2 x 2

İki kere iki dört çekilmez bir şey. İki kere iki dört, bana sorarsanız, bir küstahlıktır. İki kere iki dört, ellerini böğrüne dayayarak yolumuzu kesen, sağa sola tükürük atan bir külhanbeyin ta kendisidir. İki kere iki dördün yetkinliğine inanırım, ama en çok övülmeye değer bir şey varsa, o da iki kere ikinin beş etmesidir.

Dostoyevski
Yeraltından Notlar

Kendimi bildim bileli matematikten, sayılardan ve bana ifade ettikleri sözde katı gerçekliğin madeni soğukluğundan nefret ettim. Okul hayatım boyunca en düşük notlarımı matematik ve türevi derslerden aldım. Sayılar, her ne kadar yaşadığım evreni somut temellere oturtmak için orada olsalar da benim için soyut bir karmaşadan ibarettiler. Problemler çözdükçe daha da karmaşıklaşır, başıma bela olurlardı. Belki diğer yazılarım gibi ardı ardına sıralanmış diyaloglardan oluşmayan bu yazıyı, sırf matematikten intikam almak için yazıyorum, belki de matematik karşısındaki beceriksizliğimi örtbas etmek istiyorum.

Hayatın Matematiği: Einstein “Matematik kanunları, gerçeği yansıttıkları sürece kesin değildirler. Kesin olduklarında gerçeği yansıtmazlar.” der. Etrafınızdaki bir çok insandan şunlara benzer sözler duymuşsunuzdur; “Şiirin matematiği”, “Yemek pişirmenin matematiği”, “Sanatın matematiği”. Bu sözlerin hiçbiri gerçek hayatta karşılığını bulmaz. Gerçek hayatın matematiği şudur; “harcanan zaman kalan zamandan çoktur”, “kazanılan para harcanan paradan azdır” “kısa vadeli planlar için uzun zaman harcamak gerekir”, “çekirdek aile dört kişiden oluşur, ama asla bununla sınırlı kalmaz” yani eski bir deyişle özetlersek evdeki hesap çarşıya uymaz. Öyleyse hayatı matematiğe uydurmanın ne alemi var? Matematikten sıkılınca sığındığımız limanların başında gelen sanat dallarını matematik kalıplarına uydurmaya çalışmak şeytanca bir çabadır. Şiirin kafiyesi vardır, uyağı vardır, matematiği yoktur. Yemek pişirmeye gelince; yemeğin tadı vardır, tuzu vardır, rakamlar hiçbir yemeğe sos olamaz. Bir tavaya beş yumurta kıran biri sadece beş yumurta kırmıştır, bir matematik işlemi yapmamıştır. Yumurtaları kırdıktan sonra içlerinden birini tavadan ayırmaya çalışıp bunda muvaffak olunca; “Bakın dört yumurta kaldı, yani bundan ne anlıyoruz? Beş eksi bir eşittir dört.” diyen biri kabul ediyorum ki bir matematik işlemi yapmıştır ama aynı zamanda bu kişi salaktır.

İstatistiksel Matematik: İstatistiğin tanımını yapmak gerekirse; Geçmiş ve içinde bulunduğumuz durumu sayısal olarak analiz ederek gelecek hakkında karar vermeyi sağlayan bir bilim dalıdır. Bu bilim dalının ürettiği verilerin ne kadar sağlıksız olduğunu şimdi alt başlıklarla inceleyeceğiz. Bir de evlere şenlik “Olasılık Hesapları” var ki onlara daha sonra değineceğiz.

