2 x 2
İki kere iki dört çekilmez bir şey. İki kere iki dört, bana sorarsanız, bir küstahlıktır. İki kere iki dört, ellerini böğrüne dayayarak yolumuzu kesen, sağa sola tükürük atan bir külhanbeyin ta kendisidir. İki kere iki dördün yetkinliğine inanırım, ama en çok övülmeye değer bir şey varsa, o da iki kere ikinin beş etmesidir.
Dostoyevski
Yeraltından Notlar
Kendimi bildim bileli matematikten, sayılardan ve bana ifade ettikleri sözde katı gerçekliğin madeni soğukluğundan nefret ettim. Okul hayatım boyunca en düşük notlarımı matematik ve türevi derslerden aldım. Sayılar, her ne kadar yaşadığım evreni somut temellere oturtmak için orada olsalar da benim için soyut bir karmaşadan ibarettiler. Problemler çözdükçe daha da karmaşıklaşır, başıma bela olurlardı. Belki diğer yazılarım gibi ardı ardına sıralanmış diyaloglardan oluşmayan bu yazıyı, sırf matematikten intikam almak için yazıyorum, belki de matematik karşısındaki beceriksizliğimi örtbas etmek istiyorum.
Hayatın Matematiği: Einstein “Matematik kanunları, gerçeği yansıttıkları sürece kesin değildirler. Kesin olduklarında gerçeği yansıtmazlar.” der. Etrafınızdaki bir çok insandan şunlara benzer sözler duymuşsunuzdur; “Şiirin matematiği”, “Yemek pişirmenin matematiği”, “Sanatın matematiği”. Bu sözlerin hiçbiri gerçek hayatta karşılığını bulmaz. Gerçek hayatın matematiği şudur; “harcanan zaman kalan zamandan çoktur”, “kazanılan para harcanan paradan azdır” “kısa vadeli planlar için uzun zaman harcamak gerekir”, “çekirdek aile dört kişiden oluşur, ama asla bununla sınırlı kalmaz” yani eski bir deyişle özetlersek evdeki hesap çarşıya uymaz. Öyleyse hayatı matematiğe uydurmanın ne alemi var? Matematikten sıkılınca sığındığımız limanların başında gelen sanat dallarını matematik kalıplarına uydurmaya çalışmak şeytanca bir çabadır. Şiirin kafiyesi vardır, uyağı vardır, matematiği yoktur. Yemek pişirmeye gelince; yemeğin tadı vardır, tuzu vardır, rakamlar hiçbir yemeğe sos olamaz. Bir tavaya beş yumurta kıran biri sadece beş yumurta kırmıştır, bir matematik işlemi yapmamıştır. Yumurtaları kırdıktan sonra içlerinden birini tavadan ayırmaya çalışıp bunda muvaffak olunca; “Bakın dört yumurta kaldı, yani bundan ne anlıyoruz? Beş eksi bir eşittir dört.” diyen biri kabul ediyorum ki bir matematik işlemi yapmıştır ama aynı zamanda bu kişi salaktır.
İstatistiksel Matematik: İstatistiğin tanımını yapmak gerekirse; Geçmiş ve içinde bulunduğumuz durumu sayısal olarak analiz ederek gelecek hakkında karar vermeyi sağlayan bir bilim dalıdır. Bu bilim dalının ürettiği verilerin ne kadar sağlıksız olduğunu şimdi alt başlıklarla inceleyeceğiz. Bir de evlere şenlik “Olasılık Hesapları” var ki onlara daha sonra değineceğiz.
Gereksiz İstatistikler: Geçtiğimiz yıllarda yapılan istatistiksel bir araştırmaya göre; Hidroelektrik santrallerinde çalışan işçilerin çocukları kız oluyormuş. Yine aynı yıl yapılan başka bir araştırmaya göre; L’Oreal laboratuarlarında çalışan işçilerin çocukları erkek oluyormuş. Bu erkek çocuklardan % 98’i otuz yaşından önce Cosmopolitan’a abone oluyorlarmış ve yine aynı grubun % 72’si dergideki testleri büyük bir başarıyla çözüyormuş. Başka bir araştırmaya göreyse; Durex Prezervatif Fabrikasında çalışan işçilerin hiç çocuğu olmuyormuş. Özellikle son istatistik bize matematiksel verilerin faydasını değil, beleşçiliğin zararlarını anlatmaktadır.
Bir diğer gereksiz istatistik örneği ise, her gün sıklıkla yaptığımız eylemlerin ömrümüzün ne kadarına mal olduğunu hesaplayan araştırmalardır. Örneğin ömrümüzün iki yılının çay karıştırmakla geçtiğini ya da karşıdan karşıya geçmek için yeşil ışığın yanmasını beklerken ömrümüzün dört yılını heba ettiğimizi söyleyen bu istatistiklerin amacını bir türlü anlamış değilim. Sanki ömrümüzün her saniyesini çok önemli işlere harcıyoruz. Bundan sonra çay karıştırmayarak kazanacağınız iki yılı ne yaparak harcamayı düşünüyorsunuz? Hiç şunu söyleyen birini duydunuz mu “Çayı mı siz karıştırır mısınız? Ben dünya barışı için çalışıyorum da vakit kaybetmemem lazım.” Bu tip istatistikleri ciddiye alan bir arkadaşım trafik ışıklarında kaybedeceği dört yılı kazanmak için ışıkları beklememeye karar verdi. Bu kararı ona çok pahalıya mâl oldu, ömrünün geri kalan kırk yılını kaybetti. Bu istatistiklerin bence tek bir amacı var o da hızlı yaşamaya mahkum edildiğimiz şu modern hayatta “fast food” kültürünü yaygınlaştırmaktır. Eğer bu istatistikleri yapanlar, zamanı gerçekten bu kadar ciddiye alıyorlarsa bu araştırmalarla vakit kaybetmesinler. Kim bilir bu araştırmalar için ömürlerinin kaç yılını heba ediyorlardır.
Homojen Olmayan İstatistikler: Yapılan istatistiksel bir araştırmaya göre; her altı erkekten biri eşcinselmiş. Öyleyse, şu anda yanınızda beşten fazla erkek varsa etrafınıza dikkatlice bakın, çünkü içlerinden biri eşcinsel. (Siz de benim düşündüğümü mü düşünüyorsunuz? Ama hayır yanıldınız. O değil, onun hemen yanındaki. Evet o! Hiç de belli etmiyor değil mi?) Bu araştırma tamamıyla yanıltıcıdır, çünkü bir araya gelmiş 600 erkekten hiçbiri eşcinsel olmayabilir ama hemen yan dairenizdeki iki kişiden biri eşcinsel olabilir, üstelik ikisi de kadın gibi gözükse de. Bu da bize gösterir ki yapılan istatistikler gerçek hayata uyarlandığında hiç de homojen bir yayılış göstermezler. (Kes artık bakmayı, şüphelenecek!)
