bildirgec.org

kadın erkek hakkında tüm yazılar

virgül

astral | 17 February 2010 17:36

Penceremde güneş. Bulutların arasından kendini inşaa eden. inadına -belki-. Devam ediyor dedirten, inadına. Oysa inat yüzünden bu şarkının bu denli koyması ve koyacak olması. Güneşin inadı da ne? Onun inadı başka: Onun ki başka. O devam ediyoruz, ‘Kaldır kafanı ey hat!’ diyenlerden…

Devam ediyorum, planlarla. Gaianın köküne köklerimi gömmek üzere hayallerim/ tasarımlarımla, yürüyorum. Onunla olacaktı tüm bunlar ama olmadı ne yapalım.

Yazılar yazdım, buraya koyamayacağım kadar gerçek, şak diye açan gerçekleri, satırlar: Bende kalacak onlar. Kalsın. Kalan onca şeyden sonra bir yazı/ bin yazı kalmış çok mu?

‘Kadınlar Şunu İster’ Saçmalıkları

admin | 06 February 2010 15:43

Böyle bir zihniyetin bu kadar egemen olması sinir edici. Kadınları aşağılayıcı. Buna izin veren gene kadınlar. Kim komik durumda? Bunu anlatıp hayalini kuran kadın mı yoksa eşek dediği adam mı?

Kadın, karşımda kendisinin zevkli olduğunu sandığı konularda konuşmaya başladı.

‘Ay, bugün facebook’ta bir yazı vardı. Kadınlar dört şey ister: kapısında jaguar, dolabında vizon, üçüncüsünü hatırlamadım, dört, bunları yapabilecek bir eşek.’

‘Üçüncüsünü unutman normal. Hep bunlara benzer şeyler hatırladığından o kafan sandığın şey artık seni terk etmiştir.’ diye düşünürken; ‘Niye öyle olsun ki?’ diye söze girdim.

Helios’un Tehlikeli Okları

admin | 06 February 2010 14:27

Bir keman sesi, içimde. Sesin içinde kaybolduğun, yoğrulduğun. Dingin etkin. Helios’un okları her bir nota, her bir darbe.

Aşk bir girdap. Eğlenceli başlayan. Soruları kendine sorduğun önce, mızrakları kendine saplamaktan kaçındığın sonrasında. Her bir varoluş serüveninin, yokoluşa dönüştüğü yedi temel notanın tepelerinden çekilen çizgi.

Her çizgi her tende ve her yazgıda başka şekil bulandır. Bu da şaşırtandır kimi zaman. Her defasından ‘Tamam’ dediğin ve her defasında elinin boş eve döndüğün bir ilizyon oyunu aşk, dostum.

Sırlarını kalpten önce döktüğün, üzerine pastalar yaptığın lezzet diyarlarında gün gelir mahzenin dediğin o ten mezarın da olur; cennetin de güzelim.

Okyanusun Tuza Dönüştüğü

admin | 05 February 2010 14:19

max sauco
max sauco

Yorgun kelimeler yatıyor yatağımda.
Boğazımda yutamadığım bir yutkunma hissi, boğazımda bir acı. Kalkıp su içmeye ise dermanım yok.

Konuşmalar… Herkeste ne çok söz var. Sözleri duydum, artık öyle anlamsız ki… Yerimden kalksam ya da otursam; hayatımı ritmine soksam, kendimi yeniden yaratsam, onunla bununla tanışsam; avunur muyum? Bir nokta kadar umudum olsa buna dair. Öyle insanlar olurlar. Aynı bugün gibi. Birçok konuşma. Eve gelmeyi uzatma çabası gösteren ben. Sanki o yutkunma hissi geçecekmiş gibi yersiz bir arayış. Aslında arayış değil de işte, kaçış desem değil; kaçtığım bir yer ya da kişi de yok ama yine de yalnız kalacak kadar güç sergilemeye kalkışmıyorum.

