bildirgec.org

uncategorized hakkında tüm yazılar

şiirin şairinde şairin şiiri

kemalcanizm | 30 July 2010 15:25

kobay bir farenin
dublörsüz intihar sahneleri
gibi aptalca şeyler
ve ayışığında sevişme seansları.

şair aşıktır;

aşk ona
farklı beden tarifesi
ısınan iki kan örneği
müptela bir alerji

şair bağımlıdır;

ölüme teğet kaldığı çizgilerde
kokain gibi çeker şiiri

şair yaralıdır;

şiiirleri bu yüzden
bir yara kabuğu gibi
boynunda muskadır..

şair hastadır;

susuzluğuna aranan çare
ateşli bir dua
ki bütün melekler yastadır

şair ölümlüdür
-ya / şiir…?

bir intihar sahnesinde üstüne
ayışığından yapılma örtüdür..

Tembelliğin Psikolojisine Dair…

turritopsis | 30 July 2010 14:41

Tembellik, değerler sisteminde pek olumlu karşılanmayan bir durumdur. Tembellik, çalışma isteğinin olmaması, işten, çalışmaktan, meşgaleden tiksinme, sürekli dinlenmeye ve asalak yaşam biçimine olan eğilim şeklinde açıklanabilmektedir. Bu tanımda tembelliğin özünde olumlu bir şey yokmuş gibi gözükmektedir. Tabii her şey bu kadar basit değil. Tembelliğin birkaç çeşidi var. Bu yüzden kendinizi, çevrenizdekileri tembellikle suçlamadan önce tembelliğin çeşitlerine ve içeriklerine bakmakta fayda var.
İlerleme motoru şeklindeki tembellik.
Tekerlekten internete kadar insanlığın zamanını ve gücünü rasyonel bir biçimde harcamasına elveren icatları yapan mucitlerin çoğu “tembel” olmuşlardır. Sorunun çözümüne yönelik sergilenen yapıcı yaklaşımdan hareketle bu duruma tembellikten daha çok somut bir sorunu fazla çaba harcamadan optimal yöntemlerle çözme isteği denebilmekte. Aynı şekilde herhangi bir görev/ödev (işte, okulda, evde) alan birini, bunu yapmaya acele etmemesinden dolayı tembellikle suçlamak da yanlış olabilir, çünkü bu işi yapmadan önce en mantıklı, sonuç alıcı yöntemini bulmaya çalışıyor olabilmektedir.
Bünyeyi koruma tepkisi olarak ortaya çıkan tembellik.
Bazen iş yapma isteğinin olmaması, fiziksel ya da zihinsel olarak aşırı yoğunluğun sonucunda da ortaya çıkabilmekte. Fizyologların dilinde “korumacı frenleme” anlayışı vardır. Bu anlayışa göre, uzun zaman boyunca ara vermeden çalışanın vücudu, bir gün basit işlevler için bile güç bulamayacak, bünye insanın denetiminden çıkacaktır. Aniden elinde kitapla yatakta uzanmak, netten ya da telefonla arkadaşlarla sohbet etmek, planlanmamış öğle uykusu istenebilmektedir. Bu tarz “tembellik”, günün 24 saatini çalışarak geçiren insanlara özgüdür.

Bu sana son sesleniş!

witamin | 30 July 2010 13:20

Sevgilim…
Halle anlatamadığımı dille anlatmaya çalışıp; dille de anlatamadığımı elle anlatmaya çalışıyorum şuan.Bu defa da olmazsa bir dahaki sefere neyle anlatırım Allah bilir.

