bildirgec.org

yaşam hakkında tüm yazılar

Basit yaşayacaksın, basit.

eceligelenfare | 26 December 2002 23:58

O’da notepad de yazmayı seviyormuş. Hangimiz sevmezki ? Küçük ve sade, ihtiyaçlarımızı anlıyor. Fazla süslü değil. Kafamızı karıştırmıyor. Hayatta o kadar gereksiz ayrıntılarla uğraşıyoruz ki keşke herşey notepad gibi küçük sade ve ihtiyacını karşılayabilen bişi olsa. Ama her obje bir isviçre çakısıyla yarışır derecede becerikli ve karışık. Fotoğraf çeken, radyo dinleyebileceğiniz cep telefonları, cd-mp3 çalarlar, tarayıcı-yazıcı-fotokopi görevini eksiksiz yerine getiren ofis araçları, hem linux hem windows platformlarında çalışan yazılımlar, ilgi-şefkat-zaman bekleyen aile bireyleri,

anlayış-hoşgorü-moraldestek isteyen sevgililer..

Sonunda bitti ilişki

DarkStar | 16 December 2002 21:01

Dün gece sevgilimden ayrıldım. 4 yıl boyunca umutlarımız vardı, birlikte değildik ama sonsuza kadar birlikte olacaktık.

Ama olmadı. Ayrıldığımıza üzüleyim mi yoksa zaten görüşemiyorduk belki görüşebileceğim biriyle birlikte olabilir, daha gerçek bir ilişkiye başlayabilme şansını yakarım deyip sevineyim mi şaşırdım. İşin ilginç tarafı dün gece 1,5 saat süren telefon konuşması boyunca çok sakindim ve kendimi çok mekanik hissettim. Acaba bu 4 yıl sonunda aşkın bitmesine mi yorulmalı, yoksa benim duygularımı tamamen soyutlamış olmama mı? Umarım ilkidir. Zaten aşkımmı yitirdim, üzerine bir de aklımı yitirmeyeyim…

Deniz

ae31 | 03 December 2002 00:12

Nasıl oldu bilmiyorum ama bana doğru gelirken hatta yanımdan geçerken elimle nefis götüne dokundum.

Bunu neden yaptığımı sordu. Ellerim titredi yüzüm soldu. Hiçbir açıklama yapmadan benimle gelmesini söyledim.

Karanlık ağaçlıklı bu zengin yolda yürüyorum. Yanımda gerçekten olacakları bilmediğim bir göt var. Söze; Hareketimin çok aptalca olduğunu söyleyerek başlıyor. Onunla bu düzlemde yürümek bile bir güç benim için. Siyah pantolonuna bakıp kıvrılan yoldan banka oturuyoruz. Ona bazı sorular soruyorum. Bazen gülerek bazen ilgisiz cevaplar veriyor.

Menu

infuscoare | 01 December 2002 09:32

Milyonlarca kirpi uykuya dalmış gözlerimde, soğuk bir gün başlıyor olmalı, kımıldanıyorlar ağır ağır…

Kulaklarıma bulutlar doldurmuştum, düşmüşler gökyüzüne. Bu ne gürültü be… Ay sıvışıp kaçmış, güneş davetsiz misafir, kahvaltı hazırlamış bana; bir tabak deniz suyu,bir fincan sıcak gökyüzü yanında.

Bu resmi bitirmek gerek bu gün. Fırçamı toprağa batırdım, bomboş tarlalar çizdim. Şaraba batırdım, çiçekler açtı tarlalarda. Suya daldırdım, kendimi çizdim, boş bir kadehi doldurdu bedenim. Sonra çiçekleri toplayıp kadehin içine yerleştirdim.

Akşam oluyor. Benim ellerim çizmekten, güneşin yüzü sıkıntıdan morarmış olmalı, sokuyor giderayak parmaklarını gözüme..

O sırada telefon bağırıyor, akşam yemeğine hazırlanmalısın diye. Kulaklarımda Living Dead Girl sallanıyor, dudaklarımda en kırmızı kelimeler, burnumda çevremdeki insanlar,ki, ucuz parfüm gibiler.

