Ahmet Altan yazı ve alıntılarını bundan sonra bu mim altında paylaşmayı arzu ediyorum. Bilahare diğer alıntılanacak yazarlar için de bir mim başlığı açıp yazılarını o mimler altında paylaşma niyetindeyim.Geyik mekanı değildir, geyiğine geleni pompalımla mıhlarım. Uyarmadı demeyin..
Bizim buralarda bayram bitti bile cancağazım.Gerçi bu sahalara dönüş kısa süreli, yarım saatlik bir uğrayıştı ama tatil sonrası bu mime tekrar bir el ense çekme niyetindeyim.
Özal ve Özal’ın yani, Sivil Cumhurbaşkanımızın ne doğru, ne sağlam işler yaptığını bir kez daha özetlediği için Ahmet Altan’a teşekkürler.Not: Bu arada taraf sitesinin font boyutunu daha biraz daha eşşek kadar yapsalar ne güzel olur dimi(!)
Hx’cim yazının üzerinde başlığın altında 4 tane ikon görüceksin. A harfi ve yanında sağ üstünde – olan ikona tıkla ve muğcizeyi seyret :)Bi daa da bildiğinden emin olduktan sonra bok at.
Bil mukabele dejavu cancaazım. Yazımı tuttum, evet. Belki yazdıklarım arasından kaybolur diye tuttuklarım arasına koyuyum dedim. Ama kısa süreliğine tutuyorum. Bayram sonrası başka birine emanet edip ona tutturucam.Mim linki ise Ahmet Altan’ın Taraf Gazetesindeki yazar anasayfasına ait. Dolayısıyla hergün farklı ve o günkü yeni yazısına ulaşılabilir bu linkten.Onun dışında Pibek senin de vurguladığın gibi romantizm ve edebi yazılarını da burada paylaşabiliriz.Dünkü Taraf gazetesi yazısı ise şu idi:Siyaset ve AhmaklıkGeçenlerde bir arkadaşımla konuşurken, “neden son otuz yıldaki ahmakça tartışmalar diye bir dizi yapmıyorsunuz” dedi. “İyi fikir” dedim ama sonra bunun çok uzun bir dizi olabileceğini düşündüm. Türkiye de dünyayla birlikte hızlı bir değişimden geçiyor ve bu arada pek zekice olmayan korkulara tutsak düşüyor sık sık.Ben bu ülkede haftalarca “çikita muz ithal edersek ülke batar” tartışması yapıldığını hatırlıyorum. Dışardan “muz alırsak” ülkenin batacağına ciddiyetle inanan çok kelli felli adam vardı bu ülkede. Bir kısmı hâlâ yazı yazıyor. “Serbest kura” geçersek batacağımızı söyleyenler de çok oldu.Ama işin asıl tuhaf yanı ne, biliyor musunuz?Bu ülkede değişime karşı çıkanların genellikle kendilerini “ilerici” olarak gören insanlar olması.“Halkımız tutucudur” diye sık tekrarlanan bir söz duyarsınız. Gerçekten halkımız tutucu mu? Çok emin değilim bundan. Çünkü kim “değişimden” söz etse oy patlaması yaşıyor. Turgut Özal, bu ülkedeki en ciddi devrimleri gerçekleştiren liderlerden biriydi.Halktan çok ciddi bir destek buldu.İlerici olduklarını söyleyenlerin çoğu Özal’a karşıydı. Bilmem hatırlar mısınız ama eğer Özal olmasaydı siz şimdi cep telefonu kullanamayacaktınız. Çünkü “telsiz kullanma yasağı” bulunuyordu bu ülkede.“İlerici” olduğunu sananlar Özal’ın “sistemi değiştirmek” için yaptıklarını değil, onun “dindar” yanını görüyorlardı. Ve, onun dindarlığına karşı çıkarken yaptığı her şeye de karşı çıkıyorlardı. Aynı zamanda “halife” olan padişahları deviren Cumhuriyet, kendi iktidarını pekiştirmek için öylesine “laiklik” vurgusu yapan bir propagandayla doldurmuştu ki hayatı, bütün ilericilik-gericilik ölçüleri de “din ekseninde” oluşmuştu.Hisse senedi çıkarmak konusunda hiç bir fikri olmayan bir partinin o zamanki başkanı “ben köprüyü” sattırmam diye bağırırken “ilerici” diye niteleniyor, serbest piyasanın temellerini atarak ekonomideki devlet sultasına son vermeye hazırlanan Özal ise “gerici” kabul ediliyordu.“Gerici” Özal Türkiye’yi dünyayla bütünleştirmeye uğraşıyor… “İlerici” partiler sıkı sıkıya bir kapalılığı savunuyorlardı.“Gerici” Özal halkın egemenliğini pekiştirmeye çalışırken…“İlericiler” devletin baskıcı iktidarını korumaya çabalıyorlardı.Bunları o zamanlar bıktırıcı bir biçimde tartıştı insanlar.Bugün Özal’ın yaptıklarının kötü olduğunu söyleyen çok fazla insana rastlamazsınız.“Cep telefonu olmasaydı, serbest kur olmasaydı, serbest piyasa olmasaydı, ithalatın ve ihracatın kapıları açılmasaydı, özelleştirmeler olmasaydı” diyen pek çıkmaz.Siz, bir de bunlar yapılırken söylenenleri duysaydınız. Ne canhıraş kavgalar verildi….Siz, AKP, Avrupa Birliği’ne üye olmak için adımlar attığında “ilericilik” adına karşı çıkarsanız, AKP’yi Avrupa Birliği’nden ve demokrasiden uzaklaştığında değil de, ona doğru ilerlediğinde eleştirirseniz halkın güvenini kaybedersiniz.İlericilik-gericilik tartışmasının mihenk taşı olarak AKP’li bazı belediyelerin saçma sapan “içki yasaklarını” görür de, “uyum yasalarını” desteklemezseniz, askerî muhtıralara var gücünüzle karşı çıkmazsanız, Anayasa Mahkemesi’nin hukuku çiğnemesine isyan etmezseniz, halkı ikna edemezsiniz.Halk, neredeyse çocuksu bir istekle “değişimi” seviyor burada. Sevmeyenler, kendilerini “ilerici” sanan ve devletin sırtından var olmaya çalışan “elitler”.İlerici olmak isteyen insanlar varsa bu ülkede, sadece içki yasağına karşı çıkmak yetmez ilerici olmaya, dünyaya açılmayı, demokrasiyi, hukuku da savunmaları gerekir.Değişimleri gerçekleştiren iktidarların “dindar ve muhafazakâr” görüntülerini bahane ederek her türlü değişime karşı çıkma kurnazlığının da bir sonu var çünkü.1 Ekim 2008 Taraf Gazetesi
sakın kimse thing’ in yorumunu eleştirmeye kalkmasın!!!zira demokrasi diye ortaya çıkan ve olmadık insanları bu kelime eşliğinde savunan birinin yazılarının takibatının yapılması istenen bir blog burası!demokrasi var yani kardeşim, thing’ de demokratik bir ortamda yorumunu yapmış oluyor yani…aman! eleştirip komik duruma düşmeyin, benden demesi…
Anlamadım şimdi Makaleci?!?!Demokrasi var diye mi eleştirmeye kaklmıycam şimdi ben?Halbuki ben de tam aksini düşünmüştüm, demokrasi var diye Thing’e güzel bi eleştiri yollamayı düşünüyodum. Ama bu ültimatomun üzerine korkup çekindim şimdi. Bu çıkışın üstüne demokratik hakkımdan feragat edicem.Yahu ben bu mim’i ne için açtım? Eleştiri yapılsın diye elbette ki.Ahmet Altan’ın görüşlerini Thing veya onun gibi bakanlar eleştirsin, Ahmet Altan gibi düşünenler yada ona kısmen hak verenler kendi görüşlerini serdetsin, burda fikir teatisi yapılsın maksadıyla bu mim’i açıyorum.Olacak iş mi şimdi dakika bir gol bir şeklinde tartışma platformunu ikinci bir emre kadar yasaklıyorum diyosun.Yok, buna uymam da zaten, yersiz oldu ültimatomun. Benim amacıma kasteden bir çıkış yapmışsın.Ben de buna mukabil diyorum ki: Şu dakikadan itibaren Makaleciyi de eleştirin, Thing’i de, Anthro’yu da..(eleştirmek-eleştirilmek iyi bişiidir. rahatsız olmayalım şu meretten)
ahmet altan:)bir zamanlar sevişme fantezilerini kitaplaştıran ancak sadece kocalarını aldatan kadınlar tarafından ilgi gören abuk bir yazar.
