bildirgec.org

masumiyet hakkında tüm yazılar

YEŞİL IŞIKTA DURAN ADAM

neceff | 15 December 2008 09:16

Ray Caesar 1958 yılında güney Londra’ da dünyaya gelmiş ve şu anda, genç yaşına rağmen geniş bir hayran kitlesine sahip. Yine de hakkındaki bilgiler sınırlı. Resmi web sitesindeki biyografisinde, bir köpek olarak dünyaya geldiğini söylüyor. Kişisel fotoğraflarının tümünde de köpek suratları var! Ailesi, kraliyet ailesi tarafından sürgün edildikten sonra Toronto’ ya yerleşmiş. Ray Caesar buradaki bir çocuk hastanesinde, on yedi yıl boyunca medikal artist olarak çalışmış. Eserlerinde, bu çalışma döneminin etkisini apaçık görmemiz mümkün. Bir röportajında “Çocuklar olmasa içimdeki sanatçıyı hiç kimse ortaya çıkaramazdı” diyerek bunu kendisi de ifade etmiş zaten. Resimlerinin yanı sıra animasyonlarla uğraşmış, sinema ve televizyon için özel efektler hazırlamış. Yıllar sonra film sektöründe yaptığı üç boyutlu çalışmalarından dolayı EMI ödülüne layık görülmüş. Onun hakkındaki bildiklerimiz şimdilik bunlarla sınırlı. Ha, bir de eşiyle on beş yaşında tanışmış ve otuz yıllık evliler…

25 çocuk portresi

agurbuz | 16 October 2008 10:31

http://www.smashingmagazine.com/2008/10/15/poverty-lets-make-a-difference/

Orhan Pamuk kitabı beklerken fazlasıyla masummuşum….

MerakliKedi | 06 October 2008 13:00

Nobel adaylığı, ödülü alması ve sonrasında çok yazıldı çok çizildi hakkında… Orhan Pamuk benim için önemli bir yazardı. Klasik romanlardan farklı bir tarza geçişimi başlatan, bana farklı bir dünyanın kapısını açan yazardı. Lisenin ilk yıllarında önce Cevdet Bey ve Oğulları ile tanışmıştım onunla. Ardından Sessiz Ev ve tabii ki benim için bir başyapıt olan Kara Kitap ile devam etti tanışıklığımız. Öylesine etkilenmiştim ki kitaplarını bekler olmuştum. Her yeni çıkanı da hevesle alır, okur olmuştum.
Nobel ödülü dönemi özel bir dönemdi. O güne kadar hiç değinmediği konulara girivermişti Orhan Pamuk. Bu konudaki yorumum çok başka. Burası onun yeri değil. Ama şu bir gerçekti ki benim için Orhan Pamuk iyi bir yazardı ve nobel hakkıydı. (En azından ben onun kitaplarını okuduğumda aldığım hazlar nedeniyle kitaplarını yazdığı dönemde diğerlerinden farklı bir yazar olduğunu düşündürmüştü). Sonra kaçışı, gidişi edebiyatçı kişiliğini etkilememişti gözümde.
Masumiyet Müzesi çıktığında bendeki ilk izlenimi bu sefer aradığımı bulamayacakmışım gibiydi. Fazlaca popülerize olmuş, klasik Orhan Pamuk hedef kitlesinin dışına çıkmış bir kitap diye düşünmüştüm. Bir arkadaşım, kitabı özellikle almayı düşünmüyorsam kendisinin verebileceğini söylemişti. Tabi ya, sonra istersem kütüphanem için alabilirdim. Kitabı aldım, okumaya başladım. Geri verdiğim için tam olarak söyleyememekle birlikte kitabın ikinci ya da üçüncü cümlesindeki gramer bozukluğu küçük dilimi yutturuyordu bana. Ama neyse ben devam edeyim dedim. Ettim de… Beş günlük seyahatimde o koca kitabı ve Paul Auster’ın bir kitabını daha bitirdim. Yanlış anlaşılmasın, kitap sürükleyici olduğundan bu kadar çabuk bitmedi. Kitabı yarım bırakmama nedenim, Orhan Pamuk mutlaka bir yerinde Orhan Pamuk’luğunu gösterecek diye düşünmemdi. Onu bir sonraki sayfada bulma umuduyla kitabın son sayfasına kadar okudum. Son sayfayı da bitirdiğimde ise ne elimde, ne içimde hiçbir şey kalmamıştı. Hoş bir nostalji diyenlere Ayfer Tunç’un Müsaitseniz Annemler Size Gelecek kitabını tavsiye ederim. Herhangi bir Türkan Şoray, Hülya Koçyigit, Ediz Hun filmi de işinizi görür. Hem de oldukça kısa zamanda biter. Damağınızda bırakacağı lezzetin aynı olacağından endişeniz olmasın. Masumiyet Müzesi’nde edebi bir eser okuduğunuza dair eşsiz bir lezzet de bulamayacağınıza göre kendinizi kitabı bitireceğim diye paralamayın. Okumamış olmak bir kayıp değil.

