bildirgec.org

uçurtma hakkında tüm yazılar

Uçurt-ma

snail | 20 March 2012 17:02

Kafam yayla gibi ya, bomboş,hafif bi esinti var, uçurtman varsa alda gel.Uyusam nede güzel olur. Uçurtma dediğim zaman aklıma ikişey gelir birincisi bir film, ikincisi çocukken defalarca yaptığım ama hiçbir zaman uçuramadığım pek çok uçurtma.Bugün onların neden uçmadığını anlıyorum ;kenarlarına çıta çakmamalıydım fazla ağır oluyorlardı. Ahşap yapıların tepesinde sert rüzgarları beklediğimi çok iyi hatırlıyorum, bir çocuğu sevindiremeyecek kadar güçlü estiklerini,annemin şaka yollu, “bekle yavrum akşama rüzgar hızlanır”diyerek beni yüreklendirdiğini hatırlıyorum.Ne kadar güçlü essede uçmadı uçurtma,hızla giden bir kamyonun kasasından denesem uçardı belki diye geçti aklımdan,batan güneşi seyredip güçlü bir rüzgar beklerken elimde rengarenk kuyruğu olan uçurtmamla.Fırtınayı hayal ettim bana ancak o yardımcı olacaktı, uçmalıydı bu uçurtma olum, onca emek harcamıştım,rengarenk,cıvıl cıvıl kağıtlar almıştım.Uçmadı işte uçmadı şerefsiz,sinirlenip kırmadım, emeğime saygısı yoktu rüzgarın,ona da kızmadım…

UÇURTMANIN İPİ

mavilikler | 01 November 2010 11:01

Karanlık… Ama zifiri değil… Sokak lambasının ışığı eşyaların yok olmasını önlüyor.

Yatakta doğrulmuş, sessizliği dinleyen adam hiç de hoşnut değil bu durumdan.

O her şey yok olsun istiyor. Karanlığa gömülsün her yer… En küçük ışık kalmasın…

Tek bir kişi bile kalabalık demek şimdi. Hiç değilse bu saatte yalnız kalabilsin. Böylelikle de unutabilsin bir süreliğine de olsa insanları… Ki onların arasında en az var olanını, yani kendisini buraya çağırabilsin…

Kurgulanmış hikaye: “Benlik

onsekizsifirbir | 24 August 2009 17:49

Ilık esen rüzgarla birlikte, gözyaşlarını gönderdi, baktı ufka dolu dolu, görmek ister gibi uçup giden benliğini.Uzun kavakta sallanan son yaprağa bakıyordu kendine ne çok benziyordu, kopmaktan ve yere düşmekten başka çaresi yok. Düşecekti, rüzgarı bekleyecekti, savuracaktı bilinmezliğe, gözlerini kapatacaktı ve gidecekti. Akşam kızıllığında yok olan tüm renkleri gözünün önünden geçirdiğinde kendisini de gördü, yok olmuştu. Tüm arkadaş sohbetlerinde bahsederdi yok olmaktan, birgün çekip gitmekten, belki isteyerek belki istemeyerek. Ama gidecekti.Yorgunluk ne demek şimdi tüm vücudu biliyordu.
Kızgınlık değil, kırgınlık değil, bilinmeyen bir kelime gibiydi şimdi. Yıllar sonra bir bilge gelecek onun çürümüş vücuduna bakacak ve o kelimeyi açığa çıkaracaktı.Şimdiden teşekkürlerini sundu o bilgeye.Fantastik bir rüya gibi yaşamıştı bugüne kadar. Birilerine tecrübelerini anlatırken ağzından kaçıveren cümlelerdi bunlar, şimdi hangi tecrübeyi yaşıyordu? İleride anlatacak-ki ilerisi olur muydu meçhul- yeni duygulardı bunlar.Geçmiş zaman vaki olduğunda ben bunları yaşamıştım, bir ağacın dalındaki son yaprağa bakıp “işte ben buyum” demiştim, yalnızlıktan gözümden nasılda yaşlar süzülmüştü, gerçekleri görmek hayalle yaşamaktan daha acı verici imiş diyecekti. İşte ben buydum daldaki son yaprak misali beklerdim yitip gitmeyi. Son cümlelerini tüketmek ister gibi dünyada ki tüm kelimeleri biraraya getirip haykırdı biten güne. Gitar telleri her titrediğinde yeni bir melodi yaratırdı ya hani,işte her yarım kalış bir başlangıçtı onun için artık.
Şöyle bir bakılsaydı geçmişe ne görülürdü? Kaçışlar, intiharlar, psikozlar, nöbetler, yarım kalmış duygular ve virgülle ayrılamayacak kadar insanlık hali…