Ev sahibinin hiç mi suçu yok. Biraz karılarınızı etkileyip sahip çıkın siz de aldatılan kocalar.Hepsi de Ahmet Altan’la aldatmıyordur sanırım. Adamda bu kadar kitap yazacak mecal kalmaz yoksa.Herşey bir yana, Ahmet Altan kitaplarındaki yoğun erotizm ve çetrefilli aşk hikayeleri ile toplumun zembereğini şaşırtıyor olabilir ama bu her söylediğini yanlışlama yetkisi mi veriyor bize? Bülent Ersoy i.ne diye demokrasi hakkında söz söyleme hakkına sahip değildir.Ahmet Altan erotizmin laçkalaştığı kişidir, o halde Alevi’nin, Kürt’ün, alt ekonomik sınıfın, başörtülü kızceğizin, eşcinselin vesairenin hakkını savunamaz.Bunu mu anlamamız gerekiyor?
Madem olayı müşahhas hale getirdin Avali, o zaman kafanın kurduğu ters benzetmeyi düzelteyim.İmam, bir ara cenabet olabilir ama cenabet iken arkasında namaza durmamak gibi.. Yada imam yaşamının belli anlarında cenabet oluyor diye her an ona murdar oldu muamelesi çekmemek gibi. Yoksa sana her daim murdar muamelesi ederim, hoş olmaz.Nüanslara tikat edelim lütfen yavrum..
Ben murdar olan hep murdardır demiyorum ki.İmam tevbe etmiş hacca gitmişte olabilir ama şu gerçek değişmez. Cenabetti bir zamanlar. Ve bu gerçeğe dayalı olarak Thing’den aldığı gibi ve senden aldığı gibi farklı tepkiler alabilir.Ki an itibariylen olan şey de bu gördüğüm kadarıyla.
İşte ben de onu belirtiyorum. Ahmet Altan eleştirilmez, yanılmaz, yanlışlanmaz değil. Cenabetlik etmiyor değil. Ama ben cenabetlik etmediği (cenabetliği bir metafor gibi kullandığın için bunun üzerinden gidiyorum) anlarını yüceltirsin diyorum ve topluma imamlık edecekse de o sağlam tüfek anlarında eder demiş oluyorum. Cenabetlik ettiği anlarda değil.Haliyle adam kitaplarının bir yerlerinde birilerine göre cinselliğin bokunu çıkarmış diye siyaset, ekonomi, sosyal bilimler konusunda, gündem konusunda dediklerini reddetme hakkımız mı doğar? Her söylemini ayrı ayrı ele al, kritik et.(gerçi bu cinsellik konusunda yazdıkları ile ilahlaştıran pekçok kartoloz bugün demokrasi konuusnda yazdıkları sebebiyle de 180 derece dönüp ona cephe alması da ayrı bir ironi konusu)Ama Ahmet Altan ve Ertuğrul Özkök sevseniz de sevmesenizde TÜrk Gazeteleri köşe yazarları arasında en etkin ve önemli iki kalemdir. Sonraki mim kişisi de Ertuurul Özkök olacak. Ona eleştiri yapacağım anlar belki daha çok olacak ama onun söylemlerini de savunan çıkacaktır muhakkak bu ortamda.Yeter ki ne için eleştirdiğimizn ayırdında olalım. kafadan sövmeyelim kimselere..
İyi de Ahmet abi, sizin öldüren vatansever gençler de vatan’ı sizin gibi hainlerden kurtarmak için herşeyi göze alıyor.Hı?? Ne, yoksa vatanları için herşeyi göze almıyorlar mı? Yoksa bu aşağılık çetecilerin ulusalcı ve para fahişesi sahte vatansever tetikçileri banka hesaplarına trilyonları cukka ettikleri için mi katil oluyorlar.Yoksa kendini devlet sanan bazı aşağılık asalaklar sizleri katlettirmek adına bu beyni alınmış ebleh teenage hödüklere devlet garantisi verdiklerini mi iddia ediyorlar tuvalet kağıdı olma liyakatlarına kavuşuyor bu it sürüleri.Göreceğiz yakında..
kemalistlerin kemalizm adına kemalistleri bile katlettiği, failimeşhurların gırla gittiği bi memlekette, canhıraşane vatan haini diye damgalamaya çalıştıkları, muhtemelen peşine çoktaaan birilerini taktıkları birisinin bu kadar daşşaklı çıkmış olması çok enteresan. herhalde adamın artık burasına -elimi şu anda çene altımı değil saçlarımın üstünde tutuyorum- kadar getirdilerki güvenecek hiçbişeyi olmamasına rağmen hala çok ateşli yazıyor, çiziyor.bu endokritinasyonist eğitim sisteminin elinden nasıl kurtuldu bu adam hayret bişi yani. onu geçtim, bu adamı askerdede düzeltemediklerine göre çok ciddi bi porblem var demektir. demekki neymiş, eline düşünce beynini güzelce yıkayacakmışsınki bi daha bırak eleştirmeyi, yüksek sesle bile konuşamayacakmış.
Bu adam bu toplumun demokratlık katsayısına göre 10 gömlek üstte
valla doğru bi tespit anthro. bende bunu anlamıyorum mesela, toplum kendini değiştirmekten aciz, tepesine çöreklenenlere eyvallah demeye alışmış, “ensesine vur lokmasını ağzından al” noktasını çoktan geçmiş, kırmızı çizgisi filan kalmamış. buna rağmen kendini bu toplum için tehlikeye atıyor. yarın bişi olsa “iyi adamdı mevta, keşke o kadar ateşli olmasaydı” deyip 13 gün sonra unutacak bi toplum için kendini bu kadar öne atması çok garip. tayyip bile paşanın muhtırası karşısında emir komuta zincirine girdi, bu adam niye hala şövalyelik yapmaya çalışıyo anthro? nedir bu işin sırrı? yoksam haddinden fazla donkişot filanmı okudu?pek tabiiki cevap vermek zorunda değilsinde kendini bu kadar öne atması bana bile garip geliyo, ki bu sebepten maymunfaşistle ve diğer dandik zerzevatla o kadar dalaşmışlığımız var. iyi bilirsin, sende dalmıştın mevzulara çünkü.
öle kahramanlık filan sadece filimlerde, dizilerde olur zannediyoz tabi. böle ağır bi eğitimden sonra bizim öle zannetmemiz normalde onun o şekilde davranması normal diil. belki normaller bu kadar baskıya dayanamayıp yer değiştirmiştir, bilmiyorum. şölede bi teorim var: babasıda vaktisaatinde bu türlerle çokça yaka paça olduğu içün, ahmet olayların derununa bizden çok daha evvel ve çok daha kapsamlı vakıf oldu. belkide karşısına aldıklarının kof olduğunu, sadece konuşup icraat yapamayacaklarını biliyor, şol sebepten gözünü budaktan esirgemeden yazıyorda yazıyor. güzelde yazıyo herifçioğlu, takipteyiz.vatanhainliğinden bi önceki son durakta olan vatanseviciler hariç her konuşanın lafına bakmamak lazım zannımca. mimlediğin yorumları, buraya ve benzeri bi sürü yere birbirinin benzeri saçmalıkları yazıp durmaktan usanmayan geniş kitleyi mazur görmek lazım, içinden geçtikleri eğitim onları böle şartlandırmış. ümit edelimki günün birinde tuzu yiyip ayılan zombiler gibi kendilerine gelsinler. yoksa her hıyarım var diyene tuzluğu kapıp koşturmaya devam ederler. bırakalım konuşsunlar, rahatlasınlar, belki sonrasında nedir bu işin aslı faslı diye merak ederde biraz araştırır öğrenirler.vatansevicilerin yeriyse bambaşka, hepsinin silivride yargılanıp ait oldukları deliklere tıkılma zamanı yaklaştı, hatta bi kısmınınki yarın başlıyor bile.
