bildirgec.org

yalan hakkında tüm yazılar

suç “KANDIRAN”da… peki o kim?

donakisot | 04 September 2007 12:45

Kolumu kıpırdatacak halim yok. Bunca zaman kıpırdattıklarıma saymış gibi, öylesine yürüyorum sokakta. Ama sanki “içim” dışımda, tepemde, evet, kesinlikle nasıl göründüğümü, nasıl yürüdüğümü görecek kadar yüksekten arkamdan süzülüyor. Nasıl gördüğümü ise bilmeden, bilmesine gerek olacak bir görüşüm de yokken üstelik…

Ne güzel ki, kof ve şeffaf maddem ile yine şeffaf ve nü ruhumun seyahatini kimse fark etmiyor. Yoksa “ne acı” mı? … Bedenimi ruhumdan ayırmak suretiyle yanımı sadece ruhum ile doldurmam, yalınlığımı gidermenin artık içsel bir boyuta terfi ettiğini (?) hastalıklı bir şekilde yüzüme vuruyor. Benim yapabileceğim ise, öbür yanağımı da ona doğru çevirmek… Emir komutaya amade, esarete saygıyla…

s(D)önüşüm

donakisot | 30 August 2007 14:26

sözlerimle göz süzdüm
gözlerimle söz verdim
ellerimi senden çektiğim yerde
akordu bozuk DO gamı
kuyruklu piyano
kuyruklu yalan

KOPya çektim de eski sevinçlerimden
sevgimi senden çekemedim
“KOP ya!” dedim de eski repliklerimden
sen beni çekemedin
akordu bozuktu tüm gamların
kuyrukluydu piyanolar
kuyrukluydu yalanlar
İNANAN bir AĞIRdım ben
sense hafif ve kalaBALIK
hal böyle iken
adım DEVEGOR soyadım SANSA
tragedya bu ya
türüm sudan çıkmış BALIK

ya da kızma bana KAFKA ha!
atalım üç-beş KAHKA-ha
ben Kanan Böceği
o Kuyruklu Piyano
geri kalan
kuyruklu yalan

muhteşem oldu
işte S(D)ÖNÜŞÜM!

Kusmak İstiyorum

linet | 27 August 2007 17:22

Kusmak istiyorum, ne var ne yoksa içimdekileri kusmak, kusmak, kusmak……

Alkolün dibine vurulan bir gecenin sonunda, nereye kustuğunu bilmeden kusmak, kim var karşında neyi kime anlattığını bilmeden kusmak, tükürmek bu hayatın içine…

İçim acıyordu eskiden, şimdi acı yok sadece bir sızı kaldı, eğer kusarsam o sızı da geçecek…

Kusmazsam eğer öleceğim kederimden, içime kapanıp, kendi dünyamda bu kederle yaşayacağım.. Hayır olmaz kusmam lazım, bu lanet şeyi içimden çıkartmam lazım, ancak kusarsam rahatlayacağım, ama başaramıyorum. Midem bulanıyor, gördüklerim, yaşadıklarım midemi bulandırıyor, kusmam lazım, kusmazsam soluk alamayacağım…

SANAL GERÇEKLİK veya GERÇEK SANALLIK

mevlana yusuf | 16 August 2007 17:54

Sanal gerçeklik (Virtual Reality demiş Vikipedi)