Elbette bunlar olacaktı, bazen insan olduğunu unutur ya insan ona benziyordu bu hali.
Peki ya kelebekler, onlar hiç ağlar mıydı geçmişlerine, “şimdi kozamdan çıktım, sadece yedi günüm var” deyip hüzünlenirler miydi yaşayamadıklarına, peki ya kelebekler günlük tutar mıydı hiç? Büyülere inanır mıydı karıncalar? Bütün hayatları boyunca çalıştıkları için isyan ederler miydi? Tüketmek bu muydu hayatı?
Kuşlar bile dansederlerdi gün batımında onun doğduğu yerde, çiçekler bile boyunlarını bükmezdi gün batarken. Ah gün batımı sen nelere kadirsin. Her rüzgar estiğinde söylenirdi “geldiğin yerden haber getir bana, orada mutluluk var mı söyle, orada insanlar gün batımında ölürler mi?”Belki rüzgarların dili olsa neler anlatırdı ona, diğer insanlarında acı çektiğini, uzun bir kavak ağacına bakıp iç geçirdiklerini, ama yine de insan olduklarını.Orada da kelebeklerin olduğunu, ama kelebeklerin hiçbir zaman günlük tutmadığını, bir hafta sonra ölecekleri için hiçbir zaman hayıflanmadıklarını…
Ve rüzgar geri döndüğünde onun halini de anlatırdı gittiği yere, derdi” orada biri var o da sizin gibi bana bulunduğunuz yerde mutluluk var mı diye sorar her gittiğimde ama dilim yok söyleyemem mutluluk heryerde…Onunda sizin gibi gözyaşları var her geldiğimde bana yükler o yüzden yağmurla dönerim gittiğim yere. Hep hayal eder ağaçta ki son yaprağın yerinde olsaydım ne yapardım diye. Ama kelimeleri hep boğuktur,geceye anlatır sereserpe hepsini, o yüzden gece soğuktur, güneş doğar ona döner yüzünü der “neredeydin tüm gece?” öyle hayıflanır ki söylediklerine güneş, kızgınlıktan bir alev topuna dönüşür, öylesine ateşlenir ki , kavak ağacına yönelir bir bakışıyla yerle bir eder ağacı.Artık bakıpta hayıflanacağı bir ağacı yoktur, dalda ki son yaprakta düşmeden kül olmuştur. Demek sonlar hep beklenildiği gibi olmuyormuş, o yaprak rüzgarla birlikte ölmeyi beklerken bir alev topu kül etmiştir tüm bedenini…
Dilde kalan tüm sözcükleri yutup içinde kelimelerden koca bir nehir oluşturmuştu.Bazen taşardı kayıp sözcükler nehri, kaybolmuş, söylenmemiş tüm sözcükler dünyaya yayılır, kelimelerini tüketmiş biri onu yakalayıncaya kadar uçar dururdu gökyüzünde . O yüzden ne zaman kelimelerini kaybetse uzun uzun bakardı gökyüzüne , kendi nehrinden taşmış bir kelimeyi yakalayabilmek umuduyla.