Tümevarımcı İstatistikler: Yapılan bir araştırmaya göre; New York’ta gerçekleştirilen terör olaylarından sonra Amerikan halkının % 97’si Afganistan’ın bombalanmasını istiyormuş. Bu istatistikteki yanıltıcı nokta şudur; küçük bir grubun yargısı genele mal edilmiştir. Bu soru Amerikan halkının tümüne yöneltilmemiştir. Bunun ispatı, yapılan bir diğer bölgesel araştırmadır. Eyaletler çapında yapılan bu araştırmaya göre; Texsas eyaletinde yaşayanların % 46’sı Afganistan’ın değil Meksika’nın bombalanmasını , % 32’si Leonardo Di Caprio’nun bombalanmasını, % 53’ü bombaların israf edilmeyip bunun yerine Irak halkının uçaklara bindirilip Afganistan üzerine atılmasını istemiştir. Bu istatistikte de yanıltıcı olan bir nokta vardır, o da oranların toplandığında 100’ü geçmesidir. Bu ve buna benzer istatistikler kasıtlı olarak yanıltmaya yöneliktir, istatistikler aynı zamanda siyasi propaganda aracı olarak kullanılmaktadırlar. Konumuzun özüyle alakası olmasa da geçenlerde bir başka yanıltıcı siyasi propaganda örneğine daha şahit oldum. Amerikanın Afganistan’ı bombalamaya başladığı gün CNN haber kanalında sık sık şu ibareyi gördüm: “Afganistan bombalanıyor. Şehirlerde elektrikler kesildi.” Elektriklerin kesildiği o kadar sık vurgulandı ki bunun olayı daha hafif göstermek için kasıtlı olarak yapıldığını anladım. “Afganistan bombalanıyor. Suçlularla beraber masum sivil halk da ölüyor” demek yerine “Afganistan bombalanıyor. Elektrikler kesildi” demek, “Savaş” yerine “Operasyon” kelimesini kullanmak sadece dünya kamuoyunun desteğini almak için yapılan kasıtlı propaganda oyunlarıdır. Yakında CNN’de şöyle bir ibare görürseniz şaşırmayın: “Afganistan bombalanıyor. Afgan halkı geçici bir süre İnternet’e giremeyecek!”
Paradoks İstatistikler: Bu başlığa en iyi örnek yine istatistiklerle ilgili yapılan bir istatistiktir. Say Bakalım adlı araştırma grubunun yaptığı bir araştırmaya göre; Türk halkının % 78’ine göre; yapılan istatistik araştırmalar inandırıcı değildir. Ya bu da değilse? Yine yurtdışından aldığımız bir başka örneğe göre, Giritli yalancı, Giritlilerin % 100’ünün yalancı olduğunu söylediğinde yalan söylemişse yalan söylememiş, yalan söylememişse yalan söylemiş olur. Bu durumda yapılacak en sağlıklı şey, Giritli yalancıyı hiç kâle almamaktır.
Olasılık Hesapları: Einstein “Tanrı, zar atmaz” derken ne anlatmak istiyordu? Olasılık Hesapları modern bilimle hurafenin buluştuğu bir başka deyişle matematikçiyle falcıyı ya da kumarbazla bilim adamını aynı kefeye koyan yegane yöntemdir. Bir şeyin olma ihtimali milyarda bir bile olsa bu onun olamayacağı anlamına gelmez. Bunu doğru olarak kabul edersek olasılık hesapları nerede kullanılır, ne işe yarar? Buna bir fıkrayla cevap vermek istiyorum:
Nazi kampından kaçan iki Yahudi bir mevzide saklanmış kendilerine doğru yaklaşan SS subaylarını endişeyle izlemektedirler. Yahudi’nin biri diğerine “Şimdi ne olacak?” diye sormuş. Diğeri şöyle cevap vermiş: “İki olasılık var. Ya bizi yakalayacaklar ya da yakalayamayacaklar. Eğer yakalayamazlarsa iyi, ama yakalarlarsa yine iki olasılık var; ya bizi öldürürler ya da kampa geri gönderirler. Eğer kampa gönderirlerse iyi, ama öldürürlerse yine iki olasılık var; ya hemen öldürürler ya da ham madde olmak üzere fabrikalara gönderirler. Eğer hemen öldürürlerse iyi, ama ham madde olmak üzere fabrikalara gönderirlerse yine iki olasılık var; ya sabun fabrikasına gönderirler ya da kağıt fabrikasına gönderirler. Eğer sabun fabrikasına gönderirlerse iyi, ama kağıt fabrikasına gönderirlerse yine iki olasılık var; bizi ya evrak kağıdı yaparlar ya da tuvalet kağıdı, evrak kağıdı olursak iyi ama tuvalet kağıdı olursak… İşte o zaman boku yedik!”
Sembolik Matematik: Sembolik matematiği dört ayrı başlık altında inceleyeceğiz.
Cinsel Söylevde Kullanılan Sembolik Matematik:Bazen Kelimelerle ifade etmekte zorlandığımız şeylerde matematiği kullanırız. Bunun cinsel söylevdeki örnekleri ‘31 çekmek’, ‘69 yapmak’ gibi ifadelerdir. ‘31 çekmek’ ifadesindeki ‘3’ün ‘el’i, ‘1’in ‘penis’i, ‘69’da ki yuvarlak hatların kafaları sivri kıvrımlarınsa cinsel uzuvları sembolize ettiğini ve bunun bir faydası olduğunu kabul ediyorsak eğer, bu örnekleri çoğaltmamız gerekir. Örneğin; ‘96’ birbirine dargın çiftleri, ‘46’ taraflardan birinin felçli olduğu çiftleri, ‘6996’ ise grup seksi sembolize etmelidir
Hurafe Yaratmada Kullanılan Sembolik Matematik: “13”ün uğursuz sayı olduğu hepimize öğretilmiştir. 13. Savaşçı filminde Antonio Banderas’ın performansını görünce buna benim de inanasım geldi. Ama ben böyle şeylere kolay kolay ikna olmam. Özellikle büyük otellerde 13 numaralı odaların bulunmaması bu hurafenin ne kadar yaygın olduğunu gösterir. Peki nedir bu işin aslı? Bu inancın kökeninde, Hıristiyan-pagan dünyası ve batıl inançları yer alıyor. Şöyle ki; Birçok kişi bugünü Hz. İsa’nın çarmıha gerildiği gün olarak kabul ediyor. “Son Yemek”te 13 kişinin olması da bu inanışı güçlendiriyor. Nordik mitolojilerde de 13 uğursuz sayılmış, bu konuda orta çağda anlatılan halk hikayeleri hurafenin yerleşmesine sebep olmuş. 18. yüzyıl’da HMS Friday (Cuma) adlı bir gemi 13. Cuma günü (Boşuna beklemeyin, bu yazımda o berbat filmden bahsetmeyeceğim. Onun İçin apayrı planlarım var.) denize indirilmiş ve kaybolmuş. Batıda, yemek masasında 13 kişi oturmak da uğursuz sayılmış, hatta bu konuda Agatha Christie’nin “Thirteenth in Dinner” (Yemekteki Onüçüncü) adlı bir romanı mevcut. Bu durumda, bizde nasıl “okeye dördüncü” gibi bir kavram varsa batıda da “yemeğe ondördüncü” kavramı oluşmuş. 13’ten aşırı korkanlara tıp bilimi, Triskaidekafobia (Okumaya çalışmayın burada bile doğru yazıldığı şüpheli) adını vermiş. Bu numaraya aşırı düşkünlük ise Triskaydekamania olarak adlandırılmış.
