bildirgec.org

Site arşivi: sinepil

Kadın Gibi Geçti Tatt av kvinnen (2007)

pillidarko | 28 April 2008 15:35

Korkma tuttum seni :)
Korkma tuttum seni 🙂

Norveç’ten çok fazla film ülkemizde gösterim şansı bulamıyor. Ancak festivallerderastladığımdan bulduğumda asla kaçırmıyorum. Her ne kadar Norveç sineması üzerinde bir yazı yazacak kadar film görmediysem de bu ülkenin sinemasının ayrı bir tadı, soğukkanlı bir mizahı olduğunu söyleyebilirim. Kadın Gibi Geçtide bu mizah anlayışından nasibini almış bir romantik komedi. Ama aklınıza birbirine deli gibi aşık bir çift geldiyse silin onu kafanızdan. Kadın Gibi Geçti’de ideal bir çift yok. Yapışkan mı yapışkan bir kadın ve sonunda ona boyun eğmeyi kabullenen bir aşk öğrencisi var. Aşk öğrencisi diyorum çünkü Trond film boyunca seven bir erkek nasıl davranırsa öyle davranmaya çabalıyor. ‘Sana aşık olmak için elimden geleni yapacağım.’ filmin kilit cümlesi. Trond bir ilişkinin evrelerini yabancısı olduğu bir ülkeyi gezer gibi hem şaşkın, hem de hayranlıkla geçiriyor. İlk kavgalar, ilk seyahatler, sevgi sözcükleri. Aşık olmayı başaramasa da bir ‘ilişki’ kurmayı başarıyor.

Trond’u canlandıran oyuncu Trond Fausa Aurvaag‘ı geçen sene Norveç yapımı bir kara komedi olan Sorun Yaratan Adam (Den Brysomme mannen)’da izlemiştim ve hayran kalmıştım. Bu filmde de gerçekten çok iyi bir performans sergilemiş. Filmin sessiz ve derinden mizahı Aurvaag’ın çipil çipil gözlerinden akıp seyirciye ulaşıyor.

Across The Universe

absynthe | 28 April 2008 13:33

Across The Universe, İngiltere’den ABD’ye babasını bulmaya giden, fakat orada kendini bir aşk hikayesinin, Vietnam savaşının ve savaşa karşı eylemlerin içinde bulan Jude’un hikayesi. Fakat anlatım yolu biraz değişik. Jude’u, The Beatles’ın 33 şarkısı aracılığıyla öğreniyoruz. The Beatles hayranlarının önce bu şarkıların yeni yorumlarından biraz rahatsız olacağını, fakat sonra alışıp nihayetinde Beatles Beatles’dır, kim yorumlarsa yorumlasın diyeceğini düşünüyorum. Yalnız müzikal olduğundan Türkçe altyazıların tatmin edip edemeyeceğinden emin değilim. Nihayetinde düz sözleri çevirirken bile anlam kayması oluyor, şarkılar için daha da vahim bir durum söz konusu.

hayalet ev – asuman suner

kahramancayirli | 28 April 2008 13:31

bu kapağı gördüğünüz an, düşünmeyin, hemen alın.
bu kapağı gördüğünüz an, düşünmeyin, hemen alın.

yayınevleri türk sineması üzerine kitap yayımlamaktan uzak duruyorlar genelde. az türk sineması kitabımız var, velhasıl. yayımlananları elimden geldiğince takip etmeye çalışıyorum. çok iyi kitaplar da yayımlanıyor bazen. asuman suner’in hayalet ev’i harikulade mesela. suner’i masumiyet (1997 yapımı, yönetmen: zeki demirkubuz) filmi üzerine yazdığı çok nitelikli bir makaleyle tanımıştım yıllar önce. kitapta bu makale de yer alıyor. 1990lar türk sinemasını öyle güzel, öyle farklı yönlerden okuyor ki akademisyen-yazar, benim ağzım bir karış açık kalmıştı filmler arasında gezinirken. türk sinemasıyla ilgilenen sizlerin de çok hoşuna gideceğini düşünüyorum. dilerim asuman suner türk sineması üzerine yeni makale ve kitaplarla karşımıza çıkmaya devam eder…