Gereksiz İstatistikler: Geçtiğimiz yıllarda yapılan istatistiksel bir araştırmaya göre; Hidroelektrik santrallerinde çalışan işçilerin çocukları kız oluyormuş. Yine aynı yıl yapılan başka bir araştırmaya göre; L’Oreal laboratuarlarında çalışan işçilerin çocukları erkek oluyormuş. Bu erkek çocuklardan % 98’i otuz yaşından önce Cosmopolitan’a abone oluyorlarmış ve yine aynı grubun % 72’si dergideki testleri büyük bir başarıyla çözüyormuş. Başka bir araştırmaya göreyse; Durex Prezervatif Fabrikasında çalışan işçilerin hiç çocuğu olmuyormuş. Özellikle son istatistik bize matematiksel verilerin faydasını değil, beleşçiliğin zararlarını anlatmaktadır.

Bir diğer gereksiz istatistik örneği ise, her gün sıklıkla yaptığımız eylemlerin ömrümüzün ne kadarına mal olduğunu hesaplayan araştırmalardır. Örneğin ömrümüzün iki yılının çay karıştırmakla geçtiğini ya da karşıdan karşıya geçmek için yeşil ışığın yanmasını beklerken ömrümüzün dört yılını heba ettiğimizi söyleyen bu istatistiklerin amacını bir türlü anlamış değilim. Sanki ömrümüzün her saniyesini çok önemli işlere harcıyoruz. Bundan sonra çay karıştırmayarak kazanacağınız iki yılı ne yaparak harcamayı düşünüyorsunuz? Hiç şunu söyleyen birini duydunuz mu “Çayı mı siz karıştırır mısınız? Ben dünya barışı için çalışıyorum da vakit kaybetmemem lazım.” Bu tip istatistikleri ciddiye alan bir arkadaşım trafik ışıklarında kaybedeceği dört yılı kazanmak için ışıkları beklememeye karar verdi. Bu kararı ona çok pahalıya mâl oldu, ömrünün geri kalan kırk yılını kaybetti. Bu istatistiklerin bence tek bir amacı var o da hızlı yaşamaya mahkum edildiğimiz şu modern hayatta “fast food” kültürünü yaygınlaştırmaktır. Eğer bu istatistikleri yapanlar, zamanı gerçekten bu kadar ciddiye alıyorlarsa bu araştırmalarla vakit kaybetmesinler. Kim bilir bu araştırmalar için ömürlerinin kaç yılını heba ediyorlardır.

Homojen Olmayan İstatistikler: Yapılan istatistiksel bir araştırmaya göre; her altı erkekten biri eşcinselmiş. Öyleyse, şu anda yanınızda beşten fazla erkek varsa etrafınıza dikkatlice bakın, çünkü içlerinden biri eşcinsel. (Siz de benim düşündüğümü mü düşünüyorsunuz? Ama hayır yanıldınız. O değil, onun hemen yanındaki. Evet o! Hiç de belli etmiyor değil mi?) Bu araştırma tamamıyla yanıltıcıdır, çünkü bir araya gelmiş 600 erkekten hiçbiri eşcinsel olmayabilir ama hemen yan dairenizdeki iki kişiden biri eşcinsel olabilir, üstelik ikisi de kadın gibi gözükse de. Bu da bize gösterir ki yapılan istatistikler gerçek hayata uyarlandığında hiç de homojen bir yayılış göstermezler. (Kes artık bakmayı, şüphelenecek!)