Gözleri öyle bakardi ki gökyüzüne orada tüm kaybolmuş hayaller, kaybolmuş tüm gerçekleri görürdü. Hiç olmadık zamanlarda olmadık hayalleri yakalardı, o hayalleri gönderebilmek adına ovuştururdu gözlerini çabucak silinsinler diye.
Bazen bir başkasının hayalinde bulurdu kendini, öyle gerçek olurlardı ki , onların acılarına dayanamaz hale geldiğinde kaybederdi benliğini. Gönderirdi vücudundan ve benliğini kaybettiği için acı bile duyamazdı. Böyle zamanlarda gözlerinde başkası var derlerdi ona, susar ve gülerdi. Hayalde ki acı ve gözyaşı bitene kadar bekler, tekrar benliğini aramaya koyulurdu, bu sefer gerçek acılar kavururdu kalbini. Unuturdu; neye gülerdi gerçek benliği, neye sevinirdi hatırlamaz, yeni bir “ben” oluştururdu her defasında. O yüzden kaçınırdı uzun uzun gökyüzüne bakmaktan, başkasının hayalinde kaybolmamak için.Benliğini geri alabilmek adına türlü oyunlar oynar her defasında kaybederdi, ama yorulmazdı, çünkü bu dünyada hiçbirşey onun olmasa bile birşeyin sahibiydi” benliğinin”… Sahip olduğu birşeyi geri alabilmek adına nasıl çırpınırsa diğer insanlar, o da bunun için çırpınır dururdu. Bulurdu benliğini baştan yazardı herşeyi, ta ki gökyüzünden gözüne bir başkasının hayali düşene kadar…
Bazen kuşların hayali düşerdi gözlerine, kuşların hayali gökyüzüne sahip olmaktı, şikayetçilerdi uçaklardan, uçurtmalardan, gökyüzü onların olmalıydı. Karşılaştığı hayaller arasında kuş gibi olmak isteyen bir insan hayali geldi aklına gülümsedi.Dünyada herşey çakıştığı gibi hayallerde çakışabiliyordu.
Bazen sorardı kendine , hayaller bu dünyaya mı aitti?Çünkü bu kadar sert bir dünya bu kadar hayali içinde barındıramazdı.Tüm hayaller çocuklardan doğar,tüm hayallerin çocuklardan doğmasının bir başka sebebi de; dikkat ederseniz en çok onlar gökyüzüne bakarlar, ebeveynlerine bakabilmek için bile başlarını yukarı kaldırmak zorundalardır,uçurtmalarını kontrol edebilmek adına sürekli gökyüzüne bakarlar…Birde onların gözlerine düşen hayalleri düşünün…

UÇURTMA…

akoni | 15 April 2009 16:19

Uçurtmanın her yaştan meraklısı vardır. Meraklısının elinde özgürleşen uçurtma, rüzgara adeta meydan okur. Çok eski zamanlardan beri özgürlüğün simgesidir, günümüzde federasyonu bile vardır. Tahta iskelet üzerine; kağıt, naylon ya da ipek ile kaplanır. Dengesini kazanması için kuyruk takılır. Uçurtmanın gökyüzünde süzülüşü, insanların yüzünde tebessüme dönüşür. Kim bilir ne hayallere sürükler insanları… Yaygın olarak İngilizce’de zarif yırtıcı kuş”çaylak” anlamına gelen “kite” olarak yer alır. Geometrik şekiller, hayvan figürleri, yöresel desenlerle yapılan uçurtmalar gökyüzünü reklendirir.

GÜNDÜZLERE BOYKOT

il mare | 26 March 2009 09:35

Karanlıklardan artık korkulmadığını düşünsenize…Güpegündüz aydınlık sokaklardan geçerken,herşeyin tersini düşünmeye bayılan ben,bu sefer gündüz herkesin içeri,gece de dışarı aktığını düşündüm. Eğlenceli oldu…:) Geceyarısı,rengarenk ışıklara eşlik eden insanlar,ellerinde çocuklarıyla anneler,aydınlatılmış sokaklarda top koşturan çocuklar,herkesin herkesi bulmasının nasıl da zorlaştığı saklambaçın en zevkli hale geldiği saatler,gene geceyarısı tıkalı trafik ve trafik lambalarının ışıklarının en çok gece işe yaramasının verdiği çok daha fazla işlevsellik,kendini belli etmek için mecburiyetten giyilen rengarenk fosforlu giysiler,ellerden düşmeyen cep telefonlarının yaydığı renkli ışıkların geceye renk eklemesi,sinema salonlarında yer bulunamayan gece matineleri,ya da kadınların asıl gece vardiyalarında çalıştırılması,vapur seferlerinin durmadan işlediği karanlık gökyüzünün karanlık suları,üstünde yıldızlar ve yakamoz da cabası,hele ki önünden geçen bir ateş böceğinin selamı…
Esas gündüz kilitlenen kapılar ve gündüz kapalı olan perdeler,bir yazarın ilhamını gündüzlerin verdiği sessizlikten alması…Değişiklik gösteren yaz saati uygulamaları,gündüzleri kısaltma,geceleri uzatma çabaları,ve gözardı edilen elektrik faturaları:D Sonraaa…Ne bileyim,kenarlarına yanar söner ışıkların takıldığı gece uçurtmaları; tüm ışıklı oyuncakların oynandığı karanlık sokaklar,tüm ışıkların anlam kazanığı zamanlar…

