bildirgec.org

koku hakkında tüm yazılar

Starbucks kültürü(m)

darjeeling | 22 May 2007 17:12

Şimdi biliyorum. Daha başlığa bakarak bile bunun neresi kültür diyecekler çıkabilir. Tabi herkesin kendi yorumu, saygı duyarım ama bence kültür. Sebep mi? Anlatayım.

Bundan 3 sene önceydi. Ankara’dan İstanbul’a geldiğim yıldı. Taksim’de turlarken gördüm Starbucks’ı. Çok ama çok şaşırdığımı hatırlıyorum. Çünkü çocukken anlamadan izlediğim büyüyünce daha çok anlayarak izlediğim çoğu Amerikan filminde bu Starbucks denen yer vardı. Gözümün önünde sürekli elinde kağıt bardaklarıyla kafeden çıkan insanların görüntüleri vardı. Acaba nasıl diye içeri girdim. Bir sürü bilmediğim kahve ismi var. Bilmiyorum , cesarette edemiyorum. En bildiğim ismi gördüm: Capuccino 🙂 (şuan bile yanlış yazmış olabilirim)

Progression “Uyandırma Saati”

menguzar | 27 February 2007 16:00

Progression uyandırma saati (çalar saat değil!), kanımca bir insanı uyandırmak için üretilmiş en güzel fikirlerden biri. Havaya puzzle atıp bulana kadar susmamak, kalkıp odanın içinde uçuşmak veya koşuşturmak gibi kötü alışkanlıkları olan çalar saatlerin aksine progression, çok daha insancıl bir tavır takınıyor.

Uyanmayı planladığınız saatten yarım saat önce çook hafif bir ışık yaymaya başlıyor. Bu ışık yavaşça nabız gibi atarken, giderek kuvvetleniyor -ancak yine de rahatsız edici ölçülerde değil. Birkaç dakika sonra, saatin tepesindeki bölmeye önceden koyduğunuz aromaterapi yağını ısıtarak koku duyunuzu uyarmaya başlıyor. (saatle beraber ‘enerji’, ‘stres atıcı’, ‘sabah kahvesi’ ve ‘lavanta’ olmak üzere 4 farklı aromaterapi yağı geliyorsa da, keyfinize göre bir yağı da kullanabiliyorsunuz.) Uyanmanıza 15 dakika kala hafif doğa sesleri (günbatımı, fırtına, zen melodisi, dağ akarsuyu, kuş ötüşü, veya okyanusta sörf) çıkartmaya başlayan saat bu sesin volümünü uyanma saatinize kadar giderek yükseltiyor. Eğer vakit geldi ve hala uyanmadıysanız bu sefer standard bir çalar saat gibi alarmını öttürüyor ancak o zamana kadar farkında olmasanız da beyniniz yavaş yavaş uyanmış olduğundan, herhangi bir çalar saatle uyanmaktan çok daha keyifli oluyor. Ya da en azından, öyle olduğunu söylüyorlar 🙂

patrick süskind- koku

astral | 27 February 2007 13:21

Ey hat!Koku vizyona girmiş. Rahat bin kitap okumuşumdur. Klasiklerin çoğu hafızamdan silindi. Koku kaldı. Daha okurken görmüştüm her sahnesini.

Nefis bir dili vardı ve etkileyicilik. Kokunun duymanın etkileyiciliğine kapılmıştım iyi koku alan biri olarak…

‘Ey hat! Koku vizyonda’ dedim kardeşime. Acil gitmeliyiz!

Acaba kitabın tadını verir mi?
Veremez dedi içimde bir ses. Kitap o kadar güzeldi ki, o lezzet zor dedi. Oysa umarım o lezzeti verir diyerek tuttum sinemanın yolunu…
Romanın arasında kaybolduğum gibi kaybolacak mıydım, filmin arasında akıp gidecek miydim, dim, dim???….???
Çok sevdiğim bir adamı ilk defa koklarmış gibi tat aldım ilk iki saatten. Son yarım saati saymazsam romana yakın bir tat aldım. Son yarım saatte yönetmen saçmalamış, velakin romanın güzelliğini alamadı. Kafamda katilin kim olduğunu anladıklarında çıktım sinema salonundan ve film bozulmadan kaldı bende.

