bildirgec.org

nevdalist

11 yıl önce üye olmuş, 81 yazı yazmış. 1747 yorum yazmış.

soykırımın son kalesi

nevdalist | 31 August 2007 13:00

Birkenau
Auschwitz

Herkes soykırımın son kalesi olarak Auschwitz’i (yazılışı beni öldürecek, çok zor) bilir. Oysa ondan 3 km ileride kurulmuş olan başka bir kamp vardır. Bu kamp Auschwitz’den daha büyük ve sadece ölüm kampı olarak kullanıldı. Tren rayları burada son buluyordu ve ismi Birkenau’ydu. Son soykırım kalesi. Bundan 3 ay önce Polonya’ya gittim ve son kaleyi gördüm. Yani hem biraz keşiflik, biraz gezilik bir yazı olacak. Şimdiden duyurayım, sonra ne iş demeyin.

Ölüm ve aile

nevdalist | 31 July 2007 09:57

Arkadaşımın annesi öldü. 10 gün önce ölmüş, benim çok yeni haberim oldu. Üniversiteden arkadaşım, kaç yıl oldu, bir aradayız. Artık eskisi gibi görüşemiyoruz, oysa hiç bırakmayız sandık birbirimizi. Bırakılıyormuş. O kadar ahkam kestim, edebiyat parçaladım, hafifte: “gerçekler sadece görmek isteyenler için vardır” dedim. Oysa ben görmemişim. 1 yıldır kansermiş, Rukiye Teyzemiz. 2 ay önce arkadaşım söylemişti, kanser olduğunu. Unutmuşum, ciddiye almamışım. Bir kere aradım, bir daha aramadım. Oysa hep evlerine giderdik. Çok sefildim, öğrenciyken. Yabancılığın, tanıklığın ortak kesişmesiyle bir araya geldik. T cetveliyle kafasına vururduk. “Yapmayın” diye bağırırdı, yine de onunla alay etmeyi çok severdik. Kahvenin içine konyak katıp içerdi. Biz korkuyla “yapma, yakalanacaksın” derdik. Hiç içemedim o iğrenç konyaktan. 3 kuruş parasını o konyağa yatırırdı. Mezuniyetten, iş güçten sonra, o da hiç içmemiş. Gerçekten de her şey yaşında güzel. Dostluğumuz niye bitti? Niye farklı yollara doğru yürüdük, bilmiyorum. Son görüşmemizde: “T cetveliyle kafama bir daha hiç vurmadınız” demişti. Galiba o zaman bıraktık biz dostluğu. Oğlumuz, kardeşimiz gibi bir adamdı. Oysa yaşı bizden büyüktü. Annesi ölmüş, Rukiye Teyze ölmüş. Hay Allah! Evine gittiğimiz zamanları hatırlıyorum. Tek oğlu kadıncağızın. Evine gelen bütün öğrencilere bakardı. Yedirir, içirirdi. Mutlu olurdu onlarla konuşmaktan. Arkadaşım bir sevgili bulmuştu. Annesi tenhada bizi sıkıştırıp, “kız nasıl güzel mi” diye sorardı. Farklı bir kadındı. Çok yorgun, çok dost, çok anaç, çok komik. Ben bayanım diye ayrı odaya yatak sererdi. “Sakın, erkeklerin yanına gitme” derdi. Sonra gece bizi geyik yaparken yakalayınca: “Tövbe tövbe kızla erkek, aynı odada olur mu” derdi. Şaka mı yapıyor, ciddi mi söylüyor hiç anlamazdık. Kısacık boyu, zapzayıf bedeniyle filmlerden fırlamış gibiydi. Vızır vızır dolaşırdı. Camdan cama konuşmaları bizi çok güldürürdü. Karşı komşu, “evdeki kız kim” diye bağırır. Bu da “yigenim, İzmir’den geldi” diye atardı.

