bildirgec.org

olur mu ki

11 yıl önce üye olmuş, 5 yazı yazmış. 1 yorum yazmış.

Sebk-i Hindi

olur mu ki | 30 July 2010 10:18

  • Kelime anlamı olarak Hint üslubu, Hint tarzı anlamına gelen bu tamlama; 17. yüzyılda edebiyatımızda ortaya çıkan bir akımı adlandırmak için kullanılmıştır.
  • Bu anlayışın temelinde İran’daki müstebit ortamdan bunalıp Hindistan’a giden Türk kökenli grupların etkisi vardır.
  • Sebk-i Hindi akımı sadece ülkemizde değil İran, Afganistan, Azerbaycan, Tacikistan ve Hindistan’da da kendine taraftar bulmuştur.
  • Bu tarzın bizim edebiyatımızdaki temsilcileri arasında Nâilî, Nebî, Fehim-i Kadim, İsmetî, Şehrî, Şeyh Gâlib gibi isimleri saymak mümkündür.
  • Bu tarz şiirlerde hayal önemli bir yer tutar. Anlama biçimden daha çok önem verilir. Şiirlerin anlaşılması güç bir yapısı vardır. Zıtlıklar ve abartma karşımıza sürekli çıkar.
  • Divan şiirinde o zamana kadar kullanılmış mazmunlar bir kenara bırakarak kendi kalıplarını ortaya koymuştur bu anlayış.
  • Şairler sözlüklerden kelimeler bulup bunları şiirlerinde kullanmaktan çekinmemişlerdir. Sebk-i Hindi’de süslü ifadelerin yer aldığı, tamlamalara boğulmuş şiirler çıkar karşımıza.
  • Tasavvufî konular, insan, ıstırap konuları şiirlerde sıkça olarak işlenmiştir.
  • Redif bu anlayışta kendine geniş bir kullanım alanı bulmuştur:
  • Şevkuz ki dem-i bülbül-i şeydada nihanuz
    Hünuz ki dil-i gonçe-i hamrada nihanuz
    (“Çılgın bülbülün şakıyışında gizli olan iştiyâk ve kıpkırmızı goncanın kalbinde gizlenmiş kanız.”)
  • Biz cism-i nizar üzre döküp dane-i eşki
    Çün rişte-i can gevher-i ma’nada nihanuz
    (“Biz, zayıf bedenimizin üzerine göz yaşı tanelerini döküp manâ incilerinin dizili olduğu can ipliği gibi görünmez olduk.”)
  • Olsak n’ola bi-nam u nişan şöhre-i ‘alem
    Biz dil gibi bir turfe mu’ammada nihanuz
    (“Âlemde, isimsiz ve tanınmaz olsak ne olur, şöhret bulsak ne olur; biz, gönül gibi acâyip, girift bir bilmecede gizliyiz.”)
  • Mahrem yine her halümüze bad-ı sabadur
    Da’im şiken-i zülf-i dil-arada nihanuz
    (“Sevgilinin saçının kıvrımlarında gizli olmamızdan dolayı her hâlimizi bilen sırdaşımız, bâd-ı sabâdır.”)
  • Hem gül gibi rengini-i ma’nayıla zahir
    Hem neş’e gibi halet-i şahbada nihanuz
    (“Hem gül gibi manâ güzelliği, çeşitliliği ile âşikâr; hem de neşe gibi, şarabın tabiatında gizliyiz.”)
  • Geh hame gibi şekve-tıraz-ı gam-ı ‘ışkuz
    Geh nale gibi hame-i şekvada nihanuz
    (“Bazen kalem gibi, aşk gamından şikâyetleri yazarız; bazen de inilti gibi, şikâyetleri yazan kalemde gizliyiz.”)
  • İtdük o kadar ref’-i ta’ayyün ki Neşati
    Ayine-i pür-tab-ı mücellada nihanuz
    (“Ey Neşâtî! Görünülürlüğü o derece ortadan kaldırdık ki cilâlanmış, parlak aynada sır olduk.”)
  • Sebk-i Hindi, her ne kadar devrin diğer divan şairleri tarafından eleştirilse de edebiyatımızda kendine yer bulmuştur. Hatta çağdaş şiirimizin ilk temsilcisi olarak görülen Şeyh Galip gibi bir ismi bile kendi safına çekmeyi başarmıştır.