sihirli bir değnek olsa !

kelebeklerozgurdur | 25 July 2008 14:25

Çocukluğumu zamane çocukları ile kıyasladığımda “amma salakmışız” diyorum kendi kendime…

Şimdi hangi çocuk bu şakalaşmaları yapar ve komik bulur allahaşkına !

İşte aklımda kalanlardan bazıları;

– saatin kaç?harrrt diye kol ısırılır
eti kemik geçiyooo

– şişe desene
– şişekıkırdayarak
git duvara işeeee

– ne söylersem geneyim de tamam mı?
– Tamam
– Amerika
– Geneyim
– Almanya
– Geneyim
– Çin
– Geneyim
Çingeneeee, çingeneee

Masumiyet (1997) Bir Zeki Demirkubuz Filmi

XemBiLL | 09 July 2008 16:47

Masumiyet afiş
Masumiyet afiş

Yönetmen: Zeki Demirkubuz
Senaryo: Zeki Demirkubuz
Görüntü:Ali Utku
Kurgu: Mevlüt Koçak
Müzik: Cengiz Onural
Oyuncular: Haluk Bilginer, Derya Alabora, Güven Kıraç

Bir Zeki Demirkubuz filmi Masumiyet…

Bir yanda hapisten yeni çıkmış ve kendini boşlukta bulan Yusuf (Güven Kıraç) , diğer yanda 20 yıllık aşkının peşinden sürüklenen Bekir (Haluk Bilginer), ve bir hayat kadını olan Uğur(Derya Alabora)

Uğur ve Bekir ile bir otelde yolları kesişen Yusuf’un masumiyeti tüm çıplaklığıyla ortaya serdiği bir başyapıt.

Zeki Demirkubuz dibe vurmuş insanların acı öyküsünü iyi bir yönetim ve oyunculukla ustaca işlemiştir.

Bekir otelde Uğur'a silah çeker
Bekir otel’de

Bekir’in kırda 20 yıllık aşkını ve başlarından geçen onlarca olayı ve hatta aşkın tarifini 8 dakikalık muhteşem anlatımıyla ortaya koyduğu sahne filmin en çarpıcı sahnelerindendir…

”hep denedin hep yenildin.olsun.yine dene yine yenil”

Samuel Beckett’ın bu sözleriyle sona eren filmi tekrar tekrar özümseye özümseye izleyin…

2005 yılında çekilen Kader ise Masumiyetin devam filmi niteliğindedir. Uğur ve Bekir’in tanışmalarını anlatır. Fakat bence Masumiyet kadar çarpıcı oyunculuklar gösterilmemiştir…

hayalet ev – asuman suner

kahramancayirli | 28 April 2008 13:31

bu kapağı gördüğünüz an, düşünmeyin, hemen alın.
bu kapağı gördüğünüz an, düşünmeyin, hemen alın.

