bildirgec.org

astral

11 yıl önce üye olmuş, 262 yazı yazmış. 308 yorum yazmış.

vizyon

astral | 19 February 2010 09:32

esher
esher

Çabalamazsan ölecekmişsin gibi vizyonunun peşinden gitmen lazım. O ki, koşup yorulmadan. Zaten vizyonunda devam ederken, yorulduğunu anlamazsın.

Bu denli gerçek olur hayallerin. Koşup yorulduğunda ise, o an anla ki yoruluyorsan vizyonun değildir.

Buradan neyin vizyonun neyin vizyonun olmadığını anlayabilirsin. Bu yüzden sabah kalk, vizyonunu çiz ve yürü. Günlük vizyon, belki haftalık vizyon ve nihayet Gaia’a gelme nedenin olan vizyonunu çözümle, yapılandır.

Asıl gelme nedenini bulduğunda ise hayat çözümleniverir ellerinde. Hepsi bu kadar işte, hepsi bu kadar.

Islak Düğün

astral | 18 February 2010 13:01

İstediklerimin kala kaldığı bir an/ bin an. Kalakaldığım onca anın kaçında sen varsın, ben varım? Yalan dolan bu meşk oyunları, nihayet ayılan kadının dudaklarında aşk yazmıyor. Aşk yazmamasıysa aşkla tanışması.

Uzaklarda bir kadının düğünü var. İç soğukluk duyan kadının ıslak dünyasından son vedası bu şarkı, ağlıyor; göz yaşları yağmurları kıskandırırken, o da sessizliği kıskandıranlardan… Oysa içinde ne çığlıklar var.

Uzaklarda bir kadın evleniyor. Aşk yanmış bir yakamozda çoktan kaybettiği cehennemde. Hiç tutamadığı çiçeklerini atmış ateşin tam ortasına. Kadın düğünlere gitmeyi hiç sevmezmiş. Dalga geçenlerdendi kimi törenlerle, törelerle. Bir gün dergide bir model fotoğrafında yere fırlattı ömrünü. Sanmıyordu.

yarım

astral | 17 February 2010 19:19

Çizdikçe eksik kalınan yol. Oldukça olmayan, iz. Çalıştıkça hep yarım kalan, yarım. Olmayacak, bazen ne yüksek benliğime uşamamanın hüznünden kurtalabileceğimi sanıyorum ne de bu melankolizmden. Oysa yolları da çizen, rüyaları da yorumlayan, sesleri de okuyan -gıpta edilen- benim. Ben.

Düşünüyorum direk çivit mavisi/ indigoların bedenlenme sorunlarını yaşıyorum ama elbette bunlara sığınmamalı. İndigolar böyledir dersem hiç tutunamam. Hep indigo olmayanların çok çok daha tutunduklarını gördükçe benim tutunamamam da daha bir komik kalıyor. Çünkü onların algıları bu denli açık değil. Elindeki fırsatları kullanmamak gibi bir nevi. Lakin o fırsatlar kimi zaman ayağına da dolanır, sır olur; hatta sırdan kale olur, çıkmak istemediğin.

virgül

astral | 17 February 2010 17:36

Penceremde güneş. Bulutların arasından kendini inşaa eden. inadına -belki-. Devam ediyor dedirten, inadına. Oysa inat yüzünden bu şarkının bu denli koyması ve koyacak olması. Güneşin inadı da ne? Onun inadı başka: Onun ki başka. O devam ediyoruz, ‘Kaldır kafanı ey hat!’ diyenlerden…

Devam ediyorum, planlarla. Gaianın köküne köklerimi gömmek üzere hayallerim/ tasarımlarımla, yürüyorum. Onunla olacaktı tüm bunlar ama olmadı ne yapalım.

Yazılar yazdım, buraya koyamayacağım kadar gerçek, şak diye açan gerçekleri, satırlar: Bende kalacak onlar. Kalsın. Kalan onca şeyden sonra bir yazı/ bin yazı kalmış çok mu?

yüz tutmuş yas aslında töz’müş

astral | 28 January 2010 15:34

Ölüm, döş, düş, tut, tutsak, yok, hayal; hepsi bu kadar işte, hepsi bu kadar.

Varoluş gerçeği yokluşa giderken. Yine yine anladığım birşey var ki Avatar’ı seyrederken varoluşun yolu yokolmayı göze almaktan geçiyor usul usul üstadım, usuna yatsa da yatmasa da bu böyle…

Her düş baharlara kalmazmış. Kimilerinin bahar olurmuş, kimileri sadece baharlara bakarmış, kimileri seyretmek dahi istemezmiş, kimileri sadece izleyenmiş, kimileri sadece izleyen. Sahnede burası cehennem de üstad. Kimileri cennet de diyor. Ben de dedim. Yeni yıla girdiğim gece sonraki gün ve gece cennetin yeryüzüne inişiydi. Uslu ve dingindi ortalık. Hayal olamayacak kadar gerçekti. İnandım. Oradaydım. Bendim. An be an deneyimleyen özne. Ahh! Okyanus, ahh yıldızlar… Bu hayat ve ben, yorulmak bilmez sorular. İşte ben, uslanmaz haylaz.

SIKIŞIK HAYALLER

astral | 28 January 2010 14:31

Hiç yazamayacağını bildiği kitabın kapağı dahi hazırdır kafasında. Kolilerin fotoğrafı ve boş bir oda. Üzerinde ‘Sıkışık Hayaller’ini anlatacak teker teker. Geçip giden hayaller.