Buna benzer hurafelere yakın bir tarihte yine rastladık. New York’ta İkiz kulelere çarpan uçaklardan birinin sefer sayısına (Q33NY) ‘Wingdings’ fontu kullanılarak bakıldığında şöyle bir şekille karşılaşmaktasınız:
Bu oldukça şaşırtıcı bir deneyim olabilir ama bir de şunu deneyin; ‘Bayonne’ fontuyla ‘Muazzez Abacı’ yazın. Sarsılacaksınız! Özellikle kalbi olan okuyucularım bunu italik olarak denemesinler.
Geçenlerde bir kitapta gördüğüm istatistik tablosu, herhangi bir tezi desteklemek için hurafe yaratmada kullanılan sembolik matematiğe iyi bir örnekti. Tabloda 2. Dünya Savaşına giren ülkelerin liderlerinin adları yazılı. Her adın altında liderin doğum tarihi, kaç yıl yaşadığı, ne zaman başa geldiği, kaç yıl iktidarda kaldığı ve bütün bu sayıların toplamları var. Toplamda elde edilen bu sayı, her biri için 3.888’dir.
Tablo şöyle bir şey:
CHURCHILL HITLER ROOSEVELT IL DUCE STALIN TOJO
Doğum yılı 1874 1889 1882 1883 1879 1884
Yaş 70 55 62 61 65 60
Başa geçtiği yıl 1940 1933 1933 1922 1924 1941
Görevde kaldığı süre 4 11 11 22 20 3
Söylendiği gibi her sütunun toplamı 3.888 ediyor.
Bu tabloyu icat eden kişi, bu sayının yarısının savaşın bittiği yıl olan 1944’e tekabül ettiğini ve liderlerin adlarının ilk harflerinin Evrenin Yüce Efendisi’nin adını oluşturduğunu söylemiş. Ne Aptallık! Fundamentalist bir Hıristiyan vaize ait olduğunu bildiğim bu tablo kimin için ne ifade ediyor bilemem ama iyi bildiğim bir şey var ki, ikinci dünya savaşı 1945’te sona ermiştir.
Ebcet Hesabı:
Neyin ne olduğunu ve nasıl olduğunu söylemek yetmiyor artık – bir de her şeyi ispatlamak gerekiyor, en iyisi tanıklar getirip, bir takım gülünç deneyler yapıp ispatlamak.
Patrick Süskind
Koku
Kitâbi dinlerin hepsinde var olan ebcet hesabı, harflere bir takım matematiksel değerler vererek yapılan çıkarsamalardan ibarettir. Örneğin; İbranice’de “Anne” sözcüğüne tekabül eden rakamlar “Baba” sözcüğüne tekabül eden rakamlarla toplandığında ortaya çıkan sayı “Çocuk” sözcüğüne tekabül etmektedir. Bu hesaba inanan Yahudiler şunları da göz ardı etmemelidirler, Baba ile Baba toplandığında ‘bulaşıcı hastalık’lar, Anne ile Anne toplandığında ‘kötü bir Türk filmi’ ortaya çıkabilir.
Sanatta Kullanılan Sembolik Matematik: Bedri Baykam aksini iddia etse de daha önce de değindiğimiz gibi sanatta matematik yoktur. Aksini iddia eden arkadaşım örnek olarak “62”den tavşan yapanları göstermektedir. Sevgili Bedricim “62”den tavşan yapmak bir kiçtir. Ayrıca şunu da bilmelisin ki; “62”den tavşan olabilir ama “68”den asla iyi bir iktidar olmaz.
Yazının sonuna gelirken büyük usta George Orwell’ın fütüristtik romanı “1984”ten bir alıntı yapmadan geçemeyeceğim. Orwell romanında yarattığı üç ütopik devletin savaş politikalarını anlatırken şöyle diyor: “Felsefede ya da dinde, etik ya da politik konularda iki iki daha beş edebilirdi ama silah ya da uçak yapımında dört etmesi gerekirdi.”
Bu güzel alıntıdan sonra beni yanlış anlayabilecek pozitivist kardeşlerime şunları söylemek istiyorum: Elbette ben de çok iyi biliyorum ki; İki kere iki dört eder. Farz edelim ki yarından itibaren iki kere iki beş etsin. Neler olur bir düşünsenize; bugüne dek icat ettiğimiz teknolojinin nimetleri çalışamaz olur, bütün fizik kanunları iflas eder, uzay ve madde hakkında bildiğimiz her şey geçersiz kalır, mimarların ince hesaplarla yükselttiği binalar yerle bir olur, sivilleri hedefleyen füzelerimiz yanlışlıkla başka sivilleri vurur, yaşamı ilaçlara bağlı olan insanlar yanlış dozdan ölür, uzayda salınan uydularımız kaybolur kısaca söylemek gerekirse bu, insanoğlunun binbir emekle kurduğu medeniyetin çökmesi demektir. Bu yüzden iki kere iki dört etmelidir. Bunu anlıyorum, benim anlamadığım şey; bunu neden bu kadar ciddiye aldığımızdır.
yorumlar
Kendi yazım diye söylemiyorum ellerime aklıma sağlık valla çok güzel bir yazı olmuş 🙂
…cinlik yapıp, yazılarınızın altına imza koymayın lütfen…
diyorlar…
bence de fw:fw:fw:fw olabilecek bir yazı ellerine sağlık. en kısa sürede posta kutumda görmeyi umuyorum. tebrik ederim. bravo.
