bildirgec.org

mülteci hakkında tüm yazılar

1940’lı Yıllar… Yüz Karası Yıllar…

HBOZTOPRAK | 24 June 2010 14:57

İkinci Dünya Savaşı adı her geçtiğinde, hep Hitlerin canavarlığı ve Yahudilerin yaşadığı dram akıllara gelir. Ama en az bunun kadar bilinmesi gereken de; Stalinin canavarlığı ve Türkler’in yaşadığı dramdır. Bu yazı; bir yandan Nazi, diğer yandan Sovyet faşizmi arasında kalmış, çaresiz ve umutsuz dış Türkleri anmak ve 1940’lı yılların Türkiye’sinin bu insanlara bakışını sorgulamak için kaleme alınmıştır.

Her ne kadar Türkiye bu savaşa fiilen dahil olmasa da Kırım, İdil-Ural, Türkistan, Kafkas Türkleri, gözü dönmüş Stalin tarafından savaşın tam ortasına itildiler. Savaşa katılan Türk sayısı tam olarak bilinmemekle beraber, kimi kaynaklarda yarım milyon kimi kaynaklarda ise bir kaç milyon olarak telaffuz edilmektedir.

Hikâyelerinin inadına: Reis Çelik

kahramancayirli | 06 May 2009 11:55

Hikâyelerinin inadına: Reis Çelik

Kahraman Çayırlı

Işıklar Sönmesin”i izlemek için insanlar Beyoğlu’ndaki sinemalara bile giderken kimlik kontrolünden geçirilir, içeride slogan atmanın yasak olduğu yolunda uyarılırlar. Bir gün NTV‘den haberleri izler. Bir sinema salonundan insanlar kıpkırmızı bir yüzle koşarak çıkarlar. Neden sonra anlar oranın Diyarbakır’daki Dilan Sineması olduğunu. “Işıklar Sönmesin” oynar ve içeride insanlar zılgıt çekince polis üzerlerine kırmızı su sıkar. İnsanlar orada sonra “Işıklar sönmeyecek!” diye gösteri yaparlar. İşte böyle anlatır “Işıklar Sönmesin” filminin ardından yaşadıklarını. O bir film çeker, esas film o zaman başlar zaten…Peki ya “ Hoşçakal Yarın”? Film, Olağanüstü Hal sınırları içersinde yalnız Vecdi Sayar’ın düzenlediği “Sanat Köprüsü”nde Hakkâri’de gösterilir. Ancak yaklaşık iki saatlik filminin gösteriminin dört saatte neden bitmediğini merak ettiği için sinema salonuna giderken yolda uçuşan film parçaları görür. “Ulan nereden buldular bu kadar çok filmi” derken film parçalarından birini yakalayınca görür ki uçuşanlar, kendi filminin sansürlenmiş kareleridir. 1961 yılında Ardahan’da doğar. İlk ve orta öğretimini tamamladıktan sonra İstanbul’a yerleşir. İstanbul Belediye Konservatuarında Müzik ve Tiyatro eğitimi alır. Gazeteciliğe başladığında 1982 yılıdır. Ekonomi ve politika muhabiri olarak çalışır. Çeşitli televizyon programları hazırlar. Bir yandan okurken bir yandan da 70’lerin o büyük, kitlesel siyasal hareketlenmesi içinde yer alır. Gazetecilikten dağıtımcılığa, fotoğrafçılıktan video gazete yayıncılığına kadar pek çok işte çalışır. Ama aklında hep film yapma fikri vardır. Belgesel filmler çekmeye başlayan yönetmen, farklı kuruluşlara 600 civarında reklâm filmi ve siyasal kampanya filmi çeker. Ülkemizde yapılan ilk Nazım Hikmet Belgeseli olan “Nazım Hikmet Ziyaretçin Var”a imza atar. Derken “Işıklar Sönmesin”, “Hoşçakal Yarın”, “İnat Hikâyeleri” ve nihayet “Mülteci”…En büyük hedefi gazeteci olmaktır küçükken. Doğduğu kent, Ardahan’a haftada sadece bir kere gazete gelir o yıllarda (1960lar). Gelecek gazeteleri bekler… Peki ya kentin biricik gazete satıcısı kimdir? El cevap: Hülya Avşar’ın amcası. Sokakta bulduğu her gazete parçasını keser, düzeltir, sonra annesine götürür çuvaldızla diksin diye. Çocukluğunda “gazete kitapları” biriktirdiğini anlatacaktır sonraları. İlkokula dört kilometre yürür her gün. Hem de o kar-kış altında. Anne tarafı Gürcü, babasının annesi Kürt, dedesi de Ahıska Türkü… Terekemeler var, “Malakan” denen Beyaz Ruslar, Alman köyleri… Malakanlar yöre halkına değirmenciliği, bağcılığı öğretir, Almanlar da patates ekmeyi. Hatta oralarda patatese ‘kartof’ derler. Gazetenin ancak haftada tek bir kez geldiği yerde gazeteci olunur mu? Ama Reis Çelik var diğer yanda, direnmeyen, ne olursa olsun pes etmeyen… “İstanbul’a gideceğim” der tutturur. Derken ikna eder kendinden iki yaş büyük amcası Orhan’ı. 36 saatte İstanbul’a gelirler otobüsle. Kuştepe’de indirir otobüs ikisini. Gültepe, Ortabayır’da halasının evine gidecekler. O zaman Kuştepe ile Gültepe arasında ev yok. Hava soğuk. Yağmur yağıyor. O gün geri dönmeye karar verir. Çamurda yürürler. Elinde sazı. Bir daha ötmez diye kızar. Çünkü sazı da ıslanır. Beline kadar çamur olur hatta. Donarlar soğuktan, çok üşürler. Bir kahve görürler. Kapıyı iterler. Eşik yüksek. Güç bela içeri girerler. Kapının önünde masa. Onu da iterler. Karşılarında bir garson. Elindeki çayların dumanı tütmekte. Amcası Orhan, “Bir çay ver de ısınalım. Bir de adres soracağız” der. Adamın altın dişleri vardır. “Tamam yiğenim de” der, “Kapı dururken niye pencereden girdiniz?” Meğer girdikleri yer pencereymiş. Nereden bilsin genç adam. Eşik niye yüksek diye düşünür. Çünkü geldiği yerde iklim koşulları gereği pencere tepede olur, “baca” derler hatta. İki tane küçük deliktir. Böyle pencere görmemişler o zamana dek. Onun için İstanbul’a pencereden girer yönetmen!