Senin de bildiğin( bazen unuttuğun) üzere yarın doğum günüm.Kaç yaşına gireceğimi bilmek ister misin? Kadınların yaşı sorulmaz dediğini duyabiliyorum.Görünüşe aldanıp evlenme tarihimizi “daha genciz” diyerek yine ileriki bir zamana ertelemeyesin diye sen sormadan söyleyeyim ben : 40 . Evet tam kırk. Bunu sana neden söylediğimi ileriki paragraflarda daha iyi anlayacaksın.Bu yüzden okumaya devam et hayatım…

Üç Boyutlu Yaşamak…

karuma76 | 30 July 2010 11:57

Geçen hafta sinemadaydım. Girerken birer gözlük verdiler. Ama bana hiç yakışmadı. Aslında etrafımdaki herkese yakışmadı. Taktık gözlüklerimizi ve beklemeye başladık. Ne göreceksek? Bir ara gözlüklerimi çıkardım ve etrafıma baktım. Filmi bulanık görmeye başladım. Hemen taktım gözlükleri tabii. Takmamla yanımdan geçen okları yakalamaya çalışmam bir oldu. Sanki yanımızda gibiydi herşey. Ya da biz onların yanına gitmiştik. Film boyunca biz de onların içinde yer aldık, ve film bitti…
Sonra düşünmeye koyuldum. Biz gerçekten üç boyutlu yaşıyor muyuz ki, üç boyutlu seyredelim. Sonra hayatın üç boyutunun ne olabileceğini düşündüm. İlk boyut bendim. Ben olmazsam hiçbir şey olmazdı herhalde. Tabii bu düşünceyi biraz egoist buldum. Fakat hayatın gerçeği bendim. Karakterimle, duygularımla, paylaşımlarımla, iyilerimle, kötülerimle ben! İkinci boyut Sevgi olmalıydı bence. Yaşamayı, eşimi, işimi, ailemi, çocuklarımı kendimi sevmeliydim. Kalbimin en önemli besin kaynağı sevgiydi. Sonra beni aldım ve içine tıka basa sevgi doldurdum. Şimdi eksik olan parçayı bulmak kaldı. Fakat ilk denemem başarısızdı. Hep günlük işlere kayıyordu aklım. Nasıl geçineceğim, nasıl para kazanacağım, ayın sonunu nasıl getireceğim falan…
Ama bunların hiçbiri ruhumu doyurmadı. Sadece geçici düşünce akımı olarak geçip gittiler. Şimdi bir daha bakalım profilimize. Bizi aldık, içini sevgiyle doldurduk. Peki neden! İşte tam o sırada içeri biri girdi.
“Canım,nasılsın? Günün nasıl geçti?”
Bana, bize, herkese gereken üçüncü şeyin ne olduğunu anladım. Sevgimizi paylaşabileceğimiz, gösterebileceğimiz birileri gerekiyordu. Bazıları için hayat arkadaşı, bazıları için SEVGİLİ…
Şimdi ben de üç boyutlu yaşıyorum hayatı ve çok mutluyum… Sinemada okları yakalamaya çalışan ben, şimdi eşimle birlikte mutluluğu yakalıyorum…

