Ters yola giren laz veya isot departmanından
Geriye baktığımızda acı görüyorsak, tam olarak bilemediğimiz şeyler etimizi ve düşüncemizi rahatsız ediyorsa, gelecek günler de böyle olacak demektir. Doğru ve isabetli kelimelerin bizden uzaklaştığını hissediyorsak, evet, bizden uzaklaşıyorlar demektir. Öteden gelen ve beriye uzanan bir yol yoksa, şimdiki zamanın trafiğinde sıkışmışız demektir.Scola’nın Concorrenza Sleale (Unfair competition) filmini seyrettim geçen akşam. Ambülans gibi geçip gitti emniyet şeridinden. Herhalde yahudi/soykırım ekseninde yapılmış iyi bir kaç filmden biri. 30’lu yıllarda, İtalya’da, bir sokaktaki günlük hayatın nasıl değiştiği anlatılıyor.Filmin son cümlesini, uzaklaşan arabada, ailesiyle birlikte toplama kampına giden yahudi çocuğa bakarak söylüyor diğer italyan çocuk: ‘Birlikte balıkyağı içirilmiş çocuklar, hayat boyu dost kalırlar’. Gözümüzden su çıktı, bayağı birikmiş.Bir yüzleşme, hesaplaşma filmi. Hani bizde hiç yapılamayan, yapılmaya çalışıldığında ucuz duyarlılıklara, stilizasyonlara ve ideolojik tutum alışlara kurban giden türden. Özür dilemeyi bile ‘özür diledik ya lan, ne hala konuşuyosun’ haline getirmeyi başarmış bir millet olarak, tabii ki sanat-edebiyat alanında da yüksek bir ürün yaratma imkanımız yoktur. Bırakın geriye, geçmişe bakmayı, dikiz aynası kullananlar bile giderek azalıyor.Bütün bunların nedeni diyemeyeceğim ama, bütün bunlara baktığımda en azından ortak bir sosyo-psikolojik vaziyet dikkatimi çekiyor. Yani hiçbir kesim, sınıf, siyasi görüş, duruş farkı tanımayan bu ertelemelere, yüzeyselliklere, iğretiliklere, kofluklara, geçiştirmeciliklere bakınca; bütün bu şişik egolu, ifade özürlü, türkçesiz ve şahsiyetsiz gençleri/yaşlıları görünce; yarım yamalak nostaljilerden, rezolüsyonu düşük görüntülerden, kopilenmiş bilgilerden, üstünkörü ilgilerden, saman alevi heyecanlardan mürekkep insanlık hallerine şahit olunca, aklıma şöyle bir izah geliyor: Bilinçli veya bilinçsiz, Türkiye’deki ezici bir çoğunluk, gerek sosyal gerek özel hayatında, büyük bir acı çekme korkusuyla davranmaktadır.Suratlardaki sosyal mimikler, konuşma ve yazılardaki eskivler, geçmişe çekilen süngerler, total amnezi, hatta toplumsal alzheimer, sadece spekülatif olanın değer yaratması ve değerli sayılması, sadece spot ilişkiler piyasasının canlı olması, büyük puntolu genel lafların metinsel karşılığı bulunmaması, idare-i maslahat ve maslahat-güzar vatandaşların bolluğu, sahte hüzünler, öforik sevinçler hep bundan.Endazesini kaybetmiş, bonus ve amortiyle keyiflenen, etrafındakileri kazıklayarak sebeplenen ve yere tükürerek özgüven tazeleyen insanlar, acıya mukavemet edemeyeceklerini bildikleri için böyledir. Korkmaktadırlar. Suçluluk duygusu diye bir şeyin varolmadığını, ancak g.. korkusu diye bir şeyin varolduğunu sezmektedirler.Normal ve kendi halinde olma durumunu kaybetmiş, histerik duygu ve davranış kodları tarafından domine edilen, aşırı ataklık, kabalık, pısırıklık ve eziklik arasında gelgitlenen bu arıza insan tipi, maalesef hakiki bir acı duymasına yol açacak kanallarını, yani tek çıkış olan bu emniyet şeridini de tıkamıştır.Peki bir gün yol açılsa ne olur? Basar gideriz. Tamamı kedi ve köpek ve karşıdan karşıya geçen insan derisi kaplı yollarımızda, güle oynaya.
yorumlar
bu ve bundan önceki kimi yazılarından, (belki yanlıştır), ‘millet’ olarak değişmez kötü özelliklere sahip olduğumuzu düşündüğün kanısına kapıldım. sorun, ‘arızalı insan’ oluşumuzda mı?
M.Ö. 500 lü yıllarda Nabukadnezar İsrailoğullarını topraklarından sürüp Babilin Asma Bahçelerini yapmaları için köle olarak kullanmasaydı ya da M.S. 30 yılında Romalılar bütün kavmi çil yavrusu gibi Dünya’nın dört bir yanına dağıtmasaydı bizler bugün soykırım filmlerini zırıl zırıl ağlayarak seyredip yahudilerin mücadelesine alkış tutmayacaktık.Çünkü Yahudiler genetik g. acılarıyla tüm Dünya’nın Hakimi olmak gibi bir role soyunmayacak, topraklarında uslu uslu oturup medeniyetlerini kuracaklardı.Tel Aviv bir turizm cenneti olacaktı.Lütfen bu paragraftan soykırımı desteklediğim sonucu çıkarılmasın.Hiç bir soykırım ve/veya asimile politikasını desteklemem söz konusu bile olamaz.Ancak şekli ne olursa olsun acının toplumların genetik yapısını bozduğunu ve devam eden nesillerin g.te kaçan kazığı çıkarmaya kodlandığı kanaatindeyim.Etnik yapısı bu kadar farklı ve karışık olan yurdum insanı asırlardır hem birbirinden hem de zamanın hakim devletlerinden yediği kazıklarla ciddi bir kolleksiyona sahip.Birini çıkarsan öbürü derine kaçıyor.Çık işin içinden.Bunun üzerine bir de cehaleti eklersen denklem iyice karışıyor.En basit töre cinayetini bile anlaman için en az 3 günlük gazete 5 dergi ve 10 kitabı hatmetmelisin ki objektif bir görüşe sahip olasın.O da okuduğunu anlayabiliyorsan…Sen anlayana kadar da gündem dışı olay zaten.Sonrası kolay.Unut gitsin boşver bitsin.Ne zaman kitlesel unutma hareketinden toplumsal öğrenme hareketine geçeriz işte o zaman gelecek güzel günler için bir arpa boyu yol alma ihtimalimiz doğar.
Sizin için şekersiz bir Türk kahvesi içip fal kapattım sayın Baby700. İçiniz kabarmış düğüm düğüm olmuşsunuz. Bir de yol gözüküyor size Van mı desem Ağrı mı. Uzakça bir yerlere gidiyorsunuz. Yine öyle aval aval bakıp dolaşıyorsunuz. Genişçe bir çukurun etrafında bolca turluyor, etrafta gördüklerinizi kaydediyorsunuz. Hakiki bir acı duyan insanların bıraktıkları var bu çukurun içinde. Antenlerinize ucundan kıyısından gelen sinyaller kanallarda biriken yaşlarınızı boşaltabilir belki, ama hayır yapmıyorsunuz. Bunun yerine kötünün iyisi ortalama bir tutum sergiliyor, nesnel görünüyor, bolca diaspora kullanıyor ama hiç soykırım demiyorsunuz. Fonda gesi bağlarında dolanıyorum çalıyor. Sonrası yine baby700 klasiği. Camdan şatonuza çekiliyor görme, işitme ve hissetme özürlü biz sefil talebelerinize ordan yol gösteriyorsunuz. Arada bir de Yahudi filmi attırıyor “ben hissedebiliyorum yahu” nun keyfini sürüyorsunuz. Temiz bir fal umarım şu düğümlerinizi de bir an önce halleder petrus partilerinize geri dönersiniz.
dünyanın her döneminde yeni nesiller alışılmadık davranışlar sergilemişlerdir. ergenlikle aradaki mesafe açıldıkça yeni nesilin halleri katlanılmazıdır. ama şu an türkiye’de gözlemlenen ve malesef sokaklarda, ekranlarda ve kaçamadığımız her noktada karşımıza çıkan, üstümüze sıçrayan çamur bu genellemenin malesef istisnalarındandır. adeta “değişmek” fiili anlam değiştirip “yozlaşmak”la anlamdaş olma yolundadır.eğitimsizlik her alanda kendi göstermekte, ve birkaç slogan öğrenen her zilli ve zibidi kendini ulema sanmakta ve hatta daha vahimi ulema olduğu ona dayatılmaktadır malesef.eşkiyalık her fırsatta özenilen davranış biçimine dönüşmekte ve bu işsizlik önde olmak üzere diğer sosyal facialarla birbirini besleme döngüsüne girmekte.şöyle bir deney aklımda kalmış, bir grup maymun (sosyalizasyonu gelişkin ve tekeşli bir maymun ırkı) kapalı bir yere toplanıyor, bir süre normal günlük beslenme ihtiyaçları karşılanıyor ve maymunlar doğadaki davranışlarından çok fazla sapma göstermeden yaşıyorlar, derken verilen besin azaltılıyor ve maymun davranışlarındaki değişimler gözlemleniyor, ilk beliren değişim hırsızlık oluyor (insanların hırsızlık dediği şeyi yapıyor maymunlar, bilinçsiz yapsalar da hırsızlık denir mi tartışmaya açık bir nokta), sonra cinsel davranışlar da değişimler başlıyor, yiyecek karşılığı sex ve hemen ardından da eşcinsellik başlıyor. maymunlar birbirlerine fiziksel olarak zarar vermeye ve yaralamaya başladığı noktada yiyecek miktarı yeniden normal seviyesine çıkarılıyor ama artık değişim olmuyor.cehaletle, tembellikle, görgüsüzlükle, kendini acındırmakla, sahtekarlıkla, menfaatperestlikle ve bilumum komlexlerle donatılmış halk da ancak maymun seviyesinde kullanabildiği beyinleriyle sürü başına itaat etmekten öte bir değer tanıyamaz hale gelmiştir.bu noktada evinde insan besleyen itleri örnek alıp, bu türle ilgili beklentileri yüksek tutmamak bununla birlikte civardakileri de olabildiğince eğitip hiç değilse öfkesiyle ısırması arasına bir nefeslik mesafe koymak sokakları değilse bile çevremizi daha yaşanabilir hale getirir diye umuyorum.
