bildirgec.org

uncategorized hakkında tüm yazılar

KOMÜNİZM’İN GERÇEK YÜZÜ

blackjack38 | 08 May 2009 12:58

Ele alacağımız konu gerçekten hassas ve tarafsız araştırılması gereken bir konudur. Komünizm; toplumda sınıfları yok etmek ve kapitalizme son vermeyi hedefleyen politik bir harekettir. Öncelikle Türk Toplumu üzerindeki etkisi üzerinde durmak gerekir. Türk Toplumu’nda Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde var olan Fransa hayranlığı ve fransa’dan dünyaya yayılmış olan milliyetçilik akımı etkindi ancak Lenin döneminden itibaren Bolşevik Harekatıyla komünist rejimi tamamiyle benimseyen ve yaymayı hedefleyen Rusya, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun ilk yıllarından itibaren kritik noktalara sahip Türkiye’yi de hedef alan Orta Doğu Komünist Projesini gerçekleştirmeye başladı. Evet gerçekten bu ülkeler üzerinde çok etkili oldu, özellikle bu akıma yeni tanık olan Türk gençleri etkilemeyi başardı ve “Anarşist Komünizm” politikasını uyguladı. 80’leri unutmak mümkün değil.Şimdi Komünizm gerçeklerini analiz edelim. Sınıfları kaldırmak ve herkesi eşit sayacak bir politikaya sahip olan Komünizm aslında sınıfları mı kaldırdı yoksa olmayan sınıfları mı yarattı(?) Türkiye’de patron, işveren, işçi sınıfları var mıydı daha önceden yoksa bu sınıflar Komünizmle mi abartıldı(?) Herkes hakettiği gibi yaşayacak, sınıflar kalkacak diye bu konular üzerinde duranlar acaba gerçekten hakkı olanı mı yoksa hakkından fazlasını istiyorlardı(?) Faşist rejime karşı çıktıklarını söyleyenler kendilerinin yönetime getirdikleri insanlar faşist politikasına sahip değiller miydi(?) Herkes eşit derken acaba liderlerinin kendileriyle eşit olmadıklarını göremediler mi(?)

Aşkı Fransızca Yaşamak

pilli pati | 08 May 2009 11:31

İnsana salakça bir cesaretle, bilinen bütün güçlere karşı gelebileceğini zannettiren; ona inanılmaz şeyler yaptıran; kalbi normal hızından daha kuvvetle çarptıran; imparatorluklar yıktıran; denizler aştıran; insanda bir yüzyıl bekleyebilecekmiş hissi doğuran ama gitti mi de ardında yığınla esir; yarısı çözülmüş yarısı karmaşık kimya problemleri; maddi ve manevi hasarlar; tüm hücrelere nadas vaktinin geldiğini bildiren tebligatlar bırakan, giderken ardında bıraktığı zayiat ile insana fazlaca edebi üretim kapasitesi kazandıran bir duygu o. Adı Aşk!

“MAHATMA” Mohandas Karamchad Gandhi

dbergerac | 08 May 2009 11:13

Ünlü şair Rabindranath Tagore’un Gandhi’ye verdiği lakap “Mahatma” yani “Büyük Ruh”tur. Bütün dünya onu bu görkemli sıfatla tanır.

Mohandas Karamchand Gandhi
Mohandas Karamchand Gandhi

Bir ulusal bağımsızlık hareketini, şiddet aleyhtarı politika izleyerek gerçekleştiren tek siyasi liderdir.
İlk mücadelesini ve en büyük savaşını kendi insanlarına karşı verdi. Halkı sabırla eğitmek, bilinçlendirmek en önemli hedefiydi. Kast sistemi denilen yani insanı değerine göre sınıflayan ilkel uygulamanın Tanrı’nın isteği olmadığını, bunun Hindistan’ın kendi ayıbı olduğunu halkına anlatmak bunu ortadan kaldıracak iradeyi sağlamak öncelikli amacı idi.

Kasturbay Gandhi
Kasturbay Gandhi
Gandhi
Gandhi

Gandhi daha 13 yaşındayken (1882 yılında) hayat arkadaşı olan Kasturbay’la evlenmiş. İlk yıllarda karısı ile tatlı çekişmeler yaşamış, mutlu beraberliğe giden yolda epey çabalamıştır ki evliliğinin ilk yılında karısına sinirlendiği bir anda karşı cins için, “Seversin kızarlar, sevmezsin kızarlar; kızarsın sevmezler; sevmezsin, severler!…” sözleriyle düşüncesini dile getirmiştir.

