bildirgec.org

uncategorized hakkında tüm yazılar

KESMEK

admin | 28 November 2009 16:20

insanoğlu bütün vahşiliklerine bir kulp takmayı beceriyor..Şu anda national da bi program var. Dünya üzerinde ki kurban törenlerini anlatıyor, Görüntüler kan revan …
Hinduların törenlerini anlatıyor. Minicik keçiler, süt kuzuları, tavuklar… insanlar kestiricekleri pardon tanrılara kurban edicekleri hayvanların iplerine sıkı sıkıya yapışmış, sıralarını bekliyorlar..Kuyruk uzun…Bir putun önünde de üstü başı, ağzı yüzü kan revan içinde bi kesici; sırası gelenin hayvanını alıp boğazını kırt die kesiveriyor…Makine gibi, görmüyor bile ne kestiğini..boynunu buldun mu tamam..kes..
Bir sonra ki yer endonezya; bu sefer horozların bacaklarına jilet bağlayıp dövüştürüyorlar.Neymiş o da tanrılara kurbanmışş..dövüşsüz olmazmış..vay anasını tanrılar çıldırmış olmalı..
Sonra geçtiler bir adaya ve onun taş devrini aratmayan ilkellikte yaşayan halkına. Bu adada çoluk çocuk sahile toplanıp senede 950 balina kesiyolar, bildiğin kesiyolar işte…Önce sivri uçlu bişeyle vuruyolar sırtına, delik açıyorlar sonra gırtlağa bi bıçak darbesi ,kıtır kıtır…Ama müjdeli bi haber verir gibi açıklama yapıyorlar..30 saniyede ölüyormuş balinalar..Valla içime su serpildi. Bunlar sanırım 30 saniyenin can vermek için ne kadar uzun bi zaman dilimi olduğunun farkında değiller. Ama neymiş..ada halkı tarım yapamıormuş..sadece balina eti..bir balina 6 aileyi bi kış doyururmuş..e peki 950 balina karın doyurmak için biraz fazla değil mi ey ada halkı. Ayrıca ekolojik denge küresel ısınma gibi konuları .ittir et, senin karnın doysun dünyanın anası ütülsün, ne gam…

