bildirgec.org

utanç hakkında tüm yazılar

“Jale Utanç” ile tanışın…

| 16 June 2008 10:15

-“Pardon, soyisminizi tekrar alabilir miyim?”
-“Utanç.”

Dünyaya gelirken seçme imkanımız olmayan şeylerden biri de soyadlarımızdır.
Ender rastlanan isimler ve soyadları vardır.
Kimilerini kullanmaktan pek hazzetmeyiz, ama resmi işlerde mecbur kaldığımız zamanlarda karşıdakini şaşırtan benzer durumlara rastlarız.

Bir soyadı olarak “utanç” da pek hoşlanmayacağımız sözcüklerden biridir. İlk akla geldiğinde pek de olumlu çağrışımlar yapmaz.

Utanç deyince suç ve kusur gibi şeyler gelir.
Oysa ki utanç, daha olumlu çağrışımlar uyandırması gereken bir sözcüktür.

Boşuna sevmiyoruz olm!..

darjeeling | 24 January 2008 22:27

Telli bir çalgının ‘tellerine’ dokunuyor biri. Güzel bir müzik çalıyor. Onun sevdiği biri şarkı söylüyor şuan radyoda. O geliyor doğal olarak aklıma.. Anlatayım biraz size onu, ha?
Kendini Lost’un içinde ‘kaybetmiş’ biri kanımca şu dakikalarda. Bir de kendini kalbimde kaybetti ama neyse şimdi bu kısmına girmeyeyim işin 🙂
Kırmızı lalelerin farklılığını ‘farkedebilmiş’ biri , öyle biri ki dün bunlardan bir demet alıp gelmiş bana. O farklı biri. Gül ile yetinmez..
Gecenin on birinde evinden asla kalkıp gelmez dediğiniz vakitlerde elinde cin-şarap ikilisi ve üzerinde şık ceketiyle sizi dışarıya çıkarmaya kararlu , her an sizi utandırabilecek biridir o.(saçma hatalarınıza rağmen) Beni de utandırdı 🙂 Karşılıklı binalarda çalışacağımız için mutlu olduğunu söyleyen biridir o, zor inanırsınız valla, ama mutludur hem valla hem billa . Bir erkeğin bundan ötürü mutlu olması az görülür.
Avrupa Yakası’nın her komik sahnesine güldüğüm anda yüzüne bakıp onun da mutlu olduğunu görür, ‘Burhan’a’ daha çok bayılırım ben. ‘Sağolasın’ derim içimden.
Yarın ona sütlü çikolata almayı düşünüyorum. Aslında en sevdiği kocaman, kocaman antep fıstıklarının içinde olduğu çikolatadır ama şöyle bir düşündüm de fıstığı zaten yanında, en azından çikolatasını tamamlayayım.. Eeee, ne de olsa yukarda anlatılanlar için bile bunu hak ediyor (son hınzır gülme efektini artık siz tahmin edin, anlatamadıysam bkz.fıstık)

Hangi P……?

aRRoGaNTe HoMbRe | 18 September 2007 12:29

Kürsünün yanında ayakta duruyordu. Yoğun ders programından bunalan öğrencilerini bir süre izledikten sonra saatine baktı. Teneffüs zilinin çalmasına yirmi dakika vardı. Tok bir sesle ” Serbestsiniz, ama ne yapacaksanız, yerlerinizde sessizce oturup öyle yapın.” diye seslendi.

Öğrencilerin büyük kısmı kendi aralarında sohbet ediyor, birkaç kişi kitap okuyordu. Bir kısmı ise bu serbest zamanı çok sevdikleri oyunu oynayarak değerlendirmeye karar verdiler. Son günlerde teneffüslerde sürekli bu oyunu oynamalarına rağmen sıkılan yoktu aralarında. Nihat gruba seslendi ” Haydiiii bastııııır. Oğlum Hulki, geçen sefer sen olmuştun Mim Kemal Öke. Bu sefer sorular benden.” İtiraz yoktu. Hemen ikili ve tek kişiden oluşan iki grup oluşturuldu. Bir müsfette kağıt bulundu. İçlerinde çizgisi en iyi olan Orhan’dı. O çizdi yine bal peteği oyun tablosunu. Tek başına yarışmayı seçmişti bu sefer. Karşısındaki rakipleri hiçbir zaman küçümsemedi. Arhan ve Hulki sınıfın başarılı öğrencileri sıralamasında üstlerde yer alıyordu. Ama korkusu yoktu, daha önce de ikisine karşı tek yarışmış ve yenmişti.

