Hava çok sıcak. Bu bunaltıcı havada dışarı çıkmasının şart olması, John’u sinirlendiriyordu. Ancak bugün sevgilisiyle buluşması gerektiğini, herkesten daha iyi biliyordu. John ve sevgilisi arasındaki problemler gitgide büyüyor, ve onları derin bir çıkmaza sürüklüyordu. John, problemin hâlâ kendisinde olmadığını düşünüyor, ancak Annie, bunun aksini savunuyordu.
John üzerine hiç sevmediği beyaz gömleğini giyerken – diğer gömlekleri pis olduğu için bunu giymek zorundaydı – çok uzun süredir direndiğini ve bu yüzden yorulduğunu düşündü. Bugün ilişkileri bitebilirdi. Aralarında herhangi bir problem olmasaydı, John kesinlikle bugün dışarı çıkmayı düşünmezdi. Çünkü hava çok sıcaktı. Zaten Annie, John’un bu tutumuna kızmıyor muydu?
John, hazırlıklarını yapıp evden çıktı. Otobüs durağı iki odalı dairesinin balkonundan görünüyordu, ancak apartmandan dışarı çıktığında, çok uzaktı. John bunu düşünüp, derin bir nefes aldı. Durağa yürürken, sıcak havanın, ağlayan çocuğun ve özellikle bugünün bilinmeyeni, John’u sinirlendiriyordu.
Uzun bir yürüyüşten sonra duraktaydı John. Otobüs, beklediğinden de erken gelmişti. Halbuki O, otobüs durağında biraz dinlenmeyi düşünmüştü. Ama John, bugün şanslı günündeydi. Otobüste oturacak birkaç yer vardı. Bunlardan biri, John’un en sevdiği yer olan, otobüs tekerleğinin üstündeki koltuktu. Bu koltukların, diğerlerine göre daha yüksekte olması, John’un hoşuna gidiyordu. Ancak boş olan koltuk pencere kenarında değildi. O da, çaresiz, yanındaki koltuğa oturdu.
Koltuğa oturduğunda, burnuna kesif bir koku geldi. Bu kokunun, John’un yanındaki adamdan geldiği, adamın her halinden belliydi. Adamın üzerinde pis bir tulum vardı. Pas lekesi gibi, tulumun üzerinde turuncu renkte lekeler bulunuyordu. Sıcaktan olsa gerek, adam, tulumunun bir düğmesini açmıştı. Tulumun içerisinde başka bir kıyafet yoktu. Bu, John’un burnuna gelen kesif ter kokusunu daha da belirginleştiriyordu.
John ve Annie, üç gün önce, bugün için sözleşmişlerdi. Ter kokusuna alışan John, artık başka şeyler düşünebiliyordu. Üç gün önce telefonda hararetli bir konuşma yaşamışlar, ardından da olan biteni çözümlendirmek için, bugüne randevulaşmışlardı.
Bir süre sonra otobüse yaşlı bir kadın bindi. Arkasından da dört ufak çocuk binmişti. John bu çocuklardan sarışın olanına uzun süre baktı. Çocuk, John’un bu davranışına, istemsizce karşılık veriyordu. Sonra John’un gördüğü görüntü bulanıklaştı. John dalmıştı ve gözleri daha çok açılmıştı. Tanrı biliyor ya, John’un bu durumu gerçekten çok komik görünüyordu. John farkında değildi ama, bir durak sonra sarışın çocuk tek başına otobüsten indi.
John, bir süre sonra Annie’nin evlerine üç yüz metre uzaklıktaki durakta indi ve Annie’nin evine doğru yürümeye başladı. Yürürken, yeni sevgilisi olan birinin, sevgilisiyle ilk dışarı çıkacağı günün sabahındaki karın ağrısını yaşıyordu. Bu heyecana o da bir anlam veremiyordu. Belki de buna heyecan değil de kaygı demek daha doğru olur. John, birden geçenlerde okuduğu bir kitabı düşündü. Adını şimdi hatırlayamamıştı ama kitapta, cinselliğin duygusal görünümü vurgulanıyordu. Cinsellik… Ne kattı ki onların ilişkilerine? Neyi başarabilmişti onunla?