Şimdiki bu kontrgerilla-ergenekon soruşturmaları ile hepimizin yeni öğrendiğini (Serdar Amca’mın da zamanında bir selpak mendil gibi kullanılan gençlikten olduğunu yeni farkedip yaşadıklarından tiksindiğini söylediği) hadiseler rahmetli Özal tarafından belli ölçüde keşfedilmişti ama konjonktür gereği olaya müdahale edemiyordu muhtemelen. Çetin Amca da Özal sayesinde o dönemin soğuk savaş şebekleri arasında kullanıldığını anlayıp sonradan hidayete erdi diye hatırlıyorum. (siyasi hidayet olaraktan yane) Mahdumları da bu konuda pederlerinden feyz aldı, pederleri bir hayli geç feyzyab olsa bile.Hülasa, safın ne olursa olsun ortak düşmanımız demokrasi karşıtları diye bir türkü tutturmuş olduğuna kaniyim.
bende öle düşünüyorum, da işte fikritakibini bu kadar azimle yapması garip geliyo. belki daha önce bölesine raslamadığımızdandır. eskidende aykırı ses çıkardıda çabuk sustururlardı. susturucuları işe yaramaz hale geldi herhalde, bölesi daha iyi tabii.okumaya, takibe devam.
Ahmet AltanKürtler ve ErgenekonHuzursuz bir ülke burası.Bu huzursuzluk tesadüf değil.Yaşanan bu huzursuzluktan birileri güç ve para kazanıyor.Dün iki büyük olay yaşandı Türkiye’de.Doğu’nun sokakları gene kana bulandı, çatışmalar çıktı, kepenkler kapandı.Ve, Cumhuriyet tarihinin en büyük davası başladı.Aslında bu ikisi birbirinden kopuk değil.Eğer bu ülkede Kürt sorunu olmasaydı, Susurluk çeteleri kurulabilir miydi, onun devamı olan Ergenekon kendine ordu içinden yandaşlar bularak böyle büyüyebilir miydi?Biz Kürt meselesini çözebilmiş olsaydık ne çeteler olurdu, ne derin devlet bu kadar derine girebilirdi, ne de bu ülke böylesine fakir ve huzursuz yaşardı.Ama çözemiyoruz bunu.Niye?Sanırım bunun temel nedenlerinden biri hem Türklerde hem Kürtlerde bir intikam isteğinin kökleşmiş olması.İki toplum da birbirine karşı körükleniyor.İntikam çözümden daha tatlı geliyor birçok insana.Aslında bu halli zor bir sorun değil.Bu hava bir haftada değişebilir.Temel sorun tabii ki daha derinde.Dün Avni Özgürel’in bizim gazetede yayımlanan konuşmasında Neşe Düzel’e söylediği gibi, bu savaştan büyük kârlar sağlayanlar var.Unutmayın ki, savaş her türlü karanlık işi çevirmek için büyük bir özgürlük sağlıyor.Özgürel, “cemseler eşliğinde taşınan uyuşturucudan” söz ediyordu.Daha önce, bunun benzerini gene Neşe Düzel’e, o zaman MHP’nin yöneticilerinden olan Yahnici de söylemişti.Tabii sadece uyuşturucu ve silah ticareti yok bu meselenin çözümlenmemesinin altında.Türkiye’de “iktidarı” belirleyen en önemli etkenlerden biri de Kürt meselesi.Bu sorun olmadığında bu ülke normalleşecek.İktidar, halkın seçtiği siyasilerde olacak.Ama savaş, ülkeyi “askerîleştiriyor” ve askerin iktidarını besliyor.Peki, sorun bu kadar açıkken, savaşın kendi iktidarlarını kökünden biçtiğini görürken, siyasetçiler bunu neden çözmüyorlar?Sanırım, askerden korkuyorlar.Ve, hep kafalarının bir yanında, askerle anlaşıp burayı keyiflerince yönetebilmek hayali yatıyor.Bir de “kamuoyundan” çekiniyorlar.Gazeteler ve televizyonlar öylesine “intikamcı” bir yayın yapıyorlar ki siyasetçileri geriletiyorlar.Burada “barış istemek” ihanet gibi algılanıyor.“Yurdunu seven insan barış istemez” türünden bir inanış sanki herkesin bilinçaltına işlemiş.Peki, bu savaş sürdüğü sürece bu ülke huzur bulabilir mi?Zenginleşebilir mi?Devletin içindeki çeteleşmeyi önleyebilir mi?Bu soruların hepsinin cevabı “hayır”.Söyleyin bana.Yurt sevgisi, “intikam almayı” mı önde tutar yoksa o yurtta yaşayan insanların daha mutlu, daha zengin, daha özgür yaşamasını mı?İntikam almayı, “yurtseverlik” sandıkları sürece Türkler de Kürtler de iflah olmayacak.Bundan emin olabilirsiniz.Sefil ve kanlı bir hayat hepimizin boynuna dolanacak.Dün gene bir insan vuruldu sokakta.Gösteri yapanlardan birini polis, kalbinden vurup öldürdü.Çatışmalar çıktı.Kepenkler kapandı.“Öcalan’a hapiste işkence yapıldığı” yayılmıştı çünkü.Özgürel’in Düzel’e çok cesur bir şekilde söylediği gibi “Öcalan’sız bir barış” olmayacak.Türkler kendilerine bir sormalı.Öcalan’ı İmralı’da, her söylentiye olanak sağlayacak şekilde tecrit edilmiş olarak tutmanın amacı, barışı sağlamak mı, intikam almak mı?Geçmişten intikam almaya çalışan herkes bir şekilde kendi geleceğini zedeler.Geçmişten intikam almak için geleceğinizi tehlikeye atmak istiyor musunuz?Yurtseverliğinizin bu intikam duygusunda yattığına inanıyor musunuz?Aynı soruyu Kürtlere de sormak gerekiyor tabii.Mayın patlatmak, karakol basmak, araba yakmak, asker öldürmek hangi amaca yardım ediyor?İntikam isteğinizi yatıştırmaya mı?Kürtlerin daha özgür yaşamasına mı?Ben size samimi inancımı söyleyeyim.İntikam isteği, kitlelerin aleyhine, “efendilerin” lehinedir.insanların ayaklarına “efendileri” tarafından takılmış prangalardır intikam duyguları.Halk bu duyguyla hareketsiz kalır, “efendiler” rahatça at oynatır.Bugün de olan o.Sizler intikam duygularınızın esirisiniz.Efendileriniz de çeteler kurarak, karanlık işlere girerek, sizi öldürerek, ezerek hükümranlıklarını sürdürüyorlar.
bugün habertürkte alper görmüş vardı, oda aynı şeyi söledi: üslup meselesi. belki bana garip gelen budur, ahmet bildiğimiz dilden farklı bi üslupta yazıyor. normalde bu kadar haşin yazmadığından niçin böle davrandığını merak etmiyor diil insan, sonra aklıma şöle bişi geldi: adama o kadar çok yerden o kadar çok yalan, hakaret ve iftira geldiki en sonunda balataları sıyırıp aynı dilden karşılık vermeye başladı.eğer böleyse normal karşılıyorum, çünkü aynısını bende yaptım. yok değilse zamanla öğreniriz.