‘Bu kitap da onlardan biri, bu kitap da diğerleri gibi yazılmayacak’ dedi kadın; hem kitabından bahsederken, hem heycanlanmış halini hiç de saklamaya çalışmayarak… Keyifliydi bahsederken.

‘Bu yazıya tam bu isim olur’ dedim. İç’de kalmış bir kitap ismi. İç’de kalan hayaller. Hiç yazılmayacak ama birinin tüm ayrıntılarını bildiği ve ne kadar etkilense az olduğu; yazılmayacak kitabın adı.

kar beyazı

astral | 26 January 2010 14:22

Her geçen gün başkalaşırken hayat, başkalaşmayan şeyler de var mıydı?

Tüm zamanlar, tüm anılar, tüm saçmalamalar, tüm dağıtmalar ve tüm toparlanma çabaları başkalaşıyor. Biz değişen bir yapıya sahipken bazı özelliklerimiz ise yapışmışcasına zorlanıyor ruhumuzu bırakmakta. Hatta gün be gün kendimizi tanıyamaz olmuşken aynada, ne kadar değişmez özelliklerimiz olduğunu görmek de başka bir yıpratıcılık taşıyor şu zalim zamana karşı koşarken/ koşamazken…

Var oluşun ve var oluşsuzluğun tüm basamaklarını teker teker tırmanmış ve yok olma basmaklarını da itinayla çıkmışken; kendi imzanı taşıyan ne var bu dünyada söyler misin?

tat

astral | 26 January 2010 12:58

Her geçen sızının sabahında solmak üzere olan çiçeğin yapraklarını temizliyorum, ince ince. Kanatlarına tutunuyorum hayallerimin, kırılmak üzere olanların üzerine çok basmamaya çalışarak…

‘Nesi var ki şu dünyanın, bu kadar peşinden koşulacak?’ diyordu kadın hıçkırıklarını tutmaya çalışırken. Oysa adam o güne kadar hiç ağlamayı başaramamıştı. Adam kadına sıkıca, çok sıkı sarıldı. ‘Ağlayacağım’ dedi. Kötü birşeymişcesine mahsun ve ağlamaması gerektiğini düşünen birinin sözleri gibi dokunaklı çıktı kelimeler, teker teker; koşturmadan ve mırıltı halinde…

– Ağlaman kötü değil ki. Çoğu zaman iyi gelir.
– Ben hiç ağlamadım. Belki bir kere onu da ne zamandı, hatırlamıyorum bile.
Adamın ne kadar hassas olduğunu anlıyordu kadın. Daha fazla sokuldu ona. Hiç çıkmamak istedi içinden. Dışında kalan herşey dışarıda kalıyordu çünkü onun yanında. Herşeyin önemsizleştiği yerdi, aşk. O, aşktı; emindi.

kızılderili inkar

astral | 21 January 2010 13:10

Bir küçük kanatlanmış öpücük. Uçar, pır pır. Küçüklüğü sahtenin inkarıdır, bağırmaz. Uçan kelebekler geri dönmez her zaman bencileyin. Bencileyin dediğin her şey geçip gitti oysa. Oysa pınarların çoktan senindi ve sen yazmıştın onun adını, pek emin halinle. Yaşamın anlamını ilan edip onun için nefes alıyor sanmıştın kendini, son otobüse binerken.

Romanın ilk sayfasına ‘Bebeğim şimdi gidiyorsun ama burada seni varlık kadar benimseyen, özümseyen bir adam var. Onun nefesisin. Bebeğim dediğisin. Bu romanı sana veriyorum ama sen kalbimi de alıp götürüyorsun. Kalbim sen de kalacak çünkü evrende sen varsın. Ben nefes aldığım sürece bu adam seni sevecek. Izdıraplı yağmurlarda kaldığımda da, karanlığımda da, yaratıcılığımda da senin kalbin olacak ve dünyaya nefes verecek. Yaşamamın yolu bu. Şimdi otobüse binip gidiyorsun. Ben bu sıcak şehirde kadınından uzak kalan yalnız adamım. Otobüs uzaklaşırken ben, geride kalan adamım. Ben sana geliyorum kalbimle. Ben çoktan sendeyim. Evrende sen varsın ve bu her şeyi değiştiriyor. Gözlerimdeki bakışta anlam değişti, ışığım değişti, gülümseyişim değişti. Her gülümseyişim değişti. Bebeğim. Bu otobüs seni başka bir şehre taşırken sana aşık bir adam bırakıyorsun geride ve sana bebeğim diyen, sensiz hayat artık eskisi gibi değil diyen…’

bir dakika kırk saniye

astral | 21 January 2010 11:35

Bir dakika kırk saniye. Kapağı kapanan telefona bakarken bir iç çekiverdim. Bir iç ki, ömür var içinde; bilen bilir.

Küçük bir konuşma. Şurada bir haber gördüm, okudun mu? Bıla bıla. Yapılan küçük yorumlar.
-Sen nasılsın?
-İyiyim.
-Sen nasılsın?
-İyiyim.
-Tamam canım.
-Tamam.
-Öpüyorum.

Kapanan telefon. Ne bitti? O kim, ben kimim? Neden bu haldeyiz? O kim, ömrüm? ‘Ben olmasam da olur, o önemli’ dediğim varlık… Ne kadar konuştuk? Bir dakika kırk saniye. Nerdeyiz, neden? Oysa en uzak, hiç de kanım olmayan ve aynı rahimde döllenmeyen tohumlarla gün boyu ne gereksiz konuşamaları ne çok yaparken; nerdeyiz?