Bazı sefil talebeler yine hocayı tenkit etme cüreti göstermiş.Ayağını altına alıp fal bakan siyahlı kardeşimizden (veya yeni nick’li eski bir öğrenci) başlayalım, diğerleriyle devam edelim. Falcı kız, bir kaç isabetsiz kelime kullanmasına rağmen, oldukça isabetli tahminlerde bulunmuş. Van- Ağrı- çukurlar- dolanmalar- kayıtlar- aval aval bakınmalar. Hakikaten hepsi doğru. Gerçi bütün bunlar 4-5 sene kadar önceydi, ama olsun. İlk falda bu kadar zaman hatası kabul edilebilir. Yeni öğrenci olduğu, imlası düzgün olduğu ve kız olduğu için hoşgörüyorum.1. Tutum almak/sergilemek -daha önce de mütaaddid kereler belirttiğim gibi- kolay ve ucuz bir davranıştır. Aslolan, öncelikle meseleyi artiküle etmeye çalışmaktır. Yani saraheten ve tafsilen beyan ve izah etmek. Bu şekilde tarif edilmemiş bir mesele, aslında yok demektir, yani yoktur.Bir insanın, bir mesele üzerine ne kadar ve ne şekilde düşündüğünü, onun ifadelerinden, kullandığı kelimelerden ve kurduğu bağlantılardan anlarız. Tabii benim gibi yüksek donanımlı ve bir takım özel yeteneklerle müşahhas bazı nadir üst-insanlar ise, hemen anlar.2. Bu soykırım hususunu da daha önce işlemiştik. Gelmeyenler, arkadaşlarından yazılarımın fotokopisini alsın demiştim.2. 1. Ermeni katliamları için, teknik olarak soykırım tanımını kullanamayız; zira bu terim 1945’te çıkmıştır. Eski Yunan’da cinsiyet ayrımcılığı, Roma’da insan hakları, Osmanlı’da fast-food diyemeyeceğimiz gibi.2. 2. Tabii Taksim’de açılan ‘simit sarayı’nın üstünde yazdığı gibi ‘geleneksel fast-food’ diyebilirsiniz (bu kepazeliğin diğer bir versiyonu da ‘turkish pizza’dır).2. 3. Soykırım için yapılan tanımdaki koordinatlar, 1915’teki olaylarla uyuşmamaktadır. Planlı, sistemli, devlet kontrolünde bir imhadan sözedemeyiz. Zaten savaş koşullarında bunu fiilen gerçekleştirebilecek resmi bir otorite ve güç yoktu.2. 4. Soykırım olsaydı, bu kadar insan ölmezdi.3. ‘Ben hissedebiliyorum’un bir keyfi değil, olsa olsa bir keyifsizliği vardır. Zaten yazıda bunu dile getirmeye çalıştım.4. Uzanlar’ın mahzeninden çıkan petrus’ları ucuza kapattım ve camdan şatomuzda (sırça köşkün irisi herhalde) voltron üyeleriyle birlikte çoktan demlenmeye başladım. Arada da, yine Uzanlar’dan bize intikal eden uzi’ler ve jericho’larla, tercihan filistinli, olmazsa esmer ve arap tipli şahısların üzerine, o da olmazsa karabataklara ateş ediyoruz. Siyahlı falcı kızımıza da ‘kendine dikkat et’ diyoruz.5. Ulan Sodad bey! Bi kere de otur, kendin bir şey yaz. Dayamışsın ingilizce metni. Üstelik onu da yanlış anlamışsın. Batı’daki adamın varoluşsal ve etik açmazlarıyla, Türkiye’deki vaziyetin ne alakası var? Bizdeki insanın kendisi ve geçmişiyle en ufak bir hesaplaşma yaşamadan, sürecin veri bir anında, berikiyle aynı vaziyet içerisinde addedilmesi mümkün olabilir mi? Metinde bahsi geçen, mesela ‘modernite’ye, Türklerin herhangi bir konuda herhangi bir katkısını gösterebilir misin? Biz kendimizi ancak modern sayabiliriz; yani sanabiliriz.6. Hele hele bu adamın laflarından yola çıkarak ‘ya dünya böyle zaten artık, bu durumlar bize özgü diil’ demek de ne oluyor? Hadi tut ki bu tesbitler doğru; o zaman içinde bulunduğumuz hallerle ilgili bir teselli noktası mı bulmuş olacağız?7. Sizde, ciddi bir ‘kendi durumunu rasyonalize etme’ hali izliyorum. Hemen değişsin bunlar, çok ayıp.8. Hiçkimse. Aferin evladım. Gayet doğru bir soru sormuşsun. Cevabı şu: Bilmiyorum. Attık bi şambrel, türküz diye saymadılar, faul dediler. Bu arada bazı deyyusların nasıl 478 metre falan yaptığı da bir muammadır. Kimbilir neler dönüyor. Bi aralar da cüce fırlatma yarışması vardı.9. Asymptot bey doktora öğrencisi olduğu için, aradabir benim yerime derslere girecektir.
fakat, malumunuz kullarınızın kafasında ilminizin derinliği hakkında bazı soru işaretlerinin doğması gibi tehlikeleri, daha yılan küçükken başını ezme yoluna giderek, sonradan üzülmemeniz için birkaç kelam etmek isterim izninizle. baby’ye dil uzatan, hatta uzatmayı düşünen zıpçıktı hafif kullanıcıları, bu sözüm size. sayın baby, saçmalamalarınız yüzünden çok sinirlenmiş ve müteaddid yerine mütaaddid, sarahaten yerine saraheten, mücehhez yerine müşahhas kelimelerini sarf edivermiştir. şimdilik bu kadar. baby hocamın izniyle, daha sonra geniş açıklamalar yapacağım, bekleyin. ha, şunu da iyi belleyin: insanın maymundan gelip gelmediğini bilemem, ama bazılarının maymunlaşmaya doğru gittiği pek aşikar.
Hiçkimse beyin ciddileşmesi hiç hoşuma gitmedi. Hele hele maymun falan lafları hiç olmamış. Ama aferin, dikkatli bir öğrenci. Sana 3’ün 1’ini veriyorum evladım. Sarahaten’i yanlış yazmışım hakikaten.Diğerleri şöyle:Mütaaddid: Osm-Türkçe sözlük/ M. N. Özön/ sayfa 618. Doğrusu budur güzel kardeşim. Mütaaddid ama müteaddide.Müşahhas: Ayırt edilmiş, o şekilde tanımlanmış demek. Mücehhez ise cihazdan gelir ve ‘…’yle donanımlı’ anlamındadır. Aynı cümlenin başında donanım kelimesini sarfettiğim için, böyle bir tekrara yer vermeyeceğimi düşünmen gerekirdi.Seni küçük yılan, seni. Bana karşı yazılan yazılar, sekiz kere okunmadan ve üzerinden sekiz saat geçmeden yollanmamalı kardeşlerim.
Bu kadar laf salatasının içinde cevap vermeye değen iki konudaki düşüncelerimi söyliyeyim.1)Birleşmiş Milletlerin 1948 tarihinde karar altına aldığı “ulusal,etnik,ırksal ya da dinsel bir grubu ya da onun bir bir bölümünü planlayarak yok etmek” şeklindeki soykırım tanımı Ermeni katliamı için de rahatlıkla kullanılabilir ve kullanılmaktadır da. Dejavunun ne olduğunu bilmediğiniz dönemlerde dejavu yaşamıyor muydunuz sayın Baby700. İsimlendirmenin olayın hafife alınmaması açısından önemi büyük bence.2) “… Planlı, sistemli, devlet kontrolünde bir imhadan sözedemeyiz. Zaten savaş koşullarında bunu fiilen gerçekleştirebilecek resmi bir otorite ve güç yoktu…” demişsiniz ve halt etmişsiniz.“Mart ayından itibaren, valiler ve partinin yerel düzeydeki başlıca sorumluları kendilerinden beklenecek sorumluluklar konusunda ağızdan veya telgraf yoluyla haberdar edildiler. Doğu eyaletlerinde bu görev öncelikle Teşkilatı Mahsusa ve bu örgüte bağlı çetelere verildi. Programın hayata geçirilmesinde ordu genel olarak kullanılmayacak, mesele jandarmaya bırakılacaktı.Valiler ve emri altındakilere, talimatların uygulanmasında yerel koşulların gerektirdiği esneklikte davranma hakkı bırakıldı. Özetle iki kuruluş işbaşındaydı: Ermenilere ait malların yed-i emine teslimi, el konulması ve sonrasında satılmasıyla yükümlü olan Sahipsiz Mallar Dairesi ve yönetim merkezi İstanbul’da bulunan ama genel yönetimi sürgünün kavşak noktası olarak seçilmiş Halep’te olan Tehcir heyeti…” diyor Yves Ternon Ermeni Tabusu adlı kitabında. Söz konusu kitabı okumanızı öneririm (her ne kadar Fransız piçi ben bunların nev’ini bilirim tarzı bir cevap vereceğinizi adım gibi bilsem de bir deneyeyim dedim ola ki iyi tarafınıza gelir bir göz atarsınız)Sizin neyinize gerek Van’ı falan gezmek iskarpinleriniz kirlenir, İstanbul civarındaki mesire yerlerini Şile’yi Polonezköy’ü anlatın yazılarınızda araya serpiştirdiğiniz Arapça sözcüklerle.
Ha bir de müşahhas mücerret karşıtı olup somut demektir diye biliyorum ben. Sallamadan KIÇ ınızı kaldırıp sözlüğe baksanız iyi olur sayın hocam
*ciddileşmemden hoşlanmamandan, benden hoşlandığın sonucunu çıkardım, şu anda gülümsüyorum. itiraf edeyim, ben de senden hoşlanıyorum.*bana üçün birini vermen ve seni küçük yılan seni diye seslenmeni komik buldum, durup durup güldüm.*’teknik olarak soykırım denemez’ lafına siyahın matemi güzel cevap vermiş, şunu ilave edeyim sadece: sana, tavşanın yavrusuna ne denir’ diye sorsalar, muhtemelen şöyle dersin: ‘bişey demem, büyüyünce tavşan derim’* ‘bizden’ kaynaklar 50 bin küsür, ‘onlardan’ kaynaklar 1.5 milyon ermeni öldü diyor. sen, soykırım olsaydı, bu kadar insan ölmezdi diyorsun. soykırım olması için sence ne kadar insan ölmeli? alt-üst limiti nedir bunun?*çok yediğin içtiğin belli. ama bir hazımsızlık sorunun var maalesef. ya kabızsın, ya ishal. bi türlü kıvamınca sıçamıyorsun.*biraz önce neskafe içtim, canım falına bakmak istedi. bak neler gördüm: muhtemelen bingöllüsün, ikinci üniversitende 8 yıldır sosyoloji okuyorsun, mektebe birlikte başladığın arkadaşlarından kimi master yapıyor, kimi doçent oldu. ama sendeki zeka, bilgi, görgü, kavrayış, anlayış, vs vs asla onlarda yok. sen onlardan çok çok daha büyük adam olacaksın. hele bir okulun bitsin…hem merak etme, ne kadar çirkin olursan ol, dünyanın bütün kızları sana vermek için kapının önünde kuyruğa girecek, az daha sık dişini.çok okuyorsun, ama okudukça kafan karışıyor, doğruyu-eğriyi bi türlü ayırt edemiyorsun. bu yüzden münazara yapmayı seviyorsun, kimi kez hiç inanmadığın bi şeyi, inanıyormuş gibi söyleyip, benim gibi senden çok daha zeki olan insanların doğruyu göstermesini arzuluyorsun.seni sevdim, elimden geleni yapacağım çocuk, söz.şimdilik bu kadar yeter.
Ya fal bakmayı bilmiyorsun ya da kahve yapmayı
aslında uzmanlık alanım neskafe değil, nesquik falıdır. bi dakka ya, neyini beğenmedin falımın? senden iyi bakıyorum diye kıskanmış olmayasın sakın?
Falcı kızla, müneccim oğlanı, ne yalan söyleyeyim sempatik buluyorum. Birincisinin satrançla alakadar olması (verdiği link), ikincisinin Leone hayranı olması (aldığı nick) ve her ikisinin de salak olmaması, belli bir seviye sağlıyor.Ama tabii daha çok gezecek fırın, yenecek ekmek var.Önce şu ermeni meselesine tekrar bi bakalım. Gerçi daha önce bu konuda epey bi laf ettim ama, yeni arkadaşlara bir kaç şey diyeyim:Tarihi olayları tanımlarken ve değerlendirirken, içinde yaşadığımız değerler sistemini ve onun prensiplerini kriter alamayız. Eğer böyle yaparsak, hem o olayları sağlıklı değerlendiremeyiz, hem de ideolojik/siyasi terminolojinin ve yaklaşımların ağına düşeriz. 2. Dünya Savaşı’nı, Philip K. Dick’in ölümsüz eseri ‘The man in the high castle’ romanında olduğu gibi Almanya ve Japonya kazansaydı, sözünü ettiğiniz 1948 BM kararı neye benzerdi acaba? Veya neden ‘Yahudi soykırımı’ tescillenirken, müttefiklerin Almanya’ya düzenlediği hava saldırılarında öldürülen yüzbinler unutuldu? Veya neden Hiroşima ve Nagazaki dışarda kaldı? Ve neden 1948’den 33 sene önce meydana gelen katliamlar, spesifik olarak bu kategoriye sokulmak isteniyor?Tarih progresist bir seyir izlemez kardeşlerim. Köleci denilen toplumlarda derin bir hümanizma, feodal çağlarda gayet aydınlık ve yüksek entelektüel faaliyetler ve kapitalizmin en vahşi zamanlarında büyük eserler vardır.İnce eleyip sık dokuyalım ve tariflerimizi yaparken ‘bak işte böyle deniyor, bu da bu tarife uyuyor’ gibi çocukca akıl yürütmelerden kaçınalım.Dejavu de iyi bir örnek olmuş, aferin. Hakikaten de dejavu’nün ne olduğunun bilinmediği dönemlerde dejavu yaşanmasına imkan yoktur. Hatta daha da ileri giderek, pozitif denilen bilimler için de aynı durumun geçerli olduğunu söyleyeyim. Mesela mikrop da, adı konduktan sonraki zamanlarda ortaya çıkmıştır; daha önce yoktur. Nerden mi biliyorum? Geçenlerde 2204 yılından bi arkadaş geldi ve ‘sizin o mikrop dediğiniz şeyin aslında artık makrop adı verilen bambaşka bir şey olduğu 50 sene önce ortaya çıktı’ dedi.Velhasıl, hele hele sosyal bilimlerde, olayları mümkün mertebe, meydana geldikleri koşullar içerisinde değerlendirmeye çalışmak, o zamanki mantaliteye yakınlaşmak, bir nevi geçmişe yolculuk yapmak gerekir ki, hem kelimeleri doğru kullanabilelim, hem aralarındaki bağlantıları doğru kurabilelim (Son olarak 89 yıl öncesine gittiğimde, Windows 15 kullanıcısı bir kaç ermeni gördüm ve adamların kayıt-kuyut işini o zamandan sıkı tuttuğunu anladım).Diğer türlü her baskıcı rejime faşist, her türk lafını edene şoven, her gördüğü yavruya ‘tavşanım’ diyen; soykırımı kelle hesabıyla ölçen; sıra ciddi bir-iki şey karalamaya gelince de, ya alıntı yaparak ya da ‘dünyanın bütün kızları sana vermek için kuyrukta’ gibi zeka fışkıran cümleler kurarak hayata devam eden insanlar oluruz.Evet kardeşlerim, kendimizi ‘offended’ hissedip yazılarımızın kalitesini düşürmeyelim. İğnelerimizi kendimiz için hazır tutalım. Hiçkimse, ilk ahkamının ilk cümlesini bir daha okusun bakiym. Simatem de ilk cümlesindeki ‘cevap vermeye değen’ lafının nereye değdiğini düşünsün (lapsus ise özür dilerim). ‘Müşahhas’ için de birlikte sözlüğe bakalım ve bu kelimenin ‘cismani, somut, …nınla benzerlerinden ayrılan, …nıyla çeşidi anlaşılmış’ anlamlarına geldiğini görelim.Fransız p..inin laflarında da bir dizi isabetsizlik var. Mesela Halep için ‘sürgünün kavşak noktası’ demesi bile, cehaletini yeterince sergiliyor. Halep ve Der-Zor, tehcirin iki büyük final noktası, yani sürgünlerin -eğer hayatta kalabilmişlerse- nihai varış merkezleriydi.Sıcak kokoa diye nesquik gazlamayalım lütfen.