Her cümlesinin altına imza attığım, yakın Türkiye tarihini özetleyen bir Ahmet Altan yazısı daha:——Kendi halkından nefret etmekOsmanlı, son dönemlerinde iyice kötülemişti, girdiği neredeyse bütün savaşları kaybetmişti… Bütün yenilenler gibi o da kendisini yenenlere hem hayranlık besliyor, hem de onlardan nefret ediyordu.Ve, bütün yenilenler gibi kendisini yeneni taklit etmeye çalışıyordu.“Modernleşmeye” karar vermişti.Ancak kendisini yenen Batılı ülkelerin “toplumsal” yapılarını değil, “ordularını” örnek aldı, “çağdaşlık” ordudan başladı.Dışarıdan komutanlar getirtildi, uzmanlar getirtildi, kıyafetler değiştirildi.Ordu, toplumun bulunduğu noktadan daha ileri bir noktaya ulaştı.“Köylü” ve “esnaf” olan toplumda ise bir değişim yaşanmadı.Modernleşen, çağdaşlaşan, silahları ve eğitimi yenilenen ordunun ağırlığını dengeleyebilecek tek kesim, başka türde de olsa “eğitimden” geçmiş tek kesim olan din adamlarıydı.Ordu “Batılılaşırken,” Batı’yı “gâvurluk” olarak gören din adamları “geleneksel” değerlerin sözcülüğünü üstlendi.Yoksul halkın sığınabileceği tek güç tanrıydı ve “din adamlarıyla” halk, değişik nedenlerle “aynı değerlere, aynı sembollere” tutundular.Yoksul köylüyle esnaf, yaşamın ağırlığına karşı dinin tevekkülüne ve tesellisine sığınıyordu.Bu kutuplaşmada, ordu ve Batı eğitimi almış aydınlar bir uçta, halk ve din adamları diğer uçta birikti.Biri değişimi ve modernleşmeyi, diğeri gelenekselliği ve tutuculuğu temsil ediyordu.Bu yapı, Cumhuriyet döneminde de aynen sürdü.Köylü alabildiğine yoksul ve geri bırakılırken, İttihatçıların kestikleri, yurtdışına sürdükleri “azınlıkların” mallarına konarak zengin olanların bir “burjuva” sınıfına dönüşebilmesi için “devlet” desteği verildi.Yeni bir “burjuvazi” kesiminin kendi sırtından zenginleşmesine karşı ayaklanmasın diye de, “ordu” halkı baskı altına aldı.Böylece, ordu, yeni zenginler ve aydınlar “modernliğin” temsilcileri oldular Cumhuriyet döneminde… Halk ve din adamları ise gene “geleneksellikte” kaldılar.Zenginleşen bir devlet ve devletin zenginleşen yandaşları “modern” yüzüydü Cumhuriyet’in.Alabildiğine ezilen “halk” da “geriliğin ve gericiliğin” yüzü.Cumhuriyet, din adamlarını ve dini de kendi denetimine alarak “köylüyü” iyice yalnız bıraktı.Yoksulluğu hiç değişmeyen, hep ezilen köylünün “bilinçsiz” öfkesinin gizli hedefi “devletti” ama bunu açıkça söyleyebilecek bir gücü ve cesareti yoktu.Zaten sesini duyurabilmek için örgütlenmesine de izin verilmiyordu.Onlar da devleti temsil eden herkese, orduya, aydınlara, zenginlere “gâvur” diyerek kızıyordu.Bu “sessiz” kızgınlık, aradaki kısa süren “çok parti” denemelerinin çabuk bitmesi nedeniyle, “demokrasi” gelene kadar sürdü.“Görüntüsel” de olsa demokrasi ve seçimler dünyanın baskısıyla Türkiye tarafından kabul edilince, köylülerin bir “sesi” ve daha da önemlisi bir “oyu” olduğunu fark etti siyasetçiler.Devletin denetimine giren “din adamlarının” rolünü de siyasetçiler üstlendi.Oy istemek için “din” diyorlardı, “Allah” diyorlardı.Kendi devleti tarafından terkedilmiş köylünün tek güvendiği güç de buydu zaten, dini ve Allah’ı.Allah’a sığınmış, “modernleşen” devlete ve orduya karşı gelenekselliğe sarılmış köylü, her zaman devlete mesafeli, dine yakın partilere oy veriyordu.Ama ne kadar oy verse, ne kadar kendisine benzeyenleri siyasi iktidara getirse de, “asıl iktidarda” oturanları, orduyu, aydınları, zenginleri kenara itemiyordu.İlk büyük kırılma Menderes’in “yol” yapımıyla başladı.İkinci büyük kırılma da Turgut Özal döneminde oldu.Türkiye dünyaya açıldı, Anadolu esnafı “üreticiliğe”, böylece de zenginliğe adım attı.Anadolu gelişmeye başladı.Zenginleri çoğaldı.Ve, gerçek iktidarı istemeye koyuldu.Bu “toplumsal talep” AKP’yi yarattı.AKP, “modern yüzlü ve ezici” devletle mesafeliydi, hem köylüyü, hem varoşları, hem yeni zenginleri, hem de bütün bunları kapsayan “geleneksellik” ile dini temsil ediyordu.Ordu, aydınlar, eski zenginler bu yeni hareket karşısında çaresiz kaldılar, “halkın” iktidarının “gericilik” olduğunu söyleyerek “demokrasinin” önünü kesme çareleri aramaya başladılar.Yüzyıllarca ezilmiş köylünün ve esnafın “gelenekselliği” bir “şeriat” isteği olarak değerlendirildi, “şeriat geliyor” diyerek halk iktidarına karşı “darbeyi ve faşizmi” savunmaya sarıldılar.Demokrasiye sahip çıkan “modern Batı”dan nefret ettiler.Türkiye’nin “gelenekçileri” de kaçınılmaz olarak bir zamanlar “gâvur “diye karşı çıktıkları Batı’yla ittifak kurdular.Şimdi “eski modernler,” Ergenekon türü yapılanmalarla, nefret ettikleri halkı sindirme ve iktidarı yeniden ele geçirme hayalleri kuruyorlar.Çok geç.Bir zamanların “ilerici modernleri,” şimdinin “tutucu faşistleri” olarak halklarından nefret edebilirler… “Sorunun” AKP olduğunu düşünüp, onun altında yatanı anlamayabilirler.Bunu da ilericilik sanabilirler.Yapabilecekleri tek şey de zaten bir “yanılgının” içine sığınmak ve orada yalanlarla avunmaya çalışıp, ağlamaktır.
Web sitemizde size en iyi deneyimi sunabilmemiz için çerezleri kullanıyoruz. Bu siteyi kullanmaya devam ederseniz, bunu kabul ettiğinizi varsayarız.Tamam
yorumlar
Ahmet Altan yazı ve alıntılarını bundan sonra bu mim altında paylaşmayı arzu ediyorum. Bilahare diğer alıntılanacak yazarlar için de bir mim başlığı açıp yazılarını o mimler altında paylaşma niyetindeyim.Geyik mekanı değildir, geyiğine geleni pompalımla mıhlarım. Uyarmadı demeyin..
Tabi ki paylaşılacak yazıları açık yüreklilikle tartışıp tahlil edeceğimizi de temenni ediyorum.
anthro, bayram bayram git dinlen, uyu, horla, gez, toz, vücut çalış, alışveriş yap cağnım.
Bizim buralarda bayram bitti bile cancağazım.Gerçi bu sahalara dönüş kısa süreli, yarım saatlik bir uğrayıştı ama tatil sonrası bu mime tekrar bir el ense çekme niyetindeyim.
Tatil bitince ilgilenicem, şimdilik geyik modundayım. Kusuruma bakmayasın be yav.
hamiş: kendi ‘mimi’ni tutman hususuyla bilahare ilgileneceğim.Sevgiler cağnım
Özal ve Özal’ın yani, Sivil Cumhurbaşkanımızın ne doğru, ne sağlam işler yaptığını bir kez daha özetlediği için Ahmet Altan’a teşekkürler.Not: Bu arada taraf sitesinin font boyutunu daha biraz daha eşşek kadar yapsalar ne güzel olur dimi(!)
Hx’cim yazının üzerinde başlığın altında 4 tane ikon görüceksin. A harfi ve yanında sağ üstünde – olan ikona tıkla ve muğcizeyi seyret :)Bi daa da bildiğinden emin olduktan sonra bok at.
işte bunu söylüyorum
Ahmet Altan ın, kadın dilinden anlattığı kadını, bir çok kadın yazamaz..o yüzden severim..
