bildirgec.org

trafik hakkında tüm yazılar

Ölüm tüneli

sendorm | 01 June 2006 15:36

körüklü de boş durmamış
körüklü de boş durmamış

Moskova’da lefortovo diye bir tünel varmış, şu da oradan trafik kazalarının görüntüleri.
Arka planda çalan parça da, Children Of Bodom’un The Final Countdown coverı.

TBMM 010

powerslave | 02 January 2006 20:22

Bu bir Pegout 407’nin plakası. Kırmızı zemin üstüne sarı iri harflerle yazılmış bir plaka “TBMM 010”. Kendisini bugün Tem – E5 bağlantıda yolunda gördüm. Atabileceği kadar makas attı, sinyal vermeden birçok defa şerit değiştirdi, sırf plakasına güvenerek trafiği karıştırdı ve trafiğin sıkıştığı bir anda gene makas atarak hızlı bir şekilde kayboldu gitti.

407 zaten görünüm olarak bir makam aracı değil ayrıca aracın içinde de arka koltukta oturan birisi yoktu. Şoför arkadaş plakasına güvenip milleti rahatsız etti, yapacağını yaptı ve kayboldu. Benim sevgili Büyükşehir Belediyem bunun gibi sorunlara çözüm bulsun sonra yollar yaparız hep beraber.

baş sağlığı…

Maxipower | 04 September 2005 21:52

buraya hep ilgi çekici güzel yazıları okumak ve bildirmek için girerim. ama bu sefer bir arkadaşlık görevimi yerine getirmek için en azından böyle yaparsam getireceğime inandığım için giriyorum..

hani bilirsiniz trafik kuralları vardır; çoğumuzun umursamadığı. bir türklük adeti olarak “birşey olmaz” diye geçiştirdiği. işte benim üniversiteden bir arkadaşımda muhtemelen aynı düşünce ile geçti motorsikletin direksiyonuna. ancak bu düşüncelerin bedeli onun için ağır oldu.

ne yazıkki bu motorsiklet onun kullandığı son araç oldu. okuduğu endüstri mühendisliği bölümü ile ilgili hayalleri, gelecek planları, yaz okulu ile düzeltmeye çalıştığı ders aritmetiği ve daha birçok şeyi rafa kaldırdı.

kilyooooooos

arthur_dent | 31 July 2005 23:22

yaklaşık 5 senedir istanbuldayım…monotona yakın az egzantrik bir yaşantım var..herşey çok rutin..hep hayıflanırım..bugün bir kurt öldü..”hadi kilyosa” dedim..demez olaydım..gittik uzun ca bir yol..sahilden..nede güzel yerler..bebek baltaliman..vardık kilyosa 3 suları..hava sıcak..koştuk sahile…aa giriş paralı imiş! züppeee ne bekliosun ki…neyse 6 usd 7.5 ytl giriş ücreti ile can pazarına daldık…kalabalık..ama suyun ilerisi sakin..dedik serdik havluyu uzandık..bi ıslanmak geldi..girdik çıktık derkeen saat 5 oldu eh bize müsade dedik..bindik taşıtımıza düştük yola…çok değil 2 dk sora bir konvoy bir konvoy..bir konvoooooooooooy…yolda iğne atsan yere düşmes hava sıcak sinirler gergin herkes beklio indik arabadan yürüdük sarıyer kavşağına kadar..bekledik arabayı…2 saatte geldi araba…1 saatte sarıyerden çıktık…9 da eve geldik…dedim ki kendi kendime monoton hayatın kimseye zararı yok..aksiyon başa dert açıo…dedikleri gibi macerayı severim ama ölümle de dans olmaz ki azizim…şu dakikadan itibaren ben ev ofis okul taksim bjk üsküdar 7genime geri dönüp uzun bir süre çıkmak istemiorum…kilyosa gitmeyin..

Neden hep benim başıma geliyor?