bu konu üzerinde daha fazla konuşmak istemiyor.ama birkaç konuya değinmeden geçmek istemiyorum:*ilk ahkamımın ilk cümlesinde takıldığın yer, yanılmıyorsam, ‘yılan’la ilgili olanı. o benzetmeyi senin için değil, muarızların için sarf ettim beybi. yazıdan bunun böyle olduğunun anlaşılmaması benim kifayetsizliğimdir, kabul ederim. fakat bunun böyle olması, gelecekte birgün sana ‘küçük yılan’ diye bir sıfatla hitap etmeyeceğim anlamına da gelmez.* hiçkimse olarak, sadece hiçkimse’nin hayranıyım. benimle ve benden önce yaşayan kim-i-seler benim kadar zeki değildir. ancak gelecekle ilgili bir öngörüde bulunamıyorum, o kadar da iyi bir müneccim değilim.*soykırımı kelle sayısıyla ölçen ben değilim, ‘sen öyle misin’ diye soruyorum yazıda. burası da anlaşılmamış. evet, hata yine benim. (bak nasıl kabul ediyorum hatamı, ne kadar büyüğüm, ne kadar uluyum, ne kadar mükemmelim!)*tekrar ediyorum, herşeye rağmen akıllı çocuksun, sadece aklın karışık, sırf bu yüzden iğneyi kendime saklamayacağımı, ilk fırsatta koca popona saplayacağımı bilmen gerek.*sağlıcakla kal beybi, yine gel, sık sık gel, bazen saçmalasan da fena yazmıyorsun. okulunu bitirince beni bul, sana fırınlarımdan birinde iş vericem, söz.
benim falımada baksan. İsabetli atıyorsunda.
ki bunu henüz değil, uzunca süre önce -kendimce- tespit etmiş bulunuyorum, yolu tıkayan en önemli sebep, bizzat yolun tıkandığını söyleyen ve herhangi bir çözüm önerisi üretmeyen insan(cık)lardır.
bende herkes kadar insanım, ne daha az ne de daha fazla. hem sotaya yattığımı da nereden çıkardınız kuzum? cık’tan kastım ortalama bir insandır, siz ben hepimiz…
zaten çözüm önerisini her önüne gelen ortaya koyabilseydi -yada bakkaldan çerez niyetine alınabilseydi-, çözüm önerisinde bulunabilecek bir problemde kalmazdı.
kimseyi aşağılamak gibi bir kastım yoktur, alınmayınız lütfen, refleks tepkiniz geçtikten sonra, biraz daha dikkatli düşünecek olursanız hak vereceğinizi umuyorum…
Bütün bu belirtiler tembelliğe de benziyor. Götü kaldırmadan bir yere gelme gayreti gibi.Bir yere gelse bile kendinden emin olamadığından kaynaklanan bir şüphe, her an düşme korkusu. Belki baby700’ün sözünü ettiği korku da bu korku.Sadece iş, çalışma konusuna değil, hayatın her alanına nüfuz etmiş bir tembellik. Kolayca kişilik sahibi olmak, okumadan eğitimli olmak gibi. Daha bir kaç gün önce Cumhuriyet gazetesi muhabbeti yapan arkadaşların da değindiği gibi; İki kuruşa alınan bir gazeteyi üst tarafta taşıyarak yada hilfiger etiketi taşıyarak kaliteli bir yaşam yaşadığımıza hem başkalarını hem kendimizi inandırmak. Kim çeker o kadar zahmeti. Bu derece kestirmesi varken.Zaten teknolojinin de gelişimin amacı da bu değil mi? insanı rahatına kavuşturmak. Mesele zamandan tasarruf edip daha çok şeye vakit bulmak değil götü rahat ettirmek.Kopyacılar her zaman sözlüye kalkmaktan korkar. Kendimden biliyorum.
Baby700 ün yazdıklarının özünü kaçırdığını düşünüyorum. Aslında yazının tamamına katılmasam da tembelliğin veya olmadan olmuş gibi davranmanın ve bunun belirtilerini dışarıya ulaştırma çabalarının belki çok da önemi yok. Asıl tehlikeli olan ne yazık ki nasırlaşma. Acıya karşı diğer canlıların verdiği kaçma ve acı verenden uzaklaşma şeklindeki içgüdüsel tepki ne yazık ki insan uygarlığının belki de en büyük çıkmazı. Yüzleşmekten başka çare yok. Ama yüzleşmenin kolayca yapılabileceğini de sanmıyorum. En azından ben kendi adıma başkalarının acısından eskisi kadar kolayca etkilenmiyorum. “Başkasının acısı” diye bir kavram var çünkü. 3 sayfa haberlerini veya televizyondaki trafik kazalarını veya cinayet haberlerini kılım kıpırdamadan izleyebiliyorum artık. Benim derim duvara sürtülmekten değil, başkalarının duvara sürtülmelerini izlemekten nasırlaştı. Kendi çektiğin acıların bıraktığı zararın yanında öğrettikleri de var. Başkalarını izlerken hissettiklerimiz farklı oysa ki. En yakın arkadaşı yanında ölen bazı askerlerin duydukları sevinç nedeniyle tedavi olduklarını okumuştum bir yerlerde, aslında son derece insani olan bu duygu (bana olmadı ben şanslıyım) yüzlerce binlerce kez yaşandığında cinnet haline gelen bir umursamazlık oluşuyor. Tabi ki vakai adiyeden sayılan cinayetlerin, trafik kazalarının sağlık eğitim skandallarının, intiharların nedenleri ve önlenmesinin yolları var. Peki söyle bana bu konuda neden kafa patlayım. Acıyı hissetmek yerine kaçmayı yeğlemişsem. Daha bi kaç yıl önce doğuda insanlar öldürüldü köyler boşaltıldı insanlar yaşamlarından ve evlerinden oldular. Ben de dahil olmak üzere hepimiz film seyreder gibi izledik. İlgilendiğimiz için belki Kürtler ve tarihleriyle ilgili bişeyler okuduk. Hissettik mi hiç sanmıyorum. Hissetmenin yolları da var tabi. İnsan tarafının yitirmemenin yollarından sadece biri bilgi sahibi olmak ama yetmiyor. Bi şekilde nasırlaşan deriyi de inceltmek gerekiyor. Sadece kendi çevrenle değil toplumun her kesiminden insanla ilişki içinde olmak, onların hikayelerini dinlemek, dünyaya onların gözüyle bakmaya çalışmak gerek. Yoksa şu camdan şatonun camdan bir kafese dönüşmesi kaçınılmaz
yüzleşmenin, kolu kaldırtacak olması ve zor geleceği gibi bir mantıkla yaklaşmıştım ben olaya.Ben hiçbir alanda acıları yok etmek için bir çaba sarfedildiğini görmüyorum. Acı hissedilse bile bir boyun eğme hali var bence. Boyun eğme halsizlikten, tembellikten geliyor diyorum.
İyi de bu halsizliğin tembelliğin nedeni ne, neden hiçbirşeye yaramayan işler yapıyoruz da değen bir konuda uğraşmıyoruz. Çocuğun gözaltına alınınca Cumartesi annelerine katılmak kolay ya hiç ilgin yoksa. Ahmet Çakarı vurmuşlar veya sinagok bombalamışlarsa siyahın hayatı değişir mi ilk anda. 90 yıl önceki ermeni veya 60 yıl önceki yahudi katliamıyla ilgili birşeyler okusam ne değişir. Ya da Irakta şu an insanların yaşadıkları bana dokunabilir mi. Pek değil . Öyle geliyor ilk önce işin kolayı bu . Popüler alanlarda bişeyler yazıp çizmek daha çekici. Suya sabuna dokunmayan işlerle uğraşmak. Hadi okumayı bırak seni çok iyi bildiğin bir konuda harekete geçirecek itki ne olabilir. İlk anda başkalarının tepkilerini izlersin. Eğer ideolojik bir konudaki hareketin içinde değilsen – eylemci değilsen- sıradan bir insansan ne yaparsın. Gerçekten bişeyler yapmak için canını acıtmaları gerekmiyor mu senin de. Acımazsa ne olur. Vah vah Sudanda açlık varmış veya sokaktaki hayvanları hala öldürüyorlarmıştan öteye ne zaman geçersin. Senin için öte varmı contra. Eğer yoksa hissettiğin acının samimi olduğuna inanmıyorum. Sen’le kastettiğimin içinde ben de başkaları da var. Bazen biriken tepkiyi boşaltmak için küçük medeni yollar açıyorlar. Adamın biri öldürülen Güldünyayla ilgili bir yazı yazıyor. Biz de okuyoruz. Biraz daha gayretliler acıp ceza yasasını inceliyor ;olmaz böyle şey diyip bişeyler yazıyor aramızda konuşuyoruz biryerlere yazıyoruz. Hepsi bu . Kendi küçük hayatımıza zarar vermediği sürece hiçbirşeyin önemi yok. Ben bana yapılanlarla ve benim yaptıklarımla ilgiliyim. Öte diye bişey yok. Tembellik bunun nedeni değil sadece sonuçlarından biri. Baby700 bana verdiği cevapta ben hissedebiliyorumun keyfi değil olsa olsa keyifsizliği vardır diyor ve yalan söylüyor hem de kasıtlı bir yalan var ortada. Evet keyfi var. Çünkü hissedemiyor olmaktan inanılmaz korkuyor. Ortada kaybedebilecek çok da bişeyi kalmamışken son insani yanınızı kaybetmekten korkarsınız ve kendinizi başka türlü asla sevmeyeceğinizi de bilirsiniz. Okumuşum yazmışım karış karış gezmişime inanmıyorum ben.