yayınevleri türk sineması üzerine kitap yayımlamaktan uzak duruyorlar genelde. az türk sineması kitabımız var, velhasıl. yayımlananları elimden geldiğince takip etmeye çalışıyorum. çok iyi kitaplar da yayımlanıyor bazen. asuman suner’in hayalet ev’i harikulade mesela. suner’i masumiyet (1997 yapımı, yönetmen: zeki demirkubuz) filmi üzerine yazdığı çok nitelikli bir makaleyle tanımıştım yıllar önce. kitapta bu makale de yer alıyor. 1990lar türk sinemasını öyle güzel, öyle farklı yönlerden okuyor ki akademisyen-yazar, benim ağzım bir karış açık kalmıştı filmler arasında gezinirken. türk sinemasıyla ilgilenen sizlerin de çok hoşuna gideceğini düşünüyorum. dilerim asuman suner türk sineması üzerine yeni makale ve kitaplarla karşımıza çıkmaya devam eder…

Zeki Demirkubuz sineması

nevdalist | 15 April 2008 16:29

3. sayfa hikâyelerini sever misiniz, bilmiyorum. Okurken yok artık dediğiniz, bu kadarı da haksızlık diyerek isyan ettiğiniz zamanlar olur mu? Cevabınız evetse doğru yazıdasınız. Çünkü Zeki Demirkubuz sineması herşeyden önce 3. sayfa hikâyelerii anlatır. Hep bir kaybeden, hep hayatın sillesini yemiş, arabeks bir yön vardır. Bu yüzden ya sevilir ya nefret edilir. Bunun ortası yoktur. Cevabınız hayırsa devamını okumadan sizi başka bir yazıya alayım.

Isparta’da 1964 yılında doğan Demirkubuz; İletişim Fakültesi mezunudur. Aslında gazetecidir. Ama nedense bu alana hiç bulaşmaz. Onun yerine Zeki Ökten’in asistanlığını yapmaya başlar. Yıllar süren bu asistanlıktan sonra senaryolarını yazmaya başlar. Bütün filmlerinin senaryosu kendine aittir. Bir çoğunun senaryosunu çok önceden yazmış, gün ışığına çıkacağı günleri beklemektedir. Cebinde daha birçok kelimsei var. Zaman geldikçe onları da ortaya çıkaracaktır. Onu sevenler bilirler Demirkubuz bir kesimi, dönemi anlatır. Onun hikayelerinin kahramanları tutunamayanlardandır. Kendini tutunamayan sananlar değil, hakkaten tutunamayanlardır.

Masumiyetin Suçu

semaszen | 10 April 2008 15:49

MASUMİYETİN SUÇU

İskambil destesini elinde rasgele böldü. Her bir parçayı olması gereken yerden ayırdı ve bir diğer yana attı. Devam etti böyle her bir kağıdı bir eşinden ayırmaya. Karıştırdı ağır ağır elindeki desteyi. Böylece her bir kart yerini değiştirdi isteksizce.
Durdu.
Dışarı baktı pencereden.
Yağmur yeni kesilmiş, güneş kendini göstermişti.
Tekrar elindeki kağıtlara döndü ve onları boylu boyunca masaya yaydı. Dikkatle baktı desteye. Sonra elini en kaybolmuş kağıdı ortaya çıkarmak için uzattı…
Ve seçtiği bu kartı açtı. Maça papazıydı karşısındaki. Maça papazı artık desteden ayrılmıştı…

yolculuğa ölmek; GEMİYE DİRİLMEK

| 29 March 2008 13:32

denizin sürüklendiği tek adım...
denizin sürüklendiği tek adım…

Uzağımdaydım, uzağımda olduğun kadar. Sorular soruyordun bana (?) anlayamadığım kadar sana ait olan. Sorular soruyordun bana, zaten cevapları belli olan. Göz bebeklerimin okuyamayacağı kadar gözlerime tanıdık olan, bütün resimleri yakmıştın manzaradan. İki yanımı kollayamayacak kadar, tutsağıydın zayıf hallerinin. Sağımdaki sola baktığımda gördüğüm bir yanı yıkık bu ahşap evdeki kapı tokmağıydı. Uzanıp çalmak istedim, içerdeki yıkılmışlıkta hiç kimse var mı, öğrenmek için. Sonra, yaşamı kaybetmeyecek kadar vazgeçtim bu isteğimden. Ve ölmüşlüğü rahatsız etmekten çekinerek.