Güzel bir yazı ama fikirler nedense biraz karışık verilmiş. Biraz meraktan, biraz da acaba bu fikirleri ben yeterince iyi anlayamadım mı acaba diye düşünmekten kendimi alamamaktan dolayı, aklıma gelen bazı noktalar şöyle:
1) MP3 dinler misin? Televizyon izler misin? Cep telefonun var mı? Eğer biri için bile cevabın “evet” olacaksa, olasılık matematiğinden kaçışın yok demektir. Üzgünüm! 🙂
2) Einstein “Matematik kanunları, gerçeği yansıttıkları sürece kesin değildirler. Kesin olduklarında gerçeği yansıtmazlar.” demişsin. Durmamışsın daha sonra da Einstein “Tanrı, zar atmaz” derken ne anlatmak istiyordu? diye sormuşsun.
Einstein, bu soruyu Heisenberg’in belirsizlik (uncertainty) prensibine ilk karşı çıkışında kullanmıştı. Bu yazı içinde Einstein’in iki değişik kontekst içinde büyük olasılıkla farklı amaçlarla söylediği sözleri yanyana kullanman ilginç geldi. Ancak bu da kendi içinde bir tutarsızlık yaratmış bence.
3) Darren Aronofsky’nin Pi adlı filmini izlemiş miydin? Yazdığın yazıdaki bazı noktalar, orada biraz daha farklı bir perspektiften ele alınıyordu. Pi sayısı, evreni anlamamızı (dikkat! algılamamızı değil…) sağlayan ortak dilin en önemli harfi. Evreni anlayabiliyorsak eğer, birileri pi diye bir sayı olsun sağa sola serpiştirelim dediği için değil, bilim gelişimi içinde yarışan teoremlerin belki de hepsinde bu sayı ortaya çıktığı içindir.
4) Yarışan teoremler konusuna geldik. Imre Lakatos “For and Against Method” adlı kitabında, yakın arkadaşı Paul Feyerabend’in “Against Method” kitabında öne sürdüğü “Anything goes!” fikrine, bilimsel zaman akışı içinde tek doğrunun olmadığı, ancak öncekinden daha doğru kuramların, kullanım açısından diğer kuramların önüne geçtiği fikri ile karşılık veriyor. Buna göre Einstein sonrası fizik Newton fiziği ile aynı anda varolamaz. Feyerabend buna karşı çıkıyor. Kara büyü’nün de bilimsel gerçeklik olarak varolabileceğini savunuyor. Bu noktadaki soru şu:
“Bilimin amacı nedir? Doğruyu bulmak mı? Bulunan doğruların kullanılması mı? Ya da yumurta mı tavuktan çıkar?”
Bence, matematik de özünde bulunanın kullanılması amacına sahiptir.
5) Sanat ve matematik… 🙂
Bela Bartok’un ve W. A. Mozart’ın eserlerinde, Yunan tapınaklarında, Rönesans ve sonrası resimde (örn: Leonardo da Vinci, Michelangelo) altın oran’ın (açıkça ve bilerek) kullanılmış olması. Tarık Günersel’in şiirlerindeki görsel metaforlar, Lewis Carroll’un ünlü hikayesi “Alice in Wonderland”, 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ortaya çıkmış olan elektroakustik müzik. Hepsi uzaktan ya da yakından matematik bağlantısına sahip örnekler.
6) Ebced hesabı, ya da Kabala, ya da şu ya da bu… Biraz daha kocakarı hikayesi gibi, ama neden olmasın? Bir konferansta, Mikael Fernström şunu demişti “Neden? değil Neden olmasın? diye sorduğumuz için pek çok şeyi yapabilildik!”.
7) Matematiğin metalik bir kesinliğe sahip olduğu konusuna da katılmıyorum. Cahit Arf’in dediği gibi matematik de bir sanat gibi oluyor çoğu zaman bence.
8) Uzun zamandır çok istediğim halde “1984” kitabını okuyamadım, ama Orwell çok doğru demiş. Keşke, bilimin savaş teknolojilerinden ayrı olduğu bir dünya mümkün olsa…
2×2’nin 4 olduğunu bu kadar ciddiye alıyor olmamızın sebebi sevgili dostum, insanoğlu yaratısı olarak tanımladığımız her şeyin temelinde olması, yargılarımızın oluşumunda temel rol oynaması ve belki de bizzat bu nedenle bizzat insanoğlu’nun ortak dilleri arasında en çok konuşulanı olmasıdır.
Yarın 2×2’nin 5 etmesi diye birşey söz konusu bile olamaz. Çünkü 2×2 asla 5 edemez! Felsefe ve din haric tabii… 🙂
(Ama yine de tartışılmalı detayıyla, bu nedenle de +1 zaten :))
bu yazıyı da (sanırım alışkanlığın olması sebebiyle) fazla ciddiye almış ve yanlış anlamışsın. söylediklerinin hepsi doğru tabii ki ama, yazıyla alakası yok.
olasılık hesaplarından kaçış planı kurmuyor arkadaş, bunu da konu hakkında bir fıkra anlatmasından anlayabiliriz. yani “ben olasılık hesaplarına karşıyım arkadaş” demiyor.
sanatın içinde matematiğin, bir hesaplılığın bulunduğu doğrudur. ama hesabını çıkarmaya çalışmak, sanattan alınacak keyfi kaçırır (bende). sanat yaparken de formüller kullanıp hesap yapmanın, güzel birşeyin ortaya çıkmasına yolaçacağını sanmıyorum. bahsettiğin eserlerde altın oranın olmasının, ustaların bunu yaparken hesaplamalarla yaptığı anlamına geldiğini de sanmıyorum. sanatçı bunu zaten özümsemiştir.
son olarak, yazarın 2+2=4’e karşı bir antipatisinin olması, buna karşı olduğunu falan göstermiyor. sadece buna hakettiğinden fazla hak verilmesinden ve bu konuda hep ciddi olunmasından bahsediyor. yazıdan illa ki birşey çıkarılacaksa da, olur olmadık yerde burnumuza sokulan matematikten biraz sıyrılabilmemiz ve gerektiği zaman hesaplardan kurtulabilmemizdir. bak beni de kendine benzettin ciddi seni.
Aslinda ne desem bilemedim…
Dogu matematigi bulmustur. Bati kullanmaya baslamistir. Dogu, matematik kullanmak yerine icsel felsefelerle (mistisizm) ugrasmaya baslamistir. Bati, bilim ve felsefede metodik dusunce acisindan once one gecmistir, sonra da o kadar ilerlemistir ki artik bu yarisin onu ya da arkasi kalmamistir. Istanbul, karadan yurutulen gemiler ve Macar silah ustalarina dokturulmus toplan ile fethedilirken, “Dogu” Roma Imparatorlugu’nda insanlar, meleklerin dunyaya hangi dagin tepesinden indigini tartismaktaydi. 500 yil sonra biz tartismaya basladik. Nedeni, orta Asya’dan gelen(?) atalarimizdan dusunsel acidan daha cok dogulu olmaya baslamamizdi.