Akşam yemeğimde; silahlar ve güller…

andy\’

basquiat | 19 November 2002 21:00

günaydınlar geldi.”u yeah yeah”.

kalın ve italik olmayan yazılar devam etti beraberliklerine.

iyi şarkılar duyulmaya başlandı.gittikçe daha seçici olundu.

dans artık sadece yığılmaya bırakıldı.

korunma ise

gemiden atılmaya başlandı.

F1 F2’ye göre daha öznel bir anlam taşımaya başladı.

porno daha genel oldu.geçmişin kapalı baş ağrıları deniz kıyısında otururken

hatırlanmayla avundular.fonlar değiştirilmeye,rakamlar boşluklara dayatılmaya

başlandı.her zaman için düşünülerek.korkuya yer kalmadı,geceleri ışık satın alındı.

aynalarda bir anda aksi kaybolan kırmızı perdeler etkilemeye başladı her şeyi;tatlı

rüyalara inat.ani hareketler,garipsenme den değer vermeye giden yolda görülür ve takdir

edilir oldu.dinazor yumurtaları sosislerin hışmına uğradı.tıpkı tanrı melekleri yeryüzüne

gönderdiğinde sütün içine karıştırılan meskalin gibi.görüntülerin hepsine birden hapis

cezası getirildi kafalardaki tabular yüzünden.otomatik şekiller yeniliklerini yitirdiler

telefon siparişleriyle.kredi kartıyla alınan bütün hediyeler televizyonda boykota

katıldılar.tek istekleri yılbaşı yumurtalarının özgürlüğüydü.prince,scandalous

klibinde geleceği hissettiği için george michael’i oynatmadı.gwen ise hala başkaları

ile düzüşüyordu hayallere dalmış.bir bardak john barleycorn ile.kültürler artık

sessizleşmeye başladı,göğüs üstüne yapılan klip kahramanlarının dövmeleriyle.yukarıdan

gelenlerin sayısı arttı,alkol yüzünden.bu da bünyeyi daha fazla j.barleycorn’la

karıştırmayı özendiriyordu.yazılacak olanların ağırlığı salak bir anı kadar

değersizleşmeye başlamıştı ki yıldızlı geceler ağlamaya başladı.kanlı pazar günlerinden

birinde maggio’nun mayıs olduğunu anlaşıldı ve o zaman kadar bütün filmler kaçmıştı.

simge,resmin altında olduğu sürece işin üstesinden gelinemeyeceği anlaşıldı.bebek

resimlerinde önemli olanın ışık olduğu düşüncesi karabasanlarla öğrenildi.üzücüydü

bu ve yinelenemeyecekti.”there’s a lot goin’ on”içimize daha fazla işlemeye başladı.

neden olmasın dı ki.kabul edilmeye gerek kalmamıştı artık çünkü içimizde dehşeti

gerçektende yaşatıyorduk.çok olmamıştı,tanışmadığımız düşüncelerimiz karanlıklardan

çıkarak sıradanlaşmaya başladı.enter’ın bir sonraki adım olarak değerlendirilmesine

karar verildi.

Kore\’de Yaşam

secureman | 19 November 2002 16:28

Bugün messengerda 3 ay önce Kore’ye giden arkadaşımla konuşuyorum . 3 ay içerisinde deneyimlerin gördüklrini anlattı.

1- İnsanlar çok çalışıyor.Günde 13-14 saat mesaisi olanlar bile varmış.

2- Evler çok pahalı .Bir apartman dairesi 250.000 dolar civarı imiş.

3-Çok insan ama yaşama için az yer varmış o yüzden evler çok pahalı oluyormuş.

4-Akşam metroda gelirken herkes uyuyormuş .Bir kadın arkadaşıma yaslanarak uyuyuyormuş arkadaş da hafif çekliym derken kadın oraya yığılıvermiş. Aynı şey başka bir arkadaşının başına gelmiş.Bir kadın metroda uyurken onun da kucağına düşmüş.

5-Evlenme yaş ortalaması : 33 Sebep: 33 oluncaya kaar para yok .