Delikanlılık başlıklı İzmir Barosundan Avukatlarının kurduğu işkenceyi önleme grubu hakkında bir yazı yazmıştım hafife. Mesela o elemanlar bana çok ulaşılmaz geliyor aynı delikanlılığı kendimin gösteremeyeceğini biliyorum. İşkencecilerin rahat rahat gezmeleri kanıma dokunuyor. Başıma her an gelebileceği endişesini taşıyorum. ama gene de oraya buraya yazmanın “çoğunluğun dediği olur” düzeninde hiçbir anlam ifade etmediğini bilmeme rağmen tembelliğimden, zor geldiğinden birşey yapmıyorum.Yan gelip yazmak daha kolay geliyor. Maçam yemediğinden.
ayrıca protestanların “çok çalışmak, iyi işler yapmak cennete girileceğinin işaretidir” kader anlayışıyla bizim “sen ne yaparsan yap cennete gidip gitmeyeceğin zaten belli” kader anlayışımız, en azından söyleniş farkı hem tembelliği hem hissizliği doğuruyor diye düşünüyorum.İttiren hiç birşey yok yani. Acı çekmek mükadderat diyip işin içinden çıkılabilir bir hava hakim.
Yine solcu arkadaşlar gelmiş. Biri yakılan köy muhabbeti yapıyor, diğeri de eşitsiz (bileşik) gelişme yasasından dem vuruyor. İkisi de çözüm çözüm diye kıvranmakta.Konuya geçmeden önce, antre niyetine şu yazının devamındaki nadide ahkamlarımı size takdim edeyim.Ben de şahsen doğu’daki köy yakma ve boşaltmaları kınıyorum. Zira oralardan gelen arkadaşlar, İstanbul’u tamamen ele geçirmişlerdir. Resmen kendi memleketimizde azınlık durumuna düştük. Ve bir zamanlar rumun, ermeninin ne hale düştüğünü idrak ettik. Hehe, ilahi adalet.Lenin beyin k..ından uydurduğu anti-marksist ‘eşitsiz gelişme’ masalları da, tamamen Rusya’daki vaziyeti rasyonalize etmek için anlatılır. 1917 ekim darbesini bir devrim olarak gazlamaya çalışan bolşevikler, malum ülkemizdeki solcuların da ideolojik babasıdır.Kardeşlerim, rica edicem bir dünya görüşü edinimi için debelenmeyiniz; komik oluyor. Eğer aktivizm istiyorsanız, bunun yararına inanıyorsanız, ‘to the point’ işlere konsantre olunuz. ‘Genel tutum almak’ gibi sosyal ve sahtekar bir duruş içinde olmayınız.Size söyleyeyim, çözüm diye bişey yoktur; durumları tarif, analiz ve ifade etmek diye bir şey vardır. Çözüm öneren veya bu iddiayla ortaya çıkan herkes, sadece tek bir şeyin peşinde demektir: İktidar. Ve bu mesele de, daha önce de bir vesileyle değindiğim gibi, erkeğin ancak şeyiyle sınırlı olması gereken bir haldir. Kadınların ise zaten böyle bi problemi yoktur; zira uzun vadeli ve stratejik planlama onların kontrolündedir.Evet dağıtmayalım, ne diyorduk? Benim yazdıklarım yeni değilmiş güya. Ulan daha önce nerde gördünüz bakiym böyle sular seller gibi fikirler? Bu denli parlak metaforlar, böylesi müstesna anaforlar… Nankör bu millet, nankör.Bayan arkadaş da hissetmekten korktuğumu, yalan söylediğimi, aslında bu durumlardan keyif aldığımı söylemiş. E tabi biraz keyif var, olacak. O sizin ağlak, acılı ve ciddi ve contra’nın gayet doğru anladığı gibi tembel teneke halleriniz beni bozar abla. Ayrıca ne yalan söyleyeyim, (niye yalan söyleyeyim) okumuşum, yazmışım, karış karış dolaşmışım. Hatta daha doğrusu, karış karış dolaştıktan sonra yazmışım.Size de gayet kıymetli ve nevi şahsına münhasır bu düşüncelerden biraz damlatıyorum arada. Bunlardan sebeplenip, ekinazya almış misali immün sisteminizi güçlendireceğinize; şimdiye kadar edindiğiniz yetersiz birikim ve uyuz psikolojiyle varoluş sürdürmeye çalışıyorsunuz. Şu pozisyonunuzu biraz değiştirin, deplase olun da biraz top atalım. Yok, nerde; herkes ayağında top olanın ne yapacağına bakıyor.Bu arada absconder denilen ortalama salak kardeşimiz de yedek kulübesinden sahaya atlamış. ‘Kimseyi aşağılamak gibi bir kastım yoktur, alınmayınız lütfen’ demiş. Benim seni aşağılamak gibi bi kastım var evladım. Lütfen üzerine alın. Hatta mümkünse bi daha lafa karışma.
Acılı ağlak hallerimden bende hoşnut değilim. Ancak bi yahudi filmi attırıp duygusal boşalma sağlayamayınca mecburen blog altlarına sümük sürerek akıtıyoruz acımızı. Mastürbasyon teknikleri konusunda sizin kadar deneyimli olmadığımı da kabul etmeliyim, ne de olsa gerçek seksin yerini asla tutmuyor diye kendimi avutup mastürbasyonu reddediyor, abaza tavşan gibi sağa sola saldırıyorum. Oysa ki böyle mi olmalıydı. İktidar arzusuyla yanıp tutuşan bedenimin yapabileceklerini düşününce tiksiniyorum bu solucan vaziyetlerimden.Deneyimli üstattan öğrenecek çok şey var . Acı kanallarımız tıkalı bizim tembel ve yetersiziz. Çözüm çözüm diye kıvranmaktayız. Ama durumu değerlendirecek kapasitede olmayınca genel tutum alarak sosyalize oluyor, varoluşumuzu buna dayandırıyoruz. Allahtan ki baby700 var, geliyor çözümü lak diye dayıyor burnumuza. Algılamamız açılsın diye (şok tedavisi) de seruma anfetamin niyetine biraz aşağılama katıyor. Ey Türk silkin paspas olma kapımda gelip hepinizi kurtaracağım. Bay şişik ego Edinin büdüsü contranın da doğru tesbit ettiği gibi bıy bıy bıy. Madem o kadar okumuş yazmış karış karış gezmişsin 1,5 milyon ermeninin plansız programsız öldürüldüğüne nasıl inandırdın kendini şişik ego bey kardeşim. Akşamları yatağının başucunda bekleyen perilere de inanıyor musun. Her şeye laf söyletirim de bağışıklık sistemime laf söyletmem. O bok attığınız bağışıklık sistemimi gayet şık birşekilde güçlendirdiler allah devlete zeval vermesin. Siz bünyenizin dayandığı acılarla uğraşın biz de gerçekleriyle
Bana diyecek birşeyler kalmamış artık. Tebrikler saudade.
Cahilden daha kötüsü de var. Kendini bilir sananlar. Sıradan devam edeyim.Abaza tavşan diye bir tür ilk kez duydum. Herhalde anavatanı Kafkasya. Hanım kızımız abazan kalınca dili dolaşmış. Buna mukabil kendini ortaya fırlatması hoşuma gitti. Yine de devletin kendisine bir tür ayar verdiğini ve gerçek acılara maruz kaldığını ima ederek yazıp çizmesi hoş değil. Bu tür samimiyet buhranlarına gerek yok. Ayrıca bu konuyu ciddiye alan, fena halde kaybeder; hatırlatayım.Evet, neyse. Kardeşim nereden çıkardın 1,5 milyon ermeninin katledildiğini? Diaspora’nın verdiği 1 milyon rakamının üstüne sen 500 bin daha eklemişsin. Adamların toplam nüfusu o kadar değil o sırada. Yani bizimkilerin ‘sadece 50 bin kişi öldü’ demesi kadar komik. Yapmayınız rica edicem.Portekizli baudolino’nun kardeşi saudade! Hangi birini düzelteyim? Eşitsiz bileşik gelişme yasasının Troçki beyle alakası yoktur güzelim. Dersini iyi çalışmamışsın. Lenin beyin meşhur ’emperyalizm= kapitalizmin son aşaması’ safsataları için hilferding beyi referans göstererek gazladığı ve az gelişmiş ülkelerde de devrimin olabilirliğine teorik altyapı teşkil etmesi için uydurduğu, tamamen ideolojik ve siyasi, lise düzeyinde bir teorimsisidir.Troçki bey ise, her ne kadar bolşeviklere yanaşıp, kızılordu komutanı olarak nice katliamlara imza atmışsa da; dönemin Kautsky ve Bukharin’le birlikte önemli fikir adamlarındandır. Troçkist siyasi pozisyonlar da, temel eksen olarak ‘anti-kapitalist’tir ve ortodoks marksizmle uzlaşır evladım.Senin leninist-stalinist ekole bağlı ve de hafif yollu merkezci, pragmatist ideolojiyle yatıp kalktığın anlaşılıyor. Troçki bey her zaman, eğer avrupa merkezli, almanya, fransa, ingiltere merkezli bir devrimci kalkışma olmazsa, rusya’daki, tek ülkedeki sosyalizmin babayı yiyeceğinden bahsetmiştir. Netekim öyle de olmuştur.Senin abilerin, ablaların da, yıllarca bu ülkede ’emperyalizm, aşamalı devrim, eşitsiz gelişme’ diye zerzevat sattılar. Sen de kulağına çalınanlarla, onlar gibi bağırmayı öğrenmişsin. Eğer ortada bir oryantal hava varsa, tam da bu 3. dünya denilen ülkeler için üretilen devrim modelleri için geçerlidir.’İktidar her yerdedir, hiçbir şey siyasetten soyutlanamaz’ klişelerini kafaya yatıran insan, kendince bir cümle edemez kardeşlerim. Önce bi ‘be yourself’ be!’Bireyim de bireyim, solcuyum, bilinçliyim’ diye laf dizen prototip türk aydını halleri, bakıyorum hala geçer akçe. Bunları bırakın ve kendinize gerçek bi mesele edinin. Dünya görüşü diil, hayatta bi meselesi olan bi insan olun.Bakınız aklıma bir örnek geldi. Türkiye kelebek popülasyonu ve tür zenginliği bakımından dünyanın 5. ülkesi. Ama ülkede hiçbir kelebek uzmanı yok.Hiç manyer (manyel sensin) yapmıyorum valla.Bu aşağıdaki şair bozuntusu üver kardeşimize de göz kulak olun, elimden bi kaza çıkacak.
*beybinin hali sanki, belki tezat varmış gibi gelecek ama, ‘hallihamur’ olmak gibi geliyor bana. ahkam piramidinin en tepesindeki yazısında buram buram buramlaşan, mevcuttan şikayet etme hali eğer bir anı tespit ise, naçizane ben de mevcuda dair bir takım vidalamalarda bulunmak arzusundayım:eski bir solcu olarak yitip giden gençliğine yanan beybi diyor ki, “artık yapacak edecek bişey yok kardeşlerim. biz yapıp ettik de n’oldu sanki? kıçınızı kırıp oturacaksınız. fakat bu hal canınızı acıtacağından, oyalanacak bişeyler bulmanızda sayısız faide vardır. kendinize bir meşgale edinin. adam dediğinin meşgalesi olur. ama öyle sıradan şeyler olmasın meşgaleniz. mesela, göbeğinizden çıkardığınız pamukların koleksiyonunu yapın. ayrı ve ayrıcalıklı olun yani. kendiniz olun. çoğunluğun yaptığını yaparsanız kendiniz olamazsınız. bakın mesela: memlekette o kadar tavuk yeniyor, kim bu hayvanların tüylerini değerlendirmeye kalkıyor? hiçkimse. yani? yani biz adam olamayız bu kafayla kardeşlerim. bi bok olmaz bizden. bok olsa da, bi işe yaramaz. çünkü organik tarım yapıyorum diyen hiçkimse insan bokundan gübre yapmaz. illa hayvan boku olacak, kafa öyle şartlanmış çünkü.”*beybi, neden kadınları aşağılıyorsun?*troçki’yi neden sevmiyorsun saud? adam ne dediyse çıktı yahu. biz de bir zamanlar troçki’ye sövüp saydık ama, eşekliğimizdenmiş anladık. lenin’in bile, kendinden sonra iktidarda stalin’i değil, troçki’yi görmek istediğini söylerler. insaf artık. yani.
