bildirgec.org

yabancılar hakkında tüm yazılar

Batının İlmini Değil, Ahlaksızlığını Aldık

Max27 | 04 March 2009 22:04

Bence batıyı yanlış örnek almaktayız. Bu nedenden dolayı kültürümüzü ve kendimizi kaybediyoruz. Batıdaki iyi şeyleri örnek almamız gerekirken kötü şeyleride fazlasıyla beraberinde getiriyoruz. Batının Bir tane iyi bir yönü aldığımız da on tane kötü yönüde alıyoruz.. Kültürümüzü, sanatımızı, ahlak anlayışımızı tamamen değiştiriyoruz. Bu arada değişim zararlıdır demiyorum sadece değişim yararlı olmadığı sürece zararlıdır.

Matmazel Noraliya’nın Koltuğu

lounatuqie | 15 October 2008 11:05

matmazel noraliya'nın koltuğu
matmazel noraliya’nın koltuğu

Peyami Safa‘yı bilmeyen yoktur herhalde. özellikle de “dokuzuncu hariciye koğuşu” romanını lise döneminde okumayan kalmamıştır. ben de okudum, fakat anlıyorum ki peyami safa’nın neredeyse tüm kitaplarını tekrar tekrar okumak lazım, özellikle de ergenlik dönemini atlattıktan sonra. neden? çünkü peyami safa’nın, tamam yazarımız oldukça maneviyatçı, ideolojik görüşleri bazılarına ters gelebilecek durumda, eskileri hep hatırlatan, eskici görünen biri olabilir, ama psikolojik tahlilleri fevkaladenin fevkinde. kitaplarında hep doğu batı çatışması öyle ya da böyle sezilir. fakat bir kitabı var ki (bence) bir şaheserdir; matmazel noraliya’nın koltuğu. okuyunuz, pişman olmayacaksınız..

YÖS Adaletsizliği

juki | 07 May 2007 13:04

Yabancı uyruklu binlerce öğrenci her yıl Türk üniversitelerine akın ediyor. Biz Türkler de kendi ülkemizde eğitim alabilmek için tabiri caizse yırtınıyoruz. Gönlümüzdeki mesleğe sahip olabilmek için üstün bir çalışma sergiliyoruz.

Yabacı uyruklulara ise YÖS adı verilen basit bir sınav yapılıyor. Yabancı uyruklulardan en kötü öğrenciler dahi ülkemizin güzide üniversitelerinde prestijli bölümlerde eğitim alabiliyor. Bu öğrenciler üstelik birçok yerden burs alıyor. Ülkemiz adına bir faydaları da yok. Diyalog diyalog diye beynimizi yiyen yöneticiler yabancılara bu kadar fazla kontenjan açarsa ben ve benim gibi Türk öğrenciler isyan bayrağını çeker. Tamam diyalog olsun ama kontenjanı düşürün kardeşim.