Bil mukabele dejavu cancaazım. Yazımı tuttum, evet. Belki yazdıklarım arasından kaybolur diye tuttuklarım arasına koyuyum dedim. Ama kısa süreliğine tutuyorum. Bayram sonrası başka birine emanet edip ona tutturucam.Mim linki ise Ahmet Altan’ın Taraf Gazetesindeki yazar anasayfasına ait. Dolayısıyla hergün farklı ve o günkü yeni yazısına ulaşılabilir bu linkten.Onun dışında Pibek senin de vurguladığın gibi romantizm ve edebi yazılarını da burada paylaşabiliriz.Dünkü Taraf gazetesi yazısı ise şu idi:Siyaset ve AhmaklıkGeçenlerde bir arkadaşımla konuşurken, “neden son otuz yıldaki ahmakça tartışmalar diye bir dizi yapmıyorsunuz” dedi. “İyi fikir” dedim ama sonra bunun çok uzun bir dizi olabileceğini düşündüm. Türkiye de dünyayla birlikte hızlı bir değişimden geçiyor ve bu arada pek zekice olmayan korkulara tutsak düşüyor sık sık.Ben bu ülkede haftalarca “çikita muz ithal edersek ülke batar” tartışması yapıldığını hatırlıyorum. Dışardan “muz alırsak” ülkenin batacağına ciddiyetle inanan çok kelli felli adam vardı bu ülkede. Bir kısmı hâlâ yazı yazıyor. “Serbest kura” geçersek batacağımızı söyleyenler de çok oldu.Ama işin asıl tuhaf yanı ne, biliyor musunuz?Bu ülkede değişime karşı çıkanların genellikle kendilerini “ilerici” olarak gören insanlar olması.“Halkımız tutucudur” diye sık tekrarlanan bir söz duyarsınız. Gerçekten halkımız tutucu mu? Çok emin değilim bundan. Çünkü kim “değişimden” söz etse oy patlaması yaşıyor. Turgut Özal, bu ülkedeki en ciddi devrimleri gerçekleştiren liderlerden biriydi.Halktan çok ciddi bir destek buldu.İlerici olduklarını söyleyenlerin çoğu Özal’a karşıydı. Bilmem hatırlar mısınız ama eğer Özal olmasaydı siz şimdi cep telefonu kullanamayacaktınız. Çünkü “telsiz kullanma yasağı” bulunuyordu bu ülkede.“İlerici” olduğunu sananlar Özal’ın “sistemi değiştirmek” için yaptıklarını değil, onun “dindar” yanını görüyorlardı. Ve, onun dindarlığına karşı çıkarken yaptığı her şeye de karşı çıkıyorlardı. Aynı zamanda “halife” olan padişahları deviren Cumhuriyet, kendi iktidarını pekiştirmek için öylesine “laiklik” vurgusu yapan bir propagandayla doldurmuştu ki hayatı, bütün ilericilik-gericilik ölçüleri de “din ekseninde” oluşmuştu.Hisse senedi çıkarmak konusunda hiç bir fikri olmayan bir partinin o zamanki başkanı “ben köprüyü” sattırmam diye bağırırken “ilerici” diye niteleniyor, serbest piyasanın temellerini atarak ekonomideki devlet sultasına son vermeye hazırlanan Özal ise “gerici” kabul ediliyordu.“Gerici” Özal Türkiye’yi dünyayla bütünleştirmeye uğraşıyor… “İlerici” partiler sıkı sıkıya bir kapalılığı savunuyorlardı.“Gerici” Özal halkın egemenliğini pekiştirmeye çalışırken…“İlericiler” devletin baskıcı iktidarını korumaya çabalıyorlardı.Bunları o zamanlar bıktırıcı bir biçimde tartıştı insanlar.Bugün Özal’ın yaptıklarının kötü olduğunu söyleyen çok fazla insana rastlamazsınız.“Cep telefonu olmasaydı, serbest kur olmasaydı, serbest piyasa olmasaydı, ithalatın ve ihracatın kapıları açılmasaydı, özelleştirmeler olmasaydı” diyen pek çıkmaz.Siz, bir de bunlar yapılırken söylenenleri duysaydınız. Ne canhıraş kavgalar verildi….Siz, AKP, Avrupa Birliği’ne üye olmak için adımlar attığında “ilericilik” adına karşı çıkarsanız, AKP’yi Avrupa Birliği’nden ve demokrasiden uzaklaştığında değil de, ona doğru ilerlediğinde eleştirirseniz halkın güvenini kaybedersiniz.İlericilik-gericilik tartışmasının mihenk taşı olarak AKP’li bazı belediyelerin saçma sapan “içki yasaklarını” görür de, “uyum yasalarını” desteklemezseniz, askerî muhtıralara var gücünüzle karşı çıkmazsanız, Anayasa Mahkemesi’nin hukuku çiğnemesine isyan etmezseniz, halkı ikna edemezsiniz.Halk, neredeyse çocuksu bir istekle “değişimi” seviyor burada. Sevmeyenler, kendilerini “ilerici” sanan ve devletin sırtından var olmaya çalışan “elitler”.İlerici olmak isteyen insanlar varsa bu ülkede, sadece içki yasağına karşı çıkmak yetmez ilerici olmaya, dünyaya açılmayı, demokrasiyi, hukuku da savunmaları gerekir.Değişimleri gerçekleştiren iktidarların “dindar ve muhafazakâr” görüntülerini bahane ederek her türlü değişime karşı çıkma kurnazlığının da bir sonu var çünkü.1 Ekim 2008 Taraf Gazetesi
iste ahmet altan farkı,idris kucukomer, hani eski isci partili, o da zamanında cozmus olayı,cumhurbaskanı adayı olsun oyum ahmet altana
bu cumlen cok su kaldırır:)pbk nasıl cevap verir bilmiyorum artık
sakın kimse thing’ in yorumunu eleştirmeye kalkmasın!!!zira demokrasi diye ortaya çıkan ve olmadık insanları bu kelime eşliğinde savunan birinin yazılarının takibatının yapılması istenen bir blog burası!demokrasi var yani kardeşim, thing’ de demokratik bir ortamda yorumunu yapmış oluyor yani…aman! eleştirip komik duruma düşmeyin, benden demesi…
Anlamadım şimdi Makaleci?!?!Demokrasi var diye mi eleştirmeye kaklmıycam şimdi ben?Halbuki ben de tam aksini düşünmüştüm, demokrasi var diye Thing’e güzel bi eleştiri yollamayı düşünüyodum. Ama bu ültimatomun üzerine korkup çekindim şimdi. Bu çıkışın üstüne demokratik hakkımdan feragat edicem.Yahu ben bu mim’i ne için açtım? Eleştiri yapılsın diye elbette ki.Ahmet Altan’ın görüşlerini Thing veya onun gibi bakanlar eleştirsin, Ahmet Altan gibi düşünenler yada ona kısmen hak verenler kendi görüşlerini serdetsin, burda fikir teatisi yapılsın maksadıyla bu mim’i açıyorum.Olacak iş mi şimdi dakika bir gol bir şeklinde tartışma platformunu ikinci bir emre kadar yasaklıyorum diyosun.Yok, buna uymam da zaten, yersiz oldu ültimatomun. Benim amacıma kasteden bir çıkış yapmışsın.Ben de buna mukabil diyorum ki: Şu dakikadan itibaren Makaleciyi de eleştirin, Thing’i de, Anthro’yu da..(eleştirmek-eleştirilmek iyi bişiidir. rahatsız olmayalım şu meretten)
Ve Thing’in eleştirisine bir kritik:
Ev sahibinin hiç mi suçu yok. Biraz karılarınızı etkileyip sahip çıkın siz de aldatılan kocalar.Hepsi de Ahmet Altan’la aldatmıyordur sanırım. Adamda bu kadar kitap yazacak mecal kalmaz yoksa.Herşey bir yana, Ahmet Altan kitaplarındaki yoğun erotizm ve çetrefilli aşk hikayeleri ile toplumun zembereğini şaşırtıyor olabilir ama bu her söylediğini yanlışlama yetkisi mi veriyor bize? Bülent Ersoy i.ne diye demokrasi hakkında söz söyleme hakkına sahip değildir.Ahmet Altan erotizmin laçkalaştığı kişidir, o halde Alevi’nin, Kürt’ün, alt ekonomik sınıfın, başörtülü kızceğizin, eşcinselin vesairenin hakkını savunamaz.Bunu mu anlamamız gerekiyor?
Bu daha çok cenabet olduğunu düşündüğün imamın arkasında namaza durmamak gibi. Olayı toplum felsefesine dökmenin lüzumu yok.
Madem olayı müşahhas hale getirdin Avali, o zaman kafanın kurduğu ters benzetmeyi düzelteyim.İmam, bir ara cenabet olabilir ama cenabet iken arkasında namaza durmamak gibi.. Yada imam yaşamının belli anlarında cenabet oluyor diye her an ona murdar oldu muamelesi çekmemek gibi. Yoksa sana her daim murdar muamelesi ederim, hoş olmaz.Nüanslara tikat edelim lütfen yavrum..
Ben murdar olan hep murdardır demiyorum ki.İmam tevbe etmiş hacca gitmişte olabilir ama şu gerçek değişmez. Cenabetti bir zamanlar. Ve bu gerçeğe dayalı olarak Thing’den aldığı gibi ve senden aldığı gibi farklı tepkiler alabilir.Ki an itibariylen olan şey de bu gördüğüm kadarıyla.