Şiirde Hayalle Gerçeğin Çekişmesi

olur mu ki | 29 July 2010 13:58

  • Şairlerin ve şiir sevenlerin yüzyıllardır üzerinde fikir yürüttüğü, tartıştığı, bir sonuca varmaya çalıştığı konu: Şiire hayal mi hâkimdir yoksa gerçeklik mi?
  • Alexander Potebnya bu konuda “İmgesiz sanat olmaz; şiir ise hiç olmaz.”diyerek düşüncesini keskin bir şekilde ifade etmiştir. Türk şiirinde de Ahmet Haşim, , Behçet Necatigil, Ahmet Muhip Dranas ,Hilmi Yavuz, , Atilla İlhan, Fazıl Hüsnü Dağlarca,… gibi isimler zaman zaman şiirlerinde kullandıkları unsurlar ile hayalin yanında yer almışlardır.
  • Atilla İlhan’ın “Cinayet Saati” isimli şiirindeki şu mısralara göz atmak bize konu hakkında fikir verebilir:

“Haliç’te bir vapuru vurdular dört kişi
Demirlemişti eli kolu bağlıydı ağlıyordu
Dört bıçak çekip vurdular dört kişi
Yemyeşil bir ay gökte dağılıyordu”

  • Şiirde gerçekliği savunanlar ise bunun şiiri daha içten ve çekici kıldığını dolayısıyla kalıcılığının arttığını savunurlar. Bunu sağlamak için de şiire günlük konuşma dilini hâkim kılma çabası içine girerler. Türk şiirinde Erzurumlu Emrah, Mehmet Akif Ersoy, Cemal Süreyya,… gibi isimler tercihlerini gerçeklikten yana yapmışlardır:

“İlk akşamdan vardım kavil yerine
Önce gördüm kömür gözlüm gelmedi
Bilmem gaflet bastı uyudu
Bilmem o yar bize küstü gelmedi.”

Karacaoğlan

  • Tartışma sanırım insanlık tarihi bittiğinde dahi bir sonuca varamayacaktır. Hayal de, gerçeklik de şiirin vazgeçilemez unsurlarıdır.

Şiirde Hayalle Gerçeğin Çekişmesi

olur mu ki | 28 July 2010 17:45

Şairlerin ve şiir sevenlerin yüzyıllardır üzerinde fikir yürüttüğü, tartıştığı, bir sonuca varmaya çalıştığı konu: Şiire hayal mi hâkimdir yoksa gerçeklik mi?Alexander Potebnya bu konuda “İmgesiz sanat olmaz; şiir ise hiç olmaz.”diyerek düşüncesini keskin bir şekilde ifade etmiştir. Türk şiirinde de Ahmet Haşim, , Behçet Necatigil, Ahmet Muhip Dranas ,Hilmi Yavuz, , Atilla İlhan, Fazıl Hüsnü Dağlarca,… gibi isimler zaman zaman şiirlerinde kullandıkları unsurlar ile hayalin yanında yer almışlardır.Atilla İlhan’ın “Cinayet Saati” isimli şiirindeki şu satırlara göz atmak bize konu hakkında fikir verebilir:“Haliç’te bir vapuru vurdular dört kişiDemirlemişti eli kolu bağlıydı ağlıyorduDört bıçak çekip vurdular dört kişiYemyeşil bir ay gökte dağılıyordu”Şiirde gerçekliği savunanlar ise bunun şiiri daha içten ve çekici kıldığını dolayısıyla kalıcılığının arttığını savunurlar. Bunu sağlamak için de şiire günlük konuşma dilini hâkim kılma çabası içine girerler. Türk şiirinde Erzurumlu Emrah, Mehmet Akif Ersoy, Cemal Süreyya,… gibi isimler tercihlerini gerçeklikten yana yapmışlardır:“İlk akşamdan vardım kavil yerineÖnce gördüm kömür gözlüm gelmediBilmem gaflet bastı uyuduBilmem o yar bize küstü gelmedi.”KaracaoğlanTartışma sanırım insanlık tarihi bittiğinde dahi bir sonuca varamayacaktır. Hayal de, gerçeklik de şiirin vazgeçilemez unsurlarıdır.