Man On The Moon

exorientelux | 27 April 2008 20:18

Amarika’da sevenlerinden çok nefret edenlerinin bulunduğu Andy Kaufman’ın hayatını anlatan Man On The Moon filminin yönetmeni Milos Forman. 1999 yapımı film, gösterildiği yıl hakkettiği ilgiyi ne yazık ki göremedi. Bunda Jim Carrey adını duyup da Ace Ventura, The Mask, Cable Guy, Liar Liar ya da Dump and Dumper gibi bir film bekleyenlerin hayal kırıklığı rol oynamıştır diye düşünüyorum. Oysa Jim Carrey’nin Truman Show’daki performansıyla verdiği sinyalleri doğru algılayan hayranları için bu film hiç de şaşırtıcı olmadı. Daha doğrusu şaşırttı, çok iyi bir senaryo ve Jim Carrey’nin muhteşem oyunculuğuyla. Hep güldüren adam olarak kafadan komedi kategorisinde kabul edilen J. Carrey (öyle ki bu filmdeki oyunculuğuyla Altın Küre alan Jim Carrey’ye ödülü en iyi komedi dalında verildi), bize oyunculuğunun buz dağındaki görünmeyen kısmını bu filmle göstermiş oldu. (Sonradan çektiği komedi filmlerinin yanında Eternal Sunshine Of The Spotless Mind ya da The Number 23 gibi filmler de Jim’in bu halinden memnun olduğunu gösteriyor sanırım.)

Filmlerin Tadı Tuzu; Film Müzikleri

hoodly | 27 April 2008 14:19

Gerçekten ben bir film müziksiz olsa bize verdiği zevki, heyecanı ve düşünceyi tam anlamıyla yerine getiremezdi diye düşünüyorum. Bir aksiyon filminde onun için meydana getirilmiş bir müzik ile mi yoksa sadece oynayanların ve çevreden gelen seslerin duyulması ile mi daha güzel seyirlik bir film ortaya çıkar. Yada romantik bir filmde bizleri oyuncularla birlikte o sahneyi birebir yaşıyormuşuz gibi hissetmemize yardım eden bir müzik olmasa? Bir korku filminde o gerilimi ve korku duygusunu içimize işletecek bir müzik ile mi filmler daha bi tatlı oluyor. Ben de beni etkilen film müziklerinden bir liste yaptım. Umarım beğenirsiniz ve de tabiki es geçtiğim bir çok müzik olacaktır. Onları da siz tamamlarsınız artık?

Sinemaya adanmış bir hayat: Giovanni Scognamillo

dionysia | 26 April 2008 19:52

İçeriği sinema olan bir sitede yazı yazarken önceliğin filmler, oyuncular ve yönetmenlere verilmesinden daha doğal bir şey olmaz elbette. Ancak, ben bugün bana sinemayı (ve fantastik edebiyatı, bilimkurguyu, korku edebiyatını) sevdiren isimlerden biri; tam 60 yıldır sinema üzerine yazılar, kitaplar yazan, araştırmalar yapan çok değerli bir isim, Giovanni Scognamillo hakkında yazmak istedim.

İstanbul doğumlu Rum bir anne ile yine İstanbul doğumlu İtalyan babanın tek çocuğu olarak 25 Nisan 1929’da İstanbul’da doğar. Sinemayla ilk tanışması, artık anılarda kalan Elhamra Sineması‘nın müdürü olan babası Leone Scognamillo sayesinde olur. Sinemayla olan bu ilk tanışıklığı, İtalyan Lisesi’ni bitirdikten sonra 1948’de yabancı basın kuruluşlarında sinema yazarı olarak çalışmaya başlamasıyla profesyonel boyuta taşınır. Ardından, 1961’de Akşam gazetesinde sinema eleştirmeni olarak yazmaya başlayarak Türk basınına geçiş yapar. İleriki yıllarda birbirinden güzel örneklerini vereceği kitaplarından ilki, 1965’te Agah Özgüç ile birlikte yazdıkları “1965 Sinema Yıllığı” ve “Türk Sinemasında Kadın ve Seks” olur. Bu kitapları, 1973’te yazdığı “Türk Sinemasında Altı Yönetmen” takip eder.

Director’s Cut Versiyonu

pilli pati | 26 April 2008 14:52

Bazen bir DVD dükkanına gittiğinizde aynı filmden iki tane olduğunu, fakat film kapaklarından birinin üzerinde “Director’s Cut” ifadesinin yer aldığını fark etmiş olabilirsiniz. Bunun kısaca anlamı şudur: Filmin montajı, filmin yönetmeninin bizzat kendi elinden ya da onun talebi doğrultusunda çıkmıştır.