Romanda Teknik Unsurlar 1 :Bilinç Akışı

kahvekokusu | 28 November 2009 12:42

www.kafehaber.com/?mxz=KA&kid=118
www.kafehaber.com/?mxz=KA&kid=118

Sanat eserlerinde anlatılacak şeyden çok anlatım biçimi önemlidir. Çünkü biçim anlatılacak olan konuyu, felsefeyi, mesajı okuyucuya ulaştırmada en önemli vasıtadır.
Romancı eseri ortaya koyarken anlatmak istediklerini en etkili biçimde okura sunabilmek için bir takım anlatım tekniklerine başvurur. Bu teknikleri yalnızca yazarın bilmesi yeterli olmaz. Okurun da bundan haberdar olması gerekir ki yazarın ne yapmaya çalıştığını kavrayabilsin. Anlatım tekniklerini bilmeyen bir okur yeterince sağlam bir okuma elde edemez ya da çoğu zaman okuduğumu anlamıyorum hissiyle kafası karışır. Günümüz romanları eskiye oranla çok daha karmaşık bir yapı barındırır. Ancak anlatım teknikleri romandan çekip çıkarılacak olsak geride ya bir psikoloji ya bir sosyoloji ya da salt bir tarih kitabı kalırdı. Bu nedenle bilinç akımı tekniğinden başlayarak anlatım tekniklerine değinmek istedim. Bilinç akımı esasında psikoloji biliminin romana bir armağanıdır. Önceleri psikolojiye ait bir terim olup roman sanatının gelişimiyle yazıya intikal etmiştir.
Bilhassa insanı ve iç dünyasını ele alan eserlerde ya da psikolojik romanlarda insanı en doğal haliyle karşımıza çıkarmayı planlayan romancı bilinç akımı tekniğine sık sık başvurur. Peki, nedir bilinç akımı ya da bilinç akışı? Bilinç akımı roman kahramanının zihninden geçenlerin aralıksız, seri halde bir iç konuşma şeklinde okura verilmesidir. Bu teknik kahramanın kafasından geçenleri okurun adeta izlemesini sağlar. Hiçbir gramer kuralı sentaks, yapı vs. gözetmez. Yazar, bu tekniğin kullanıldığı yerlerde imla bile gerek duymadan hiçbir noktalama yapmadan akış buyunca ahengi bölmeden, kahramanın zihnini ortaya döker. Bu uygulamanın en kapsamlı ve ilk kabul edilebilecek örneğini Joyce’un Ulysses romanında kullanılmıştır. Yazar 45 sayfalık bir bölümde bilinç akışı tekniğini kullanırken hiçbir noktalamaya yer vermez. Çünkü zihnin imlası yoktur.
Bilinç akımı romanın niteliğini etkileyen en önemli tekniklerden biridir. Bu tekniğin kullanıldığı romanlarda psikolojik bir derinlik mutlaka vardır ve kahramanın ne yaptığından çok ne düşündüğü vurgulanır.
Bilinçaltından geçenlerin yazıya aktarılması özel bir dil kullanmayı gerektirir. Bu nedenle de çoğu zaman kendi kendimize ne denmek istiyor? Gibi sorular sormamız kaçınılmazdır. Ancak eline bir kâğıt ve kalem alan okur sadece zihninden geçenleri, üzerinde durup düşünmeden yazıya dökecek olursa yazarın yaptığına yakın bir deneyim elde etmiş olacaktır.
Bilinç akımının psikolojik bir boyutu olduğunu söylemiştik. Bu nedenle zihinden anlık geçen düşünceler ya da kelimeler çoğu zaman bir imaj ya da sembolün ardına saklanmış olarak da ortaya çıkar. Bu semboller ise romanda daha evvelden anlatılmış bazı konuların zihinde yeni bir şekle bürünmesinden başka bir şey değildir.
Dünya ve Türk edebiyatında sıkça kullanılan bu teknik özellikle post-modern romanda daha dikkat çekici bir boyuta ulaşır. Tolstoy-T. Mann-Proust-Faulkner-Joyce-V. Woolf gibi romancılarda en fazla kullanılan tekniklerden biri olmuştur. Türk edebiyatında ise Oğuz Atay- Tutunamayanlar, Peyami Safa- Matmazel Noraliya’nın Koltuğu, Adalet Ağaoğlu- Romantik Bir Viyana Yazı örnek verilebilir.
Konunun daha anlaşılır olması bakımından Romantik Viyana Yazı’ndan kısa bir bilinç akımı paylaşalım:
“…E peki küvet boş mu temiz mi ip orada mı yoksa başka yere gitti mi lafa bak uçak kaçtı olur mu taksi parası yok diye dönmüş geri hani ne oldu komşu havaalanındaydı hani ben sana söyledim bunlar çekmez yolun altında silkeleyiverirler dedim şimdi yeni bir bilet alması gerekecekmiş Bülent’in plak sabun paralarını da çaldırdım artık siz ödersiniz değil mi Hoca somon füme seviyor boş ver bir duş alırım sonra…”

benzersiz anatomiler

nazokiraze | 28 November 2009 10:41

Bacaksız Akrobat olarak Avrupa turnelerine çıkan ve büyük başarılar kazanan Eli Bowen 1844 Ohio’da dünyaya gelir. Kendisine verilen lakap gibi bacakları olması gerekenden daha kısadır, hatta hiç yoktur, ayakları direk beline yapışıktır.

