Kavuşamazsın, aşk olur.Aşık Veysel

Efenim; unutamadığım bir aşkın öyküsünü anlatacağımı sanıyorsanız, yanılıyorsunuz. Unutmadığım aşk yok, acaba problem bende mi diye düşünmüyor değilim. Velhasıl bu kadar çok aşk üzerine, kendi aşklarımız üzerine yazıp dururken; aşkın tarihini ve tarifini merak ettiniz mi? Ben bu yazıda dönemlere ve felsefelere göre aşk tariflerini vermeye çalışacağım. Zamanlara ve burçlara çok dikkat ettim, o yüzden şimdiden bir eleştiri gelirse karşı cevaba geçeceğimi söylemek isterim. Ayrıca yiğenler çok üstüme gelmeyin, aşk yani konu. Güzel güzel konuşalım.Aşk kişiden kişiye; toplumdan topluma; zamandan zaman değişen bir olgu. Kimileri için bir fenomen, kimileri için gelip geçici bir şey. Aşk; Goethe’nin Genç Werther’in Acıları,, Fuzuli’nin Leyla ile Mecnu’nu, Ehmede Xan’nin Mem û Zin’i Vedat Türkali’nin Birgün Tek Başınası ve daha ismini sayamadığım nice kitabın kahramanı……Üç harfli bir kelime aşk, kısacık. Ancak hayatımızda anlamı büyük. TDK’ya göreyse aşırı sevgi ve bağlılık duygusu.İnsanı insan yapan en önemli özelliklerden biri sevgi. Aşk ise onun bir türevi. Aşkın da sevgi gibi birçok türü var: Vatan aşkı, tanrı aşkı, devrim aşkı vs…O’da nesnesine göre farklı anlamlar taşır kuşkusuz. Bu yüzden de ilk soru aşk ama hangi aşk? Yöneltilen kişi, durum değişse bile sonuç ve özellikler aynı değil midir? Bir sufinin tanrı aşkıyla cinsler arasındaki aşk veya bir militanın bayrağına duyduğu aşk. Sonuçta hayatını aşık olduğu şeye göre biçimlendirir ve onun için ölümü göze alır. Aragon’un büyük aşkı Elsa’ya yazdığı mutlu aşk yoktur dizelerini kim unutabilir. Aşk ile ilgili sorular öyle çok ki! Yazıyı yazarken bile bütün bu soruların cevapları çıkmadı. Neden aşık değilken, kendimizi mutsuz sayıyoruz? Neden aşıkken mutlu olamıyoruz? Aşk iyilikten anlamaz deniyordu bir filmde, neden? Ne kadar çok acı çekersek aşkta, o kadar yüceleştiriyoruz, neden? Yoksa hepimiz sadist miyiz? “Aşk tek kişiliktir”, der şiirinde Yılmaz Odabaşı. Bu tekil bir düşüncenin ürünüdür. Karşılık olmadan, tek başına bir duygu yaşanabilir mi? Ötekiyle birlikte yaşanabilir duyguyu tekile indirgemek, tek başına yaşamak sadece bir yanılsamadır, umuttur. Paylaşımın olmadığı bir yerde duyguyu kendi içinde yeşertmek, beslemektir. Goethe Genç Werther’in Acıları isimli kitabında böyle bir aşkı anlatır. Werther aşıktır ve kendi kendine hikayeler yazar. Sonu ise intihar ile sonuçlanır. Ayrıca karşılığı olmayan aşkın daha da yüceleştirildiğini, büyütüldüğünü eklemek isterim. Öyle ya! Acılar çoğalır. Onu görmek için çırpınırsınız, ona söylemek istediğiniz bir sürü şey vardır. Ancak söyleyemezsiniz, ya da söyleseniz bile aynı karşılığı alamazsınız. Ayrıca daha ergen yaşlarda sık sık aşık olunduğu ve bunların birçoğunun karşılıksız kaldığını unutmamak gerekiyor. Burada varoloşçulara ve Hegel’e bir göz atabiliriz. Hegel’e göre akla uygun olan gerçektir. Aşk da mutlak aklın sonucudur. Mutlak akıl aşkın, kendi kendisine yeten, kendi kendisinin mutlak olarak bilincinde olan, tam olarak bağımsız bir varlık olmaya çalışmaktadır. Şurada karşılıksız aşk sendromu ile ilgili detaylı bilgi bulabilirsiniz. Varoluşçuluk: insanın dünyaya yokluğu getiren bir varlık olarak terkedilmişlik, hiçlik ve anlamsızlık içinde boğulduğunu, tutunabilecekleri bir dalın olmadığını öne sürer. Varoluşçulardan bahsedip, Sartre’ nin aşk hakkındaki düşüncelerini yazmamak olmaz. Sartre; Bulantı kitabında yaşamın temelsizliğine vurgu yapar. Kitabın kahramanı Roquentin’den bir alıntı:

Her şey temelsizdir, Şu park, şu kent, ben. Bunu fark ettiniz mi mideniz bulanır (syf:188)

Felsefeyle birlikte edebi yapıtlarında aşka cinselliğe nasıl baktığını yansıtan Sartre, bir hiç olan kendinde varolan her şeyi –ki buna aşk da dahildir- hiçlediği gün, bütün özgürlüğüne sahip olacaktır. (Gürdal Aksoy Aşkın Sonu mu. Syf. 27) Ona göre insan özgür olduğu halde, onu dönüştüren, onun özgürlüğünü sınırlayan, onu tanımlayan, onu bir nesneye dönüştüren şeyler vardır. Bunlardan biri de aşktır. Bu yüzden de aşk bir tehdit ve aynı zamanda bir savaştır. Bu savaşta ben ve öteki kavramları karışmamalı ve birleşmemelidir. Yani aşkta da özgür olunmalıdır. Simon De Beauvoir ile yaşadıkları ilişki düşünülürse aşka bakışları daha rahat anlaşılabilinir. Aşktan bahsederken; Nietzche’den bahsetmemek olmaz. Pek İnsanca kitabında “biz arzulanana değil, arzulamanın kendisine aşığız” der. Üstinsan tanımını ortaya atan Nietzche, “seni öldürmeyen şey güçlendirir” demiştir. Aynı şey aşk için de geçerlidir. Lou Salome duyduğu aşk acısı onu öldürmediği gibi daha da güçlendirmiştir. Salome’yi elde etmek değil, onu arzulamaya aşıktır. Bu yüzden de onun en yakın dostu Paul Ree ile aralarında kurduğu ilişkiye de ses çıkarmaz. Umutsuz bir aşıktır, daha doğrusu umuda aşıktır. Sonuçta Salome kendi yoluna devam eder. Nietzche’de daha güçlü olarak kitaplarını yazmaya hem de deli gibi yazmaya devam eder. Wagner’in karısı Cosima Wagner ile yaşadığı da böyle bir aşktır. Kavuşamama, acı çekme hallerini sever.Sosyalizmde aşk
Dünyaya bir siyasal düşünür olarak adını duyuran Karl Marks karısı Jenny’i çok sever. Onun için şiirler yazar. Ancak bu şiirler hiçbir zaman çok önemli olmaz. Yani edebi anlamda bir değeri yoktur. Sadece bir dönemi ve tarihi anlamak için değerlidir. Jenny dönemin en güzel genç kızlarından biri ve birçok evlilik teklifi almasına rağmen, hepsini ret eder ve Karl’ı seçer. Ailesi bu duruma tepki gösterir. Çünkü Karl Jenny’den 4 yaş küçüktü ve zengin, soylu bir aileden gelmiyordu. Nişanlanırlar ve nişanlarını 7 yıl saklamak zorunda kalırlar. Jenny’nin ölümünden sonra yakın dostları Engels “Mağripli artık yaşayamaz” der. Çok kısa bir süre sonra da Marks hayata gözlerini yumar.Siyasal tutkular hayatta nasıl önemli bir yer kaplıyorsa, bireysel tutkularda öyledir. Ancak sosyalistlere göre aşkta sınıf bilincine uygun olarak yaşanmalıdır. Böyle olunca da sanatçılar ikisi arasında bir seçim yapmaları gerektiğine inanmışlardır. Marksist öğreti kadın sorunu ve cinsellik üzerine birçok şey söylemelerine rağmen direkt aşk üzerine yazmamıştır. Belki dönemin sosyal yapısı içinde aşk çok ikinci planda kalıyordu. Özellikle Marksist hareketler aşka bir dönem burjuva alışkanlığı, ideolojiye zarar veren bir unsur olarak bakmışlardır. Öyle ya! Bütün ideolojiler kesin bir bağlılık isterler. Bu bağlılığın başka bir araçla bozulmasını istemezler. Oysa bütün mücadeleler ancak birlikte yürütülebilir. Aşk buna engel değil, destekleyen bir unsurdur. Pek çok kişi de sosyalist anlayışın sınırsız özgürlük getirdiğini ve herkesle birlikte olunacağını ileri sürmüştü. Oysa ki cinsel özgürlük kavramı kadının kendi bedeni üzerinde söz hakkı olduğunu, kendi seçimiyle biriyle birlikte olabileceği anlayışını dayatıyordu. Sosyalist anlayışa göre aşk veya sevgi her şeyden önce üretim ilişkilerine göre şekillenmelidir. Aşk aynı zamanda bir üretimdir, onu nasıl tükettiğimiz nasıl yeni bir aşka yelken açtığımız değil; onu nasıl beslediğimizdir önemli olan.İlahi Aşk
Ozanlığının yanı sıra dili, düşünceleri, işlediği konularla Anadolu’da gelişen Türk edebiyatının en büyük adlarından sayılan Yunus Emre, yalnız halk ve tekke şiirini değil, divan şiirini de etkiledi, yaşarlığını çağlar boyu sürdürdü. Hece ve aruzla yazdığı şiirlerinde sevgiyi temel aldı. Tasavvufla, İslam düşüncesiyle beslenen dizelerinde insanın kendisiyle, nesnelerle, Allah’la ilişkilerini işledi, ölüm, doğum, yaşama bağlılık, ilahi adalet, insan sevgisi gibi konuları ele aldı. Yunus Emre tanrıyı ulaşılmaz bir yere koymaz. Tanrı her yerdedir. İnsanı yaratan tanrı olduğuna göre, tanrıya ulaşmanın birinci yolu insana ulaşmaktır. Bu yüzden de bütün insanları; din, dil, ırk, cinsiyet ayırmadan sever. İnsan ne kadar kötü olursa olsun, haktan dolayı, yaratandan dolayı onu sevmeliyiz diye düşünür. “Yaratılmışı sev, yaratandan ötürü” dizeleri Yunus Emre’ye aittir.