Matematik, ciddidir. Bilim ciddidir. Eger burnumuza sokulmasi gerekiyorsa, varsin sokulsun. Zaten yeterince sokulmuyor bence… Belki, 20 yil sonra ya da 50 ya da 100 yil sonra meyvelerini toplariz. Belki ilerideki 50 yil icinde bizim de Nobel Fizik odulune (hic olmazsa) aday gosterilmis bir fizikcimiz olur mesela.
Yalniz, ben soyledigin kadar ciddi biri degilim. Fikirlerim konusunda yanlis anlasildigimi soyleyemecegim, zira henuz anlasilmamisim. Tez okuna bir kez daha… 😛
ama hesabını çıkarmaya çalışmak, sanattan alınacak keyfi kaçırır (bende). demissin…
Peki ya fraktallerle uretilmis sanat icin bir diyecegin var midir?
Guzel bir e-posta geldi bugun. Soyle diyordu:
“For artists, ambiguity is something to be smiled at,
for scientists, it’s something to be frowned at.”
Belki de bu konuda farkli dalga boylarinda dusunmemizin nedeni budur.
Schrödinger’in Kedisi teoremine göre bir kutuya kediyi kapatın kutunun üzerine açılmış bir deliğe silah dayayın silahın namlusunu bir foton algılayıcıya bağlayın tabi bu deneyi karanlık bir odada (tıpkı evrenimiz gibi) gerçekleştirin ve odanın ışığını yakın. Eğer ışık, algılayıcıya foton olarak çarparsa kedi ölür dalga olarak çarparsa kedi hayatta kalır her ikisinin gerçekleşme olasılığı da %50′ dir bu durumda kedi afaziktir yani hem ölü hem canlıdır. Ben buna inanırım arkadaşım. Yani bugün bütün fizikçilerin önünde şapka çıkardığı Fuzzy Logic teoremine. Yeryüzünde dair olup da yüzde yüz doğru ya da yüzde yüz yanlış olan tek bir veri yoktur. Bu arada altın orana, 2 x 2’ye sonsuz saygım var ama unutmamak gerekir ki Leonardo bugün bilim adamı olarak değil sanatçı olarak anılıyor.
Saygılarımla
Yeryüzüne dair olup da yüzde yüz doğru ya da yüzde yüz yanlış olan tek bir veri yoktur. cumlesi yeryuzune dair bir veri olduguna gore demek ki paradokslara yelken acmis durumdayiz. 😉
Ayrica, kac tane fizikci fuzzy logic karsisinda sapka cikartiyor bilemiyorum ama onun da temeli olasilik matematigine dayaniyor bildigim kadariyla. Degil mi yoksa?
Fuzzy Logic’de matematik ve türevi bilimlere dayanıyor ama Fundamentalist, yobaz Aristo matematiğine değil yeni fiziğin kabul ettiği matematiğe…
Muhahahahaa…Valla çatlıycam yaaa….
lütfen buraya
Soyut matematik ve topoloji adında 2 ders vardıkiiionları hatırladım ,okul günlerime döndüm.Yok ben almıyım bir yerim çatladı bitirinceye kadar ama yazı güzel tabi. 3 sene öncesine kadar nerdeydin be :)))ilham alırdım şu yazıdan 🙂
Şurada bir örnekler modern matematiğin çöküşünü izleyebilirsiniz.
doğru galiba
Sevgili tiviti “yobaz” kelimesini kullanırken aynen link gönderdiğin sözlükteki manasında kullandım. Aristo matematiği yobazdır. Üstelik bu benim değil yeni fizikçilerin aristo matematiği için kullandığı tanımdır. Ayrıca Myran’a gönderdiği link için teşekkür ederim.
süper yazı, süper.. çok mutluyum.. 🙂
ben matematik okudum.. okulu bıraktıktan yıllar sonra dank etti ki, matematik herşeyin meta’sıyla uğraşıldıkça enteresan hazlar elde edilmesini sağlayan aşırı mastürbatif bir bilim..
genelleme üstüne genelleme üstüne genelleme… habire yok kompleks sayılar, yok şöyle sayılar, yok kümeler vs. den ibaret yeni evrenler uydurulmakta ve diğer evrenlerdeki genellemelerin bunlara uyup uymadığı kontrol edilmekte..
adam uyduğunu biliyor.. içinden hissediyor çünkü genellemek istiyor ve ispat etmek için aylarca uğraşıyor.. sonunda ispat ediyor.. bir fizikçi de bunu biyerde kullanıyor.. medeniyet ilerliyor, yeni süper-harika sıkıştırma, şifreleme algoritmaları icad ediliyor.. ne güzel oluyor, ama bunlar bana inanılmaz sıkıcı ve mastürbatif geliyor..
bu yazının ahkamları da biraz öyle.. oysa mastürbasyonun tek amacı eğlence olmalı..
verdiğim linki cidden okusaydın, yobaz kelimesinin sadece kişiler için kullanılabileceğini anlardın.
aristo matematiği bir kişi olamayacağına göre 🙂
Süper yazı olmuş, elinize sağlık…
Hayatla matematik arasında doğrusal bir ilişki olmadığı kesin ama burda yapmaya çalıştığımız şey, hayatı bildiğimiz doğrusal bir modele yaklaştırmak gibi geliyor bana. Kaldı ki matematik her yerde lazım… Matematiğin çelişkisi kendi içinde yaptığı kabuller de gizli elbette… Ama hangi birimiz kabullerde bulunmuyoruz ki? Karşılaştığımız insanları beynimizdeki apriorik katmanlarda bir kalıba oturtuyor ve o insanları öyle kabul ediyoruz. Halbuki bu kabul karşımızdaki insan için son derece yanlış olabilir… Bu kabullerimizi yok etmek de atomu parçalaktan da daha zor tabi…
Bu durum matematik mi hayat mı daha gerçek sorusunu akla getiriyor. Bence bu insanın bakış açısına göre değişir. Niyetlere göre değişir. Benim gibi bir endüstri mühendisi için; 2×2=4 etmesinden ziyade 2×2=5 etmelidir. Bir muhasebeci için kesinlikle 4 etmeli, bir avukat için ise müvekkili ne isterse o etmelidir.