Bacaklarının olmayışını umursamayan Bowen ellerini her işte büyük bir marifetle kullanmaya başlar ve küçük yaşta çiftliklerde çalışarak ailesinin geçimine katkıda bulunur.Sirkler tarafından keşfedildiğinde ise yaşı 13 tür.Geçmişte vücutlarında anomali bulunan tüm insanlara yapıldıgı gibi o da eğlence dünyasına sokulur.

kedilerimin günlüğü

admin | 27 November 2009 22:39

Anne, Azna. Kızlarım Anu ve İnana, Oğullarım Devin ve Enki; Allah sağlık versin onlara…

3 şubat 09- bebekler doğdu. Saat 15.00

17 şubat- 14 günlükken bana geldiler. Sürekli uyuyorlardı. Hareketsizdiler, uyumadıklarında da meme emiyorlardı. Anneleri dışında dışarıya ilgi göstermiyorlardı. İzlemiyorlardı. Tek dertleri anneydi. Dokunulmaktan tedirgin oluyorlardı. Anestezi almış gibiydiler.

18-19 günlükler- hareketler hızlandı. Kutuda oyun oynamaya başladılar. Uyumadıkları süre uzadı.

CEP TELEFONU DA ÜŞÜRMÜŞ

SERKANEHIR | 27 November 2009 21:43

Evet yalnış okumadınız..Environ Laboratuvarlarında yapılan bir araştırma Cep telefonlarının düşük ısılarda fonksiyonlarının kısıtlandığını, çok daha düşük ısılarda ise tamamen işlevlerini kaybettiğini ortaya çıkardı. Şarjı tamamen dolu bir telefon, -23 dereceye kadar batarya doluluk oranını düşük olarak algılıyor, -34 derecede ekranlar okunamıyor, -40 da ise hiç bir şekilde çalışmıyor.Zaman zaman cep telefonunuzun ekranı donarsa veya kısa sürede şarj bitiyor sinyali verirse hemen telefonunuzu sarıp sarmalayın…Haber

Edebiyat Yaşıyor

Karamazov Brother | 27 November 2009 19:23

Post-Entelektüel Dönem. Hasan Bülent Kahraman yaşadığımız çağı böyle niteliyor. Bu nitelemenin fikir babası bizzat kendileri. Son kitabında hem bu dönemi, hem de bu atmosferde edebiyatın nerede durduğunu irdeliyor. Aslında Kahraman’ın fikirleri oldukça iddialı. Ama üstünde düşünmeye değer. Zira öne sürdüğü en önemli ve ilginç nokta, Türkiye’de artık edebiyatın işlevini tamamladığı görüşü. Yani artık bizim için söyleyecek yeni bir söz yokmuş!

Anglosakson edebiyatının giderek daha da hacim kazanan romanlar yazdığına tanık oluyoruz. Fransız romanı ise küçülüyor. Amerikalılar ve İngilizler 600 sayfalık romanlar yazarken, Fransızlar 90 sayfalık romanlar yazıyorlar.

Resimlerle Espresso Çeşitleri

axanc | 27 November 2009 17:56

Espresso
Espresso

Benim için kahvenin önemi çok fazladır. Her ne kadar tipik bir Türk olarak çay ile de aram olsa da, günlük olarak kahve içmediğim zamanlar yaşananlar oldukça feci sonuçlar doğurabilmektedir. Bunun sebebi sadece kafein de değildir. Kahve içmek benim için bir alışkanlıktır. Öyle ki evime gelen bir şahsın içebileceği tek çay sallama çaydır.

Her ne kadar herkes kahvesini yoğun sevdiğini söylüyor olsa da; çoğu kişi kahvesini açık ve bol sütlü şekerli sever. Benim bu konudaki gözdem ise “Caffé Mocha” [kafe moka]’dır. Ancak gene de kahvenin süslü dünyasına yeni sayılırım. Çok sayıdaki sipariş seçeneği, dilimize çok da uygun olmayan onlarca yeni kelimesi ve çeşitli kahve satan dükkanlardaki sipariş verme deneyimi ile korku yaratır. Bu konuda “Lokesh Dhakar“ın hazırladığı resimler benim için resmen hayat kurtarıcı oldu.

Koyu Kavrulmuş Kahve Çekirdekleri
Koyu Kavrulmuş Kahve Çekirdekleri

Espresso Hakkında
Espresso, basınçlı buharın, iyice öğütülmüş ve koyu kavrulmuş kahve çekirdeklerinden geçirilmesi ile yapılır. Düşünce olarak Espresso: konsantre kahvedir. Kahvenizin daha sert olması için birden fazla fırt Espresso koyabilirsiniz.

durum bu

admin | 27 November 2009 15:47

Uzun süredir yalnızım. Bu durum da çok canımı sıkmıyor işin aslı.