Anam aşk, babam aşk, Peygamberim aşk, Allahım aşk, Ben bir aşk çocuğuyum, Bu aleme aşkı ve sevgiyi söylemeye geldim.” / Mevlana

Dizelerini yazan Mevlana hakkında şurada bilgi bulabilirsiniz.

Aslolan aşktır hayatta. gerisi, lâf ü güzaf

diyen Fuzuli’den bahsetmeden olmaz. 1556 yılında ölen Fuzuli, islami bilimler eğitimi almıştır. Ağırlıklı olarak tasavvuf, ayrılık acısı ve aşk üzerine yazmıştır. Leyla ile Mecnun en bilinen eserlerindendir. Leyla ile Mecnun küçük yaştan beri birbirlerine aşıktır. Leyla’nın ailesi bu aşka izin vermez. Mecnun Leyla’nın aşkına çöllere düşer. Başkasıyla evlendirilen Leyla’nın kocası bir süre sonra ölür. Çölde Mecnun’u aramaya başlar, Leyla. Mecnun ise bütün maddi şeylerden sıyrılmış, bir ruh olarak yaşamaya başlamıştır. Leyla’yı görünce tanımaz. “Leyla benim içimde, sen kimsin?” diye sorar. Bir süre sonra Leyla ölür ve ardından Mecnun’da hayata gözlerini yumar. Bu efsane kavuşamayan bütün aşıklar için söylenmeye başlar.Kaynak