ölüm kokusu

asymptot | 26 February 2007 20:57

ispermeçet balinası
ispermeçet balinası

ölüm, sürdüğümüz yaşamın tek kesinliği. hepimiz bir gün gelecek öleceğiz. öldüğümüzde arkada bıraktığımız bazı şeyler olacak ya da hiçbir şey kalmayacak. her şey geçip gidiyor, geçip gidecek. bu dünyanın geçici olduğunu ve bunun değişmeyeceğini kavramış bazıları ise ölümsüzlüğü öbür dünyada ararlar. öbür dünyada cennet ya da sürcehennemde dirilmeyi beklerler.

ölümlü olmak, bir gün öleceğini bilmek insana çok işler yaptırır. bu dünyada kalıcı iz bırakmak, büyük işler yapmak gizli bir ölümsüzlük çabasıdır. “ben ölsem de eserim yeryüzünde kalsın” beklentisidir. ölümlü olmaya karşı doğal reflekslerden biri de üremektir. yeryüzünde silinip gittiğimizde genlerimiz devam edecektir, bizim de birilerinin genlerinin devam ettirdiğimiz gibi birisi de bizimkileri devam ettirecektir.

Koku

plakton | 21 December 2006 11:22

Cadde de sağlı sollu insanlar olsa da, günün bu saati için boş sayılırdı. Güne kapalı bir hava hâkimdi. Dünkü gibi, sebep bu olmalıydı. İnsanların çoğu saçak altlarından, vitrin önlerinden gidiyordu cadde üzerinde. Benim gibi birkaç densiz tanrının lütuf’u sayılan yağmura aldırmadan caddenin ortasından yürümeyi sürdürüyordu. Diğerlerinin düşüncesi yağmura basmamak, tanrıyı kızdırmamak mıydı acaba. Aslında hızlı ya da çok yağdığı söylenemezdi. Yatık incecik Ahmakıslatan dedikleri, küçük damlalarla dökülüyordu şehrin üzerini kaplayan bulutlardan.

her evin kendine has kokusu

saltukbozok | 31 October 2006 16:29

hani her evin kendine has bi kokusu vardır , ilk defa girdiğinizde sarar etrafınızı. hayal edin yeni tanıştığınız birisin evine ilk defa eveine davet ettiğinde kapıyı açıpta sizi içeri buyur ettiğinde beyninizib bir kenarına köşesine işler o koku. ne zaman o kokuyu duysanız o ev, o ev halkı aklınıza gelir. ev ister başka bi eve taşınsın ya da başka bi mahalleye ya da başka bi şehre; evin kokusu değişmez. içinde yaşayanlarla, eşyalarla beraber taşınırgeçmişe özlemdir belki bu kokunun anımsattıkları. geçmişe duyulan sonsuz özlembu özlem sadece kokuyla ilgili değilkdir hani. bazen bir melodidir, bazen kurumuş çınar yaprağıdır gözünüze çarpan, bazen dokunduğunuz yeşil kadifedir

kokulu tv

winmaker | 18 October 2006 10:20

Filmleri 3 boyutlu izleyebiliyoruz, sesleri sanki filmin içindeymiş gibi yandan, arkadan duyabiliyoruz, bazı hareketli sahnelerde oturduğumuz koltuk bile titreşiyor. Algılayamadığımız tek şey koku.

kendisi 7 kuşaktan beri japon olan Takamichi Nakamoto, kokladığı bütün kokuları aynen üreten bir elektronik burun yapmıştı. Önümüzdeki 20 yıl içersinde bu teknolojiyi kablolu tv’de kullanılabilir hale getirmeyi planlıyorlarmış.

vanilya kokusu ve sensizlik üzre yazılmıştır

semazem | 10 October 2006 16:15

– I –
düşlerimi elime alıp sevdaya fırlattım gül kokularını. yağmuru arkama alıp denize karşı durdum. rüzgara bıraktım tüm hayalkırıklarını. birkaç dal kırıldı, kediler çöp tenekelerinden fırlayıp kaçtılar, bir yerde bir kapı çarptı, bir cam kırıldı.. tazelendi ömrüm sanki bu seher, gün yeni bir bana doğdu sandım. aldandım.

yüreğimin çığlıkları dolandı durdu sokakları, görüntümden ürküp kaçtı çocuklar, kuşlar uzak uçtu, polisler ters ters baktı, bir tek damlalar düştü üzerime. damlar saçlarımdan yüzüme aktı, yüzümü birbirine kattı bir yumruk gibi savrulan rüzgar. kendime geldim, ayıldım, her şeyi unuttum sandım. aldandım.