Zulüm

olur mu ki | 28 July 2010 13:10

Türk Dil Kurumu kelimeyi “ Güçlü bir kimsenin yasaya veya vicdana aykırı olarak başkasını uğrattığı kötü durum, kıygı, eziyet, cefa.”olarak tanımlamış.Bence bu tanımlama yanlış. Haydi, yanlış demeyelim de eksik. Çünkü sadece güçlü olan değil, hemen hemen herkes bu zulüm batağına kendini atıyor.Nasıl mı?Hangimiz doğada uzun yıllar kaybolmayacağını bildiğimiz halde elimizdeki izmariti sokağa atmıyor? Hangimiz zararını bile bile poşet yerine kese kağıdını tercih ediyor?Bu söylediğim örnekler konuyla ilgisiz gibi mi göründü gözünüze? O zaman bir örnek daha vereyim size. 1959 yılında şehirlerimizden birinde tarım ilaçları denetimsizce öyle bir kullanılmış ki sokakta kedi kalmamış. Fareler şehri adeta istila etmiş. Farelerle başa çıkamayan ahali, çareyi komşu şehirden kedi ithal etmekte bulmuş. Birkaç ay boyunca komşu bu iki il arasında kedi ticareti yapılmış.Bu yaşananlar insanın doğaya zulmü değil midir? İnsan doğada yahut doğayla yaşamaya muhtaç olduğu için insanın insana zulmü değil midir?Öyleyse ne dememiz gerekiyor? Zulmetme dürtüsü her insanın içinde vardır. Ama insan eğitilebilir bir varlıktır. Zulüm de eğitim yoluyla kurutulabilecek bir bataklıktır.

Balıklar

olur mu ki | 28 July 2010 09:26

Suda yaşayan, hafızaları ile ilgili olarak müstehzi tebessümlere maruz kalan varlıklardır. Kimimize huzuru, kimimize mangal üzerindeki nefis kokuyu ve sonrasındaki lezzeti sunan bu canlılar; 1950-1975 yılları arasında neredeyse İzlanda, İngiltere, İspanya, Fransa, Belçika, Hollanda, Danimarka ve Fed. Almanya vatandaşlarına bir savaş sunacaklardı.
Sorun 1944 yılında bağımsızlığını kazanan İzlanda’nın üç millik hükümranlık sınırlarını beğenmeyip 1950 yılında dört mile çıkarmasıyla başladı. Ancak İzlanda’ya bu da yeterli gelmedi ve 1958 yılında hükümranlık alanını on iki mile çıkardı. İngiltere bu duruma sessiz kalmadı. Nota vererek bu durumu protesto etti. O yıllarda bu olay basında “cod wars” ismiyle yer aldı. İspanya, Fransa, Belçika, Hollanda, Danimarka ve Fed. Almanya bu sürtüşmede her ne kadar başlangıçta İngiltere’nin yanında yer alsalar da sonrasında kendi hükümranlık alanlarını on iki mile çıkardılar. Bu durum karşısında İngiltere bölgeye savaş gemilerini sevk etmek zorunda kaldı.
1972 yılında İzlanda’nın hükümranlık alanını elli mile çıkardığını duyurmasıyla gerginlik daha da tırmandı. İngiltere’nin bölgeye gönderdiği römorkörlere İzlanda sahil güvenliğinin ateş açmasıyla İngiliz savaş gemilerinin bölgeye gelmesi bir oldu.
Son olarak İzlanda’nın 1975 yılında hükümranlık alanını iki yüz mile çıkardığını duyurmasıyla İngiltere , Fed. Almanya, İzlanda arasında bir kez daha savaş patlak verdi.
Bu durum olaylara taraf olmayan diğer bazı ülkelerin denizlerdeki ilgi alanlarını iki yüz mile çıkardıklarını duyurmaları ile soğudu. İzlanda bugün denizlerdeki hükümranlık alanını iki yüz mil olarak kabul ettirmiş durumdadır.