1. Bölüm (uzun sıkıcı bir hikaye)

deborahhh | 07 October 2006 04:35

Telefondaki ses ısrarla “buluşalım” dedi. Arkadaşının arkadaşıydı. “Evet” demek doğru olur muydu? Önce “bu gün olmaz” diye geçiştirdi. Sonra arkadaşını aradı. Durumu anlattı. “Kendine dikkat et. Aslında zararsızdır ama kendini kızlar konusunda Don Juan sanır” dedi. Aslında bu buluşma gerekliydi. Biliyordu ona bazı sorunları için yardımcı olabileceğini. Çevirdi telefonu. Arjantin caddesi’de bir restoran. “Arjantin’e nasıl çıkabilirim?” diye sordu. “Tam olarak neredesiniz?”
” Ben şimdi Paris’teyim” Karşı taraf uzun bir -ıııı çektikten sonra “Filistin’deyim ben, bir saat sonra gelip sizi alsam?” “Evet olabilir. Ama sizi nasıl tanıyacağım?” Yine uzun bir -ııı ve” üzerimde gül kurusu bir sivetşört var”
Duş almak için banyoya gitti. Bir yandan da düşünüyordu. Üzerinde gül kurusu sivetşörtü olan bir adam şimdi Filistin’deydi, bir saate kadar Paris’e gelip onu alacaktı ve birlikte Arjantin’e gideceklerdi. Gülerken duş başlığındaki yerinden çıkan o ahize tipli alet, kafasına düştü. Acıyla karışık kahkahalar attı.
Kafasında tatlı tatlı kaşınan yumurtamsı şişlikle, düşünmeye çalışmak iyice zorlaşmıştı. Yabancılar bir şey verdiğinde almamalıydı. Ama bu yabancı onu yemeğe davet etmiş, üstelik iş teklif etmişti. “Tanışınca artık yabancı olmaz” dedi kendi kendine ve yine gülmeye başladı.
Ne de olsa buluşulacak kişi patron adayıydı. İyi giyinmek, iyi görünmek gerekirdi. Hiç de iyi görünesi yoktu o gün. Zaten dışarıda yağmur vardı. Yağmur eğer çamura bulanmak zorunda değilse, sıcacık evinden çıkmayacaksa güzeldi. Ama şimdi güzel değildi. Kendi gibi çirkindi. Ama biliyordu, biraz fondötenin, biraz rimelin harikalar yarttığını. “Yaşasın kozmetik dünyası” dedi. Sonra yine güldü. Kendi kendine böyle bir kandırmacanın ateşli savunucusu gibi davranmanın ne anlamı olduğunu sorguladı. Kozmetikle selülitlerinizden, göz altı morluklarından, saç dökülmelerinden, siyah noktalardan ve daha envai çeşit şeyden kurtulabiliyordunuz. En azından reklamlar öyle diyordu. Hangi reklam inandırıcı gelmişti ki birden bire “yaşasın kozmetik” raddesine gelmişti?
Bir de ne çok şey varmış insanın kurtulmak istediği. Fazla kiloları, sivilce izleri, güneş lekeleri, kepek…..En acıklı tanımlama da “istenmeyen tüyler”. Yine güldü. “Neden böyle saçma şeyler düşünüyorum ki?”
Sık sık yaptığı bir şeydi bu. Asıl konudan jet hızıyla uzaklaşmak. Adamın teki az sonra sokağın başında üzerinde gül kurusuyla, belki belinde de kuru sıkıyla onu bekliyor olacaktı. Ama ne korku, ne telaş…. Hanımefendi kozmetik dünyasının uydurmalarını düşünüyordu. Makyaj bitti. Baktı aynaya. Evet bu gerçekten mucize olmalıydı. Az önceki maymun surat gitmiş yerine boyalı bir maymun surat gelmişti. “Boyalı bir maymun daha iyidir” dedi ve yine güldü.
Salona geçip bir sigara yaktı. Televizyonda Avrupa Yakası’nın tekrarı vardı. Burhan Altıntop isimli tiplemeye güldü. Ama sadece basit bir gülüştü. Kendi iç sesiyle daha çok eğleniyordu çünkü.
Zaman geldi. Ceketini giyip, kapıyı çekti. Sokağın başına yürüdü. Yağmur sadece hafif hafif serpiştiriyor, en fazla tene deydiğinde kaşındırıyordu. Beklenen gizemli şahıs hala yoktu ortalıkta. Filistin-Paris-Arjantin hattını düşündü. “Keşke bir de Tunus’a uğrasaydık” diye geçirdi içinden ve güldü. Birden önünde siyah bir araba durdu. Arabanın sağ ön tarafının camı (otomatik!!!) açıldı. “Seda Hanım?”
Camdan içeri kafasını uzattı “Mesut Bey?”
Kapıyı açıp araca bindi. Klişe tabirle havadan sudan bahsettiler. Zaten hava bugün yeterince suluydu. Böylece konudan da tasarruf etmiş oldular. Arjantin pek uzak sayılmazdı. Ama tanışmayan iki insan için, üstüne sıkışık trafikde eklenince yol çok uzun geldi. Arabaya binmeden önceki sahne gözünün önüne geldi. Cümleler tam karşılığı değildi belki ama görüntü “Tam bir yol kenarı fuhuş pazarlığı sahnesi” diye düşündü, yine güldü. Mesut Bey: “Ne oldu?” Birden yalnız olmadığını, kendi kendine gülmenin yanlış anlaşılmaya fazlasıyla müsait olduğunu farketti. “Yok, sadece iç sesim benimle geyik yapıyor” dedi ama bu kez gülmedi çünkü kafasındaki şişliğin zonkladığını iç sesinin “Salak tanımadığın adama bunu neden söyledin ki?” narasıyla hissetti. Mesut Bey bir kahkaha patlattı. Neyseki artık Arjantin’deydiler………

Yoksa bu bir Benetton reklami mi?

harschena | 04 August 2006 13:27

almanya’da kaldigim yurttan cikiyorum. bisikletle gecen ve binalardaki tamiratla sorumlu türk adamla birbirimize “merabaa” diyoruz. biraz yürüyorum, ukraynali arkadasi selamliyorum. durakta tramway beklerken polonyali bir tanidikla konusuyoruz. tramwaya biniyorum. onunla konusurken kenyali bir kiz arkadasla gözgöze geliyoruz, bir tebessüm geciyor aramizda. sehre iniyorum. alisveris yaptigim dükkandaki kizlardan biri türk, digeri arap gibi bisey. ordan cikiyorum, bir cafe’de kola iceyim diyorum. garson büyük ihtimalle italyan. nordsee diye balik ürünleri, balikli sandwichler filan satan bi yer var, orda calisan ve nereli oldugunu kestiremedigim bir esmer kadindan biseyler aliyorum. eve dönerken durakta da tramwayda da bilumum rus, kibrisli (rum) ve bulgar tanidiklarin arasinda kaliyorum.tramwayda yasli bir portekizli amca bana telefonuna kontör doldurtturuyor. yurda geliyorum. tam iceri giricem biri arkadan bagiriyor, türk bir arkadasim.