Bütün bunları insan kendi ortamına göre bir denge noktasına çekmeye çalışmakta, yanlışlarda burda başlamakta; zira seçtiğiniz evren (hayatımız, örneklemimiz) ne kadar küçük ise çözümünüz de o kadar yanlış olmakta…
Bence fark çok büyük…
Çümkü kimse sonsuza kadar sayamaz…
Bence sayma sayılar kümesi “Gines Rokarlar” kitabına geçmiş olan bir sayı olmalı…
Mesala ingilterede salak bir kız çocuğu kırk bine kadar mı saydı… Küme orda bitmeli… VE rekor kırıldıkça gündemlemeli… Sayılar hakkında söyliiceim bu kadar… YAzıyı zati çok sevmiştim… Ekstradan övmek istemem!
matematiğin, ilişkilerimizdeki hesaplılık durumu ve bir de şu şekilde burnumuza sokulmasından rahatsızız:
L’Oreal laboratuarlarında çalışan işçilerin çocukları erkek oluyormuş. Bu erkek çocuklardan % 98’i otuz yaşından önce Cosmopolitan’a abone oluyorlarmış ve yine aynı grubun % 72’si dergideki testleri büyük bir başarıyla çözüyormuş.
fekat; atışmak gibi olmasın da, verdiğiniz linke baktım; matematiğin sanatla buluşmasında, sanat randevuyu ekti gibime geldi. resim konusunda otorite sayılmam ama, bir ara şu sıralar yapı kredide bulunan sergiye uğrayın derim, ondan sonra fraktaller o kadar ilginizi çekmeyebilir.
rönesans resminde, altın orandan çok daha fazla hesapsız güzellik vardır. leonardo’nun michaelangelo’nun eserlerini güzel yapan “altın oran” değildir diye düşünüyorum.
müzik konusunda, nota ve ölçü bilgisi olmayanların çok güzel şeyler çıkardığını gördüm. bazı ana kurallar (örnek 4-4lük ölçü) şarkıda olsa bile, yazan adam bunu sadece biliyor. 4 tane dörtlük olduğunu saymıyor, yeri gelince sol’e basıyor ondan sonra, bütün nota yazarları “aman, yapma dur, gitti güzelim şarkı” derken Miminor basıyor; o da ne? işte olmayacak bir harmoni. sonra birileri çıkıp bunun hesabını yapmaya çalışıyor. hesap kitapla yaratıcılığın hasar göreceğini düşünüyorum. bunu yaşamlarını bildiğim bestecilerden ve kendimden biliyorum.(hesap yapan biriyimdir)
penny; seni bir balığa benzettim.
Kümemizin adı “Sayma Sayılar”.
“Pozitif tam sayılar” kümesi sonsuza gidebilir ama SAYMA sayılar kümesinin anlamı “hiç bişii sayarken sıfırdan başlamayız” a dayanmıyor mu!
Tamam bir yüzmetre koşucusunun kaplumbağayı geçtiğini ispatlamak için sonsuzun limitini alma ihtiyacı duyabiliriz (Bi dakka ya bunu niye yapıyoruz ki… Koşucu kaplumbağayı geçer!)
Bi de pratik işlem yapabilmek için bu şart derken rastgele sayılara basarak bir sayı elde etmişsin
735.198.632.085.240.237
Psikiyatristler insanın rastgele bir şeyler yazarken (misal olması şartıyla) kendini deşifre ettiğini ispatladırlar…
Buna göre sen Antalyada doğdun… İzmir ve çevresini seviyor bir doksan sekiz boyunda… Basketboldan nefret eden…63 kilo (yeter dayanıycam! Bu kadar bilimsel veri yeter sanırım!)
Yazıyı önemseyip üzerinde bu kadar kafa yorman beni sevindirdi. Gelen her ahkâm, olumlu ya da olumsuz beni ziyadesiyle memnun ediyor. Fakat sen bu yazıyı biraz fazla önemsemişsin. Sonuçta bu bir mizah yazısıydı. Maksadım biraz gülüp eğlenmek, eğlendirmekti. Elbette bu yazının da kendi içinde savunduğu fikirleri, ciddiye alınmayı talep ettiği bölümleri var ama yazıdan da anlayabileceğin gibi en fazla ürktüğüm şey fazla ciddiye almak ve alınmak. Şimdi sorularına sırasıyla cevap vereyim.
1) Evet, TV izliyorum, cep telefonu kullanıyorum, mp3 de dinliyorum hem de hep “Shuffle” modunda 🙂
2) Einstein’ın iki farklı sözü kendi içinde tutarsızlık yaratıyorsa bu benim değil Einstein’ın meselesidir.
3) Pi’yi izledim. Sadece matematiği ciddiye alanlara keyif verebilecek bir filmdi. Bana göre değil. İçimi karartıyor o film.
4) Matematiğin amacı, hâli hazırda varolan doğruların (kurulu düzenin) keşfedilmesi olmalıdır. Bu doğruları kullanmak matematiği üretenlere değil tüketenlere düşer.
5) Altın oran, estetiğin matematiğe hizmet etmesi için değil, matematiğin estetiğe hizmet etmesi için vardı ki, bence bu oran estetik değerlerinin değişimine bağlı olarak zamanla değişmiş ve bundan sonra da insanların estetik değerlerinin değişmesiyle değişimine devam edecektir. Yani bu noktada matematik estetiği değil, estetik matematiği yönlendirir.
6) Ebced hesabının mizahını yaparken varlığını ve doğruluğunu inkar etmedim. “Neden olmasın?” diye sormak bir yana ben ebced hesabına inanan biriyim. Ama inandığım şeylerin de mizahını yapabilecek kadar özgür hissediyorum kendimi. Mizahını yapamayacağım bir değer yoktur benim için.
7) Matematiğin katılığı görecelidir. Sanırım benim gibi hayalperest biri için fazla katıydı. Senin için ve Cahit Arif için bu böyle olmayabilir ama ahkamlardan anladığım kadarıyla benim gibi hisseden insanlar da az değil.
8) Gönülden katılıyorum.