İşte ben de onu belirtiyorum. Ahmet Altan eleştirilmez, yanılmaz, yanlışlanmaz değil. Cenabetlik etmiyor değil. Ama ben cenabetlik etmediği (cenabetliği bir metafor gibi kullandığın için bunun üzerinden gidiyorum) anlarını yüceltirsin diyorum ve topluma imamlık edecekse de o sağlam tüfek anlarında eder demiş oluyorum. Cenabetlik ettiği anlarda değil.Haliyle adam kitaplarının bir yerlerinde birilerine göre cinselliğin bokunu çıkarmış diye siyaset, ekonomi, sosyal bilimler konusunda, gündem konusunda dediklerini reddetme hakkımız mı doğar? Her söylemini ayrı ayrı ele al, kritik et.(gerçi bu cinsellik konusunda yazdıkları ile ilahlaştıran pekçok kartoloz bugün demokrasi konuusnda yazdıkları sebebiyle de 180 derece dönüp ona cephe alması da ayrı bir ironi konusu)Ama Ahmet Altan ve Ertuğrul Özkök sevseniz de sevmesenizde TÜrk Gazeteleri köşe yazarları arasında en etkin ve önemli iki kalemdir. Sonraki mim kişisi de Ertuurul Özkök olacak. Ona eleştiri yapacağım anlar belki daha çok olacak ama onun söylemlerini de savunan çıkacaktır muhakkak bu ortamda.Yeter ki ne için eleştirdiğimizn ayırdında olalım. kafadan sövmeyelim kimselere..
Ahmet Altan’ın arşivlik yazılarından biri:Genelkurmay başkanına…Siz, böyle saygısız, nezaketsiz, tehditkâr bir konuşma üslubunu benimseme cüretini nereden buluyorsunuz?Ağzınızdan çıkanı kulağınız duyuyor mu sizin?Siz kimi korkutmaya çalışıyorsunuz?Korkutabileceğinize inanıyor musunuz gerçekten?Bakın ben size dostça bir şey söyleyeyim general, vazgeçin bu kaba tehditlerden, öfkeli jestlerden, asabi mimiklerden.Bunlar bizi korkutmaya yetmez.Ha, sanmayın ki bu ülkede “derin devlet” dendiğinde kimin kastedildiğini bilmiyoruz, sanmayın ki patlayan arabalardan, ensesinden vurulan adamlardan haberimiz yok.Sadece umurumuzda değil.Bunu anlayabiliyor musunuz?Bazı insanların, ülkeleri özgür ve mutlu olsun diye her şeyi göze alabileceğini kavrayabiliyor musunuz?Bunu kavramaya çalışın.16 Ekim 2008, Taraf
İyi de Ahmet abi, sizin öldüren vatansever gençler de vatan’ı sizin gibi hainlerden kurtarmak için herşeyi göze alıyor.Hı?? Ne, yoksa vatanları için herşeyi göze almıyorlar mı? Yoksa bu aşağılık çetecilerin ulusalcı ve para fahişesi sahte vatansever tetikçileri banka hesaplarına trilyonları cukka ettikleri için mi katil oluyorlar.Yoksa kendini devlet sanan bazı aşağılık asalaklar sizleri katlettirmek adına bu beyni alınmış ebleh teenage hödüklere devlet garantisi verdiklerini mi iddia ediyorlar tuvalet kağıdı olma liyakatlarına kavuşuyor bu it sürüleri.Göreceğiz yakında..
deneme kitaplarının hayranıyım, aynısını romanları için diyemem.favorim olan yazısı…
kemalistlerin kemalizm adına kemalistleri bile katlettiği, failimeşhurların gırla gittiği bi memlekette, canhıraşane vatan haini diye damgalamaya çalıştıkları, muhtemelen peşine çoktaaan birilerini taktıkları birisinin bu kadar daşşaklı çıkmış olması çok enteresan. herhalde adamın artık burasına -elimi şu anda çene altımı değil saçlarımın üstünde tutuyorum- kadar getirdilerki güvenecek hiçbişeyi olmamasına rağmen hala çok ateşli yazıyor, çiziyor.bu endokritinasyonist eğitim sisteminin elinden nasıl kurtuldu bu adam hayret bişi yani. onu geçtim, bu adamı askerdede düzeltemediklerine göre çok ciddi bi porblem var demektir. demekki neymiş, eline düşünce beynini güzelce yıkayacakmışsınki bi daha bırak eleştirmeyi, yüksek sesle bile konuşamayacakmış.
Çok ateşli yazıyor ve birilerini çizmeye devam ediyor. Bu adam bu toplumun demokratlık katsayısına göre 10 gömlek üstte.İlk kez bir yazar görevini hakkıyla yapamadığı gerekçesi ile 17 şehidi göz göre göre 9.5 saat süren uzunca bir çatışmada kaybetmemize neden olduğu iddiasıyla istifaya davet ediyor:Ahmet Altan, 19 Ekim 2008, TarafBöyle yöneticiler de varMustafa Kemal, daha sonra çok ünlenecek bir konuşmasında, “biz komünist değiliz, biz faşist değiliz,” demiş…Sonra da “biz neyiz” sorusuna tam bir cevap bulamayınca, “biz bize benzeriz” diye bitirmişti cümleyi.Bu “biz bize benzeriz” lafını çok sevdik biz.Hiçbir şeye benzemiyoruz…Kendimize benziyoruz. Kendimizin ne olduğunu da pek tarif edemiyoruz……Bu, iyi bir şey mi?Bize benzemeyenlerin çoğunun bizden daha özgür, daha mutlu, daha zengin olduğuna bakılırsa çok da iyi bir şey değil…Geçenlerde Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, “dünyanın bütün orduları böyle davranır” deyince, biz biraz baktık bu ülkelere.Oradaki ordular nasıl davranıyor diye.Bize pek benzemiyorlar……Fransa’da çok taze bir olay oldu.Geçtiğimiz temmuz ayının başında bir felaket yaşandı.Ülkenin güneyindeki Carcassone kentinde halka açık bir “rehine kurtarma operasyonu” yapıldı “kurusıkı” silahlarla.Fakat bu “operasyon” sırasında aralarında beş yaşında bir çocuğun da bulunduğu 17 kişi, askerleri izlerken “hakiki” mermilerle vuruldu. Fransa ayağa kalktı.Fransız Genelkurmay Başkanı Bruno Cuche, derhal dört yıldızlı bir generali “bir haftada sonuçlandırılacak” bir araştırma için görevlendirdi.Fransa Devlet Başkanı Sarkozy, üst düzey generalleri Elize Sarayı’na toplayıp, “siz profesyonel falan değilsiniz, hepiniz amatörsünüz” diye bağırdı.Ardından yaralıları ziyaret edip, “bunun affedilmez bir ihmal” olduğunu söyledi.Savunma Bakanı, Genelkurmay Başkanını arayıp, “güvenlik prosedürlerinde çok ciddi ihmaller olduğunu” söyleyip sorumluların “gereğini yapmasını” istedi.Soruşturmalar, 28 yaşındaki bir çavuşun yanlışlıkla cebindeki “hakiki mermilerle dolu” şarjörü kullandığını ortaya çıkardı.Çavuş gözaltına alındı.“Deneyimli” bir asker olduğu söylenen çavuş, “kasıtsız yaralanmaya sebebiyetten” mahkemeye verildi.Olay, bir çavuşun “dalgınlığından” kaynaklanmıştı. Ölen yoktu. Peki ne oldu?1999’da Kosova’da NATO Barış Gücü’nün komutanlığını da yapmış olan Genelkurmay Başkanı Cuche istifa etti.Sarkozy de “amatörsünüz” diye azarladığı generalin bu istifasını, “sorumluklarının bilincinde olan bir adamın, büyük bir askerin jesti” olarak övdü ve istifayı kabul etti.Ne Fransız basınını “orduyu yıpratmakla” eleştiren oldu, ne de Sarkozy, Genelkurmay Başkanını savunmak için “siz kimin medyasısınız” gibi konuşmalar yaptı.Olay bir çavuşun hatasıydı. Ama insanlar yaralanmıştı.Devlet başkanı devlet başkanı gibi, genelkurmay başkanı da genelkurmay başkanı gibi davrandı.Biri olayın hesabını sordu.Diğeri sorumluluğu üstlenip istifa etti…
valla doğru bi tespit anthro. bende bunu anlamıyorum mesela, toplum kendini değiştirmekten aciz, tepesine çöreklenenlere eyvallah demeye alışmış, “ensesine vur lokmasını ağzından al” noktasını çoktan geçmiş, kırmızı çizgisi filan kalmamış. buna rağmen kendini bu toplum için tehlikeye atıyor. yarın bişi olsa “iyi adamdı mevta, keşke o kadar ateşli olmasaydı” deyip 13 gün sonra unutacak bi toplum için kendini bu kadar öne atması çok garip. tayyip bile paşanın muhtırası karşısında emir komuta zincirine girdi, bu adam niye hala şövalyelik yapmaya çalışıyo anthro? nedir bu işin sırrı? yoksam haddinden fazla donkişot filanmı okudu?pek tabiiki cevap vermek zorunda değilsinde kendini bu kadar öne atması bana bile garip geliyo, ki bu sebepten maymunfaşistle ve diğer dandik zerzevatla o kadar dalaşmışlığımız var. iyi bilirsin, sende dalmıştın mevzulara çünkü.