2. manisa tarzanı

nevdalist | 27 July 2007 23:27

Bugünki keşfimiz, yurdumun şirin illerinden Manisa’dan. Manisa’da 2. Manisa Tarzanı olarak adlandırılan bir beyfendi var. Biliyorsunuz 1. Manisa Tarzanı Ahmet Bedevi’dir. Ahmet Bedevi, ağaç dikmenin kutsal bir iş olduğuna inanıyordu. Cumhuriyet döneminde Irak’tan Manisa’ya gelen Bedevi; Manisa’yı yeşillendirmek için var gücüyle çalışmıştır. Kısa şortları, saçı ve sakalıyla özgün bir portredir. 2. tarzanımızın da ondan aşağı kalır yanı yok. Hafta içi cerrah, hafta sonu ise tarzanlık yapıyor. Biraz uçuk, biraz deli, çevreci, küresel ısınma karşıtı. Hafifçilerin seveceği bir isim, Doktor Fahrettin Er. Fahrettin Er son projesi dolayısıyla keşifte arz-ı endam ediyor. Kendisi meyvelerin çekirdeklerini kurutarak, Spil Dağlarına serpiyor. Sonra meyve çekirdekleri, tropikal ormana doğru yelken açıyorlar. TEMA Vakfı ve Manisa Belediyesi’nin işbirliğiyle yapılan projenin ismi “Her Çekirdek Bir Ağaçtır”
Aksiyon Dergisi’ndeki röportajında şunları söylemiş: Yediğimiz bütün meyvelerin çekirdeklerinde bir ağacın olduğunu belirtmiş. Önerisi son derece basit ve uygulanabilir; çekirdekler belirli yerlerde toplanıyor ve sonra bunlar dağlara atılıyor. Atma işini gönüllüler ve yamaç paraşütçüleri yapıyor. Toprağa rasgele bırakılan her on çekirdekten biri mutlaka tutuyor. Çekirdeklerin tutma süresi 1 yıl. Hesabı da şöyle yapmışlar. Spil Dağı’na 1 milyon çekirdek atarsak, bunların en az 100 bini meyve ağacı olarak geri dönecektir.

Masallardan nefret edenler

nevdalist | 28 June 2007 09:39

kabus başlıyor
kabus başlıyor

Masalları hiç sevmedim, ben. Uğraştım üstelik, ama olmadı. Külkedisi mesela çok ağlak. Hep şikayet, hep şikayet….Bu kadar eziliyor, bir gün kalkıp da üvey anneye bir tane vurmuyor. Kardeşim bir isyan et, bir devrim gerçekleştir. Yok yok, o yerleri silmeye devam ediyor. Marks o zamanlar yoktu. İşte o yüzden böyle oldu. Sıkıyor beni böyle tipler, çok kaderci. Her şeyi olduğu gibi kabul ediyor. Külkedisindeki ayak da maşallah yalnız. Prens koca ülkede başka o numaradan giyineni bulamadı. Herhalde 45 falandır. Yoksa kandırıp durmasınlar, ayakları çok küçük diye.

Karıncalarım

nevdalist | 14 June 2007 10:41

Evimde karınca çıkmaya başladı. Geçen yaz bir tek gelmemişlerdi. Onun dışında her yaz hazirandan eylüle kadar beraber yaşıyoruz. Geçen yıl ne olduğunu bilmiyorum, bana neden kızdıklarını. Oysa çok bekledim, onları. Gelsinler diye koridora ekmek kırıntıları bıraktım. Kahrolası bir hamam böceği geldi, onlar gelmedi.

Bu yıl ansızın arz-ı endam ettiklerinde çok şaşırdım. Koca bir yıl geçmişti. Birbirimizi unuttuk, sanmıştım. Oysa unutmak, hatırlamanın geçmiş zaman dilimi.
İlk şaşkınlığım geçtikten sonra sınırlarımızı belirledim. Onların yuvası koridorda duvar dibiydi. Bu sayede kimse onları görmeyecek, yanlışlıkla basıp öldürmeyecekti. Sevmem aslında ben karıncaları. İlk çıktıklarında çığlık çığlığa bağırmıştım. Sinirlerim o kadar oynamıştı ki! Bir gün oturup ağlamıştım. Sonra, annemin “karınca berekettir” sözüne kandım. Ayrıca beni alt etmelerinin de etkisi olmuş olabilir. Yenildim onlara ve anlaşma yaptım, suçlu muyum? Onlar kendi bölgelerini kullanıyorlar, ben benimkini.

Taşra

nevdalist | 30 May 2007 11:31

Ferdi Tayfur’un bir dönem çok tutulan hadi köyümüze geri dönelim şarkısını hatırlayanlar olacaktır. Uzun zamandır köy, kent ve edebiyat gibi kavramlara takmış bir vaziyetteyim. Bunun birinci sebebi Tanıl Bora’nın Taşraya Bakmak isimli kitabı. Bir kitap okudum ve hayatım değişti, demeyeceğim; korkmayın. Sadece taşrada doğup, büyümüş biri olarak düşüncelerimi yazacağım. Çünkü Türkiye bir taşradır.

Taşra nedir? Yaşadığımız bu koca şehirde neresi taşra, neresi şehirdir. Mesela Bağcılar taşra mıdır? Ya da neden taşrayı sadece ekonomik bir durumu vurgulamak için kullanır olduk. Mesela taşrada zengin yok mudur? Zenginse neden taşra da oturur. Bu soruları kendim cevaplamak ve unutmamak için soruyorum. Çünkü genelde yazarken de cevap soruyu getiriyor.