ONALTIKIRKALTI | 05 June 2005 22:46

Beraber yapacağımız bir iş için tanıdık bir abiyle arabada gidiyoruz ve abi inanılmaz sinirli bir sürücü. Sinyal vermeyenin doğum şeklini tarif ediyor, şerit değiştirenin yetiştiği yerdeki tüm insanlarla “grup sex” yapmayı arzuluyor ve korna çalana, selektör yapana inanılmaz bir yakınlık duyarak, anneleriyle gireceği ilişki sonrası, kendilerini nüfusuna geçireceğini garantileyip üvey baba konumunu camdan çıkardığı kolunu sallayarak, bağırıp çağırıp duyurmaya çalışıyor. “Aman abi sen sakin ol.” diyorum, “bakma sen bunlara, hepsi ayı bunların. Onun için kuralları ihlal ediyorlar.” (tabii bu arada tavandaki tutma yerini, şimdi bir yere, ha girdik ha gireceğiz diye stresle sıkmaktan kolum kopacak, bir yandan da onun yapmadığı yerlerde ben kendi tarafımda olmayan pedallar yerine paspas ezip, eskiterek kendimce hababam fren yapıyorum) “Bunlarla başa çıkılır mı? Adamlar arabayı alınca, ehliyet yanında eşantiyon geliyor, yapma benim güzel abim.” diyorum ama dinleyen kim? Biz böyle korkudan bademcikler şişmiş bir vaziyette, sağa sola girip çıkarak (ki kızdığı hareketlerin tamamını kendisinin de yaptığının farkında olmayarak) ilerlerken, köprünün tek yönde giden bağlantı yollarından birine dalıyoruz. Dalmamızla birlikte de karşıdan bir minibüs, yanlış yola girmiş olduğunu anlamış olacak ki geri geri bizim gittiğimiz şeritte üstümüze doğru geliyor. Benim açık camımdan üzerime abanıp “Yuh lan yuh! Ayıp be!” diye bağıran abimiz, direksiyonu kırıp sollamaya kalkıyor ve ne oluyorsa işte o anda oluyor. Ne zaman, nerden, nasıl çıktığını anlayamadığımız bir dozer (evet, evet yanlış yazmadım, bildiğimiz kepçeli, sarı, büyük bir dozer) ters yöne girmiş üstümüze geliyor. Dozer durunca biz de duruyoruz. Az önce geçtiğimiz minibüs de gördüğüne inanamıyor olacak ki kahvede arkadaşlara anlatılacak böyle ilginç bir durum karşısında yapılacak ilk şeyi yapmaya karar vererek, arkada kenara çekip bekliyor. Abi artık hastaneye yatırılacak kıvama gelmiş vaziyette el frenini çekip aşağıya iniyor. “Ne lan bu ters yöne girmişsiniz dozerle! Manyak mısınız yoksa beni delirtmek için mi yapıyorsunuz?” diyor. Dozerin şoförü ve şoför kabinine asılan diğer iki amele aracı durdurup aşağı iniyorlar. Ben kırkımız çıkınca mahalleliye dağıtılacak mevlid şekerlerimiz için kutu modeli tasarlayacak vaktimiz kalmadığına hayıflanırken, ameleler hiç beklenmedik bir sürpriz yapıp “Doğru söylüyorsunuz beyefendi, sinirlenmekte haklısınız ama yolun sonundaki alanın düzenlemesi için çalışırken araç bozuldu, geri geri gidemiyoruz, mecbur kaldık, özür dileriz.” demesin mi. Ben gözlerimin önünden film şeridi gibi geçen hayatımı “pause” a alıp, şaşkınlık anımızda olayın başka yöne meyletmesini engellemek için kendimi ortaya atıp “Tamam tamam olabilir, insanlık hali. Biz geri geri çıkalım, siz geçin.” diyorum. İnanılmaz bir şekilde, herkes on yıldır yurtan sesler erkekler korosunda çalışmış gibi, aynı anda “tamam” diye onaylıyor. Geri geri giderken deminki minibüsü geçiyoruz ama bizim araba ve dozer bir şeridi kapadığı için, millet minibüsün arkasında sıra olmuş. Biz, haliyle taa yolun en başına kadar geri geri gidiyoruz. Neyse trafik açılıyor, dozer geçiyor. Biz de aynı yöne gitmek için tekrar tek yönlü bağlantı yoluna giriyoruz. Tek düşüncem, gideceğimiz yere sağsalim varıp inince toprağı öpmek. Bu arada, ruh haliyle tamamen çökmüş olan abinin direksiyona simit sarayında fırından yeni çıkmış unlu mamül muamelesi yapma isteği gözümden kaçmıyor. Yüz metre gidip yokuşa geldiğimizde arabada birşeyler olmaya başlıyor. Acayip sesler çıkartıp titreyen araç, bir iki öksürdükten sonra drank diye olduğu yerde kalakalıyor. “Abi ne oldu?” sorumu, “Ne olacak benzin bitti unutmuşuz.” diye yanıtlıyor. İtsek olmaz, yokuş yukarı nasıl iteceğiz? Geri gitsek olmaz tek yön. Burada durup birimiz benzin almaya gitse, araba tam virajda, biri gelip güm diye çarpar. İyisi mi biz boşa alıp geri geri kaydıralım fikri galip geliyor. Camlar açık, sinir stres içinde, İkimiz de sıfırı tüketip çökmüş vaziyette, sessiz arabayı geri geri kaydırıyoruz. Tam o anda yanımazdan geçerken yavaşlayan bir arabada şoför, yanındakinin üzerine abanıp camdan bize bağırıyor “Yuh lan! Yuh ayıp be.”