Sonunda Annie’nin evinin önündeydi. Annie iki katlı bir evde yaşıyordu. Bir apartman dairesi değildi, yaşadığı ev. Annie, John’a, ailesinden hiç söz etmemişti. Ama anlaşılan, Annie’nin ailesi varlıklıydı. John’un hayal meyal hatırladığı evin iç dekorasyonuna bakılırsa -ki John doğru hatırlıyordu- ailesi varlıklı olmayan biri, bu evi böyle dekore edemezdi. Aslında bu durum John’un umurunda değildi. John, bir an önce, olan biteni sonuçlandırmak istiyordu.
Kapıyı çaldı. Yürürken çok ses çıkaran biri kapıya doğru geldi. John bu sesi, dün akşam TV’de izlediği filmdeki kadının yürürken çıkardığı, kendine güven veren sese benzetti. Ama kapıyı bir kadın değil, otuz beş – kırk yaşlarında, polis üniforması giymiş bir adam açtı.
“Merhaba, şey.. Annie evde mi acaba?”
“Siz Annie’nin nesi oluyorsunuz?”
John, sorusuna soruyla karşılık verilmesinden hiç hoşlanmayan biriydi. “Yakın bir arkadaşıyım.”
“Siz John Snitz misiniz?”
“Evet.”
“İçeri gelin. Size anlatacaklarım var.”
John içeri girdiğinde, üst katta, ağlayan bir kadının sesini duymuştu ama ağlayan Annie değildi. John bundan emindi. Ama ses tanıdık geliyordu. Elinde polis telsizi olan başka bir adamın isteği üzerine John salona geçti ve bulduğu ilk koltuğa oturdu. Biraz endişelenmişti. Ne olup bittiğini anlamıyordu. Yardım alacak kimse yoktu içeride, çünkü herkes birbiriyle konuşuyordu. Kapıdaki adam John’un ismini bildiğine göre, John bu evde önemli biriydi. Ama neden kimse John’la konuşmuyordu? John bunları düşünürken kapıyı açan adam John’un yanına geldi.
“İzin verirseniz size birkaç şey sormak istiyorum.”
“Annie nerede?”
“İlk önce sakin olmanızı istiyorum. Bu sabah şubemize bir ihbar geldi. İhbarı yapan Annie’nin annesiydi. Kızının kendini astığını ve bir an önce buraya gelmemizi istediğini söyledi. Ben ve arkadaşlarım, buraya geldiğimizde, Annie’yi odasında bir erkek kemeri ile astığını gördük. Bayan Cindy’nin anlattıklarına göre, dün gece Annie, annesini arayarak yarın kendisine gelmesini istediğini, ona bir sürprizi olduğunu söylemiş. Annesi de bu sabah eve geldiğinde kapıyı çalmış ancak açan olmayınca anahtarla kapıyı açıp içeri girmiş ve kızının cesedi ile karşılaşmış. Arkadaşlarım yukarıda onu sakinleştirmeye çalışıyorlar. Yatağının üzerindeki kağıtta şu not bulunuyormuş. Aslında sizi ilgilendirdiğini düşünüyoruz. Siz Annie’nin sevgilisi misiniz?
“Bunu nereden biliyorsunuz?”
“Bayan Cindy söyledi. Notu okuyunca, siz de göreceksiniz. Annie bir erkek arkadaşından bahsettik. Bayan Cindy’e Annie’nin erkek arkadaşının adını sorduğumuzda bize sizin isminizi verdi. Lütfen şu notu okuyun”
John, hiçbir şey dememişti. Ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Ağlaması gerekiyor muydu? Bunu istiyor muydu? John, hiçbir şeyin farkında değildi. Muhtemelen bir ajandanın yaprağından koparılmış kağıda yazılı notu elime aldım ve okumaya başladım.