Nerden çıkardınız ciddiye aldığımı. Bağışıklık sistemime bok atınca alındım hepsi bu. Bol bol gezdiğiniz yazıp çizdiğiniz meseleye bir an önce gelelim diye yazdım bu bir, devletin direk veya indirek ayar vermediği insan var mı bu da iki.Kendine gerçek mesele edinmek nedir. Kelebek uzmanı olmanın dışındaki seçeneklerimi de öğrenmek isterim. Ne yazık ki sizin satrançtan çok pokere yatkın olduğunuz anlaşılıyor. Satranç oynayabilecek analitik yeteneklerlerle müşahhas ( nasıl iyi durdu mu bu kelime, yanlış kullanıma bir de ben örnek vereyim belki uzaktan bakınca anlarsınız) bir beyne sahip değilsiniz. Daha çok küçüklerin oyununa dışardan müdahale eden mızıkçı bir yeni yetme tavrına sahipsiniz. Acı macı diyeyeyim içeri alayım çoluk çocuk ağa takılır nasılsa. Bi kaç gün de böyle idare ederiz. Eğleniyor musunuz bari. Tatmin ediyor mu sizi bu cılız mızıldanmalar, salak karşı koyuşlar.Abaza tavşanım güzelim. Abazan değil. Tıpkı manyer yerine manyelin kullanıldığı gibi. ICC de satranç oynayınca zor oluyor konuşma dilini takip etmek. Dernekte oynayıp götünüzü orda kestirseydiniz bilirdiniz. Arada sırada maçkadan aşağılara inip gezin bakın bakalım sıradan halk ne yapıyor ne yiyor içiyor nerelere sıçıyor. Sıçmak deyince aklıma geldi nasıl bir haddini bilmezliktir bu. 1,5 milyon ermeni ölmemişmiş. 500 bin zam yapmışım diaspora rakamına. Rakam 1200 000 ile 1500 000 arası. ( En popüler Türk savunması da şudur Neeerden biliyosunuz o tarihte doğru dürüst nüfus sayımımı var mış kiiii) Sizin çadırda yatan, çayıra sıçan, götünü ota çöpe silen kızıl Türk atalarınızın aksine benim hepsi sanat eseri taş evlerde yaşayan doğru dürüst tuvaletlere sıçan atalarım severler kayıt tutmayı. Ailemden biliyorum. Haddini bil sefil dacik. Koyunun olmadığı yerde keçiye abdurrahman çelebi derler misali Ermeni kalmayınca 30 senelik İstanbullulardan beyaz Türklük dersleri alıyoruz.O tarihte Osmanlı İmparatorluğunda yaşayan 2,5 milyon Ermeniden 2 milyonu sürülüyor ve bunların 1,5 milyonunun öldüğü tahmin ediliyor. 1877-1922 yılları arasındaki sürede öldürülen Ermeni sayısı 2 milyondan fazla. Varsayalım ki bu rakamlar çok abartılı ve sadece 500 000 insan öldü. Bu kadar insanın plansız programsız öldürülebileceğine nasıl inanabiliyorsunuz.Bu konuda devletin resmi ve samimi görüşü bu.Bu konuda emekli yazar Pulat Y. Tacar’ ın ( emekli Büyükelçi, yazar) önerisi de şu şekilde ; ”… Ancak, uyuşmazlığın çözümü, gerginliğin azaltılması için boş durulmamalıdır. Türkler ve Ermeniler arasında Osmanlı dönemine dayanan kültür benzerliklerinin öne çıkarılması, turistik veya nostaljik ziyaretler ve Türk-Ermeni İş Adamları Konseyi’nin düzenlediği dans gösterilerine benzer kültürel işbirliği faaliyetleri gerginliğin azaltılmasına yardımcı olabilir. Çok yakın zamana kadar, özellikle mimari, müzik ve yazın alanında Ermeni vatandaşlarımızın kültürümüze katkıları olmuştur; mutfak kültürümüzde ortak yanlar vardır. Bu kültür birlikteliği örnekleri öne çıkarılırsa yaralar daha kolay sarılır. Bu nedenle, şimdi, ülke içinde ya da bölgede birlikte barış içinde yaşama koşullarının sağlanması amacına yönelik akılcı önlemlere öncelik verilmeli, bunun tek taraflı suçlamalar ile sağlanamayacağı bilinmelidir. Her olanaktan yararlanılarak Türkiye’nin 1915 ve sonrası olaylarını nasıl değerlendirdiği, sorunun etik yanları yurt dışında ve Türkiye’de yabancıların katılımı ile yapılacak kollok, panel veya sempozyumlarda anlatılmalı, benzer olayların bir daha yaşanmaması gerektiği konusundaki inanç ve kararlılık vurgulanmalıdır…” Yazının tamamı için adres.Sizi de yapılacak olan etkinliklere özellikle dans gösterilerine bekleriz Baby700.
zeka kırıntıları görüyorum ama ışığı sönük kalıyor. evet gayet iyi anlamışsın, alınması gereken bir kişi vardıysa o sözümden, o kişinin ta kendisisin.
ve gördüğüm kadarıyla bu dediklerimdeki haklılığını ortaya koymuşsun.
ortalama salak derken beni aşağıladığını zannederek, bu zeka kırıntılarını da yokediyorsun yalnızca. salak olabilirim, hatta ortalama bir salakta olabilirim, ama en azından uçlarda bir salak değilim. lafa karışıp karışmayacağına sen değil ben karar veririm, ve elbetteki karışacağım.
“Size söyleyeyim, çözüm diye bişey yoktur; durumları tarif, analiz ve ifade etmek diye bir şey vardır. Çözüm öneren veya bu iddiayla ortaya çıkan herkes, sadece tek bir şeyin peşinde demektir: İktidar. “ problemleri tarif, analiz ve ifade etmenin o problem için herhangi bir anlam ifade ettiğini sanmıyorum, olsa olsa sadece çözüm için uygun adımların atılmasına zemin hazırlar, ki bu da problemin gerçekten çözülmek istenmesi durumunda işe yarar. yoksa her problemi tarif, analiz ve ifade etmek herkes -yada laf salatası yapmaya meraklı şahıslar- tarafından yapılmaya başlandığında çözüm kendiliğinden gecikecektir.
Benim yazdıklarım yeni değilmiş güya. Ulan daha önce nerde gördünüz bakiym böyle sular seller gibi fikirler? Bu denli parlak metaforlar, böylesi müstesna anaforlar… Nankör bu millet, nankör. berbat bir narsizmden başka kelimeler yığını sadece. hatta anlamsız kelimeler yığını benim için.
eğer durumun tarif, analiz ve ifade etmek gerekirse : “gölge etme başka ihsan istemez…”
trotsky meselesi hakkında zerre fikrim olmasa da yasanın tarihsel gelişimi burada anlatılmış.Konuyla alakalı olarakta “bu konuları temcit pilavı gibi getirmeyelim”, “burada düşünülmüşü var”‘dan gayrı bir sözün yok ama skor tabelasında ismin var.Galatasarayda zenci bir futbolcu vardı. Herif sadece son çizgiye kadar koşardı. Menejeri Galatasarayı futbolcu diye dolandırmıştı . Aynı şekilde Beşiktaşta da bir Arjantinli vardı düşerken gol atardı. Onları anımsattın.İkisini de şutladılar.
Ne deeeyon lan sen. senin kafanı kırrım haa. Diline sahip ol koparrım bak. Elinden kazaa çıkacakmış. :PPPPPPP pöh pöh. Sen kimsin ki? Oldu mu? Kaba olabildim mi?
Bazen seni tebrik ediyorum ama bazen kızınca acınacak hallere geliyorsun. Arkadaşlardan da ricam fazla üstüne gitmeyin Baby’nin yoksa terör estirir alimallah.
Seviye yine denizin altında. Yazılara itina yok. Elemanter bilgi ve görgü eksikliğine bağlı düşünce tembelliği, zaten vasat olan zekaları tamamen vesayet altına almış. Alıntılarla düşünen, klişelerle eşelenen, karşısına yeni ve daha önce hiç görmediği biçimler çıkınca, bunu da beynindeki yetersiz kategorik kıvrımlardan birine yerleştirip, klasifiye ederek ancak rahatlayabilen kardeşlerim…Dediğim şeylere ve deyiş şeklime konsantre olunuz. Zira bunun arkasında veya berisinde başka bir gerçek yoktur. Bir baby700 cümlesi için asla ‘üstad şunu demek istiyor, bunu kastediyor’ diyemezsiniz; zira demek istenen zaten denmiştir. Bir tek cümle yoktur ki, dönüp baby700’e girsin; zira daha yazarken bütün kelimelerle hesaplaşılmıştır.Dolayısıyla sevgili kardeşimiz simatem’in yaptığı gibi, aleyhimde kullanılacak malzeme bulmak umuduyla baby700 treninin vagonlarını dolaşmak beyhude bir çabadır. Gerçi kendisi de yine kendi ifadesiyle, azmış ve kızışmış bir döneminde bulunduğu ve doğal olarak kalitesiz varoluşunu sürdürebilmek amacıyla, kaliteli tohum arayışına girdiği için, sörç yapmasını anlayışla karşılıyorum.Buna mukabil, mesela maçka’da oturmanın veya dernekte diil de icc’de satranç oynamanın neresi ayıp anlamadım. Ayrıca mümkün mertebe halktan kopuk ve uzak bulunmak, hem psikolojik hem fiziki bir sağlık belirtisidir. Mesela ben, öğlenleri işe giderken, arka koltukta oturmama ve crusier’ın arka ve yan camları siyah olmasına rağmen, sırf ön camdan gözüme çarpan kepazelikler yüzünden, şoförle arama kapalı bir bölme yaptırttım. Yolda giderken şoföre bişey diyecek olsam da, telefonla arıyorum. Ne zorluklara katlanıyorum, ama nankör halk yazılarımın kıymetini bilmiyor.Arkadaşlar yine saçmalamış. Doğruları yazayım da öğrensinler.1. Konuşma dilindeki bazı ifadeleri, özellikle elektronik ortamda yazıp çizerken, bilinçli bir şekilde bozuşturmaya uğratabiliriz. Bi şey, diil, allaşkına, geliyo, gidiyo gibi. Ama kardeşlerimizin yanlış yazdıkları kelimeler, bu kategoriye girmez. Manyel, kornel, abaza, anbar, ıstırap, sütyen, filim yazamayız. Mesela simatem hanım, yine direk yazmış. Belki kendince sebepleri olabilir ama, direkt yazmak gerekir.2. İyi satranç oynamak, analitik diil, tersine sentetik yetenek gerektirir. Zira satranç bir hesap oyunudur. Analiz ise, ev çalışmaları sırasında veya post-mortem tabir edilen, oyun sonrası aşamasında devreye girer.3. Satranç derneğinde g.. kes(tir)mek tabirinde ifadesini bulan bir atmosfer olduğu belli. Bir nevi dejenere kıraathane. Hal böyle olunca, satrançta neden uluslararası tahtalarda oynayacak düzeyde adam çıkmadığı anlaşılıyor.4. 1915’te Türkiye’nin toplam nüfusu zaten 15 milyon civarındadır. Bunun içinde 2 milyon ermeni nüfus olmaz. Kaldı ki, bu konudaki en baba kaynaklardan olan Pabuçyan-Kevorkyan’ın ‘les armeniens dans l’empire ottoman a la veille du genocide’ de bile, toplam nüfus 1,5 milyonun biraz üstünde verilmiştir. Tabii hepsini kestiniz diyorsanız, o ayrı. Şu anki diaspora ermenileri için de, son hayatta kalan tek aileden bu hale geldiler diyelim istersiniz. Ayrıca çok sayıda ermeni islam’a convert ederek, ettirilerek hayatta kalmış, onların çocukları da kendilerini türk sayarak hayata devam etmiştir.5. Evet, bu rakamlar abartılı. Buna mukabil 500 binin üzerinde insan öldüğü doğrudur. Eğer sistemli ve programlı bir kıyım olsaydı, bu sayı bu kadar yüksek olmazdı ve ayrıca o vakit, sorumluluğu siyasi iktidarla sınırlandırabilirdik. Bu yüzden 1915’te yaşananlar bir soykırım değil bir kırımdır ve aslında belki de daha acıdır. O yüzden kazık gibi içimize oturmuş ve türklerde ciddi bir travmaya yol açmıştır. Bu cinayetlerin işleyicileri, esas olarak devlet görevlileri değil, bizim dedelerimiz, yani bizim halkımızdır. Bu durum tabii ki ittihat-terakki’yi sorumluluktan kurtarmaz. Ama soykırım tanımının dışında kalır. Bu tabiri dayatan ermeniler ise, esas olarak siyasi saiklerle hareket etmektedir. Zira millet olarak böylesi bir soykırım yapıştırıcısına ihtiyaç duymaktadırlar.6. Bu işlerin çözümü de, alıntı yaptığınız abinin yazısındaki gibi panel manel düzenleyerek bulunamaz. Başlangıç için ağlama geceleri tertip etmek düşünülebilir.7. Gelelim bizim cepheye. Türklerin ota, taşa sürtünmek suretiyle de taharet ettikleri doğrudur. Fakat kuru temizleme yapan ermenilere kıyasla daha temiz oldukları su götürmez. Ayrıca eski türk evlerinde tuvalet bulunmaması gayet sağlıklı bir geleneğe işaret eder. Zira pis şeyler evin içinde yapılmaz. Türklerin en önemli eksiği, büyük tuvalet sonrası ellerini sabunla yıkamakla yetinmeleridir. Halbuki kesinlikle dezenfektan jeller veya solüsyonlar kullanılmalıdır.8. Ben hiç solcu olmadım kardeşlerim. Kendimi bildim bileli karşı-devrimciyim. Devrimler insanlık tarihinin yüz karasıdır ve gelen gideni aratır. Devletin ayar vermediği insanlar tabii ki var. Kim? Tabii ki devlete ayar verenler. Biz de üstümüze düşeni yapmaya çalışıyoruz. Kimileri de bunu ‘üstümüze düşeni altımıza almaya çalışıyoruz’ diye yorumluyor. Siyasi iktidar derdimiz olsaydı, bu durumda ve rahat olamazdık zaten. Avantajlar bulundurmak içindir; kullanmak için diil.9. Saudade ise kelebek kolleksiyonu yapıyormuş; beni odasına davet ediyor. Umarım diğer arkadaşta da olduğu gibi mart ayıyla sınırlı bir kızışma halidir.10. Sol yayınlarını kerteriz alan bi insan, ancak kerizdir. Zaten tercümeleri de gayet b..tandır.11. Zincirin en zayıf halkasından kopacağını varsayan leninci ideoloji, malum teoriyi kendine mihenk taşı almıştır. Bir kısım resmi troçkistler (4th. Int.) de aynı yolun yolcusudur. Marks ve marksizm ayrı ayrı şeylerdir. ‘Ne Tanrı ne Efendi’dir.12. Şehrin haline terasımdan bakınca, zaten kendime İstanbulluyum demeye utanıyorum. Bizim ailenin bi tarafı Doğu Romalı, diğer tarafı Turanlı. Fakat simatem hanım mahalleli ağzını açınca, kendisinin İstanbul’un içinden olduğu hemen anlaşılıyor.