Sinema dünyasında ezelden beri süregelen bir konudur; film yapımcıları ile film yönetmenleri arasındaki muhtemel fikir ayrılıkları… Hatta bir projeye başlarken bile bu gizli ego savaşının sonunda, olayın kimin elinde patlayacağını kimse tahmin edemez. Film yapımcısı projeden elde edeceği maddi gelirin ve firmasının tanıtımına sağlayacağı katkının peşindedir. Yönetmen ise daha ön planda sanatsal faaliyetinin uyandıracağı etkiyi maksimum düzeyde tutmak için en etkileyici sahneleri çekmek adına tüm enerjisini harcamayı hedefler. Elbette ki; yönetmenin de o işten edineceği kazanç ve ismini tanıtma sevdası gönlünde yatar ama sanat aşkı mutlaka buna baskın gelir. Hatta sanatçı kaprisleri de beraberindedir, çoğu zaman… Ama bu işin kaymağını biz; son kullanıcılar, müşteriler, parayı verip düdüğü çalanlar olarak bir güzel yeriz, tadını çıkarırız… Sinema aşkına bir filmi birden çok kere izleyip eleştirilerini internet sayfalarında yayımlayanlardan tutun da, filmde yapılan gafları yakalamak için dakikalarca pür dikkat kesilenleri de biliriz. Bir de yönetmenin gözünde olayın nasıl başlayıp nasıl bittiğini merak edenler için, işte bu “director’s cut” versiyonları en vazgeçilmez parçalardır.

Kilink İstanbul’da (1967)

dionysia | 24 April 2008 19:51

Konu Fantastik Türk filmleri olduğunda ilk akla gelen filmlerden biri hiç kuşkusuz, yönetmenliğini fantastik Türk filmlerinin unutulmaz yönetmeni Yılmaz Atadeniz‘in yaptığı 1967’de çevrilen Kilink İstanbul’da olur. 1965’te İtalya’da yayınlanmaya başlayan Killing adlı çizgi romanın Türkiye’de büyük ilgi görmesi üzerine, yine Yılmaz Atadeniz tarafından uyarlanan film, o dönemde büyük gişe hasılatı elde etmekle kalmaz, Türk sinemasında bir Kilink furyası başlamasına neden olur.

Yönetmen Atadeniz ve senarist Çetin İnanç‘ın orijinal hikayede yaptıkları ilk değişiklik orijinali Killing olan kahramanın adını Kilink’e çevirmek olur. Ardından, iskelet desenli taytı, aynı desende eldivenleri ve yüzündeki maskesi ile halihazırda fazlasıyla fantastik bir anti-kahraman olan Kilink’in karşısına, Superman’den kopyalanmış bir karakter olan Uçan Adam’ı çıkarır.(Aslında, Atadeniz tarafından yönetilen üç Kilink filminden Kilink İstanbul’da ve Kilink Uçan Adam’a Karşı aynı anda çekilmiştir. Seriyi tamamlayan üçüncü film olan Kilink:Soy ve Öldür‘de Uçan Adam gerçekten uçmuş olacak ki, hikayede yer almaz.)

Sinemaya Gitmeden Ne Yapmalı?

toz66 | 24 April 2008 17:52

Sinema
Sinema

Gerçekten sinemaya gitmeden önce siz ne yaparsınız? Partner aramanın dışında bir şeyden bahsediyorum aslında… Sinemaya gideceğiniz filmi belirlersiniz elbette, ki kötü filme gidip de hafta sonunuzu heba etmeyesiniz. Ya da sinemaya gitmek yerine biz buna hafta sonu evde dvd keyfi sürme de diyebiliriz. Fakat şunu bilmeliyiz ki eğer film seçimimizde kötü bir tercih yaparsak sırf o iki saatimiz değil tüm günümüzü boşa geçiririz. Bu sebeple önce çevremizdeki arkadaşlarımıza sorarız hangi filmi izlememizi önerdiğini sorarız. Kısaca filmin öyküsünden bahsetmesini isteriz. Ya da bu olmazsa hemen internete başvururuz. Ki bence bu en mantıklısıdır. Çünkü sizin reel arkadaşlarınızın sayısından çok daha fazlasının görüşünü alabilirsiniz o film hakkında.