Son olarak “2 x 2 asla 5 edemez felsefe ve din hariç tabii :)” ifadenden de anladığım kadarıyla matematik sizi katılaştırmış. Hatta felsefe ve dini küçümsemenize yol açacak kadar. Buna bilim yobazlığı derim ben. (tiviti sen ne dersin?) 2 x 2’nin ciddiye alınması gerektiğini çünkü insanoğlunun yaratısının temelinde olduğunu söylemişsin. İşte benim de koca yazıyı döşerken anlatmaya çalıştığım şey buydu. İnsanoğlunun kendi yaratısını fazla ciddiye almasının başımıza bela olduğunu anlatmak istedim. Günün birinde elbet bu yaratılar yok olacak, hayat kaynağımız güneş ölümlü bir yıldız sonuçta. Bana bir Woody Allen klasiği olan Annie Hall filmindeki psikologu hatırlattın. Filmde küçük çocuğun annesi doktora dönüp “oğlum sürekli depresif bir hâl içinde evrenin yok olacağını söyleyip duruyor” diyor. Doktor da çocuğa dönüp “Bu seni neden ilgilendiriyor sen Brooklyn’de yaşıyorsun.” diyor. Dostoyevski’ye sonuna kadar katılıyorum, insanoğlunun en övülmeye değer keşfi; iki kere ikinin beş edebileceğini keşfetmesidir.
Kalın sağlıcakla…
pek hazetmemekle birlikte bir hatıratımdan bir kısım deşifre etmekte yarar görüyorum, matematikçilerin nasıl kişiler olduğu ile ilgili malumat verir:
bizim bir hoca vardı S.G., group theory dersinde pencereden bakıp “eğer bu anlatılanları dışarıda görmüyorsanız bu ders amacına ulaşmamıştır” dedi.
bir de tosun hocayı hatırlarım birinci dönem matematik öğrencileriydik, adamın dersine girdik, ders sonunda birisi “hocam örnek çözebilir miyiz?” diye sorma gafletinde bulundu ve cevabını aldı “tabi çözebilirsiniz sizin için çok yararlı olur”.
bir de yine o dönemlerden kalan izlerden birisi de her ders sınav kağıdı okumaktan hoşlanmadığından sözeden bir tip vardı (hoca demeye klavye direndi) “bu hatayı yaparsanız kağıdı çizip sıfır veriririm” gibisinden bir cümleyi her ders sarfederdi, bir gün derste “geçen dönem işletmecilere ders verdim onlar bile bu hatayı yapmadılar siz yaparsanız benden aldığınız hhiç bir dersten geçemezsiniz” dedi. bu bölümde öğrendiğim az sayıda gerçek bilgilerden biri oldu malesef.
bunlardan ayrıca çok şeker matematikçiler de vardır, örneğin paul erdös. ama bu adamların nerdeyse hemen hepsiyle ilgili acayip dedikodular dolaşır ne sizsorun ne ben söyleyeyim.
Acikcasi Paul Erdos’un matematikci oldugunu biliyorum. Hakkinda baska da birsey bilmiyorum. Sadece, tez danismanimin Erdos puani 2. Bu nasil oluyor dersen. Erdos ile makale/bildiri yayinlamis birisinin Erdos puani 1 oluyor. Bu kisiyle makale/bildiri yayinlarsan puanin 2 oluyor. Benim danismanin durumu da bu. Gecen sene daismanimla bir biliri yayinladik. Benim de boylece Erdos puanim 3 oldu. Erdos kimdir? Bilmiyorum… Hangi konularda ugrasmistir? Bilmiyorum… Erdos puanim var mi? Var! 🙂 Nasil oluyor? Bilmiyorum… 🙂
Erdös number theory calismistir. Einstein’la cocukken karsilastigi ve Einstein’in ona “salaklik etme boyle ise yaramaz seyler calisma” dedigi bilim tarihinde gezinen dedikodulardandir, Erdös de bunun uzerine matematikte en uygulamasi az olan konuyu number theory’yi secmistir.
hayati cok ilginctir, undergradi bitirdikten sonra hic evi, adresi, mali vssi olmamistir, herhangi biryerde 15 gunden fazla kalmadigi soylenmektedir. surekli yolculuklarla gecmistir hayati. bir baska rivayette 70li yaslarinda bile gunde 16-18 saat matematik calistigidir. annesi olene dek butun yolculuklara annesi ile gittigi soylenir hatta annesi ile ensest iliskisi oldugu da iddia edilir.
en son onunla ilgili ogrendigim sey ise epsilonlari cok sevdigidir, kucaginda minik bir epsiolonla fotografini gormustum.
Anthony Hopkins as Dr. John Harvey Kellogg:
The liver is the only thing standing between the smoker and death! Also certain other things have to be avoided… like, uh, feather beds, and romantic novels… and the, uh, touching of one’s organs. Masturbation is the silent killer of the night! The vilest sin of self-pollution!
Sevgili, seninle ben pergel gibiyiz: İki başımız var, bir tek bedenimiz. Ne kadar dönersem döneyim çevrende:
Er geç baş başa verecek değil miyiz? (Omer Hayyam)
Matematiksel olarak askin tarifi:))Baksanıza matematik burdada mevcut.
Not:6996 dan grup sex hususunda takıldıgım yerler var.Anlayamadım bır turlu bunun neresinde gruplar?Matematigi bu turlu gruplasmaların ıcıne ıtmenız beni siddetle derinden sarsmıstır bır matematıkcı olarak:))
cok ciddi takilmak istemem ama:
*herkesin bayila bayila seyrettigi “high tech” animasyonlar burada anlatilamayacak kadar yuksek matematik urunudur. matematigi sanatin dibine tasimak guzel bir uygulama degil midir ?
**aya giden uzay gemisine konulacak yakitin hesabini yapanlar da matematikcilerdir. olum kalim kararinizi kim versin istersiniz ? hep dogruyu buyuran matematik mi, yoksa saskaloz dostlarinin mi ?
***karar verme mekanizmamiz cok basit matematiksel kurallarin isletilmesinden ibarettir. bu basit kurallari isletmeden de en iyiyi en kolay bulabilen kasporov dunya satranc sampiyonudur, onu en cok zorlayan da tum olasiliklari denemeye calisan gozu olmayip matematigi olan o ruhsuz hesap makinesidir.
bence matematigin en guzel yani dogrularinin bir kere kesfedildikten sonra olumsuz olup, ebediyen yasamasidir. yasamin hic bir asamasinda tadamadigimiz sonsuzluk-guven hissini bir tek matematikciler hissedebilir belki. Ornegin dahilerden Mozart bile kendi bestelerinden daha iyi bir bestenin ertesi gun cikabilecegi bilir. Ne de olsa en guzel sarki daha yazilmamis olan sarki degil midir ?
Ustune ustuk bir sanattir. Yeni bir sey ortaya cikarmanin yaninda (yaratmanin), eskileri daha guzel ifade etmenin yollarini da arar (kisa ve shik ispatlarla yapilan icralar).
matematigi yasayan insanlar kendi evrenlerinde mutlu mesut otururlar. tek rahatsiz olduklari konu herkesin onlar gibi kagit kalem kullanmasina ragmen, bazi kisilerin o kalemi o kagidin uzerinde cok daha iyi calistirmalaridir. ama zamanla bunu hayatin bir gercegi olarak kabul edip, kendi yarati ve icralarina bakarlar. her yarati ve her icra farklidir zaten.
sonucunda tutkuyla baglanabileceginiz, ucu bucagi olmayan bir guzellikler ulkesidir.
vizesiz girilmez ama
kapidan donenler aglamasin lutfen :))
herkesin bayıla bayıla seyrettiği animasyonları, herkesin bayıla bayıla seyrettiğini nerden biliyorsun?