Tümevarımcı İstatistikler: Yapılan bir araştırmaya göre; New York’ta gerçekleştirilen terör olaylarından sonra Amerikan halkının % 97’si Afganistan’ın bombalanmasını istiyormuş. Bu istatistikteki yanıltıcı nokta şudur; küçük bir grubun yargısı genele mal edilmiştir. Bu soru Amerikan halkının tümüne yöneltilmemiştir. Bunun ispatı, yapılan bir diğer bölgesel araştırmadır. Eyaletler çapında yapılan bu araştırmaya göre; Texsas eyaletinde yaşayanların % 46’sı Afganistan’ın değil Meksika’nın bombalanmasını , % 32’si Leonardo Di Caprio’nun bombalanmasını, % 53’ü bombaların israf edilmeyip bunun yerine Irak halkının uçaklara bindirilip Afganistan üzerine atılmasını istemiştir. Bu istatistikte de yanıltıcı olan bir nokta vardır, o da oranların toplandığında 100’ü geçmesidir. Bu ve buna benzer istatistikler kasıtlı olarak yanıltmaya yöneliktir, istatistikler aynı zamanda siyasi propaganda aracı olarak kullanılmaktadırlar. Konumuzun özüyle alakası olmasa da geçenlerde bir başka yanıltıcı siyasi propaganda örneğine daha şahit oldum. Amerikanın Afganistan’ı bombalamaya başladığı gün CNN haber kanalında sık sık şu ibareyi gördüm: “Afganistan bombalanıyor. Şehirlerde elektrikler kesildi.” Elektriklerin kesildiği o kadar sık vurgulandı ki bunun olayı daha hafif göstermek için kasıtlı olarak yapıldığını anladım. “Afganistan bombalanıyor. Suçlularla beraber masum sivil halk da ölüyor” demek yerine “Afganistan bombalanıyor. Elektrikler kesildi” demek, “Savaş” yerine “Operasyon” kelimesini kullanmak sadece dünya kamuoyunun desteğini almak için yapılan kasıtlı propaganda oyunlarıdır. Yakında CNN’de şöyle bir ibare görürseniz şaşırmayın: “Afganistan bombalanıyor. Afgan halkı geçici bir süre İnternet’e giremeyecek!”

Paradoks İstatistikler: Bu başlığa en iyi örnek yine istatistiklerle ilgili yapılan bir istatistiktir. Say Bakalım adlı araştırma grubunun yaptığı bir araştırmaya göre; Türk halkının % 78’ine göre; yapılan istatistik araştırmalar inandırıcı değildir. Ya bu da değilse? Yine yurtdışından aldığımız bir başka örneğe göre, Giritli yalancı, Giritlilerin % 100’ünün yalancı olduğunu söylediğinde yalan söylemişse yalan söylememiş, yalan söylememişse yalan söylemiş olur. Bu durumda yapılacak en sağlıklı şey, Giritli yalancıyı hiç kâle almamaktır.

Olasılık Hesapları: Einstein “Tanrı, zar atmaz” derken ne anlatmak istiyordu? Olasılık Hesapları modern bilimle hurafenin buluştuğu bir başka deyişle matematikçiyle falcıyı ya da kumarbazla bilim adamını aynı kefeye koyan yegane yöntemdir. Bir şeyin olma ihtimali milyarda bir bile olsa bu onun olamayacağı anlamına gelmez. Bunu doğru olarak kabul edersek olasılık hesapları nerede kullanılır, ne işe yarar? Buna bir fıkrayla cevap vermek istiyorum:

Nazi kampından kaçan iki Yahudi bir mevzide saklanmış kendilerine doğru yaklaşan SS subaylarını endişeyle izlemektedirler. Yahudi’nin biri diğerine “Şimdi ne olacak?” diye sormuş. Diğeri şöyle cevap vermiş: “İki olasılık var. Ya bizi yakalayacaklar ya da yakalayamayacaklar. Eğer yakalayamazlarsa iyi, ama yakalarlarsa yine iki olasılık var; ya bizi öldürürler ya da kampa geri gönderirler. Eğer kampa gönderirlerse iyi, ama öldürürlerse yine iki olasılık var; ya hemen öldürürler ya da ham madde olmak üzere fabrikalara gönderirler. Eğer hemen öldürürlerse iyi, ama ham madde olmak üzere fabrikalara gönderirlerse yine iki olasılık var; ya sabun fabrikasına gönderirler ya da kağıt fabrikasına gönderirler. Eğer sabun fabrikasına gönderirlerse iyi, ama kağıt fabrikasına gönderirlerse yine iki olasılık var; bizi ya evrak kağıdı yaparlar ya da tuvalet kağıdı, evrak kağıdı olursak iyi ama tuvalet kağıdı olursak… İşte o zaman boku yedik!”

Sembolik Matematik: Sembolik matematiği dört ayrı başlık altında inceleyeceğiz.

