Cadde de sağlı sollu insanlar olsa da, günün bu saati için boş sayılırdı. Güne kapalı bir hava hâkimdi. Dünkü gibi, sebep bu olmalıydı. İnsanların çoğu saçak altlarından, vitrin önlerinden gidiyordu cadde üzerinde. Benim gibi birkaç densiz tanrının lütuf’u sayılan yağmura aldırmadan caddenin ortasından yürümeyi sürdürüyordu. Diğerlerinin düşüncesi yağmura basmamak, tanrıyı kızdırmamak mıydı acaba. Aslında hızlı ya da çok yağdığı söylenemezdi. Yatık incecik Ahmakıslatan dedikleri, küçük damlalarla dökülüyordu şehrin üzerini kaplayan bulutlardan.Akşam karanlığının çökmesine daha vardı aslında. Ama gölgem beni terk edeli neredeyse bir saati buluyordu. Onun kabahati değildi bu. O da benimle birlikte bu caddeyi geçmek istiyordu, diğer gölgelere karışarak. Hatta bunun için can atıyor, yüzünü güneşe dönse de ışığını bulamadığından sadece vitrinlerden, camekânlardan hatta sokak lambalarından medet umuyordu. Onun orada olduğunu biliyordum, hissediyordum. Yapacak bir şey yoktu onun ve onun gibi şehrin diğer sokaklarına yayılmış gölgeler için.Gölgemi çevremde kâh kaybolup kâh görünür, etrafımda dolanır biçimde caddenin ortalarına kadar gelmiştim. Islanmadım diyemem. Hatta hoşlanmıştım bile. Keyfini çıkarta çıkarta atıyordum adımlarımı tanrının lütuf’unun ıslattığı yeryüzüne basarken. Diğerleri yanımdan geçiyordu. Fark etmiyordum bile onları, sağlı sollu yanımdan geçip gidiyorlardı. Hayatıma, zevkime dokunmadan.Hiç biri dikkatimi çekmiyordu. Doğruydu bu, yanlış olansa burnumun aldığı kokuydu. Nasıl anlata bilirim ki size bu kokuyu şimdi. Bir kokuyu kelimelerle anlatmak kolay mıydı hiç. Bu kalem ve kâğıtla ne kelimeler yazmıştım. Hüzünleri, acıları, sevinçleri, mutlulukları anlatmıştım bir solukta. Ama bir kokuyu anlatmak hiç aklıma gelmemişti. Benzetmeler yapmalıydım beklide. Yâda hissettiklerimi anlatmalıydım sadece.Yanımdan geçen bir bayanın kokusuydu, tabi ki bu. Adımları benim adımlarımdan hızlıydı. Demek ki benden sonra caddeye girmiş ve bana kadar ulaşmıştı sonunda. Hazırlıklı değildim aslında bu saldırıya. Saldırı diyorum hiç beklemediğim bir anda gelmişti. Savunma imkânı bulamadan ben daha o koku çoktan burnumdan içeriye izinsizce, sinsice süzülmüş, okkalı bir tokat vurmuştu yüzüme. Daha ne olduğuna imkân bile vermeden gerekli yerler ulaşmış, beynimin karanlık koridorlarında açılmasına izin vermediğim kapıları aralamıştı bile.Keskin aromalı bir kokuydu bu. En olgun zamanlarındaki çilekleri hatırlatıyordu. Sadece çilek değildi aslında daha karışık daha yoğun bir afrodizyak etkisi vardı. Beynimdeki kimya laboratuarı gerekli miktarda acı, tatlı, ihtiras çözümü yapmıştı koku üzerinde.İnsan burnunun da bir sınırı bir savunma mekanizması vardı tanrıya şükür. O kokuyu kesintisiz on dakika solumak aklımı kaçırmama sebep olabilirdi. En fazla üç dakika kadar hissetmek bile başımın dönmesine yetmişti işte. Ben huzurlu değimliydim. Yağmurun tadını çıkartmıyor muydum demin. Şimdi ne olmuştu da sadece bir koku tamamen allak bullak etmişti akşama giden sefamı. Kokunun sahibi çoktan gitmişti. Zaten kokunun sahibi lazım değildi ki bana. Yeterince olmayan sevgilim vardı ya.Cadde çoktan bitmişti. Olmam gereken aracı da kaçırmıştım üstelik bir koku yüzünden. İyi sinmişti bu koku bana. Ancak başka bir koku ile kapatabilirdim kapıları açılan beynimi. Tabi aklıma düşen yere en kestirme yoldan da gidemezdim artık. O caddeydi tekrar geçmek anlamına gelirdi bu. Ya tekrar bir şamar daha yersem ruhuma. O zaman beni ne istediğim yarım elmalı votka kurtarırdı nede kova kova yağmur.