çatışmaya başlıyorsun, ufaktan topukları yağlama girişimleri… çözüm olmadığına işaret etmekle başlayıp herbir probleme -kendince- çözümler üretmeye başlamışsın bile… madde madde sıralamayacağım elbet, -malı -meli cümleleri okumak yeterli. bunlar tarif, analiz ve ifade etmekten de ileri giderek çözüm önerileri sunmak değilde nedir?
senin gibi olmayan, senin gibi düşünmeyen, senin gibi davranmayan, senin gibi vs. vs. olmayan insanlara -kendince- hakaret ederek -güya- bir iktidar savaşından galip geldiğini sanarak, bulutların üzerinde dolaşmaktan, varolan gerçeğin yüzüne vurması ile topuklarını yağlayıp kaçmaktan ibaretsin. ister doğu romalı, ister turanlı, isterse istanbulun ta içinden ol, insanlığa bir katkın olmadıktan sonra, ne tarif etmenin, ne analiz etmenin, ne de ifade etmenin hiçbir kıymeti harbiyesi yok.
kendini -biz diyerek- bir gruba dahil etmek… sahi siz kimsiniz? nefret ettiğim bir yakıştırma ama, siz topluiğnenin ucunda kaç melek olduğunu tarif, analiz ve ifade eden güruh musunuz?
*beybi beyin ısrarla vurguladığı, ‘teknik olarak soykırım diyemeyiz’ cümlesi, bana sanki dışişleri bakanlığının resmi sitesinden alıntılanmış gibi geliyor. maksat, soykırım suçlaması ve sonuçlarına maruz kalmamak. devlete ayar verengillerden olmanın bir gereğidir bu tutum, yadırganmamalıdır.*bişi diil, bi şey, geliyo, gidiyo falan gibi kelimeleri çok özel alanlarda kullanma konusunda (tadında olursa) beybi ile hemfikirim. fekat, neden ‘ıstırap’ diyemeyiz, onu anlayamadım. bi de, ‘kolleksiyon’ demesine uyanamadım. halbuki bir önceki ahkamımda doğrusunu cümle içinde kullanmıştım.*sevgili saud, ben beybi ile maç yapmıyorum. hele hele bir takım içinde asla ve kat’a yeralmıyorum. ‘kahraman beybi beş kişiye karşı’ filminde co-star olmayı da, beybi’yi kahramanlık mertebesine yükseltmeyi de içime sindiremem.*beybibeykardeşim, kediler yılda iki kez çiftleşir. sadece mart ayında değil yani. hani ‘hâlk’ arasında yaygın bazı yanlış inanışlara kanıp, terso bir pozisyona düşme diye söylüyorum.*siyahın matemi’ne, kaliteli tohum arayışında olduğunu söyleyerek ne demek istiyorsun? biliyorsun ki, insanların kızışma dönemi yoktur, yılın her döneminde çiftleşebilir, yani bunu sadece döllemek/döllenmek için değil, zevk için de yapar.
bana incineceğim birşey dememişsin ki.Ama sayende Trotsky’i ve yasasını öğrenmiş oldum. Ben aslında ispatlamanı bekliyordum. Verdiğim linki okuduysan eşitsizlik yasası lafını ilk Marx etmişti diye anlatıyor.Thierry Henry deyince hep Taffarelin çıkarttığı, alafranga tuvalette oturur pozisyonda attığı kafa şutunu hatırlıyorum. Sanırım sende tipim diyerek aynı şekilde bir çağrışımdan bahsediyorsun.
Zeka seviyenizi uygun şekilde ve tane tane açıklamaya çalışacağım.1) Aleyhinizde kullanmak üzere malzeme aramadım. Büyük bir iyiniyetle belki doğru dürüst birşey yazmıştır diye düşündüm ve hayal kırıklığına uğradım .2) Azgın dönemde olmam nedeniyle mi yoksa düşüncelerim nedeniyle mi varoluşumun kalitesiz olduğu sonucuna vardığınızı anlamadığımdan konuyu ikiye ayırarak yorum yapayım. Cinsel sağlık belirtileri göstermenin varoluşu kalitesiz kılacağına inanmıyorum. Düşüncelerimi beğenmemenizse beni ancak mutlu eder.3) Hiçkimsenin doğru olarak saptadığı gibi azgınlığımın üreme çabasıyla ilgisi olmayıp sadece hormonal bir artışa dayanmaktadır. İsterseniz yeterince öne çıkartılan cinsel güdülerimi bir tarafa bırakıp artık asıl tartışılması gerekenlere hakettikleri ilgiyi gösterelim.4) Ayıp olan şey halktan kopuk yaşadığınız izlenimini gözümüze sokmaya çalışmanızdır. Gerçekten buna inanıyorsanız burada insanlara birşeyler anlatmak için neden ıkındığınızı merak ediyorum. Ben şahsen sabahları ekmek alırken mahalle bakkalıyla öpüşüp selamlaştığınıza inanmaktayım.5) Burada sözedilen manyel ve abaza kelimeleri bi, diil, anbar, yalnış kelimelerinden farklı olarak artık (bi ve diil konuşulan şekliyle yazılmış anbar ve yalnış ise hatalı yazılmıştır) dilde bu haliyle kullanıldıklarından sözcük değişmiştir. Genellikte briçte eli belli etmek anlamına gelen manyer sözcüğü özellikle satrançta rakibi rahatsız edici ve yanıltıcı her türlü davranışta kullanılır (iyi vaziyete geçince öksürmek manyel, taş fedası yaptığında kek rakibin alması ve kaybetmesi için hassiiiktiiiir mimiği yapmak ters manyeldir ) Googleda manyel olarak aratın pek çok örnek bulacaksınız. Yine Ekşide de manyel olarak anlatılmış. Abaza için de aynı. Abazanım diyen insana ben hiç rastlamadım yıllardır. Sözünü ettiğiniz kafkas ırkı ise Abhazalardır ve konuyla hiç ilgisi yoktur. Direk kelimesinde haklısınız yanlış yazmışım. Ancak kullandığınız klasifiye etmek kelimesini nerenize sokacağınızı da merak etmekteyim.6) Ay şimdi gelelim en keyifli yere satranç oynamak nentetik yetenek gerektirir. Sentetik dediniz gibi geldi. Sentez yapmak anlamında kullanacak kadar zır cahil olmadığınıza inandığımdan kendinizi bilgisayar sandığınız sonucuna vardım. Silikon vadisinin gülü baby700 beyciğim tabi ki oyun sırasında analiz yaparız. Yoksa hangi hamleyi oynayacağınıza karar veremezsiniz. Oyun sonrasında yapılan analizden farklı olarak oyun içinde de görebildiğiniz kadar kendinizin veya rakibinizin hamlelerini analiz edersiniz. Sizin gibi analitik zekaya sahip olmayan vasat beyinler ne ederler bilemeyeceğim. Tabiki göt kesmek, pompalamak, zımbalamak gibi tabirler kullanılır. Dünya tahtalarında oynayan, dünya çapında psikopat, yüksek ego, düşük karakter arkadaşınıza da sorun size aynını söyleyecektir. Üstelik Dernek Türkiyenin en eski satranç derneğidir oradan dünya tahtalarında oynayan insanlar çıkmıştır ve çıkmaya da devam edecektir. Dernekteki çişini tutamayan amcalar bile sizi alır duvardan duvara vurur. Haddinizi bilin bir kez daha recaa ederim7) Duyarlı Türk aydını kıvamından transpoze olup Türk kızı suna varyantına girdiğiniz için artık iyice demogoji yapmaktasınız. Söylediklerimi ne Türkler ne de Ermeniler beğenmiyor, demek ki doğru yoldayım diyerek kendinizi rahatlıkla avutabilirsiniz. Sizinle kurbanlık koyun pazarlığına girecek değilim. Tehcirden kurtulan ermeni sayısı 200 bin civarında. Nüfus 1,5 milyon olsa bile 1 milyonun üstünde insan ölmüş bazı kaynaklara göre ( sözgelimi Tessa Hofmannn 1,4 milyon olduğunu ileri sürüyor) . Benim kişisel görüşüm rakamın 1 milyonun altında ve ona yakın olduğu. Bu sayının sağlıklı olarak saptanmasının mümkün olmadığını da düşünmekteyim. Ama kabul edeceğimiz ve tanımlayabileceğimiz şeyler var. Sizden farklı olarak çözümleyebileceğimiz ve kesinlikle çözmemiz gereken konular olduğunu da düşünüyorum.8) Soykırım planlı yapılmıştır. 1915de olanlar soykırımın nerdeyse tanımıyla eşittir. Yine Adolf Hitler’in Polonya saldırısı öncesi generalleriyle yaptığı toplantıda ;”… bugün Ermenilerin kökünün kazındığından sözeden kimse var mı”; dediği ileri sürülür. Sizin sözünü ettiğiniz gibi Halep sürgünün son varış noktası da değilmiş. Buraya varan tifo ve dizanteriden ölen insanların herhalde şanslı olduğunu düşünen Talat Paşanın eylül 1915 de Halep valiliğine burdaki Ermenilerin de öldürülmesi için telgraf çekmesi ve buna uymayan memurları görevden almakla tehdit etmesi kökü kazıma eyleminin ne kadar ciddi olduğunun göstergesi. Başlangıçta 15 yaşın altındaki çocukları öldürmeme kararı alan İ.T. bu kararı 7 yaş olarak değiştiriyor ve sadece Bitlis’te 1000 küçük çocuk şehir dışında yakılarak öldürülüyor. Daha sonra yaş sınırı 5 e çekiliyor ve bu yaşın altındaki çocukların Türkleştirilmesi için yetimhaneler açılıyor. Ancak buralarda da çocuklar aç bırakılarak öldürülüyorlar. Halep yakınlarındaki Deir es-zor ve Meskene kamplarında sadece 15.000 Ermeni kalıyor. Halepten çöl kamplarına giden 350 bin dolayındaki insan hükümetin Ras-ul Ain, intilli ve Deir es_Zor katliamlarında öldürülüyor (Taşeron olarak arap kabileler kullanılıyor) Böylece Anadolu içlerinde başlayan soykırım Suriye çöllerinde sona eriyor. Siz bunlar plansız programsız doğaçlama yapıldı diyorsanız bana sizi yetenekli bir ırka mensup olduğunuz için tebrik etmekten başka söyleyecek söz kalmıyor.9) Bu tabiri dayatan Bir yarı Ermeni olarak siyasi bir saikle hareket ettiğimi belirtmek isterim. Kabul bir başlangıç. Millet olarak bir yapıştırıcıya ihtiyaç duymasam da azınlık vakıflarının mülk edinmesi ve mevcut mülklerinin onarılması hakkının tanınması, ırksal kökenim nedeniyle ayrıma tabi tutulmamam, Ruhban yetiştiren okullarımın üstündeki baskının kaldırılması, azınlık okullarında ırksal kökeni ne olursa olsun dileyen Türk vatandaşının eğitim alabilmesi gibi isteklerim var.10) Ortalama bir zekaya sahip her insanın anlayacağı gibi alıntı yaptığım emekli büyükelçi abinin çözüm önerisine ( Dans gösterileri, mutfak benzerliğinin öne çıkarılması, valla billa bi daha yapmayacağız denmesi vb.) götümle gülmekteyim. Sizin ağlama geceleri tertip öneriniz için kullanacağım başkaca bir organım olmadığından da götüme fazla mesai yaptırıyorum mecburen.11) Sıçtıktan sonra kullanacağınız dezenfektanı vicdanınızda da kullanmanızı öneriririm.