Aşkın tarifleri

nevdalist | 28 May 2007 15:05

Kavuşamazsın, aşk olur.
Aşık Veysel

Efenim; unutamadığım bir aşkın öyküsünü anlatacağımı sanıyorsanız, yanılıyorsunuz. Unutmadığım aşk yok, acaba problem bende mi diye düşünmüyor değilim. Velhasıl bu kadar çok aşk üzerine, kendi aşklarımız üzerine yazıp dururken; aşkın tarihini ve tarifini merak ettiniz mi? Ben bu yazıda dönemlere ve felsefelere göre aşk tariflerini vermeye çalışacağım. Zamanlara ve burçlara çok dikkat ettim, o yüzden şimdiden bir eleştiri gelirse karşı cevaba geçeceğimi söylemek isterim. Ayrıca yiğenler çok üstüme gelmeyin, aşk yani konu. Güzel güzel konuşalım.

Aşk kişiden kişiye; toplumdan topluma; zamandan zaman değişen bir olgu. Kimileri için bir fenomen, kimileri için gelip geçici bir şey. Aşk; Goethe’nin Genç Werther’in Acıları,, Fuzuli’nin Leyla ile Mecnu’nu, Ehmede Xan’nin Mem û Zin’i Vedat Türkali’nin Birgün Tek Başınası ve daha ismini sayamadığım nice kitabın kahramanı……Üç harfli bir kelime aşk, kısacık. Ancak hayatımızda anlamı büyük. TDK’ya göreyse aşırı sevgi ve bağlılık duygusu.
İnsanı insan yapan en önemli özelliklerden biri sevgi. Aşk ise onun bir türevi. Aşkın da sevgi gibi birçok türü var: Vatan aşkı, tanrı aşkı, devrim aşkı vs…O’da nesnesine göre farklı anlamlar taşır kuşkusuz. Bu yüzden de ilk soru aşk ama hangi aşk? Yöneltilen kişi, durum değişse bile sonuç ve özellikler aynı değil midir? Bir sufinin tanrı aşkıyla cinsler arasındaki aşk veya bir militanın bayrağına duyduğu aşk. Sonuçta hayatını aşık olduğu şeye göre biçimlendirir ve onun için ölümü göze alır. Aragon’un büyük aşkı Elsa’ya yazdığı mutlu aşk yoktur dizelerini kim unutabilir. Aşk ile ilgili sorular öyle çok ki! Yazıyı yazarken bile bütün bu soruların cevapları çıkmadı. Neden aşık değilken, kendimizi mutsuz sayıyoruz? Neden aşıkken mutlu olamıyoruz? Aşk iyilikten anlamaz deniyordu bir filmde, neden? Ne kadar çok acı çekersek aşkta, o kadar yüceleştiriyoruz, neden? Yoksa hepimiz sadist miyiz?

Stockholm Sendromu

nevdalist | 10 May 2007 14:10

Dün akşam Avrupa Yakası’nı izlerken Stockholm Sendromu diye bir kelime duydum. Atmasyona bak diye düşünürken bir baktım, böyle bir şey gerçekten var.

Giriş olarak özetlersek bu sendrom sizi esaret altına alan kişiye karşı duyulan hayranlıktır. Aynı zamanda köle efendi diyalektiği diyebiliriz. Öyle ya, Hegel’e göre güçlerin eşit olmadığı her ilişki efendi köle ilişkisine döner. Cümleyi böyle yazınca çok güzel bir anlam çıkıyor, ama işin aslı öyle değil. Susan Sarandon’un başrolde olduğu bir film ve Muse grubunun bir şarkısı var. Ayrıca sendrom özel bir bozukluğu ifade eden, tanıyı kolaylaştıran belirti ve bulguların tümü demektir.

sutyen- erkeklerin korkulu rüyası

nevdalist | 01 May 2007 10:01

hafifçilere kıyağım
hafifçilere kıyağım

İngiltere’de yapılan bir araştırmaya göre sutyen erkeklerin korkulu riyası. Çünkü açmayı bilmiyorlar. Peki erkeklerin korkulu, kadınların zorunlu rüyası sutyenin tarihini hiç merak ettiniz mi?

Dilimize Fransızcadan giren ve yazılışı itibariyle kafa karışıklığına yol açan bir kelime sutyen. Kimilerine göre memeler için kap, kimilerine göre ise daha kibarca söylersek kadınların göğüslerinin dik durmasını sağlayan iç çamaşırı. Aynı zamanda memenin büyüklüğüne, ağırlığına, yerçekimine yakınlığına, kalitesine göre de oranı değişiyor. Sutyen sosyolojik bir olaydır aynı zamanda. Günümüzde yerliler, birkaç kabile ve aborjinler dışında hemen hemen herkes sutyen kullanmaktadır. Peki ne oldu da doğurganlığın simgesi olan meme bir anda hapsedildi? Bu sorunun cevabı kadının daha çok sosyal yaşamda, iş hayatında yer almasıyla açıklanabilinir. Artık kadınlar evinden çıkmış, sokakta erkeklerle beraber olmaya başlamıştı. Haliyle ilk olarak memeler dikkat çekmeye başladı. Buraya kadar sıkılmadıysanız sutyenin öyküsünü keşfe devam edebiliriz.