Ne Saf Ne Salt

admin | 05 February 2010 13:17

max-sauco
max-sauco

Hiç de temiz değilim, seninle kıyaslanınca. Kabulsüzlüğün sınırlarında dolaşan sen için ben, çok sıradan bir ablayım. O kadar. Süt’e yakın değilim. O ben değilim. Yalan mı, olmaz ama bazen olabiliyor; işte bunu görüyorsun. İnsan çok kızılacağını, kıyamet kopmasını istemediği zaman söylüyor. Ya da geç savunmaları. Buyum. Telafisiz. Savunma yok. Hiç de temiz değilim.

Çok masum da değilim her zaman. Bunun için daha güçlü olmak gerekiyor. Ben o kadar güçlü değilim. İşin açığı seni hak eden ben değilim.

Hem buna rağmen o kadar fevriyim ki; sabırsızlığım, iki keçiyi –gereksizce- defalarca karşı karşıya getirir, bitirir; bitirdi. İstesem ne ki, o ben değilim. Ne saf ne salt. Birçok kokunun olduğu kişi işte ben. Kimi zaman dermansız, kimi zaman çokça derman veren. Yaşayan, kimi zaman korkan, kimi zaman korkularına sığınan, kimi zaman her şeye boş veren, kimi zaman takıntılı; kimi zaman annesinden bir farkı kalmadığını anlayan, kimi zaman ağlayan, kimi zaman ağlasa da hiç bir şeyi değiştiremeyeceğini anlayan, kimi zaman yoran; kimi zaman ‘Yeter, yoruldum!’ diyen… Boğulan…

Dene beni, dene! Denemiyorsun!

admin | 05 February 2010 12:28

Aşk denenecek birşey değildir. Denemekle olmaz. Zaten içtedir. Hatta engelleyemdiğindir. Kendine rağmen engel koyamadığındır.

– Gel muhteşem bir televizyon ve ses sistemi bakalım. İzmir’de 4+1 ev aldım. Onun içini döşüyorum bir yandan.

– Hayırlı olsun. Sinevizyon aleti varken bunlar ilgimi çekmiyor. İzmir’e mi taşınacaksın?

– Birlikte taşınsak. Ömrüm olsan… ömrüme kalsan… Biz çok mutlu olabiliriz. Yıllardır benim hislerimi biliyorsun, denemiyorsun.
– Cicim elektrik derler ya, yüz yirmi kiloluk bir adama duyuyorum onu ama sana değil. Aşk diyorlar buna. Bilmem bilir misin?
– Her şey aşk mı? Mantık/ akıl denen bir şey var. Hem aşk bitince ne yapacaksın? Sence aşk bitmiyor mu? Bitmeyen aşk biliyor musun?

Ahmet & Ayfer

admin | 31 January 2010 15:00

Ahmet Erzurumlu. Zor bir hayatı vardı. Fakir bir ailenin okumaya hevesli, hayallerinden başka bir şeyi olmayan çocuğu.

Sessiz ve içe kapanıktı. O bölgelerde okumak zor. Gerçektebn hayal, hele paran yoksa, hele ailen de çok çok hevesli değilse seni okutmaya. Ahmet on beş kilometre uzaktaki bir okula gidiyordu. Sonrası yatılı okul. Sonrası Hacettepe tıp, sonrası ABD’de devam etti bursla okumaya. Uzmanlığını da yaptı. Sonra tekrar ülkeye döndü.

Ahmet aynı içe kapalı Ahmet lakin. Hiç değişmemiş. İlk yakınlaştığı ve gözlerini kaldırıp gözbebeklerine bakabildiği ilk kızla; Ayfer’le evlendi. Ayfer evlenilecek kadın diye düşündü. Annesi de memnundu, kendi de. Lakin Ayfer dillere destan. Günde on kez Ahmet’i arar. Dışarıda içecekse şayet Ayfer’le içer.
-Nerdesin Ahmet?
-Ayfer’le şuradayım, buradayım.

kadın kokusu

admin | 31 January 2010 13:23

On iki yaşındaydım. Bankonun önünde uzanan zakkumlar vardı. Boylu boyunca uzanırdı. Güzel kokardı. Lakin o kadar alışmışım ki o kokulara dikkatimi çekmezdi. O zakkumlara ince bir çizik atılır. Oradan yağı gibi bir sıvı akardı. Bir tarla zakkumdan bir avuç parfüm özü çıkardı. Benim için herhangi bir kokuydu zakkum. Taa ki…