Oyun Nihat’ın ” Hangi M, dünyayı dolaşan ünlü denizcinin adıdır? ” sorusuyla başladı. Soruya cevap vermek için sıraya avuçiçi ile vurmak yeterli idi. Gayet tabii aralarında önce ben bastım/vurdum tartışmaları da yaşanmaktaydı. Fakat cevap hakkının kimde olduğunun kararı sunucuya bağlıydı. Yarışma gayet eğlenceli ve çekişmeli şekilde ilerliyordu. Oyunu oynayan dörtlü, serbest zamanlarını kendilerini geliştiren, öğretici bir bilgi yarışmasıyla değerlendirdikleri için gururlu ve mutlu idiler. Sohbet eden, birbirleriyle kavga eden, uyuyan arkadaşlarına bakıp, ulen iyiyiz beah diye iç geçiriyorlardı.

Oyuna neşe katmanın iyi olacağını düşenen Nihat, aralara muzip sorular sıkıştırmayı severdi. ” Hangi P, babası olmayana denir? ” bu sorulardan biriydi. Orhan bir hışımla sıraya avucu patlarcasına vurdu ve beklemeksizin cevapladı soruyu. O ana kadar sınıfta varolan uğultu, sadece cevap esnasında kesilmişti. Böyle anlar hep olurdu. Ani sessizlikler, herkesin birbirine bakıp gülüştüğü anlarla sonlanırdı. Ama bu sefer öyle olmadı. “Piiiiiiiiç” cevabı sessiz sınıfta bir duvardan diğer duvara yankılandı. Bütün gözler Orhan’a çevrildi. Ağzından küfür duymanın imkansız olduğu düşünülen, çalışkan, uslu, başarılı Orhan’a yönelen gözlerin hep bir ağızdan söylediği tek şey utaaaanmaaaz, terbiyesiiiiiz idi. Çok utandı Orhan. En çok da çok sevdiği öğretmeniyle gözgöze geldiğinde. Arkadaşlarının aksine öğretmenin gözlerinin anlattığı, sadece şaşkınlık ve hayalkırıklığıydı. Bu daha da yaraladı küçük öğrenciyi. Açıklanabilir miydi bu durum düzgün bir dille ? Hayır, hayır saçmalamaktan öteye gitmezdi.

Sadece “Senin yüzünden” diyebildi Orhan, Nihat’a bakıp dolu gözlerle…!

Yalnız Bir Kadın Olmak…

hypatia | 09 May 2007 09:40

Bu gece, kulağımda ki “Camdan Kalp” şarkısının hüznüne, mail kutuma gelen Sayın Ahmet Altan’ın yazısından bir alıntının, kalbime verdiği sızı eşlik ediyor.

Gözler, tüm gerçekleri söyleyen ve baktığınızda acı ve mutluluğu görebileceğiniz, duyguların saklanmasının en zor olduğu yerdir. Hele ki bir kadının gözlerinde…
Zihnimin kabul ettiği tek gerçektir, mutlu ve mutsuz kadını gözlerindeki ışığın ele verdiği. Mümkün değildir ki sevgiye doymuş bir kadının gözlerinin içinin parlamaması, şevk ve heyecan dolu olmaması, enerjisi ve kahkahası ile gururla gezinmemesi. Ne acıdır ki, sevgiye hasret bir kadının gözlerinin feri sönmüştür. Bakışları donuk ve hissiz olabilecek kadar tepkisizdir. Tüm heyecan ve isteklerini yitirmiş, ertelemiş ve hatta unutmuştur. Amaçları da, kendi ben’i gibi kaybolmuştur. Sadece ve sadece yaşamın gereklerini yerine getirmek için hareket etmeye başlamıştır. Kırgın ve kırılgandır. Artık yıkılmış umutlarını bile hatırlamamaktadır.

bilmedikleri..