Fransa’da Türk Filmleri Gösterimi

queennothing | 29 November 2008 10:37

Fransa, Türk Sineması’nın 14 değerli yapmına destek veriyor. Fransa’nın kuzeydoğusunda yer alan Strasbourg kenti sınırları içerisinde bulunan L’Odyssee Sineması, “Quinzaine du Cinéma Turc – Türk Filmleri Gösterimi” adında bir etkinlik düzenliyor.
3 Aralık’tan 30 Aralık tarihine kadar 14 farklı yapımın gösterileceği etkinlik, aslında ilk defa düzenlenmiyor. Fransa, tam 20 yıldır Türk Sineması’nın seçkin filmlerini İngilizce altyazıyla göstererek yakından destek veriyor.

Bu sene gösterilecek filmler;

Mülteci Nuray Bezirgan

sinemasever | 13 June 2008 09:45

Internette Sortimes Sözlükten, aşağıdaki alıntıya yer vererek yazıma başlangıç yapmak istiyorum.

İLTİCA

Türkiye’nin imajını dışarıda çok feci düşüren bir olay. çok büyük bir çoğunluğu avrupada çalışma ve oturma izni için çeşitli yalan sebepler ileri sürerek yapıyor bunu. askerliğini yapmış olduğu halde zorla askere gönderilmek istendiği iddiası, anneannesinin amcasının kürt olduğunu söyleyip etnik dışlanma yaşadığı iddiası, gibi bizim gözümüzde saçma sapan ama avrupanın gözünde vahşi sebeplerle gerçekleşiyor iltica.

Olayın en üzücü tarafı da ailelerin sırf çocukları gitsin fazladan para kazansın diye buna yani devlet gözünde neredeyse vatan haini statüsüne düşmelerine göz yummaları.

ama avrupa da yavaş yavaş uyanmaya başladığı ve AB adayı türkiye hakkında ileri geri konuşacak bahanelere artık eskisi gibi ihtiyacı olmadığı için bu tarz yalan ilticalara artık fazla göz yummuyor.