Gandhi 15 yaşında sıska bir delikanlıdır. Arkadaşı Raman’la karşılıklı bağdaş kurmuş konuşurken birden siyah gözlerini arkadaşının ağzına diker. İnce bir operasyonla Raman’ın ağzında gördüğü bir parçayı çıkarır ki gördüğü şey Gandhi’yi çok kızdırır. Kızarmış bir et parçasıdır bu. Ona göre gerçek bir Hindu, Tanrı’nın yarattığı bir hayvanı bırakın yemeyi, zarar bile veremezdi. Hem Jainizm canlı her yaratığın öldürülmesini yasaklamamış mıydı? Et yemek, insanın maneviyatını da yok ediyordu ama şimdi karşısında etçil bir Hindu duruyordu.

Ancak bu etçil Hindu, güçlü kuvvetli görünmek için kızarmış eti öyle över ki, konuyu, kırmızı ete baktığında Hindistan’ın bağımsızlığını görüp iştahının daha da arttığına kadar vardırır. O günlerde korkak, çelimsiz ve vicdanıyla hareket eden çekingen Gandhi bir kez olsun et yemeye ikna olur. Acaba bir daha hiç yemeyeceği bu et parçası onu daha cesur yapacak mıydı?

Annem yok artık!

cactus[pilli_silinen_hesap] | 08 May 2009 10:34

Annem yok artık!

Bu, Ataol Behramoğlu’nun bir şiirinin adı.

Annem yok artık. Beni düşünen kalbi yok. Bitti.

Umutsuz olmak istemiyorum. Umutsuzluğun bir çıkar yol olmadığını biliyorum.

Annem yok artık,

diye başlayan ve

Umutsuz olmamak gerektiğini biliyorum, bu acımasız gecede

Yazgı diye bir şey yok, içinde yaşadığımız bu toplum öldürdü annemi.

Ey benim yüreğim, güç ver bana, ey hayat güç ver bana, anneme yaraşan şiirler söyleyeyim…

diye devam eden şiirinin adı.

Mardin’in Mazıdağı ilçesine bağlı Bilge köyünde meydana gelen korkunç katliam tam 70 çocuğu öksüz ve yetim bıraktı. Yaşadıkları korku gözlerinden televizyon ekranlarına yansıyan, aralarında süt emen bir bebek de bulunan 70 çocuğun çoğu annesiz kaldı. Vahşetin karmakarışık izlerini yüzlerinde taşıyan bu çocuklar şimdi kendilerine uzanacak yardım ellerini bekliyor ama öncelikle, anneler gününe üç beş gün kala toprağa verdikleri annelerinin yerine geçecek elleri…

gizemli mi olsun isterdin?‏

lucky soul | 08 May 2009 09:52

diyorsun ki; senin sevilcelerin var.
diyorsun ki;saçların neden turuncu?
diyorsun ki; kilon fazla….
kusursuz değilim.
bak benim sivilcelerim var.
bak benim saçlarım turuncu.
bak benim kilom da var.
hayalinde yarattığın o mükemmel hatun da değilim.
çünki ben mükemmel değilim.

baksana yapmaya çalıştığım hiçbir şeyi beceremiyorum bile.
baksana seramik seramik dedim.
ille de seramik…
hani noldu şimdi?
buldum da ne oldu?
başım göklere falan mı erdi?
ayrılıcam diyorum, bırakıcam diyorum.
egosu büyük bir adamdan kaçarak kendi egoma yenik düşüyorum.
nerde kaldı onca savunduğum şey?
nerde kaldı onca okuduğum kitap?