Bir feylesof “sonunu düşünen kahraman olamaz” demiş muhterem Oğuz’um Kağan’ım. Ondandır.Zamane kahramanları demek böyle oluyomuş.Hem ne diyordu üç gün önceki köşe yazısında:Bazı insanların, ülkeleri özgür ve mutlu olsun diye her şeyi göze alabileceğini kavrayabiliyor musunuz?Bunu kavramaya çalışın.Kapmış filesini eline, canına susuyo işte herif.Buna değer mi?Daha önce bok yoluna giden aydınımsılardansa, demokrasi uğruna, zirilyonlar için vatansever ayağına yatan piçosların kurşunu önüne geçip -şimdiki lavuk toplum için değil ama- müstakbel demokrasiyi hakedecek nesilin kahramanı olmaya değer tabi.Torunlar “sonunu düşünmedi, kahraman oldu” derler kendisi için. Varsın kıçımın faşist milliyetçileri cehalet salyaları akıtsın.
öle kahramanlık filan sadece filimlerde, dizilerde olur zannediyoz tabi. böle ağır bi eğitimden sonra bizim öle zannetmemiz normalde onun o şekilde davranması normal diil. belki normaller bu kadar baskıya dayanamayıp yer değiştirmiştir, bilmiyorum. şölede bi teorim var: babasıda vaktisaatinde bu türlerle çokça yaka paça olduğu içün, ahmet olayların derununa bizden çok daha evvel ve çok daha kapsamlı vakıf oldu. belkide karşısına aldıklarının kof olduğunu, sadece konuşup icraat yapamayacaklarını biliyor, şol sebepten gözünü budaktan esirgemeden yazıyorda yazıyor. güzelde yazıyo herifçioğlu, takipteyiz.vatanhainliğinden bi önceki son durakta olan vatanseviciler hariç her konuşanın lafına bakmamak lazım zannımca. mimlediğin yorumları, buraya ve benzeri bi sürü yere birbirinin benzeri saçmalıkları yazıp durmaktan usanmayan geniş kitleyi mazur görmek lazım, içinden geçtikleri eğitim onları böle şartlandırmış. ümit edelimki günün birinde tuzu yiyip ayılan zombiler gibi kendilerine gelsinler. yoksa her hıyarım var diyene tuzluğu kapıp koşturmaya devam ederler. bırakalım konuşsunlar, rahatlasınlar, belki sonrasında nedir bu işin aslı faslı diye merak ederde biraz araştırır öğrenirler.vatansevicilerin yeriyse bambaşka, hepsinin silivride yargılanıp ait oldukları deliklere tıkılma zamanı yaklaştı, hatta bi kısmınınki yarın başlıyor bile.
Şimdiki bu kontrgerilla-ergenekon soruşturmaları ile hepimizin yeni öğrendiğini (Serdar Amca’mın da zamanında bir selpak mendil gibi kullanılan gençlikten olduğunu yeni farkedip yaşadıklarından tiksindiğini söylediği) hadiseler rahmetli Özal tarafından belli ölçüde keşfedilmişti ama konjonktür gereği olaya müdahale edemiyordu muhtemelen. Çetin Amca da Özal sayesinde o dönemin soğuk savaş şebekleri arasında kullanıldığını anlayıp sonradan hidayete erdi diye hatırlıyorum. (siyasi hidayet olaraktan yane) Mahdumları da bu konuda pederlerinden feyz aldı, pederleri bir hayli geç feyzyab olsa bile.Hülasa, safın ne olursa olsun ortak düşmanımız demokrasi karşıtları diye bir türkü tutturmuş olduğuna kaniyim.
bende öle düşünüyorum, da işte fikritakibini bu kadar azimle yapması garip geliyo. belki daha önce bölesine raslamadığımızdandır. eskidende aykırı ses çıkardıda çabuk sustururlardı. susturucuları işe yaramaz hale geldi herhalde, bölesi daha iyi tabii.okumaya, takibe devam.
kandil dağı
vatanı bir kiraz ağacına ve kadın memesine satarım
Ahmet AltanKürtler ve ErgenekonHuzursuz bir ülke burası.Bu huzursuzluk tesadüf değil.Yaşanan bu huzursuzluktan birileri güç ve para kazanıyor.Dün iki büyük olay yaşandı Türkiye’de.Doğu’nun sokakları gene kana bulandı, çatışmalar çıktı, kepenkler kapandı.Ve, Cumhuriyet tarihinin en büyük davası başladı.Aslında bu ikisi birbirinden kopuk değil.Eğer bu ülkede Kürt sorunu olmasaydı, Susurluk çeteleri kurulabilir miydi, onun devamı olan Ergenekon kendine ordu içinden yandaşlar bularak böyle büyüyebilir miydi?Biz Kürt meselesini çözebilmiş olsaydık ne çeteler olurdu, ne derin devlet bu kadar derine girebilirdi, ne de bu ülke böylesine fakir ve huzursuz yaşardı.Ama çözemiyoruz bunu.Niye?Sanırım bunun temel nedenlerinden biri hem Türklerde hem Kürtlerde bir intikam isteğinin kökleşmiş olması.İki toplum da birbirine karşı körükleniyor.İntikam çözümden daha tatlı geliyor birçok insana.Aslında bu halli zor bir sorun değil.Bu hava bir haftada değişebilir.Temel sorun tabii ki daha derinde.Dün Avni Özgürel’in bizim gazetede yayımlanan konuşmasında Neşe Düzel’e söylediği gibi, bu savaştan büyük kârlar sağlayanlar var.Unutmayın ki, savaş her türlü karanlık işi çevirmek için büyük bir özgürlük sağlıyor.Özgürel, “cemseler eşliğinde taşınan uyuşturucudan” söz ediyordu.Daha önce, bunun benzerini gene Neşe Düzel’e, o zaman MHP’nin yöneticilerinden olan Yahnici de söylemişti.Tabii sadece uyuşturucu ve silah ticareti yok bu meselenin çözümlenmemesinin altında.Türkiye’de “iktidarı” belirleyen en önemli etkenlerden biri de Kürt meselesi.Bu sorun olmadığında bu ülke normalleşecek.İktidar, halkın seçtiği siyasilerde olacak.Ama savaş, ülkeyi “askerîleştiriyor” ve askerin iktidarını besliyor.Peki, sorun bu kadar açıkken, savaşın kendi iktidarlarını kökünden biçtiğini görürken, siyasetçiler bunu neden çözmüyorlar?Sanırım, askerden korkuyorlar.Ve, hep kafalarının bir yanında, askerle anlaşıp burayı keyiflerince yönetebilmek hayali yatıyor.Bir de “kamuoyundan” çekiniyorlar.Gazeteler ve televizyonlar öylesine “intikamcı” bir yayın yapıyorlar ki siyasetçileri geriletiyorlar.Burada “barış istemek” ihanet gibi algılanıyor.“Yurdunu seven insan barış istemez” türünden bir inanış sanki herkesin bilinçaltına işlemiş.Peki, bu savaş sürdüğü sürece bu ülke huzur bulabilir mi?Zenginleşebilir mi?Devletin içindeki çeteleşmeyi önleyebilir mi?Bu soruların hepsinin cevabı “hayır”.Söyleyin bana.Yurt sevgisi, “intikam almayı” mı önde tutar yoksa o yurtta yaşayan insanların daha mutlu, daha zengin, daha özgür yaşamasını mı?İntikam almayı, “yurtseverlik” sandıkları sürece Türkler de Kürtler de iflah olmayacak.Bundan emin olabilirsiniz.Sefil ve kanlı bir hayat hepimizin boynuna dolanacak.Dün gene bir insan vuruldu sokakta.Gösteri yapanlardan birini polis, kalbinden vurup öldürdü.Çatışmalar çıktı.Kepenkler kapandı.“Öcalan’a hapiste işkence yapıldığı” yayılmıştı çünkü.Özgürel’in Düzel’e çok cesur bir şekilde söylediği gibi “Öcalan’sız bir barış” olmayacak.Türkler kendilerine bir sormalı.Öcalan’ı İmralı’da, her söylentiye olanak sağlayacak şekilde tecrit edilmiş olarak tutmanın amacı, barışı sağlamak mı, intikam almak mı?Geçmişten intikam almaya çalışan herkes bir şekilde kendi geleceğini zedeler.Geçmişten intikam almak için geleceğinizi tehlikeye atmak istiyor musunuz?Yurtseverliğinizin bu intikam duygusunda yattığına inanıyor musunuz?Aynı soruyu Kürtlere de sormak gerekiyor tabii.Mayın patlatmak, karakol basmak, araba yakmak, asker öldürmek hangi amaca yardım ediyor?İntikam isteğinizi yatıştırmaya mı?Kürtlerin daha özgür yaşamasına mı?Ben size samimi inancımı söyleyeyim.İntikam isteği, kitlelerin aleyhine, “efendilerin” lehinedir.insanların ayaklarına “efendileri” tarafından takılmış prangalardır intikam duyguları.Halk bu duyguyla hareketsiz kalır, “efendiler” rahatça at oynatır.Bugün de olan o.Sizler intikam duygularınızın esirisiniz.Efendileriniz de çeteler kurarak, karanlık işlere girerek, sizi öldürerek, ezerek hükümranlıklarını sürdürüyorlar.