Sebk-i Hindi

olur mu ki | 30 July 2010 10:18

  • Kelime anlamı olarak Hint üslubu, Hint tarzı anlamına gelen bu tamlama; 17. yüzyılda edebiyatımızda ortaya çıkan bir akımı adlandırmak için kullanılmıştır.
  • Bu anlayışın temelinde İran’daki müstebit ortamdan bunalıp Hindistan’a giden Türk kökenli grupların etkisi vardır.
  • Sebk-i Hindi akımı sadece ülkemizde değil İran, Afganistan, Azerbaycan, Tacikistan ve Hindistan’da da kendine taraftar bulmuştur.
  • Bu tarzın bizim edebiyatımızdaki temsilcileri arasında Nâilî, Nebî, Fehim-i Kadim, İsmetî, Şehrî, Şeyh Gâlib gibi isimleri saymak mümkündür.
  • Bu tarz şiirlerde hayal önemli bir yer tutar. Anlama biçimden daha çok önem verilir. Şiirlerin anlaşılması güç bir yapısı vardır. Zıtlıklar ve abartma karşımıza sürekli çıkar.
  • Divan şiirinde o zamana kadar kullanılmış mazmunlar bir kenara bırakarak kendi kalıplarını ortaya koymuştur bu anlayış.
  • Şairler sözlüklerden kelimeler bulup bunları şiirlerinde kullanmaktan çekinmemişlerdir. Sebk-i Hindi’de süslü ifadelerin yer aldığı, tamlamalara boğulmuş şiirler çıkar karşımıza.
  • Tasavvufî konular, insan, ıstırap konuları şiirlerde sıkça olarak işlenmiştir.
  • Redif bu anlayışta kendine geniş bir kullanım alanı bulmuştur:
  • Şevkuz ki dem-i bülbül-i şeydada nihanuz
    Hünuz ki dil-i gonçe-i hamrada nihanuz
    (“Çılgın bülbülün şakıyışında gizli olan iştiyâk ve kıpkırmızı goncanın kalbinde gizlenmiş kanız.”)
  • Biz cism-i nizar üzre döküp dane-i eşki
    Çün rişte-i can gevher-i ma’nada nihanuz
    (“Biz, zayıf bedenimizin üzerine göz yaşı tanelerini döküp manâ incilerinin dizili olduğu can ipliği gibi görünmez olduk.”)
  • Olsak n’ola bi-nam u nişan şöhre-i ‘alem
    Biz dil gibi bir turfe mu’ammada nihanuz
    (“Âlemde, isimsiz ve tanınmaz olsak ne olur, şöhret bulsak ne olur; biz, gönül gibi acâyip, girift bir bilmecede gizliyiz.”)
  • Mahrem yine her halümüze bad-ı sabadur
    Da’im şiken-i zülf-i dil-arada nihanuz
    (“Sevgilinin saçının kıvrımlarında gizli olmamızdan dolayı her hâlimizi bilen sırdaşımız, bâd-ı sabâdır.”)
  • Hem gül gibi rengini-i ma’nayıla zahir
    Hem neş’e gibi halet-i şahbada nihanuz
    (“Hem gül gibi manâ güzelliği, çeşitliliği ile âşikâr; hem de neşe gibi, şarabın tabiatında gizliyiz.”)
  • Geh hame gibi şekve-tıraz-ı gam-ı ‘ışkuz
    Geh nale gibi hame-i şekvada nihanuz
    (“Bazen kalem gibi, aşk gamından şikâyetleri yazarız; bazen de inilti gibi, şikâyetleri yazan kalemde gizliyiz.”)
  • İtdük o kadar ref’-i ta’ayyün ki Neşati
    Ayine-i pür-tab-ı mücellada nihanuz
    (“Ey Neşâtî! Görünülürlüğü o derece ortadan kaldırdık ki cilâlanmış, parlak aynada sır olduk.”)
  • Sebk-i Hindi, her ne kadar devrin diğer divan şairleri tarafından eleştirilse de edebiyatımızda kendine yer bulmuştur. Hatta çağdaş şiirimizin ilk temsilcisi olarak görülen Şeyh Galip gibi bir ismi bile kendi safına çekmeyi başarmıştır.

Dolunaya Seranat…

firatocal | 29 July 2010 20:29

Şİmdi dolunay zamanı… Gecenin en romantik , en aşık , en sevdalı anları… eşimle beraber yazlığımızın balkonunda , hem çilek sefası yapıyor , hem de gözlerimizi kapatıp hayli mehtapların ışıltılı keyfini sürüyoruz…

Sahil şimdi bomboştur … esinti kesin herkesi kovmuştur… Çünkü düne nazaran hava serin… Rüzgarın her esişinde balkonda bile üşüyoruz… Kulağımız içeri de uyanıyor mu yavrumuz diye… Ürkek ürkek kulak kabartıyoruz tüm kıpırtılara… Şükür , ses seda yok…

Balkonda dolunay keyfimize devam ediyoruz… Aşk meyvaları , ayartan tatlarıyla çilekler , pek yakışıyor seyrimize… Komşularımızdan gelen taş sesleri okey kapışmasının habercisi… Aklımız üniversite yıllarına gitti… Denize nazır kafelerde umarsızca taş salladığımız yıllara… Canımız çekiyor… Ama yanlış zaman , yanlış mekan… Başka bir gençlik baharına erteliyoruz , reenkarnasyondan medet umarak…