suna vidinli
Siyahlı kızımızın acılarına ve matemine saygımız var tabii. Ayrıca kendisi, ‘siz’ zamirine geçerek beni utandırmıştır. Bir zamanlar bu konuda bir ahkam kesmiştim; fekat zamanla bozularak ‘sen’e geçtim.Şu andan itibaren tekrar titreyip size dönüyorum.Site sakinlerinden ricam, ‘siz’ kullanmasalar bile en azından g.. diye veya döt diye yazmalarıdır. Bu hem hukuki hem ahlaki açıdan önemlidir.Cinsel sağlık ve kaliteli tohum arayışı çelişkili değildir. Kalitesizlik tabii ki düşüncelerde. Buna mukabil kadın kişi, kaliteli tohum arayışını erkeğin düşüncelerine göre belirlemez; durumuna göre belirler. Yani para, fizik (hastalıklara dayanıklılık) ve çeşitlilik (kendisinde bulunmayan mukavemet kodları). Simatem örneğinde (ve başka örneklerde) sağlıksız ve tehditlere açık olan iki temel nokta vardır:1. Dışavurumculuk2. Kendini ciddiye almaVaroluşumuz yerine kendimizi ciddiye alırsak, elastikiyetimizi ve direncimizi kaybederiz kardeşlerim.Mesela insanlık onurunun işkenceyi yendiği görülmüş müdür? Hayır. Sadece tehditleri boşa çıkarmak ve işkencecinin bundan bir fayda sağlamasının veya zevk almasının önüne geçmek işe yarayabilir. Kafka’nın ‘Ceza Sömürgesi’ni hatırlayalım.Benim insanlara bişeyler anlatmak gibi bi derdim veya kendimi sergilemek gibi bi niyetim olamaz. Bu, düşük bir haldir. Önemli olan durumları yazarak tarif edebilmektir.Türkçede yanlış kullanılan kelime ve ifadeleri ‘bu artık böyle söyleniyor’ diye doğru kabul edemeyiz. Bunun böyle olması, yani yerleşik bir yanlış kabul edilebilmesi, yani galat-ı meşhur haline gelmesi için, aradan epey zaman geçmesi gerekir.Simatem’in yanlışları savunmaya kalkması anlamsızdır; zira bunlar en fazla son 15-20 senenin tv, basın, yanlış çeviri kaynaklı kepazeliklerdir. Mesela güzide basınımızda her gün ‘sokakta infaz’, ‘çifte infaz’, ‘kanlı infaz’ başlıkları yer almaktadır. Halbuki infazın ölmekle, öldürmekle, cinayetle en ufak bir ilgisi yoktur. Hukuki anlamda ‘yerine getirme’ demektir. Ama latin dillerinde bu kelimenin karşılığı olan ‘execution’ kelimesi, aynı zamanda cinayet, katl anlamına da geldiği için, bizde de bu yanlış kullanım aldı yürüdü.Buna mukabil türkçe gırtlağına ters düştüğü için artık pantalon yerine ‘pantolon’ dememiz galat-ı meşhur sayılabilir. Ama manyer için böyle bir durum söz konusu değil. Ya da geçen başka bir yerde yazdığım gibi ‘anti-parantez’ diyemeyiz.Abaza-abazan için de aynı durum vardır. Kafkasya’daki vaziyetin adı Abhazya’dır ama halkı abazalardır. Diğer türlü mesela Atlas’ın son sayısının, simatem ve benzerlerini anlatıyor diye yok satması gerekirdi.Sentetik deyince boya veya t-shirt veya doğal olmayan gibi şeyler anlaşılması doğal değildir. Analiz-sentez olduğu gibi bunların sıfatları analitik-sentetik de vardır. Satranç oynarken analiz değil ancak hesap yapılabilir. Simatem hanım satrançla, yazışmalı satrancı karıştırmışlar. Bu arada tek türk büyükusta olan Suat Atalık’a b.. atmayı da ihmal etmemişler. Bütün o dernek oyuncularını, aynı anda, simültane, hatta körleme yenebilecek durumda olan bir insana psikopat ve karaktersiz demek gayet anlaşılır bir şey. Hele hele yarı-türkseniz.Bu ermeni katliamı konusunda atıp tutmak kolaydır. Bana mesela şu Talat Paşa’nın yolladığı iddia edilen ‘öldürün’ telgrafını gösterebilir misiniz? Yine bazı kitapları veya siteleri karıştırıp, oralardan alıntılar gazlamışsınız. Oysa benim dediğim şeyler, tamamen benimle ‘müşahhas’tır. Farkımız burada.Buradaki mesele şudur güzel kardeşim. Siyasi saiklerle yola çıkan hiçbir beyin, gerçeğe giden yolda seyredemez. Eğer bir inancınız varsa veya bir ideoloji ve bakış açısı tarafından körükleniyorsanız, tarihle ilgili konularda ancak tutum alabilirsiniz. Sizin durumunuz da böyle. O yüzden aldığınız tutumun sağladığı psiko-sosyal rahatlık içerisinde devam ediniz.Fazla mesai konusunda da kendinize bu kadar acımasız davranmayın lütfen. Bir tarzınız ve uzmanlığınız olmasa da, belli bi birikiminiz, belli bir sosyal çevreniz, derneğiniz, gündelik tutum alışlarınız ve sizi umutla bekleyen muhtemel-müstakbel partner’larınız var.
Eğer petrusları fazla kaçırmamış olsaydınız ilk andan itibaren siz zamirini kullandığım dikkatinizden kaçmazdı. Bu konuda son derece hassas olduğum için küfrederken bile götünüze koyayım sayın baby700 demeyi tercih ederim ki cinsel hayatıma gösterdiğiniz gereksiz ilgi devam ederse korkarım ki demek zorunda da kalacağım. Abaza tavşan gibi sağa sola saldırıyorumdan abaza olduğum sonucuna varmak için ne tür bir salak olmak gerekir. Aynı cümlede sizin burda yaptığınız faaliyetlerin mastürbasyon olduğunu söylememe rağmen burayı pas geçip inatla ve ısrarla “kadın abaza tohum arıyor, partner bulalım” şeklinde pazarcı muhabbetine sarmanızdan ne tür bir site durucusu çıkarıp koyucusu olduğunuz anlaşılıyor. Ama asıl hıyarlık bendeki Ermeni soykırımı gibi inceleme gerektiren bir konuyu sizin gibi bir kabzımalla tartışıyorum. Son derece hatalıyım. Özür dilerim. Ancak şunu da belirtmeden geçemeyeceğim simatem hanım kardeşiniz hiç bir boku birbirine karıştırmaz. En komplike yapıları bile özenle bileşenlerine ayırıp sonra eskisiden farklı binlerce değişik biçimde oluşturacak yetenek ve zekaya sahiptir
Cinsel hayatınız tabii ki kimseyi ilgilendirmez. Ama durduk yerde ‘…ne de olsa gerçek seksin yerini asla tutmuyor diye kendimi avutup mastürbasyonu reddediyor, abaza tavşan gibi sağa sola saldırıyorum’ diye yazan sizdiniz. Ayrıca ‘partner bulalım’ gibi bi muhabbete zaten giremem; veballi işler bunlar.Yetenek ve zekanızı bu denli ciddiye almanız da, beni açıkçası kuşkulandırıyor. En komplike yapıları özenle bileşenlerine ayırdıktan sonra, eskisinden farklı binlerce değişik biçim oluşturabilmenin neresinde bir maharet var anlamadım. Zeka ve yetenek gerektiren şey, olsa olsa onları tekrar eski haline sokabilmektir.Galiz küfür noktasına kadar gerilemiş olmanız da, bence artık oyunu terk etmeniz gerektiğine işaret ediyor.
Tamamiyle kötü bir niyetle bindim baby700 trenine. Seksist yaklaşımlar, çözümsüz vızıldanışlar uzmanı bu yeteneğin ölümünden sonra değil, yaşarken kıymetinin bilinmesine katkım olsun istedim. Gerçekten de nadide bir ahlak anlayışınız var.”…Endazesini kaybetmiş, bonus ve amortiyle keyiflenen, etrafındakileri kazıklayarak sebeplenen ve yere tükürerek özgüven tazeleyen insanlar, acıya mukavemet edemeyeceklerini bildikleri için böyledir. Korkmaktadırlar. Suçluluk duygusu diye bir şeyin varolmadığını, ancak g.. korkusu diye bir şeyin varolduğunu sezmektedirlersıra ciddi bir-iki şey karalamaya gelince de, ya alıntı yaparak ya da ‘dünyanın bütün kızları sana vermek için kuyrukta’ gibi zeka fışkıran cümleler kurarak hayata devam eden insanlar oluruz.Buna mukabil kadın kişi, kaliteli tohum arayışını erkeğin düşüncelerine göre belirlemez; durumuna göre belirler. Yani para, fizik (hastalıklara dayanıklılık) ve çeşitlilikÇözüm öneren veya bu iddiayla ortaya çıkan herkes, sadece tek bir şeyin peşinde demektir: İktidar. Ve bu mesele de, daha önce de bir vesileyle değindiğim gibi, erkeğin ancak şeyiyle sınırlı olması gereken bir haldir. Kadınların ise zaten böyle bi problemi yoktur; zira uzun vadeli ve stratejik planlama onların kontrolündedir.Tedavi: En sevdiğim bölüme geldik. Kızım, öyle eşofmanı ayağına geçirip, kulaklıkları takıp, sahile inme halleri nedir allahaşkına? Bu halde ancak köşedeki pis yağlı börekçinin veya geçidin altındaki tablacının ilgisini çekersin. Süslen, püslen, bi bara git; at birisini eve, rahatla (gece zinhar sende kalmasın ama, yolla).Size de gayet kıymetli ve nevi şahsına münhasır bu düşüncelerden biraz damlatıyorum arada. Bunlardan sebeplenip, ekinazya almış misali immün sisteminizi güçlendireceğinize; şimdiye kadar edindiğiniz yetersiz birikim ve uyuz psikolojiyle varoluş sürdürmeye çalışıyorsunuz.Bir tek cümle yoktur ki, dönüp baby700’e girsin; zira daha yazarken bütün kelimelerle hesaplaşılmıştır.simatem’in yaptığı gibi, aleyhimde kullanılacak malzeme bulmak umuduyla baby700 treninin vagonlarını dolaşmak beyhude bir çabadır. Gerçi kendisi de yine kendi ifadesiyle, azmış ve kızışmış bir döneminde bulunduğu ve doğal olarak kalitesiz varoluşunu sürdürebilmek amacıyla, kaliteli tohum arayışına girdiği için, sörç yapmasını anlayışla karşılıyorum.Fakat simatem hanım mahalleli ağzını açınca, kendisinin İstanbul’un içinden olduğu hemen anlaşılıyor.Diğer türlü mesela Atlas’ın son sayısının, simatem ve benzerlerini anlatıyor diye yok satması gerekirdi.Fazla mesai konusunda da kendinize bu kadar acımasız davranmayın lütfen. Bir tarzınız ve uzmanlığınız olmasa da, belli bi birikiminiz, belli bir sosyal çevreniz, derneğiniz, gündelik tutum alışlarınız ve sizi umutla bekleyen muhtemel-müstakbel partner’larınız var.Konunun bir noktasından dalıp laf edenler -her defasında söylediğim gibi- ancak pozisyon (misyoner) almakla yetinen kılıf (vajina) beyinli sıradan mahlukattır.Bu 80 yılın fırlatma şovmenlerine ciddi bi şey yazmak yazıktır. Bu tipler cumhuriyet ve türkiye konusunda herhangi bi şey düşünmeye, araştırmaya, ifade etmeye muktedir diildir. Yapabildikleri tek şey pozisyon almaktır; yani misyoner pozisyonu. Ama belli ki artık müşteri çıkmamaktadır…”Terk zamanını takdir edersiniz ki terkedecek kişi belirler. Hem tahtada daha çok taş var. Sadece bir alet fazlasınız ama sizin vezirin gidecek yeri yok gibi. Olsaydı böyle ciyaklayarak içlenmezdiz.Size bütün içtenliğimle beğendiğim bir paragrafınızla iyi sabahlar dilerim”…Ben de size ‘siz kokladınız biz topladık’ diyeceğim, ‘böyle başa böyle tarak’ diyeceğim, ‘rüzgar eken fırtına biçer’ diyeceğim, ‘güle güle göl olur’ ve hatta ‘ne şam’ın şekeri ne arabın zekeri’ diyeceğim….”