bugün habertürkte alper görmüş vardı, oda aynı şeyi söledi: üslup meselesi. belki bana garip gelen budur, ahmet bildiğimiz dilden farklı bi üslupta yazıyor. normalde bu kadar haşin yazmadığından niçin böle davrandığını merak etmiyor diil insan, sonra aklıma şöle bişi geldi: adama o kadar çok yerden o kadar çok yalan, hakaret ve iftira geldiki en sonunda balataları sıyırıp aynı dilden karşılık vermeye başladı.eğer böleyse normal karşılıyorum, çünkü aynısını bende yaptım. yok değilse zamanla öğreniriz.
Her cümlesinin altına imza attığım, yakın Türkiye tarihini özetleyen bir Ahmet Altan yazısı daha:——Kendi halkından nefret etmekOsmanlı, son dönemlerinde iyice kötülemişti, girdiği neredeyse bütün savaşları kaybetmişti… Bütün yenilenler gibi o da kendisini yenenlere hem hayranlık besliyor, hem de onlardan nefret ediyordu.Ve, bütün yenilenler gibi kendisini yeneni taklit etmeye çalışıyordu.“Modernleşmeye” karar vermişti.Ancak kendisini yenen Batılı ülkelerin “toplumsal” yapılarını değil, “ordularını” örnek aldı, “çağdaşlık” ordudan başladı.Dışarıdan komutanlar getirtildi, uzmanlar getirtildi, kıyafetler değiştirildi.Ordu, toplumun bulunduğu noktadan daha ileri bir noktaya ulaştı.“Köylü” ve “esnaf” olan toplumda ise bir değişim yaşanmadı.Modernleşen, çağdaşlaşan, silahları ve eğitimi yenilenen ordunun ağırlığını dengeleyebilecek tek kesim, başka türde de olsa “eğitimden” geçmiş tek kesim olan din adamlarıydı.Ordu “Batılılaşırken,” Batı’yı “gâvurluk” olarak gören din adamları “geleneksel” değerlerin sözcülüğünü üstlendi.Yoksul halkın sığınabileceği tek güç tanrıydı ve “din adamlarıyla” halk, değişik nedenlerle “aynı değerlere, aynı sembollere” tutundular.Yoksul köylüyle esnaf, yaşamın ağırlığına karşı dinin tevekkülüne ve tesellisine sığınıyordu.Bu kutuplaşmada, ordu ve Batı eğitimi almış aydınlar bir uçta, halk ve din adamları diğer uçta birikti.Biri değişimi ve modernleşmeyi, diğeri gelenekselliği ve tutuculuğu temsil ediyordu.Bu yapı, Cumhuriyet döneminde de aynen sürdü.Köylü alabildiğine yoksul ve geri bırakılırken, İttihatçıların kestikleri, yurtdışına sürdükleri “azınlıkların” mallarına konarak zengin olanların bir “burjuva” sınıfına dönüşebilmesi için “devlet” desteği verildi.Yeni bir “burjuvazi” kesiminin kendi sırtından zenginleşmesine karşı ayaklanmasın diye de, “ordu” halkı baskı altına aldı.Böylece, ordu, yeni zenginler ve aydınlar “modernliğin” temsilcileri oldular Cumhuriyet döneminde… Halk ve din adamları ise gene “geleneksellikte” kaldılar.Zenginleşen bir devlet ve devletin zenginleşen yandaşları “modern” yüzüydü Cumhuriyet’in.Alabildiğine ezilen “halk” da “geriliğin ve gericiliğin” yüzü.Cumhuriyet, din adamlarını ve dini de kendi denetimine alarak “köylüyü” iyice yalnız bıraktı.Yoksulluğu hiç değişmeyen, hep ezilen köylünün “bilinçsiz” öfkesinin gizli hedefi “devletti” ama bunu açıkça söyleyebilecek bir gücü ve cesareti yoktu.Zaten sesini duyurabilmek için örgütlenmesine de izin verilmiyordu.Onlar da devleti temsil eden herkese, orduya, aydınlara, zenginlere “gâvur” diyerek kızıyordu.Bu “sessiz” kızgınlık, aradaki kısa süren “çok parti” denemelerinin çabuk bitmesi nedeniyle, “demokrasi” gelene kadar sürdü.“Görüntüsel” de olsa demokrasi ve seçimler dünyanın baskısıyla Türkiye tarafından kabul edilince, köylülerin bir “sesi” ve daha da önemlisi bir “oyu” olduğunu fark etti siyasetçiler.Devletin denetimine giren “din adamlarının” rolünü de siyasetçiler üstlendi.Oy istemek için “din” diyorlardı, “Allah” diyorlardı.Kendi devleti tarafından terkedilmiş köylünün tek güvendiği güç de buydu zaten, dini ve Allah’ı.Allah’a sığınmış, “modernleşen” devlete ve orduya karşı gelenekselliğe sarılmış köylü, her zaman devlete mesafeli, dine yakın partilere oy veriyordu.Ama ne kadar oy verse, ne kadar kendisine benzeyenleri siyasi iktidara getirse de, “asıl iktidarda” oturanları, orduyu, aydınları, zenginleri kenara itemiyordu.İlk büyük kırılma Menderes’in “yol” yapımıyla başladı.İkinci büyük kırılma da Turgut Özal döneminde oldu.Türkiye dünyaya açıldı, Anadolu esnafı “üreticiliğe”, böylece de zenginliğe adım attı.Anadolu gelişmeye başladı.Zenginleri çoğaldı.Ve, gerçek iktidarı istemeye koyuldu.Bu “toplumsal talep” AKP’yi yarattı.AKP, “modern yüzlü ve ezici” devletle mesafeliydi, hem köylüyü, hem varoşları, hem yeni zenginleri, hem de bütün bunları kapsayan “geleneksellik” ile dini temsil ediyordu.Ordu, aydınlar, eski zenginler bu yeni hareket karşısında çaresiz kaldılar, “halkın” iktidarının “gericilik” olduğunu söyleyerek “demokrasinin” önünü kesme çareleri aramaya başladılar.Yüzyıllarca ezilmiş köylünün ve esnafın “gelenekselliği” bir “şeriat” isteği olarak değerlendirildi, “şeriat geliyor” diyerek halk iktidarına karşı “darbeyi ve faşizmi” savunmaya sarıldılar.Demokrasiye sahip çıkan “modern Batı”dan nefret ettiler.Türkiye’nin “gelenekçileri” de kaçınılmaz olarak bir zamanlar “gâvur “diye karşı çıktıkları Batı’yla ittifak kurdular.Şimdi “eski modernler,” Ergenekon türü yapılanmalarla, nefret ettikleri halkı sindirme ve iktidarı yeniden ele geçirme hayalleri kuruyorlar.Çok geç.Bir zamanların “ilerici modernleri,” şimdinin “tutucu faşistleri” olarak halklarından nefret edebilirler… “Sorunun” AKP olduğunu düşünüp, onun altında yatanı anlamayabilirler.Bunu da ilericilik sanabilirler.Yapabilecekleri tek şey de zaten bir “yanılgının” içine sığınmak ve orada yalanlarla avunmaya çalışıp, ağlamaktır.