Sanal alem, sanal gerçeklik, sanal dünya gibi kelimelerin günümüzün moda tabirleri, olduğu hepimizce malum. Sanal, yani sanılan, zannedilen, öyle olduğu kabul edilen. Bu aslında tam “adı üstünde” deyiminin tüm anlamını tamamiyle ifade eden bir tabir. Adı üstünde… Zannedilen, aslında olmayan, olduğu kabul edilen veya kabul ettirilen gerçeklik, alem, dünya…
İki kelime zıt anlamları ihtiva ettiği halde yan yana kullanışıyla kendini öylesine kabul ettirmiş ki, gerçekliğin mi sanal yoksa sanallığın mı gerçek olduğunun kimse ayırdında değil veya böyle bir fikri taşımanın aslında işin vehametini fazlasıyle ortaya çıkardığı halde herhangi bir tepkinin ortaya çıkmaması, doğrusu bu sanallıktan birazcık sıyrılıp hadiselerin veya hadiselerin tesirlerinin dışında kalabilmeyi becerebilmiş zihinlerin şaşkınlıktan ve çaresizlikten için için kendilerini yiyip bitirmelerini doğuruyor. Peki bu kadar vahim ise durum ve apaçık ortada ise, niçin farkedilmiyor? Bunun en mantıklı cevabı herhalde şu olsa gerek.
Ölüm ölümlere gelmez…
Neyi mi anlatmak istiyorum?Şimdi zihinlerinizi ve becerebilirseniz yüreklerinizi kısa bir süre için “yer”lerinden çıkarıp ( “yer”den kasdım, modernite denilen illetin son piçi “sanal gerçeklik” üreticilerinin, kurbanlar için hazırladıkları ve her ferdin aynı yerde fakat yine her ferde ait özel olarak hazırlanmış “fanus” ve bu fanusta oluşturulmuş tek “kültür”dür) gözlerinizi etrafınızda gezdirin ve görmeye çalışın. Şu sorular da zihninizi kurcalasın.
Bu dünyadaki bir fert olarak durduğunuz yer neresi? Bu ülkenin bir ferdi olarak durduğunuz yer neresi? Kendi irade ve arzunuzla mı ordasınız? Yoksa bir yerlerden uzanmış eller yoluyla mı bulunduğunuz yerdesiniz? Bu haklılık veya hakedişiniz ne/neler yoluyla veya vasıtasıyladır? Orada bulunuşunuzun kararlılığı ve sürekliliği veya süreksizliği hususundaki dahliniz hangi boyutta veya böyle bir seçime, arzu ve iradeye sahip misiniz veya ne kadar sahipsiniz?Özvarlığınıza mahsus mesuliyetlerinizin mi yoksa bir cemiyetin üyesi, bir ülkenin vatandaşı olmanın mesuliyetleri mi daha fazla yer ediyor tüm yapıp etmelerinizde, yaşamınızda ve fikirlerinizde?Doğrusu tüm bu soruların ne amaçla sorulduğu konusunda – belki biraz da soruyu sorana karşı kızgınlık ihtiva eden – şüpheler taşıdığınızı ve kaşlarınızın çatıldığını görüyor gibiyim.Ama, tepesinde sürekli her an aniden inebilecek koca bir yumruğun bulunduğu bilgi, his ve tecrübesini taşıyan biri olarak, bu soruların aslında her açık zihinli vatansever için sabah akşam sorulması ve en doğru en geçerli cevapların bulunması yolunda azami cehd ve gayretin gösterilmesi gerektiğini düşündüğüm için, çatık kaşlarınıza, kızgınlığınıza ve şüphenize seve seve “eyvallah” diyeceğimi belirteyim.
Herşeyin aslında beynimizin bir algılaması olduğu, aslında hiçbir şeyin gerçekte olmadığı ama olduğunun beynimizce kabul edildiği ileri sürülüyor. Yani bir bakıma rüyanın rüyasını görüyoruz bu alemde.İşin sofice bakış ve ifadesi ise şöyle. Malumunuz bir hadis-i şerifte şöyle buyrulur: “İnsanlar uykudadır, ancak ölünce uyanırlar”.
Şimdi bu ne demek?Yazının başından beri bahsettiğin sanallık bu mu yoksa, dediğinizi duyuyor gibiyim. Hayır. Bu hadis-i şerif, hakikatin, asl’ın hakikatinin veya en doğrusu hakikatin aslının ifadesidir.Bir çoğumuz bilgisayar karşısındaki bir insanın, o andaki görünümünü dışardan seyretmişizdir. Seyretmeyenler bir kafede bu deneyimi edinebilirler. O makine ile insanın nasıl ‘etkileştiklerini’ dikkatli bir gözle seyredersek şu sanallık denen şeyi biraz kavramaya başlarız. Özellikle chat yapanları veya oyun başındakileri. Artık bütün hisleri meşgul oldukları şey iledir veya tamamen o olmuştur. Dünya o şey halindedir ve onun haricindeki varlıkların çoğu zaman farkında değillerdir.
(Midtown oyununu hatırlayalım.) Son sürat caddelerde sürdükleri taksi sanki kendileri olmuştur. Dönüşlerde bedenlerinin de o yönde hareket ettiğinin, bir şeye çarpınca yüzlerinin aldığı şeklin arabanın parçalanmış şeklinden pek de farklı olmadığının, polise yakalandıkları zaman ki kızgınlıklarının doğrusu ben farkında olduklarını hiç zannetmiyorum. Yani o insan o anda ne ile meşgul ise o makine karşısında, yaşamı o oluyor.
Bu kadar uzun lafın sonunda söylemek istediğim şu.Bugün bize dayatılan hayatın, aslında hayatın aslı olmadığını, ard niyetlerin gerçekleştirilmesi için hazırlanmış; köleleştirici, köleliği yüceleştirici, zihinleri bulanıklaştırıcı, tektipleştirici, zalimleştirici, bencilleştirici, merhametsizleştirici berbad bir kopyası olduğu, ve kopya hayatın o hayatı sürenler için her zaman tedirginlik ve huzursuzluk doğurucu olduğu gerçeğini ifade etmektir.Kurgulanmış bir hayat yaşadığımız. Ama kurgusunda bizim dahlimiz yok.
Ben bu satırları yazarken ve siz bu satırları okurken, belki isteyerek belki istemeyerek, belki farkında olarak belki olmayarak ama muhakkak içinde bulunarak bu kurgunun kurbanı rolünü oynamaya devam ediyoruz.Peki bize bu rolü biçenler kendileri hangi roldeler? Ve hangi hayatı yaşıyorlar acaba?Kurguladıkları hayatı mı yoksa Hayat’ın Kurgu’sunu mu?