Öyle ya şimdi dolunay zamanı… Gecenin en hüzünlü , en ağlamaklı , en sarılmalık zamanı … Ruhları havai heves , en taze aşıklar gibi , sarmak lazım avutulası ateşli bedenlerimizi…

Ege ‘ye Karşı Aile Saadeti Tablosu

firatocal | 29 July 2010 18:29

Niyetimiz akşam karanlığı çökmeden denize girebilmek… günün yorgunluğu binmiş omuzlarımıza , bitkinlik hakim… Bir de kanguruda salına salına etrafı seyreden oğlum üzerimde asılı…

Serinlik çıkmış , o sıcak , bunaltıcı hava kaybolmuş… Neredeyse üşütecek bizi…

AMİRALİN KARISI

hayalicindegecti | 29 July 2010 17:38

O meşhur deyimle herşey “film şeridi” gibi aklından geçti bir anda.
O müthiş yaz tatilini, gittikleri küçük kasabada o yakışıklı deniz teğmenine ‘ay çarpması’na uğramışcasına aşık oluşunu. Bu aşk uğruna üniversiteyi bile terk edişini… Evlenmelerini, çocuklarının büyüyüşünü. Aşık olduğu adamın bitmek tükenmek bilmez tayinleri sırasında aylar, hatta seneler boyu ayrı kalışlarını… Genç teğmenin yıllar içinde kendini nasıl geliştirdiğini, aldığı yurt içi ve dışı eğitimlerle beynini nasıl zenginleştirdiğini… Zamanla saçlarına düşen akların onu nasıl daha yakışıklı kıldığını… Parlak mesleki başarılarını, geçen zaman içinde mesleğinde hızla yükselişini, en sonuna amiralliğe tırmanışını… Katıldıkları davetlerde kadınların neredeyse tamamının gözlerini ondan bir türlü alamayışını. Onun bu durumu hafften gülümseyerek anlayışla karşılayışını ve etrafa çaktırmadan kendisine göz kırpmasını… Sohbetlerde herkesin “amiral ne söyleyecek?” diye onun ağzına bakışını. Bitmek tükenmek bilmeyen çalışma, araştırma, uygulama azmini… Dünya meselelerine “aydınlık” bakış açısını.
Ve şu başlarına gelen… Daha doğrusu kafalarına çarpan uğursuz “balyoz…
Yüzlerce sayfalık suçlamalarda amiralin isminin sadece 3 yerde geçişi… Ona yöneltilen suçlamaların gayri ciddiliği ve gülünçlüğü… Yöneltilen suçlamaların aksinin defalarca kanıtlanmış oluşu ve daha önce 1 ay bu yüzden tutuklu kalmışken, iddiaların aksinin kanıtlanmış oluşu nedeniyla salıverilişi…

Bir karabasan mıydı bütün bunlar?
Ülke sevgisiyle bunca çalışma, bunca özveri, bunca emek yanlış mıydı? Keşke bıraksalardı herkes ne yapacaksa yapsındı… İnsanlar aydınlıkyerine karanlığa gitmek istiyorlarsa bu onların sorunu muydu? Bu bilim ve aydınlanma çağında ortaçağa özlem olacaksa olsundu. Hele kadınlar? Bu düzene evet demek, kendi gerilemelerini, eşitsizliklerini, boyun eğişi, cehaleti, acıyı, statükoyu istemek değil miydi?
Bıraksaydık keşke, öyle yaşasalar ve bunun adına yaşamak deselerdi.

NEFRETİ YENMEK

mavilikler | 29 July 2010 16:29

Biri olsa… Bileyim ki, odasında yapayalnız kaldığında aklına gelen ilk şey olsun gözlerim. Onlar o odayı kocaman bir bahçeye çevirsin.

İçinde binbir renkte çiçek açsın o bahçenin. Orada, o çiçekler arasında her şey güzelleşsin.

Gününü nasıl geçirdiğini düşünsün sonra. Dışarıda yaşadıklarını, sürekli bir kavganın sürüp gittiği o yerde var olma çabasını hınca hınç. Bir kez daha “Yenilmedim!” diyebilecek kadar güçlü durmasını onlara karşı.