Lisedeydim. Hayalimdeki kadın karşımda duruyordu. Evliydi. Hayallerim olamazdı. Otuzlarında. Bana göre epey olgun. Bedenine bakardım, bedenini ortaya çıkartan kıvrımlarına… Böyle bir karım olmalı derdim. Edebiyat öğretmenimdi. Edebiyata deli gibi çalışırdım. Kompozisyonlardan hep on alırdım, gözüne gireceğim ya… Aşıktım. Bir gün ona kavuşacaktım. Onun gibi birini bulacaktım. Dünyadan haberi olan, bedenine giysileri, diline cümleleri yakıştırmasını bilen, ayakları yere basan. Anladım ki, o zakkum kokuyordu. Tek bir koku vardı. Salt zakkum. Buram buram zakkum kokardı. Derin bir nefes çekerdim ciğerlerime, o gelsin diye içime. Zakkum dolardı içim. O zakkumdu. Benden başkası almazdı bu kokuyu.

tat

astral | 26 January 2010 12:58

Her geçen sızının sabahında solmak üzere olan çiçeğin yapraklarını temizliyorum, ince ince. Kanatlarına tutunuyorum hayallerimin, kırılmak üzere olanların üzerine çok basmamaya çalışarak…

‘Nesi var ki şu dünyanın, bu kadar peşinden koşulacak?’ diyordu kadın hıçkırıklarını tutmaya çalışırken. Oysa adam o güne kadar hiç ağlamayı başaramamıştı. Adam kadına sıkıca, çok sıkı sarıldı. ‘Ağlayacağım’ dedi. Kötü birşeymişcesine mahsun ve ağlamaması gerektiğini düşünen birinin sözleri gibi dokunaklı çıktı kelimeler, teker teker; koşturmadan ve mırıltı halinde…

– Ağlaman kötü değil ki. Çoğu zaman iyi gelir.
– Ben hiç ağlamadım. Belki bir kere onu da ne zamandı, hatırlamıyorum bile.
Adamın ne kadar hassas olduğunu anlıyordu kadın. Daha fazla sokuldu ona. Hiç çıkmamak istedi içinden. Dışında kalan herşey dışarıda kalıyordu çünkü onun yanında. Herşeyin önemsizleştiği yerdi, aşk. O, aşktı; emindi.

kızılderili inkar

astral | 21 January 2010 13:10

Bir küçük kanatlanmış öpücük. Uçar, pır pır. Küçüklüğü sahtenin inkarıdır, bağırmaz. Uçan kelebekler geri dönmez her zaman bencileyin. Bencileyin dediğin her şey geçip gitti oysa. Oysa pınarların çoktan senindi ve sen yazmıştın onun adını, pek emin halinle. Yaşamın anlamını ilan edip onun için nefes alıyor sanmıştın kendini, son otobüse binerken.

Romanın ilk sayfasına ‘Bebeğim şimdi gidiyorsun ama burada seni varlık kadar benimseyen, özümseyen bir adam var. Onun nefesisin. Bebeğim dediğisin. Bu romanı sana veriyorum ama sen kalbimi de alıp götürüyorsun. Kalbim sen de kalacak çünkü evrende sen varsın. Ben nefes aldığım sürece bu adam seni sevecek. Izdıraplı yağmurlarda kaldığımda da, karanlığımda da, yaratıcılığımda da senin kalbin olacak ve dünyaya nefes verecek. Yaşamamın yolu bu. Şimdi otobüse binip gidiyorsun. Ben bu sıcak şehirde kadınından uzak kalan yalnız adamım. Otobüs uzaklaşırken ben, geride kalan adamım. Ben sana geliyorum kalbimle. Ben çoktan sendeyim. Evrende sen varsın ve bu her şeyi değiştiriyor. Gözlerimdeki bakışta anlam değişti, ışığım değişti, gülümseyişim değişti. Her gülümseyişim değişti. Bebeğim. Bu otobüs seni başka bir şehre taşırken sana aşık bir adam bırakıyorsun geride ve sana bebeğim diyen, sensiz hayat artık eskisi gibi değil diyen…’