Einstein yahudi mi değil mi? Ya peki büyük sanatçılar? (Besteciler, yorumcular, ressam, yazar ve şairler?)Naziler her zaman yahudilerden bilim adamı sanatçı gibi şeylerin çıkmadığını ve bunun mümkün olamayacağını savunurlar? Bu “Elma tuzlu bir sebzedir.” demekle aynı şey mi?Einstein yahudi değil mi mesela? Beyni saklanan tek bilimadamı kanımca…(Olmayabilir de, saldırmayın.)Durum budur, Yahudi dahilerinden bildiklerinizi sıralayınız rica ederim.
bu arşivlerileri oturup yazmadıkyabir belge dahaonların bizlere yaptıkları vaptıkları vahşetsoykırım mı?tehcir mi?birde bu albümler var.ben bir ermeni soykırımı olduğuna inanmıyorum.müslüman osmanlı bunu hiçbir zaman yapmaz.kaç asır hep hoşgörü göstermiş bir devlete atfedilen bu soykırım iddasına inanmıyorum.ne vahim bir tezat.ben görmedim o devri yani aynel yakin bilmiyorum.ama okuduklarım dinlediklerim ve düşündüklerimle yani ilmel yakin inanmıyorum.
birkaç ahkam önce Konuşma dilindeki bazı ifadeleri, özellikle elektronik ortamda yazıp çizerken, bilinçli bir şekilde bozuşturmaya uğratabiliriz. diyen, hemen sonra da Türkçede yanlış kullanılan kelime ve ifadeleri ‘bu artık böyle söyleniyor’ diye doğru kabul edemeyiz. diyen bir zatın tutarsızlığını nasıl hoş görebiliriz?
– ucuz bir demogog,
– balık hafızasına sahip bir kişi
Tükçe ne zamandan beri sizin emrinize amade, ne zamandan beri sizin istediğiniz anda eğilip bükülebiliyor?
Anlamadigim seyler o kadar cok ki. Ornegin okumus ve etmis kesmin kendine olan guveninin kaynagi anlayamiyorum. Acaba hep ayni kitaplarin degisik versiyonlarini okuduklari icin celige verilen su misali dogrulari iyice katilasiyor mu diye dusunuyorum. Acaba suphecilik entel duruslarin neresine dusuyor diye meraklar icindeyim.Ayrica bariz eksiklikler ve yetersizliklerini bile bile israrla kendi dogrusunu savunan kisilere ne sifat verecegim konusunda da kafam karisik. Bu arkadaslari muhendislik terminolojiyle gurultu deyip gecmek lazim sanirim. Yani ne ota, ne seye konan tipten, akmaz ve kokmaz, yanmaz ve yikilmaz tekamulu cabucak durmus sabit fikir insanlari.Ayrica buradan Baby700 beyi heyecanla takip ettigimi ve yazilarindan gayet buyuk meblaglarda yararlandigimi soylemek istiyorum. Kendisine tesekkur ederim.Ozellikle en son bahsettigi meselesi olma olgusu cok guzeldi. Kendisinin en az kelimeyle, en kisa yoldan mesajini verme gibi bir amaci da var. Dusunuyorum da bu meselesi olan kisiler olmasaydi yani takintili adamlar olmasaydi, insanlar yaprak misali, yelkovan misali bir seyin pesinde kosup dursalardi acaba medeniyet diyerek bugun keyfini surdurumuz konforlari saglayabilirmiydik.Ornegin orta cagda kilisenin baskisina ragmen inatla anatomi deneyleri yapan, tepelerindeki hem askeri, hem ekonomik, hem idari guce ragmen inatla insanlarin esitligini yazmaya calisan V. Hugo misali adamlarin meseleleri olmasaydi bugun nelerimiz eksik olurdu diye dusunuyorum.Meselesi olan adamlara tesekkur etmeliyiz. Polatli’da devlet memuru olan Hasan Ali Toptas’a yazdigi romanlar icin, evini basan polislere ragmen meselesine devam ettigi icin tesekkur etmek lazim.Meselesi olan adamlara son ornek olarak Adaptation (Ters Yuz) filmindeki orkide avcisi kisiyi gostermek isterim. Olura seyretmissinizdir. O da enterasan bir abiydi. Tribi yoktu meselesi vardi. gercekten.
Buradaki tartışmaların güzel noktası, şartlandırmayla beynimize nakşedilmiş; “Bir taşındırtma vakasıdır”, “Sadece yolculuğa kalbi dayanmamış yaşlılar öldü” gibi zırvalıklara inanmadığımız konusunda hemfikir olunması.Vicdan muhasebesinin, meselenin dile getirilmesinin yararına inanmayan insanlar, belki yararın ne olabileceğini bu yazıdan çıkartabilir.Genel kabulu değiştirmek bence en büyük eylemdir.
fil’e:* beybi yazdıklarını okuduktan sonra muhtemelen şöyle demiştir: beni bir tek sen anladın evladım fil, ama yanlış anladın!bence bu kadar utangaç olma fil. her ne kadar sana göre beybi en az kelimeyle, en kısa yoldan mesajını verme gibi bir amaca (?) sahip olsa da, bu yazdıklarından sonra sana kıyak geçip, ‘meselesi olma’ meselesini ayrıntılı olarak anlatacaktır.beybi’ye:* fil’in, meselesi olan insanlarla ilgili verdiği örnekleri okuduktan sonra miden ayağa kalkmadı mı beybi? hadi beybiii, lütfen!siyahın matemi’ne:* beybi’yi ciddiye aldığını, bu nedenin sonucu olarak da sinirlendiğini, üzüldüğünü, yani zaafiyete düştüğünü görüyorum. şu var ki, ciddiye almakla yapıp ettiklerini, beybi’yi üzüyorsun. tabii böylelikle,amacına da ulaşıyorsun. garip bi paradoks yahu!
Kendinize olan sarsilmaz guveniniz gozlerimi kamastirdi sayin strateji uzmanim.
yedi hamle mi? tahta dışına mı çıkaracaksın beni fil? nerene şah mat çektirmek istiyorsun kuzum?
sevgili hickimse, yedi hamle sozuyle yaptiginiz derin ama kiymeti kendinden ve yazanindan menkul blog analizini alkisliyordum. lutfen sebepsiz alinganlik gostermeyiniz.
beni alkışlamayın. alkışın kaç kalorisi var? ben o satırları yazarken gülüyordum, hala gülüyorum, alınganlık dediğin buysa….efendim, bendeniz burada kendimi yormaktan, kıymetli enerjimi sular seller gibi harcamaktan azami derecede imtina ederim, zaten yazdıklarımı okursanız belki anlarsınız, uzun uzun yazmayı sevmem, hem yararı yoktur, hem de sıkılırım. otun bokun ne olduğunu ne diye anlatayım size, bana ne sizden? zahmet edip kıçınızı kaldırın, okuyun, dinleyin öğrenin, ama onun bir bedeli vardır, alkış için kimse bitini bile vermez. haa, verse iyi olurdu tabii. mesela kitapı neden parayla satarlar? biz iktidara geldiğimizde kitap parasız olacak, sinema parasız olacak, (tiyatroları kapattıracam, öyle osuruktan şeylere gerek yok) falan filan.güzel kardeşim, beybi kardeşimi hem gözünü, hemi de idrak kanallarını iyice bir açarak oku. yahu senin verdiğin örnekler şeyinde mı onun? hem zaten bişey anlatmayan, kendi ifadesiyle de zaten “bişey anlatma derdi olmayan” bir zamirden…neyse, burada kesiyorum. beybi kıs kıs gülüyordur şimdi. ha bu arada, bak ilk kez bu kadar uzun yazıyorum, sen hoş bi çocuksun çünkü, hani şu utangaç, terbiyeli tavrın, bana bişey öğretenin kırk yıl sendikasız, sigortasız kölesi olurum tavrın filan var ya…insanda bir nevi sarıp sarmalama hissiyatı doğuruyor. hımmm….evet sırf bu yüzden beybi, anlatmadıklarından bişey anlamadığını sana anlatmaz, üzmez seni. anladın di mi?
Burada keselim kardeşlerim; anlamsız şahsi itekleşmelere gerek yok.Zorlama zeka numaralarına da hiç gerek yok hiçkimse. Çiğ ve sarkastik cümleler, genellikle bazı ‘basit kompleksler’e işaret eder. Psikolojik olana taşıyabileyeceğinden daha fazla anlam yüklerseniz; ifadeye olan itinanızı yitirirsiniz. Lütfen böyle cinlikler yapmayınız. Bunlar insanı eksiltir, küçük yılanı solucanlığa doğru götürür.Herkes herhangi bir konuda bir diğerinden daha iyi, daha derin, daha zekice veya daha doğru bir şey düşünebilir. Ama bunun hakikaten öyle olup olmadığını test etmenin yegane yolu, o düşüncenin ifadesini nasıl bulduğuna bakmaktır. Ve eğer hakikaten iyi ifade edememişseniz, sadece iddiacı bir budala olarak kalırsınız.’Ve ancak dikkatli okuyanlar, beni iyi ifade edeceklerdir’. (Genesis, 156-3)
beybi, yüce rabbim seni de güldürür umarım, beni güldürdüğün gibi. o ne öyle kullarına gökdelen yüksekliğinden bakış, mahallenizin mesih’i tavrı? tamam kesiyorum hemen, tapıyorum sana!
verdiğim linklere baksaydın olayın sadece hastaların öldüğünden olmadığını delilleriyle bulacaktın.evet kafilelere saldırılar olmuş.bunu engellemek için devlet emir yollamış.yapanların cezalandırılması için.kimi hava şartlarından kimi hastalıktan.kimide saldırılardan dolayı ölmüş.devlet güvenlği sağlamaya çalışmış.şimdi bile doğuda töre cinayetlerini önleyemiyor devlet.sizin birileri canınıza kastedecek.siz bakacaksınız öylece ne ala memleket.demokraside yok osmanlıda.tabi yapanlarada haklı demiyorum.yine biz bazı şeylerden feragat etmeliydik.ölülerimizin yasını tutmalı.geceleride karımızı becermeliydik.
ama belki ileride anlarim sayin hickimse, rica ediyim benden umidi kesmeyin arada bir durtun ki uyanalim su gaflet uykumuzdan. baby’in kosturdugu zavalli atlara kist demeyen, aksine bir kosede gulup eglenirken yazdiginizi soylediginiz gaflet-savar uzun ahkamlari ve dahi sadece sizin bildiginiz o muhtesem kisraklari aramakla gececek omrumuz ve su gariban site mevcudiyetimiz. halimizi soranlara az kalsin aydinlaniyordu ama olmadi diyin.
Evet birilerinin acısı var …. nede acaba ?