sedaflora | 08 May 2007 20:08

Bilmedikleri herşeyin sensizlikten olduğuydu. Ne kadar bastırmaya çalışırsam,kalbimi bir o kadar acıtan şu sensizlikten..İnkarımdan, kaçışımdan, kaçıp kaçıp yakalanışımdan.Her yakalandığımda geri geleceğimi bile bile kurtulmaya çalışmamdan..
Yorgundum.
Senin için bir oyuncak, bir gölgeden ibaret olduğumu anladığımda ardıma bakmadan çekip gitmeliydim. Utandığım kadar gitseydim hiç olmazdım zaten.!
Yapamadım. Git gellerle, feveranlarla baştan yarattım kendimi. Ama bu yeni beni sevmedim hiç,sevemedim.
Sonra bu sefer tamam dedim,yeter artık ettiği mabedine ruhumun. Kalan iki tuğla bari dursun orada. Yeniden örerim ben ilmek ilmek duvarlarını o mabedin harcına senden kalan iyi kötü herşeyi karıp. Kalkmayı en iyi çok düşen bilir nasılsa..
Vazgeçtim, soğudum, buz tuttum zannettim, seni beynimden, içimden çıkarıp atarım zannettim..
Başka bir bedene başka bir kalbe geçirdim tırnaklarımı ölesiye bir hırsla, ölesiye bir yardım çığlığıyla. İlk başlarda işe de yaradı üstelik. Aynı heyecanlar, aynı bildik oyunlar..
Ama bir gün,aylar sonra bir cuma sabahı, seni rüyamda görüpte heyecandan! uyandığım bir cuma sabahı, kafamı çevirip tırnaklarımın iziyle mutlu olan ama kanayan tırnaklarımı farketmeyen bir silüet gördüğümde her yer, herşey darmadağın oldu. Fırtınalar patladı, depremler oldu, yangınlar çıktı ,toz duman oldu, zaman durdu.. Ne acı ne üzüntü ne gözyaşı ne de başka birşey. Hiçbirşey hissedemeyecek kadar yıkıldım. Becerememiştim…..
Şimdi gülümsüyorum sen hala beynimde çekiç darbeleri indirirken tutunduğum camdan hayallere…

Utandım

darjeeling | 24 January 2007 10:52

Bugün otobüste zihinsel özürlü bir çocuk gördüm.17-18 yaşlarında,annesi de vardı yanında.Hayatın ona neleri vermediğinden habersiz etrafa gülümsüyordu.Annesinin gözlerinin içine öyle güzel bakıyordu ki, ben hayatım boyunca anneme bu kadar anlamlı ve uzun uzun bakmadığı farkettim.Ben anneme hiç böylesine sevgi dolu bakmamıştım.O an utandım kendimden.Her vücut ve beyin fonksiyonu çalışan bizler çoğu zaman bence sevgimizi göstermekten kaçınıyoruz ama menfaatimize yarıyacak birşey olduğunda ailelerimizin dibinde bitiveriyoruz.O çocuk ise karşılıksız ve çıkarsızdı annesine karşı.Biz de belki kötü evlatlar değiliz ama o hiç kötü bir evlat değildi..
Ben bugün utandım kendimden:(

Ödünç aldığım tüm erkeklere….

natalie anne makker | 10 February 2006 23:05

Saat:15:37

Böyle durumlarda düşündüğüm en utanç verici şey,bu durumun nasıl olsa uzun sürmeyeceği.

Herkes yaptığımda onu,biliyordum ki gittiğinde yalnızlık’ın harfleri,sensizlik’inkiler ile değişecekti.Öyle oldu,o gitti ve ardından herkes.Öyle yalama olmuş ki yürek,göz ağlamıyo bile gidenin ardından.Ve dedim ya biliyor yürek,kısa sürecek acı.

Güzel insanlarım olacak çevremde.Ne kadar kirli bi düşünüş…Her terkedilişte beni asla bırakmayacağını bildiğim erkeklere sığınış..Ve yaralarımı her birine bir bir sardırmak.Sonra iyileştiğimde yeni yaralarım açılana dek hepsini unutmak,milyonuncu kez terketmek herbirini..Hepsi için “öyle masumsun ki” dedirtmek ama günahlarımdan hiçbirine hiçbir zaman bahsetmemek..Dokunamayışları elime,eteğime,bedenime,belime ve bu yüzden belki de yanımdalıkları yıllardır,tüketemeyişleri…