UMUDA UMUTSUZCA…

ferplexfol | 07 February 2009 10:29

Uçurtmalar bir umutla uçarlar gökyüzüne
Kuşlar gibi göklere değebilirler
Umutlarını anlatırlar gökyüzüne.
Düşüp, kırılırlar uçurtmalar umutlarının ağırlıklarıyla
Ya da başka bir uçurtmanın umuduna sarılıp cansız kalırlar.
Kendi umutlarından vazgeçerek.
Kuşlar her defasında kanatlarını açarlar gökyüzüne
Umut dolu kanatları ağırlaşır her yükselişinde gökyüzüne
Başka bir kuşun kanadında arar umutlarını
Saldırırcasına kendi umutsuzluğuna
Uçurum bekler dipsizlikte
Tüm kırılmış uçurtmaları
Ve
Kanatsız kuşların umutlarını..

Eolo Casus Uçurtma

serversistemci | 28 December 2008 23:34

Eolo Casus Uçurtma
Eolo Casus Uçurtma

Eolo Casus Uçurtması. 25 metreye kadar uzaktan kumandası ile kontrol edilebilen, kameralı eğlenceli bir casusluk ürünüdür. Özellikle paparazzisel işler için kullanılan ürünün bir eksiği ise yağmurlu günlerde kullanışsız olmasıdır.
Çitlerin arkasını merak edenler için düşünülmüş ürününün dijital kamerasıyla etrafı fotoğraflar ve USB yoluyla PC’nize resimleri kolayca atabilirsiniz.

Uçurtma uçurmak ve uçurtma gibi uçmak ve okurken uçmak….

MerakliKedi | 08 September 2008 15:00

Hayatta roman okumayan birinin bir haftada bitirdiği romanı merak etmez miydiniz? Evet, kurgu okuyamam derdi. Üniversitede ders için okuduğumuz Tahsin Yücel’in Peygamberin Son Beş Günü’nden sonra da okuduğunu görmemiştim. Onu çok beğenmişti ama yine de aylarca elinde sürünmüştü kitap. Nasılsa kendiliğinden gitti ve Uçurtma Avcısı’nı aldı. Üstüste birkaç yıl okurlar arasındaki oylamada en iyi roman seçilen Uçurtma Avcısı’nı alıp bir çırpıda bitirmişti.
Sonra bir başka arkadaştan duydum o da çok beğenmişti. Okuduğum en iyi kitap diyordu. Önemli bir referanstı, tam bir kitap kurdundan gelen yorum.
Bunların üstüne dün başladım okumaya. Kurgusu çok güzel, dili çok güzel… Öyle sarıp sarmaladı ki beni bırakamadım elimden. Afgan kültürü bizimkine çok benziyor. Bu toprakların adetlerine benzer adetleri var. Zorlukları, üzüntüleri, yoksullukları, özentileri… Çok yakın ve ama çok da uzak bir kültürden bahsediyordu. Film festivalinde izlerken beni çok şaşırtan filmlere benziyordu. Kurgu o kadar çok sürprizlerle her an şaşırtıyordu ki bırakamadım elimden bir türlü…
Henüz bitirmedim ama şimdiden tavsiye edebilecek gibi hissediyorum kendimi. Kaçırmayın okuyun. Haa, filmi de var izlerim hemen biter derseniz o zaman cümle yapısındaki güzelliği algılamaktan çok uzak kalırsınız. Bence yine de okuyun….