayacakları hususunda bir açıklama bekliyor.Bu salak da açıklama yaptı ama savaşla çok ilgilenmiyordu. 15 bin $ değerindeki Oscar elbisesini
çalmışlardı ve üzgündü. Terzisi ise getirene ödül vereceğini söylemekle yetindi.
Savaş mı ? o da neydi ? Geçen yıl Oscar törenlerinde ödül aldığında yapay çığlıklar saçıp salya sümük ağlayan
bu beyinsiz ise törende giyeceği elbisenin oradaki en gösterişli ve mükemmel elbise olmasını istediğini çünkü ne kadar güzel ve seksi görünürse, bunun savaşmakta olan Amerikan
askerlerine o kadar moral vereceğine inandığını söyleyerek en nadide küfürlerim Oscar’larından birini hemen kaptı.

Ve tören.

Burada, şunlar adaydı bunlar aldı bunlar alamadı yazısı yazacak değilim. Zaten bin yerde okuyacaksınız bunları. Beni ilgilendiren tüm
dünyanın ve bir çoğumuzun kahramanlarının bu savaş iklimi içerisindeki
tavırları, durmayı seçtikleri yer ve bunu ifade ediş biçimleriydi aslında. Daha
en başında, yaptığı onca harika filmden hiçbiriyle Oscar alamamış yönetmen
Martin Scorsese‘yi orada
gördüğümde hayal kırıklığına uğradım. Ama daha sonra aday olduğunun ve ödülü bu
sefer almasının garanti olduğunun tarafımdan anlaşılması neden orda olduğunu çözmemi sağladı. Ve fakat yine ödülü alamadı, ilk kez ona bu ödülün verilmemesine sevindim; çünkü ödülü alan
The Pianist‘in yönetmeni
Roman Polanski daha onurlu
davranıp geceye katılmamıştı. Olan bana oldu ve sevdiğim bir yönetmeni kaybettim.

75. Oscar töreninin olabildiğince çabuk yapılıp
bitirilmesine özen gösterildi aslında. 11 eylül saldırılarından sonraki Oscar
töreninden bile daha sessiz sakin bir tören oldu. Öncelikle yazdıklarımızdaki
düzeltmeleri gerçekleştirelim. Törene katılmayacağım diyenlerden Tom Hanks,
Meryl Streep ve Susan Sarandon, ordaydı. Yani katılmayacağım diyen hemen herkes törende yerini almıştı. Sarandon, kısa bir konuşmayla anılarda kalanlar tadındaki bölümü sundu gitti. Konuşmasında üstü kapalı mesajlar vardı.
Yetkililer ödül alımı sırasında az konuşulmasını aksi takdirde konuşma sırasında konuşanın sözlerinin müzikle kesileceğini ve gelenlerden mümkün olduğunca siyah ağırlıklı giyinmesini rica etmişler. Kırmızı halı kullanmadılar bu törende ve
sunucu kişi bununla (nedense) övündü. Hatta Fransa ve Almanya’ya taş attı, “bakın yaptığımız her şeye karşı çıkıyorsunuz ama böyle insanlarız biz” diye. Savaşa hayır rozetiyle orada olacağı söylenen Ben Affleck, Dustin Hoffman ve Jullian
Moore’da o rozetler yoktu. Dustin Hoffman piyanist filmini sunarken anlamlı bir
konuşma yaptı ama Irak savaşı hakkında tek kelime etmedi, edemedi ya da etmek
istemedi. Scorsese’den sonra yeni bir şok yaşamamı sağladı ve yanlış kahramanlar
mı seçiyorum sorusu sordurdu. En iyi erkek oyuncu ödülünü sürpriz bir şekilde alan Adrien Brody şaşkınlık ve sevinç nidalarının ardından geçen yılın bayan salya sümüğü Halle Berry’nin dudaklarına yapışıp öptükten sonra, “ühü.. benim bi arkadaşım var Irakta
savaşta.. barış olsun, arkadaşım geri gelsin” dedi.
Bu yılın bayan salya sümüğü ise ödülünü aldıktan sonra ” bu karmaşada insanlar neden ödül almaya gelir? Çünkü bu ruhu yaşatmak önemlidir savaşa rağmen” diye hıçkırıklara karışmış gerzekçe bir konuşma yaptı. Bir başka en büyük hayal kırıklığı ise şüphesiz
U2 grubu ve Amerika’nın  en sıkı sistem ve “MR President” muhaliflerinden solistleri
Bono‘ydu. Bono’nun ve grubunun belki tepki göstermeleri için bir konuşma fırsatı yoktu ama Bono’nun orda şarkı söylemesi bile yeterince can sıkıcıydı. (şarkının mesajları mı vardı ? Pardon ?)

Ve gecenin kahramanları…

Bu
adam
ve bu harika belgesel film. En iyi belgesel film dalında ödülünü aldıktan sonra, yönetmeni Michael Moore
başta savaşı ve Bush’u olabildiğince sert bir dille eleştiren kısa (çünkü
uzatmasına orkestra ve yuhlayan ünlüler izin vermediler) bir konuşma yaptı.
Süreniz doluyor uyarısına ise “Sizin de süreniz doluyor Mr.Bush…” diyerek gönlümü fethetti. Geceyi sunmakla görevli ve aslında sevdiğim bir adam olan Steve Martin ise durumu kurtarmak için Michael Moore’u aşağılayan bir espri yapmayı denese de “demek artık Steve Martin’e de para harcamamalıyız” diye

düşündürtmekten başka bir işe yaramadı bu salakça girişim.
Talk To Her / Konuş Onunla isimli filmiyle ülkemizde de büyük ilgi gören  İspanyol yönetmen
Pedro Almòdovar, barış
mesajında “alınan kararlarda uluslar arası meşruluğun önemi“nden bahsedip Amerika’nın yasaları ve kuralları çiğneyişine güzel bir gönderme yaparken, ülkesinin Bush’a yaptığı yalakalığı yapmamış oldu. Ve yazık ki hepsi bu kadardı.

Bu yazı Oscar karşıtı, Amerikan sineması karşıtı gibi dursa da kesinlikle öyle değil. Yazının sonunda önemle belirtmek istediğim tek nokta bu. Tabii eğer yayıncı kuruluş NTV’nin söyledikleri doğruysa. NTV’nin haberine göre tören süresince Amerikan ve İngiliz kuvvetleri Irak’a herhangi bir saldırıda bulunmadılar. Nasıl Oscar’ları sevmeyelim şimdi. Keşke sürekli Oscar izlesek, keşke sürekli sevinen ve teşekkür edip boş konuşmalar yapan o salakları görsek. Böylece Irakta kimse ölmeyecekse ben tv karşısına oturduğum her an salak Amerikan starlarının salya ve sümüklerine hayranlıkla bakmaya seve seve istekli olurum.

Not:Bir yandan törenleri izleyip bir yandan bu yazıyı bir metin belgesine link code’ları ile birlikte yazdığımdan, buraya paste esnasında oluşan biçimsel bir takım hataları elimden geldiğince düzeltmeye çalıştım ama olası biçim bozuklukları göz zevkinizi bozmuşsa özür dilerim.