Haberiniz olsun!

makaleci | 07 May 2009 15:20

Uzun süredir rahatsız olduğum bir diğer konudur, ”Ana haber bültenleri”…

Reha Muhtar tarafından yaratılan ACI VAR MI ? anchormanliğinin ve elbette bu eksende ilerleyen akışın milat sayıldığı o yıllardan beri ana haber saatleri rengarenk!…

Bu adı konmamış devrimden sonra daha bir kolay oldu ana haberlerde popülizm ağına düşmek. E tabi! fonda da ekmek parası olarak nitelendirilen rating göstergeleri olduğu için teslimiyet resmen şart oldu…

Rahatsız edici bir olayın uzun uzun slow motion görüntüleri… Hele bir de üzerine Lorena Mc Kenneth, Sarah Brightman veya herhangi bir Buddha Bar şarkısı çalıyorsa… Offff!! Ağlamadan herhangi bir bülten bitirmek imkansız hale gelir…

ihsan oktay anar

kahramancayirli | 07 May 2009 14:40

Aslında her gün Pasaport vapuru ile geçiyorum karşıya, dünse Konak vapuruna bineceğim tuttu. İyi ki de binmişim.
Vapurdan indiğim yerde bulunan kafede oturan bir adamı İhsan Oktay Anar’a benzettim. Önce o değildir herhalde dedim, utandım çekindim geçip gittim. On saniye sonra geri döndüm. “Affedersiniz, sizi bir yazara benzettim, İhsan Oktay Anar’a” dedim. “Evet, ben İhsan. Buyrun oturun karşıma” dedi. Erdal Öz Edebiyat Ödül Töreni’ndeki fotoğraftan kendisini tanıdığımı, Suskunlar hariç tüm romanlarını beğenerek okuduğumu, en çok Puslu Kıtalar Atlası ve Kitab-ül Hiyel’i sevdiğimi, karşısında çok heyecanlandığımı, herkesin bir an daha ekranda, fotoğraflarda görünebilmek için bunca uğraş verdiği bir zamanda hiçbir yere röportaj vermemesinden, hiçbir yerde görünmemesinden söz ettim. Medyatik olmanın kimseye bir zararı olmadığını, ama hiçbir yerde görünmemesinin kendi tercihi olduğunu söyledi. Ben de sıradan bir insanım, sıradan biri gibi yaşıyorum, dedi. Ne kadar bilgili ve derinlikli olduğu nasıl belli halinden, anlatamam, orada bulunup hissetmeniz gerekiyor. Nasıl ağırbaşlı, nasıl mütevazı. Onun kitapları kadar ilgi gören, satan, okunan ve beğenilen başka bir günümüz yazarı olsa havasından yanına uğranmazdı herhalde. Nerede çalıştığımı sordu. Ceketimin cebindeki kitaba bakmak istedi. Bu devirde pek rastlamadığımız bir durum, diye tanımladı yanımda kitap taşımamı. Nahid Sırrı Örik’in Kıskanmak romanı vardı cebimde. Bu kitabı okumadığını söyledi. Bu kitabı şu anda Zeki Demirkubuz’un Kastamonu’da filme çektiğini, Demirkubuz’u bir yönetmen olarak çok beğendiğimi söyledim. Dokuz Eylül Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde akademisyenliğe devam ettiğini söyledi, ben sorunca. Çok teşekkür ederek, onca mutluluk ve heyecanlar içinde, yanından ayrıldım.
Elif Şafak, Anar’ın etrafta hiç görünmeyen tavrını biraz olsun kendine örnek alırsa Şafak’ın tüm romanlarının hayranı biri olarak çok mutlu olacağım.

Farid Farjad, Kemanı Ağlatan Adam

Galanthus | 07 May 2009 13:03

Ben küçükken klasik müzik dikkatimi çekmeye başladı, nasıl oldu bilmiyorum. O zamanlar ailemden kimse klasik müzik dinlemezdi ki hala da klasik müzik dinleyenlerin sayısı azdır.

Ben ilk olarak Motzart’ı keşfettim sanırım. O zamanlar elimin altında internet yoktu. Kısacası şu anda sahip olduğum kaynakların bir çoğuna sahip değildim. Nasıl olduysa çok derin olmamakla beraber klasik müziğin kapılarını kendime açtım. Aradan yıllar geçti , hala yazarken , okurken, düşünürken, koşarken, kafamı dağıtmak isterken( iki anlamıyla da!) klasik müziğe sarılırım. Tüm müzik aletlerinin ayrı bir yeri vardır elbet ama keman sesinin duygusallığı hoşuma gitmiştir hep.