6- Arkadaşın oturdugu ev biraz genişçe imiş ve 500 dolar kira veriyorlamış. İyi bir muhendis 2000 $ maaş alıyormuş. [Orada elektronik çok iyi ya o yüzden mühendis örneğini verdim elektronik – bilgisayar muhendisi felan düşünün yani]

7-Kadınlar yerlere tükürüyorlarmış.Bu onlara gore kotu değilmiş.

8-Arkadaşım İngilizce ders veriyor ve Korece öğreniyor. Bazı Koreliler de kültür merkezinde Türkçe kursuna gidiyorlarmış.

9-Kore’de birine yol sorarsanız ve yabancı oldugunuzu anlarlarsa [çok zor olmuyordur galiba esmer ve çekik gozlu olmayan birinin yabancı oldugunu annamak] eger sordugunuz yer yakınsa sizi oraya kadar götürüyorlarmış.

…oyunun kuralları

ELOY | 12 October 2002 16:15

Uyandım. Daha bir özgürdüm bu sabah. Benim değildi bugün, belki başkaların da. Nasıl desem, bu sabaha kadar binlerce parçaya bölünmüş düşüncelerim bozgun sonrası yenik bir ordunun askerleri gibi komutanlarına –yani benliğime- isyan ediyor ve geçmişimde bedelini ödemeyi göze alamadığım her kare arka arkaya sıralanıp tanıdık bir filmin -yani hayatımın- bütün trajedisini ve sefaletini intikam alırcasına önüme seriyordu… bu dehşet verici bir durumdu. Ben kahramanı olduğum filmin senaryosunu yazarken bunu hiç mi hiç düşünmemiştim…

Öyle ya görünüşte hayat tepe taklak yuvarlanıyor, kahraman yaşıyor, dostluklar kuruyor, insanlarla geçiniyor yada geçinemiyor, kadınlar tanıyor, aşık oluyor, tanımadığı kadınlara aşık oluyor, tanımadığı kadınları unutuyor, kadınları tanımadığını unutuyor. Birinde mutlu oluyor. Bütün bunlar olurken yemek yiyor, yemek için çalışıyor, çalışmak için çalışıyor, çalışmamak için çalışıyor. Meslek sahibi oluyor, ev sahibi oluyor, çocuk sahibi oluyor, sahip oluyor, sahip olmazsa sahibi oluyor, sahibi olmazsa sahipliğe karşı oluyor, biri olmazsa öbürü oluyor, o da olmazsa her şeye karşı oluyor. Duyarlılık içinde, uyarlılık içinde, kararlılık içinde, tutarlılık içinde, -lık, -lık, -lık, içinde ve her şey birbirinin içinde, hayat tepe taklak kör bir noktaya yuvarlanıp gidiyor… kısacası her şey kelime manası dışında hiçbir kişiliği olmayan bütünsel bir boşlukta birbirine karışıyor ve hepsi aynı noktaya yönelmiş oklar gibi aynı delikten yukarı doğru fışkırıyorlardı. Kendime “yaşadığın bir tek şeyin ama bir tek şeyin arkasında kaya gibi durabilir misin?” diye sordum, görünüşte her şeyin arkasında durabilirmişim gibi geliyorken beynimde fırtınalar koparan o soruyla uyandım… “Hayır!” diye bağırdım “sen hiç başka film seyretmedin ki…”

Labirent

ELOY | 25 September 2002 20:54

Klasik, klişe, sıradan lanetli bir labirent. Yaşam!

Çabalıyorum işte boşu boşuna! Her zaman istediğim, hiç bir zaman olamadığımdı… ve zamanın realitesi ne kadar kaçsama ensemde oldu hep.. hep sıkıştım aşk’la dosktluk arasında. Seni Seviyorum demek hep zor geldi. Olmayacak kılıklara girdim durdum.