Rezil oldum..!!

slayess-hafif | 29 January 2004 19:15

Arabalardan nefret ediyorum bugün trafikte deyim yerindeyse seyrederken:)) araba su kaynatmıs biz ne anlarız su kaynamıs hararet yapmışş… yolun ortasında durdu ve kaldırmak imkansız… dumanlar çıkıyor.. görenler ilk insan kabilesine haber gönderiyor die dalga bile geçmiş olabilir…zaten bütün sınavlar berbat gidiyo bi de üstüne bu.. sonra araba kurtarıcısı kendine araba ambulansı adını vermiş o geldii…. zar zor kaldırdıkk bütün günüm rezil oldu tabii bu arada adı geçen araba ambulansını 2,5 saat beklediğimizide söylemeden edemicem…

Yaşasın Tır Şoförleri!

plumprune | 05 July 2003 14:19

Bir yere ulaşmaktan çok gitmeyi severim, sanırım bunu seven tek kişi de ben değilim. Belki sıcaklardan, belki sıkıntıdan hayatımdan memnun olmadığım kararına vardım. Dört duvar bunaltıyor beni; ben, ben olmaktan çıkıyorum sanki. İşimin bana göre olmadığından emin oldum önce; her şey çok ağır işliyor, o kadar sıkılıyorum ki takip etmekten vazgeçip, “bana ne yahu!” diyorum. Oysa insan işini sevmeli değil mi? İşim değil belki de problem, bu işi yapmaya çalıştığımız şehir, anlayış, pazar… ve yahut biz yanlışız da, iş bizim diye başkalarına çamur atıyoruz. Düşündüm uzun uzun bırakıp gitmeyi; hani benden bıksınlar diye, atladım habersiz 10 gün tatile çıktım, aslında başka bir sürü sebebi var bu kaçamağın ama, 3. günü filan mesaj attım: “ben İstanbul’dayım,” diye, kimsecikler de tepki vermedi. Döndüğüm gün internetten haberleştik iş arkadaşlarımla, “nerelerdesin?” dediler sadece, ertesi gün kaldığım yerden yapıştırdık devam ettik işe. Oysa ben “inceldiği yerden kopacak,” düşüncesi ile hareket etmiştim. Gerçi bu aralar hayatımda sorundan bol bir şey yok, sanırım benim için: “aman üzerine gitmeyelim; çıldırdı, çıldıracak!” diye düşünüyorlar. Üstelik 10:30 gibi ofise teşrif etmeme rağmen, ağızlarını açıp bir kelam etmiyorlar. Bilmiyorum ki; işlerine mi yarıyorum, beni mi seviyorlar…

ehliyet muayenesi

knemo | 19 May 2002 01:46

ehliyet almak için gerekliymiş: Sağlık muayenesine gittim. Kurs “Özel Huzur Hastanesi-Sağlığa dönüşen güvenli Yol” diye bir yerle anlaşmış. Aslında doğumevi galiba. Göz-KBB-Psşkşyatri ve ortopedi: 20 milyon fiks menü. Bir de kan grubu kartı: 3 milyon. Hastane ve kurs birlkte köşeyi dönmeye karar vermişler. Belki 50 kişi vardı ben oradayken. Bir odaya sokuyorlar. En yaşlı olan adamın özel masası var. Göz-cüymüş. Hocam hocam diyorlar. Öbür masada 3’lü grup. Fısıldayan adam çok komik, ağzını bir kağıtla kapatıp: Biraz eğlenmek ister misin? diye soruyor sandım önce!!Pardon anlamadım? Biraz yüksek sesle konuşun duyamıyorum. Adam bağırdı? Nerede çalışıyorsun? Levent’te. Onu sormadım hangi iş alanı…Neyse psikiyatristin sorusu daha düzgündü: Mesleğin ne? Sana ne! demedim tabii, kötü izlenim bırakabilirim jüri önünde. Ortopedist birkaç jimnastik hareketi yaptırdı, deve-pire oynadık. Neyse geçtik galiba sağlık sınavından. Ama karşısındakini insan yerine koymayan ve beni tanımadan bana sen diye hitap eden hastaneye gıcık oldum ki: Fazlasıyla