bu tür maillere dikkat

beyrek | 22 April 2008 18:19

geçen hafta, hesabımın bulunduğu iki farklı sosyal ağ sitesinde, aynı gün içerisinde, iki farklı kişiden birer mesajım olduğunu farkettim.
bu iki mesajda da, ‘profilinizi inceledim, çok dikkat çekici bir profil yapmışsınız, sizden çok hoşlandım, sizinle uzun süren dostluklar kurmak istiyorum’ gibi (farklı üsluplarda fakat benzer) ifadeler bulunuyordu. halbuki iki sitedeki profilim boştu ve hatta resmim bile yoktu. gariplik burda başladı. mesajlarda bana mail adresleri verilmiş ve söz konusu mesajlara, bu mail adreslerine yanıt vermem istenmişti. benden, kendimden bahsetmemi ve bir de fotoğrafımı göndermemi istediler ve mailimi alınca bana kendi fotoğraflarını göndereceklerini söylediler.
dedikleri gibi, cevabımı bana verdikleri mail adreslerine yolladım.
gelen birinci mail Maye Mak’tan (muhtemelen takma ismi) geldi. mailde, Dakar’daki savaş sonucu ailesini kaybettiğini, Şuan Senegal’de bir mülteci kampında yaşadığını söylemiş ve kendimden bahsetmemi istemiş. bir de fotoğraf göndermiş.
ben de ailesi için üzüldüğümü belirten ve kendisi için ne yapabileceğimi soran bir mail gönderdim.
ikinci mail mariah Mories’den (bu da muhtemelen bir takma isim). o da aynı şekilde dakar’daki savaşta ailesini kaybettiğini, bir mülteci kampına yerleştirildiğini söylemiş, kendinden biraz bahsettikten sonra, oradaki bir kilisenin papazı olan Benjamine Devine adlı bir kişiden bahsetmiş. bu kişinin telefon numarasını, bir de mail adresini yazmış. kendisiyle konuşmak istersem, bu kişiyi (Benjamine Devine) aramamı ve kendisiyle (mariah Mories) bu şekilde görüşebileceğimizi belirtmiş, ve mailin devamında; ölen babasından $6.7 M ( altı milyon yedi yüz bin amerikan doları) miras kaldığını, ve bu parayı benim hesabıma göndereceğini ve bu paradan birazını kendisine göndermemi (seyahat masrafı ve uçak bileti için) istemiş. bu sırrı kampta kimsenin bilmediğini ve böyle bir paraya sahip olduğu öğrenilirse öldürülebileceğini, bana aşırı derecede güvendiğini (bu güveni nasıl yarattıysam artık) de belirtmiş.
aynı gün gelen ikinci mail Maye mak:
hikaye üsttekinin (mariah morries’in) hikayesi ile aynı. yalnız, papazın ismi Peter Adams , kalan miras miktarı $2.6 m (iki milyon altı yüz bin amerikan doları) olarak değiştirilmiş.
gelen maillerde bir ortak nokta da, ana dillerinin ingilizce olmadığı halde, neden çok iyi derecede ingilizce bildiklerini belirtmeleri.
bu kişinin (ya da kişilerin) amaçlarının ne olduğunu çözemedim. ya bir şaka, ya da bir dolandırıcılkla karşı karşıya olduğumu farkettim.
bu aldatmacaya sizin de düşmemeniz için sizlerle paylaşayım dedim.
ilgilenenler, buna benzer bir olayla karşılaşanlar, bu konuda fikri ya da sorusu olanlar varsa.

Mülteci hayatlar…

plakton | 28 June 2007 17:15

Savaşın bitip bitmediğini bilmiyorum. Karşı tarafla görüşmeyeli uzun bir zaman olmuştu. Halen birkaç yerde küçük saldırıların haberlerini alıyordum. Ne kadar uzak kalmaya çalışsam da, muhakkak bir yerlerden bu tip; ben olmadan bana yapılan saldırılara maruz kalıyordum. Zaten bu yüzden mülteci durumuna da düştüm. Ortak kullanılan topraklarımızı terk edip, öz topraklarıma dönmek zorunda kaldım.

Her ne kadar başka adlarla adlandırılırsa adlandırılsın bu, tamamen bir savaştı. İstemeden savaştım. Biliyorum ki hiç kimse bir şey kazanmayacak. Aksine kaybedecekti. Ve kaybetti de. Her iki tarafta, savaşın olumsuz etkilerini silebilmek için mülteci konumuna düştü. Başka yerlere sığındı.

Microsoft’tan mültecilere destek kampanyası

MaXCoDeR | 24 January 2007 12:52

17 Ocak – 31 Mart 2007 tarihleri arasında http://click4thecause.live.com adresinden yapacağınız her arama için Microsoft www.ninemillion.org‘a bir bağış yapacak (fakat tam bağış miktarı açıklanmamış). Ninemillion.org dünya çapındaki dokuz milyon mülteci çocuğun eğitim ve spor imkanları genişletmeyi amaçlayan, Birleşmiş Milletler destekli bir yardım programı. Microsoft bu kampanyasıyla ilgili bir de blog açmış: http://nine-million.spaces.live.com

Umudun Bittiği Yer

tespitbocee | 20 May 2006 10:37

İlkokulda bir klişe olarak hepimize ezberletilen, Türkiye’nin konumu itibariyle bir köprü görevi gördüğü tespiti, siyasi arenada içi boş bir böbürlenmenin, bakın bizsiz yapamazlar ha hezayanının çıkış noktası olmuştur ve tüm bu safsatalar Türkiye’yi gidemeyenlerin ülkesi konumundan pek kurtaramamıştır.

Son on yıldır, belki de daha fazla, Türkiye köprü görevini ezber bozan bir şekilde devam ettirmekte sessiz sedasız. Her yıl pek çok insan Türkiye’ye kaçak giriş yapıyor ve bekleyişleri başlıyor. Şanslılarsa, bekleyiş uzun sürmez, paralarını kaptırmaz ve polise yakalanmazlarsa anlamında bir şans bu, çok geçmeden Yunanistan’a -yine gizlice- geçmeyi başarabiliyorlar. Pek okadar şanslı olmayanlar içinse hayat bir kamyon arkasında bitebilir ansızın veya istenmedikleri bir ülkede yaşam sürdürülmeye çalışılabilir veyahut hergün gitmeyi umut ederek, her yeni günün bir fırsat getirmesini bekleyerek küçücük odalara sığınılabilir.