Karanlık Odadan Mektuplar 2

kadirgunay | 16 August 2007 09:35

Kalıplaşmış hayatın ortasında geçmiş yaşamların kıyısında bulunuyorum. Geçmişimin batısında geleceğin doğusundayım istemeden. Yaşam ile ölüm çizgisi üzerinde gelecek ile geçmiş kavramlarının henüz olmadığı bir zaman dilimi burası. Ne yakın geçmiş ne de yakın gelecek var anlatımlarda. Hiç denilen basit bir nesne tanımı ile şey dediğimiz anlatım bozukluğu gibiyim. İstemeden gelişmiş olaylar dizisi var bende ve de hiçbir zaman yaşamak istemeyeceğim hikayelerim var elimde üçüncü bir kişi olarak…
Varsayılan bir kavram aslında herkesin bildiği gördüğü ama bir türlü çözmeye yanaşmadığı bir kavram. Hatalarım sorgularım var. Yanlışlarım üzerinde oynanmış küçük kalem darbeleri. Her üç yanlışım bir doğrumu götürmüş bu tekdüze hayatta. Bir insan var yakınlarımda konuştuğum ama anlatamadığım derdimi. Bir insan topluluğu var karşımda beni anlarken benim onları bıraktığım. Bir aile var uzakta soyut ve somut her şeyim ile beni bekleyen ve bir ben varım asla ne kendimi ne karşıdaki insanları anlayamayan…
Kendimi anlamadan insanları anlamaya çalıştım her defasında ve başarısız oldum. Anlamadan sevmeye kalktım yine yarı yolda kaldım. Her bir başarısızlık ilerisi için bir başarıdır deseler de benim her başarısızlığım ilerisi için hep sorun oldu. Ve bir gün tamam dedim anlamak için kendimi verdim. Bu sefer de anlayacak insan kalmadı çevremde. Artık günlük yaşıyorum hayatı. Bakıyorum gün sonunda eğer hala gözlerim açık ve başımı koyabildiysem yastığıma ve benim için yanan varsa bir sigara gerisi yalan olmalı…
Ve yine sabah kalktığımda değilsem başka bir mekanda bugünün zorlu sınavı başladı diyorum kendime gülerek… Aynaya gidip bakmıyorum. Elimi yüzümü yıkarken söylenmiyorum. Hayata artık gülemiyorum… Zorlanıyorum çünkü gülebileceğim bir durum kalmadı diyorum.
Yaşananlar yaşanacakların teminatı olmamalı gelecek geçmişin gölgesinde kurulmamalı… Sen de kendin için hep iyi olanı yapmalısın;
“Yalnız olduğunu unutmadan yaşamalısın…”

Karanlık Odadan Mektuplar 3

kadirgunay | 13 August 2007 15:50

Sırlarımın sessizliğine giden yolda
Usulca dökülen gözyaşlarımın tadına vardım
Kıyamet gibi çekilen her acının
Verilen her değerin anlamsızlaştığını anladım
Kurulan cümlelerin aslında çalıntı olduğu
Kuranlarınsa hiç olduğu kanısına vardım
Verilmiş yeminler, sözler, ve gelecek kaygısı
Utanılacak eylemler, olgusuz düşünceler ve insanoğlu
Tutulacak ellerin kalmadığı bir vatan burası
Sevilecek insanların olmadığı, sevenlerin keriz sayıldığı
Değer yargılarının yalanlarla yıkandığı bir yer
Küçük hatta mini minicik tatlı yalanların bile abartıldığı bir yer
Bu dünya hayatı değil, bu ölümden sonraki zaman hiç değil
Şimdi biz sevdik de ne oldu?