Yalnız olmaya alıştım. Bu kırılır mı, nasıl kırılır bilmiyorum ama giderek daha da zor olduğu açık… İnsan böyle olmaya alışıyor.

Ve yokluğunu hissetmiyor çoğu zaman duygunun, kapatıyor yaralarını çok diplere- içlere. Gömüyor. Yok sayıyor çoğu zaman. Benim de çoğu kişi gibi çok içim acıdı. Aşka küstüğüm çok oldu.

Dört sene herşeyim saydığım, ömrümü geçireceğim sandığım adam, başka kadınla olmak istiyorum diye terk etti. Sonra kimseyi alamadım hayatıma. Güven denen duygu piç oldu. O gündür sevgilim demedim kimseye, diyemedim.

BİR TUFAN OLURUM SUSTUĞU(M) HER YERDE

elllllla | 27 November 2009 14:46

Gidersen yıkılır bu kent, kuşlar da gider
Bir nehir gibi susarım yüzünün deltasında

Yanlış adresteydik belki doğru.peki o adresi bizmi seçmiştik.yoksa birileri burda doğacak,büyüyecek,belli bir yerde yaşayacak yaşlanacaksınmı demişlerdi.eklemeleri,arada zaman zaman yer değiştirip mutlu olabilirsindi 3-5 günlüğüne!
ben çemberin dışında olmak istedim hep.
bana ait benim planladığım bir hayatta…
öğretmen ne olmak istiyorsunuz diye sorduğunda;
öğretmen,avukat,doktor,mühendis,hemşire diyenlere burun kıvırır ben pilot olmak istiyorum öğretmenim derdim kocaman sesimle.
ali ispiyonlardı…kitabımızda var öğretmenim.ordaki çocuğa bakmış.ne bilsin o uçağı yürütmeyi?
-yürütürüm işte,ne biliyon?
aliden alanen nefret ettim o günden sonra.komşumuzun oğluydu.annelerimiz iyi anlaşırdı.alinin babası iş hayatındaki bi takım sorunlar yüzünden tayin istemişti.kısa süre sonra okuldan,mahallemden ve yaşadığım şehirden ayrıldı.kendime aliden nefret ettiğim için kızmıştım.nedenini anlayamadan…
ali gitti…
yıllar geçti…
ben pilot olamadım…
zaten uçağada belli bi yaşa kadar binemedim korkudan.ama gökyüzünü hep sevdim.kuşları,uçakları,özgür olmayı,kanat çırpıp olmak istediğim yerde yaşamayı sonra sıkılınca ayrılmayı…

şimdiki aklım olsa
aliye uçaklardan selam gönderirdim.alırdı…
öğretmene asker olmak istiyorum derdi.oldu.canım arkadaşım.
arada hala sinirime dokunur telefonda.
-kız aklın hala havalarda mı?
gülüşürüz…
özlüyorum herşeyi…
çocukluğumu belki…belki istediğim hayal ettiğim gibi yaşayamamayı!!!
bu günlerde bir tuhafım…
gariplilk denen kuyudayım..
gidip saçlarımı boyattım,kestirmeye kıyamadım.lensleri atıp gözlüklerle idare etmeyi düşünüyorum bir süre…şu sıralar annem yanımda.ona sormadan gidip köpek aldım.adı haydut…
(zaten sorsam izin vermeyecekti)
eve almadı onu:( kapıcının oğluna verdik.
bir sevindirik bir sevindirik çocuk sormayın…
(annem gidince geri alıcam,çocuğun bundan haberi yok)
kahveyi abartıyorum…
nankörsün kızım sen diyor kuzenim arda…
nankörmüyüm?
galiba evet.ne yapayım?
bu günlerde böyleyim.hüzün denen garip bir kederdeyim…