ölüm kalım hesabına gelince; roketle aya gitmektense, dünyanın çevresinde yürüyerek tur atarım.
burada matematikle yaşayan dünyanın değer yargılarını öne sürersen tabii ki doğruya ulaşırsın. bence ilk olarak, ortalıktaki animasyonların hemen hemen hiçbiri ‘sanat’ denilebilecek seviyede değildir, hiçbir bilgisayarlı sanat eseri güzel bir roman’ın çeyreği kadar hoşuma gitmemiştir. ikincisi; insanların aya gitmiş olmalarından, ne kadar akıllı değil ne kadar salak olduklarını çıkarıyorum ben.
einstein’ın atom bombasına katkıları nelerdir? dünyadaki en ünlü dahi diyince aklımıza gelen bu şahsın böyle de bir hizmeti olmuştur değil mi. yani yaptığı çalışmaların sonuçlarını kestirememiştir. iki dünya savaşı arasında yaşayıp da sonsuz bir enerji kaynağını birilerinin bombaya dönüştüreceğini bilebilseydi daha bir “dahi” derdim ona. sonuçta benim yaptığım hiçbirşey kitle katliamına yol açmadı. demek ki neymiş? ben aynştayndan daha akıllıymışım.
“sonuçta benim yaptığım hiçbirşey kitle katliamına yol açmadı.”
Belki katliama yol açmadın ama yazdığın yazılarla benim sinirlerimi gerdin.
Demek ki neymiş;
Gözüm görmesinmiş.
Sopar o yenmez! Azicik agacta dursun filan yani… Sunun $urasinda yaz aylarina ne kaldi ki… Bekle azicik. 🙂
buyuk matematikcilerden biri ortaokuldaki geometri problemlerini cozerken heyecan duymuyorsaniz, matematikci olamazsiniz gibisinden bir seyler soylemisti.
geometri problemlerini bir dusunelim… once elimizdeki verileri kagit uzerine geciririz. soruyu ozetleyen bir sema falan yapariz. sonra bilinmeyene ama ulasabilecegimizden emin oldugumuz bir bilinmeyene dogru yolculuk baslar. acaba suradan bir dikme insem ne olur, yoksa kenar ortay teoremini mi kullansam, belki de cember tekniklerini denemek lazim… soruyla baglantili ufak problemlemcikler ortaya cikar ve teker teker cozulur. her cozulen problemcikle matematikci sonuca yakinlasildigini hisseder. ufak problemciklerin tamami cozuldugunde, problemcikler bir araya gelir ve sorulan buyuk problemin cozumunu olustururlar. matematikci mutludur, hem sonuca ulasmistir, hem de bilir ki cozulen her problem bir sonraki problemin cozumunu kolaylastirir, bir yerlerde iz birakir.
aslinda bu is ufak capli bir sherlock holmes’luktur. bir gizi ortaya cikarmanin heyecani once adrenalin olarak yasanir sonra serotonin. yerinden kalkmadan, kimseye ihtiyac duymadan yapilan bu masrafsiz yolculuklar bagimlilik yapar ve o ufak dunyaya hapseder adami.
matematigin iyi birsey oldugu, gercek matematikcilerin (kapris kutusu ogretmenlerin degil) dunya tatlisi hic buyumeyen cocuklar oldugu su goturmez, tartismaya gelmez bir gercektir bence.
ulkemizdeki bulmaca hastaligi da gelecek icin cok umut vericidir bu arada…
31 deki 3 el 1 penis fantazisi güzel ama 31 ebced hesabında “el” demektir. 31 çekmek ise el çekmek…
Bilim uretmeyen bir kulturun insanlari olarak bilimi teknolojiyi anlamıyoruz. Hemen söyleyeyim, bütün türkleri dev bir adaya koysalar taş devrine dönerdik. Bina, telefon, teknoloji üretecek insanlar olmadığı için değil, hep beraber bilime önem vermediğimiz için. Birileri bina yapmaya başlasa, mafyası türer yapanları öldürüp el koyardı. Bizim kültürümüze demokrasi teknoloji fazla. Batı olmasa elektriği olmayan dev köylerde sürüne sürüne yaşayacağız. Belki sonra evrimleşmeye başlayıp gereken önemi veririz.
Kirli gömlek deneyini bilirsiniz. Kapalı bir kutuya kirli bir gömlek koyup mikroorganizmalar üreyince yaşamın kendiliğinden ortaya çıkabileceğini ispatladığını sanmıştı batılılar. Nasıl uzay gemisi yapabiliyorlar bugün peki? Herhangi bir doğruyu kesin gerçek kabullenmeden tekrar tekrar deneyler yaparak gerçeğe ulaşmaya çalışmak. İşte işin özeti bu. Bilim kesin değildir ve yıkılıp yeniden yapılmaya müsaittir, ve alışkındır zaten.
Ne kadar ilkel olduğumuzu kabullenmeden gelişemeyiz. Bilimi üretmeden nasıl bilimi eleştirebiliriz ki?
o bahsettiğin şey türk kültürü değil yalnız, türkiyedeki sosyo ekonomik yapı. kendini bile böyle etiketleyip rafa kaldırırsan hiçbirşey hiçbir yere gitmez.
nasıl yani? türk kültüründe arazi mafyası yoktur. istanbul’da vardır. bilimsel olmayan; kavramları bu kadar basite indirgemen. formülize etmeye çalışman…
Nasıl olurda matematiğe bu kadar karşı olur? Hayatında hiç mi matematiğe yer yok. Üstelik bilmeni isterim ki matematikçiler soğuk, metalik, nobran insanlar değil tam aksine çocuksuluğunu yitirmemiş güzel insanlardır.
Ben matematikçilerin değil matematiğin soğuk ve metalik olduğunu söyledim. Zaten matematikçiler hakkında konuşabilecek kadar çok matematikçi tanımıyorum.
kar tanelerinin ayni yukle yuklu olmasinin sonucunda birbirlerine carpmamalari durumudur o. Yagmur tagneleri icin de gecerli. Aslinda o yuzden tane taneler.
Bulamiyorum. Fonts.com a da baktim yok diyor. Pek merak ediyorum Muazzez Abacıyı :)Font kimde vardir?