Cinsel Söylevde Kullanılan Sembolik Matematik:Bazen Kelimelerle ifade etmekte zorlandığımız şeylerde matematiği kullanırız. Bunun cinsel söylevdeki örnekleri ‘31 çekmek’, ‘69 yapmak’ gibi ifadelerdir. ‘31 çekmek’ ifadesindeki ‘3’ün ‘el’i, ‘1’in ‘penis’i, ‘69’da ki yuvarlak hatların kafaları sivri kıvrımlarınsa cinsel uzuvları sembolize ettiğini ve bunun bir faydası olduğunu kabul ediyorsak eğer, bu örnekleri çoğaltmamız gerekir. Örneğin; ‘96’ birbirine dargın çiftleri, ‘46’ taraflardan birinin felçli olduğu çiftleri, ‘6996’ ise grup seksi sembolize etmelidir

Hurafe Yaratmada Kullanılan Sembolik Matematik: “13”ün uğursuz sayı olduğu hepimize öğretilmiştir. 13. Savaşçı filminde Antonio Banderas’ın performansını görünce buna benim de inanasım geldi. Ama ben böyle şeylere kolay kolay ikna olmam. Özellikle büyük otellerde 13 numaralı odaların bulunmaması bu hurafenin ne kadar yaygın olduğunu gösterir. Peki nedir bu işin aslı? Bu inancın kökeninde, Hıristiyan-pagan dünyası ve batıl inançları yer alıyor. Şöyle ki; Birçok kişi bugünü Hz. İsa’nın çarmıha gerildiği gün olarak kabul ediyor. “Son Yemek”te 13 kişinin olması da bu inanışı güçlendiriyor. Nordik mitolojilerde de 13 uğursuz sayılmış, bu konuda orta çağda anlatılan halk hikayeleri hurafenin yerleşmesine sebep olmuş. 18. yüzyıl’da HMS Friday (Cuma) adlı bir gemi 13. Cuma günü (Boşuna beklemeyin, bu yazımda o berbat filmden bahsetmeyeceğim. Onun İçin apayrı planlarım var.) denize indirilmiş ve kaybolmuş. Batıda, yemek masasında 13 kişi oturmak da uğursuz sayılmış, hatta bu konuda Agatha Christie’nin “Thirteenth in Dinner” (Yemekteki Onüçüncü) adlı bir romanı mevcut. Bu durumda, bizde nasıl “okeye dördüncü” gibi bir kavram varsa batıda da “yemeğe ondördüncü” kavramı oluşmuş. 13’ten aşırı korkanlara tıp bilimi, Triskaidekafobia (Okumaya çalışmayın burada bile doğru yazıldığı şüpheli) adını vermiş. Bu numaraya aşırı düşkünlük ise Triskaydekamania olarak adlandırılmış.

Buna benzer hurafelere yakın bir tarihte yine rastladık. New York’ta İkiz kulelere çarpan uçaklardan birinin sefer sayısına (Q33NY) ‘Wingdings’ fontu kullanılarak bakıldığında şöyle bir şekille karşılaşmaktasınız:

Bu oldukça şaşırtıcı bir deneyim olabilir ama bir de şunu deneyin; ‘Bayonne’ fontuyla ‘Muazzez Abacı’ yazın. Sarsılacaksınız! Özellikle kalbi olan okuyucularım bunu italik olarak denemesinler.
Geçenlerde bir kitapta gördüğüm istatistik tablosu, herhangi bir tezi desteklemek için hurafe yaratmada kullanılan sembolik matematiğe iyi bir örnekti. Tabloda 2. Dünya Savaşına giren ülkelerin liderlerinin adları yazılı. Her adın altında liderin doğum tarihi, kaç yıl yaşadığı, ne zaman başa geldiği, kaç yıl iktidarda kaldığı ve bütün bu sayıların toplamları var. Toplamda elde edilen bu sayı, her biri için 3.888’dir.
Tablo şöyle bir şey:

CHURCHILL HITLER ROOSEVELT IL DUCE STALIN TOJO
Doğum yılı 1874 1889 1882 1883 1879 1884
Yaş 70 55 62 61 65 60
Başa geçtiği yıl 1940 1933 1933 1922 1924 1941
Görevde kaldığı süre 4 11 11 22 20 3

Söylendiği gibi her sütunun toplamı 3.888 ediyor.
Bu tabloyu icat eden kişi, bu sayının yarısının savaşın bittiği yıl olan 1944’e tekabül ettiğini ve liderlerin adlarının ilk harflerinin Evrenin Yüce Efendisi’nin adını oluşturduğunu söylemiş. Ne Aptallık! Fundamentalist bir Hıristiyan vaize ait olduğunu bildiğim bu tablo kimin için ne ifade ediyor bilemem ama iyi bildiğim bir şey var ki, ikinci dünya savaşı 1945’te sona ermiştir.

Ebcet Hesabı:

Neyin ne olduğunu ve nasıl olduğunu söylemek yetmiyor artık – bir de her şeyi ispatlamak gerekiyor, en iyisi tanıklar getirip, bir takım gülünç deneyler yapıp ispatlamak.
Patrick Süskind
Koku

Kitâbi dinlerin hepsinde var olan ebcet hesabı, harflere bir takım matematiksel değerler vererek yapılan çıkarsamalardan ibarettir. Örneğin; İbranice’de “Anne” sözcüğüne tekabül eden rakamlar “Baba” sözcüğüne tekabül eden rakamlarla toplandığında ortaya çıkan sayı “Çocuk” sözcüğüne tekabül etmektedir. Bu hesaba inanan Yahudiler şunları da göz ardı etmemelidirler, Baba ile Baba toplandığında ‘bulaşıcı hastalık’lar, Anne ile Anne toplandığında ‘kötü bir Türk filmi’ ortaya çıkabilir.

Sanatta Kullanılan Sembolik Matematik: Bedri Baykam aksini iddia etse de daha önce de değindiğimiz gibi sanatta matematik yoktur. Aksini iddia eden arkadaşım örnek olarak “62”den tavşan yapanları göstermektedir. Sevgili Bedricim “62”den tavşan yapmak bir kiçtir. Ayrıca şunu da bilmelisin ki; “62”den tavşan olabilir ama “68”den asla iyi bir iktidar olmaz.

Yazının sonuna gelirken büyük usta George Orwell’ın fütüristtik romanı “1984”ten bir alıntı yapmadan geçemeyeceğim. Orwell romanında yarattığı üç ütopik devletin savaş politikalarını anlatırken şöyle diyor: “Felsefede ya da dinde, etik ya da politik konularda iki iki daha beş edebilirdi ama silah ya da uçak yapımında dört etmesi gerekirdi.”

Bu güzel alıntıdan sonra beni yanlış anlayabilecek pozitivist kardeşlerime şunları söylemek istiyorum: Elbette ben de çok iyi biliyorum ki; İki kere iki dört eder. Farz edelim ki yarından itibaren iki kere iki beş etsin. Neler olur bir düşünsenize; bugüne dek icat ettiğimiz teknolojinin nimetleri çalışamaz olur, bütün fizik kanunları iflas eder, uzay ve madde hakkında bildiğimiz her şey geçersiz kalır, mimarların ince hesaplarla yükselttiği binalar yerle bir olur, sivilleri hedefleyen füzelerimiz yanlışlıkla başka sivilleri vurur, yaşamı ilaçlara bağlı olan insanlar yanlış dozdan ölür, uzayda salınan uydularımız kaybolur kısaca söylemek gerekirse bu, insanoğlunun binbir emekle kurduğu medeniyetin çökmesi demektir. Bu yüzden iki kere iki dört etmelidir. Bunu anlıyorum, benim anlamadığım şey; bunu neden bu kadar ciddiye aldığımızdır.