Saplantılarım oldu çoğu zaman, birde amaçlarım. Ama bu amaçlar diğerlerine hep saçma geldi. – hayal, ütopya… ama hepsi pembeydi… – Klasiktir bir şey çıkar karşına son sürat gidiyorken, frenlersin. Mecbusundur. Çünkü onu öldürmek istemezsin… ama nerden bile bilirsin ki onun daha sonra seni öldürebileceğini…

Tanıdıklarım, isteklerim, çevrem ve hayallerim hep çakıştı durdu. Dünyayı taşımak istedim… Dünyayı taşımak olanaksız mı?.. Hiç denemedik ki!..

Dostlarım oldu bir de, ama bunlar gerçek olanlarıydı, sadece sandıklarımda vardı… Şimdi bir daha düşünüyorumda hayat bir labirent değil mi?..

başlık girmekten yana değilim!

fatosela | 25 September 2002 17:14

Sen işin değilsin.

Sen banka hesabın değilsin.

Sen cüzdanının içindekiler değilsin.

Sen haki cepli kıyafetlerin değilsin.

Sen kullandığın araba değilsin.

Sen güzel ve eşi bulunmaz bir kar tanesi değilsin.

Sen özel değilsin.

Sen de diğer varolan herşey gibi çürüyen organik bir maddesin.

Biz tarihin iki arada bir derede kalmış evlatlarıyız.

Büyük bir savaşımız, büyük bir depresyonumuz yok.

En büyük savaşımız ruhsal bir savaş.

En büyük depresyonumuz hayatlarımız. Hepimiz televizyon tarafından büyütüldük,

bir milyoner,

bir film yıldızı ya da bir rock star olacağımıza inandırıldık.

Olmayacağız.

Bu gerçeği yavaş yavaş öğreniyoruz. Öfkeliyiz…

İlk önce uyumamaya başlarsın…

Sonra ağzına bir silah dayanır.

Ve karşında Tyler Durden’ı bulursun.

Sana biraz Tyler’ı anlatayım, bir planı vardı ve ona güvenmiştik.

Tyler der ki

” Sahip olduğun herşey en sonunda gün gelir sana sahip olur.

Ancak herşeyini kaybettikten sonra herşeyi yapmakta özgür olursun.

Umudunu kaybetmen özgürlüğündür”.

başlık girmekten yana değilim!

llus | 22 September 2002 16:24

acaip birşeyler oluyo yaşam kof. acaip bişeyler inatla oluyor ve içim kof.

yine gidişler sonsuz ve sürekli kalış. yine karanlık köşelerden..bidik adamlar fırlıyo..vuruyorlar..ölmüyorum

atari oyunu gibi..üç can hesabı üzerinden ve yeniden başlarım zannettiğim ama skorlara ulaşamadığım yalnızlık günceleri

tutuyorum. fiilen batıyosun. adın kalıyo. Dun gece yine karanlık ve yukses sesli muziğin kulaklara işleyiverdigi bir sandalye den izleidm onu. patladi icimde bir sey. sonra dedim ki söz ver kendine hani o şarkıda ki gibi denizleri seviyorsan dalgalarida seveceksin, uçmayı seviyorsan düşmeyi de bileceksin. ayh be olamıyor be.. naapsam patlıyo..

kişi içre bombalar.. kişi içre süreçler. tamam deyişler eksik kalıyo.. olmaz dediklerim bir bir onaylanırken bi yıldız kayıyor ve ben ölmeyi diliyorumm. bir yıldız kayıyor adını bilmediğim biri ölüveriyor ama bişi dilememiş oluyor işte. o yalanlar hep mi dooğru gibi de ben inanınca dümdüz olan labirent bu kadar.. karmaşıkken basitleşen bi çözülen , bi kayboluş.

bu duraktan öyle bi yolcu geçmedi. basım agrıyor hafta sonu ve calişiyorum kime ve neden bilmiyorum motley crue dinliyorum bitter pill ama basim agriyor maillerime bakiyorum bedava telefon kazandınız başlıklı mail goruyorum küfür edesim geliyor spamcilerden nefret ediyorum mervecik1980 diye alinmiş accountlardan da nefret ediyorum. telefonunu burun deliğine sokmak istiyorum. uzay aracımı getir lütfen. derhal uzaklara kaçmak istiyorum…