bildirgec.org

hikaye hakkında tüm yazılar

Sonu olmayan hikaye

| 30 August 2007 12:20

Özlemişti… Öfkeli nefesini; merdivenlerin bitimin de kendiside bitmek üzereyken.
Gülüyordu, dudaklarını ısırarak yarı ağlamaklı. Cebinden anahtarını çıkartıp, yalnızlığının kapısını araladı usulca. Işıkları yakmayı pek sevmezdi. Son günlerdeki küresel saçmalıklarda, bireysel ısınmamayı öngörüyordu zaten. Aynanın karşısına geçip süzdü biraz simasal yansımasını, karanlıkta güzel gözüküyordu bir tek kendine. Saçlarının kızıllığı geceye karışmış ayna alev almıştı; gözyaşlarını dökerken… Ne kahkahasının nede hıçkırığının sesini duymayalı uzun zaman olmuştu. Belki de bu yüzden ağlarken gülüyordu kendisine.
Yavaşça pencereyi açtı. Geceyi davet etti kendisine eşlik etmesi için. Bir adı vardı ama bu gece onu bile unutmak istiyordu… Özel an’lar için aldığı şarapları geldi aklına, mutfak dolabında yarı eğik tutuyordu onları. Bir yerlerden okumuştu, şarabın mantarı emmesi lazımmış…
Tirbişonu paslanmış şarabı da bayağı eskimişti. Kadehlerini aramaya erinip, köşe başı şarapçılarına bürünmüştü birden. Koltuğundan kendi dünyasını açtı. Düşüncelerine birazda alkol entegre ederek mırıldanmaya başladı…

son parti

| 29 August 2007 10:06

. üçüncü kat, yedi katlı bir apartman . akşamın mavisi, dışarda, çirkinliği istila halinde .

pencerenin önündeyim, seyrediyorum

. sisin arasından bir güneş hüzmesi daldaki serçeye vurmuş,

serçe şakıyor, yapraklar alkışlıyor .
serçe, sonunda küçük bir reveransla havalanıyor .

ağacın altından, kara, gudubet bir gölge, elinden tuttuğu pembe etekli kızını yokuşta sürüklüyor .

sonbahar . hayat her zamanki akışında . gri, mekanik ve anlamsız .
akşamdan kalma ruh haliyle aşağıda parçalanmış cesedime bakıyorum . insanlar, etrafımda
. şaşkın insanlar .
mutfağa gidip içecek bir şeyler arıyorum . bir şişe bira biraz domestos ve tuzruhu . kapı çalınıyor . elimde kokteylim
açıyorum . “merhaba” . gitarı duvara yaslayıp kanepeye atıyor
kendini
. “olum var ya süper bişey
yaa bir daha yapmalısın, mutlaka!”

hikaye başlangıcı…

uuuucar | 27 August 2007 17:34

Günlerdir tüm iğrençliğimle sokaklardayım.Bunalımlarımı satabileceğim bir insan arıyorum ama şimdiye kadar hiç mutlu birine rastlamadım.Zaten sokaklarda gezerken hiç kimseyle konuşmuyorum yani insanların mutlu olup olmadıklarını sadece görünüşlerinden anlıyorum.kim bilir belki de yanılıyorumdur!Ben yeterince mutsuz olduğum için tüm insanları da mutlusuz görmek istiyorumdur!Ayrıca çok fazla paraya ihtiyacım olduğu için bir yandan da iş arıyordum ki aslında bir tane buldum fakat bir gün çalıştıktan sonra işi bıraktım.çünkü iş, insanları kandırmak üzerine kurulmuş saçma bir işti!iki gün önce de bir iş için mülakata katıldım ve üç erkekten ikisi seçilecekti yani bir kişi elenecekti ki bu tek elenenin ben olması için elimden gelen bütün saçmalıkları yaptım diyebilirim.saçma sapan sorular sordum,konuşurken sesim titredi ve birde bu yetmezmiş gibi cümle kurmakta zorlandım ve iş hakkın da çok fazla tereddütüm olduğu için bunu da dile getirdim yani gerektiğinden çok daha fazla şüpheci davranarak elenmem için zemin hazırladım.Ayrıca en nefret ettiğim soruyla karşılaşınca saçmalamalarım çok daha fazla arttı.Bu soru ne miydi;-“bize kendinizi tanıtır mısınız” dı ki aslında bu imkansızdır.Yani birinin kendisini tanıtması dünyanın en zor şeylerinden biridir çünkü ben doğduğumdan beri kendimleyim ve aslında sürekli değişken bir yapım olduğunu çok iyi biliyorum.Ayrıca bir insan böyle bir soruya “ben çok yaratıcıyım” yada “dünya da eşim benzerim yok” gibi bir cevapta veremez ki yani ben kendimi hangi açıdan anlatacağım!!Çok fazla zaafımın olduğunu,çok fazla hayalimin olduğunu fakat hayallerimi gerçekleştirmek için hiçbir şey yapmadığı bu yüzden de kendimi çok zayıf hissettiği mi mi anlatsaydım yani!!!

son hikkkaye

| 18 August 2007 14:53

Serseri adımlar, siyah içki poşetlerinin, belediyenin park kenarına geçenlerde diktiği menekşeleri korkutan bir hızla dönüp dönüp geceye yükseldiği dar yolda, uzaklaştılar. Menekşeleri bir endişe almıştı sanki. Karanlıktı. Sırtları bana dönük, kulaktan kulağa bir şeyin, belirsiz bir şeyin, yalnız menekşelerin hissedebileceği bir kehanet belki de, ne ise, yaklaştığını fısıldıyorlardı birbirlerine. 10-15 adım solumda, Kameriye Kafe’nin karşısındaki parkta, köklerindeki titreyişle, tek kelimeyle, çiçektiler. İmgelerin kesin ölüm saatini yazan rüzgar vardı bir de ve sinirli bir anına denk gelmiştik. Sigaramı attığım gibi, aldı, paramparça edip, ucundan dağılan korları savurdu alt caddeye dönen sapağa kadar. Etraf sessizdi bir süre ancak sonuna kadar tatmin olmuş, boş, verimsiz bir otobüs sesi deldi ansızın her şeyi. Delip geçti. “Havada uçuşan kara maddelerdi belki karşılığı olmayan” diye ilk mısra… sonrasını kıvıramadım… Her şeyi için çok geç diye geçirmek için içimden, bir boşluk, altı çok noktalı bir defter yaprağı vardı sanki. Kenarı bin bir çeşit alkole maruz, büzülmüş ve kırışmış bir yaprak. Ben orada olsam ağlardım ama değildim neyse ki… yani… tam olarak değil.

Tilki Kuyruğu

ikuzgun | 15 August 2007 15:03

Tilki Kuyruğu
Adamın biri çok unutkanmış ve bundan çok muzdaripmiş, nasıl bir ilaç alsa da hangi otu içerse içsin geçmemiş. Çare olarak hocaya gitmiş. Hoca adamı bir süzmüş ve;
– Tamam senin derdine çare bende vardır. Lakin şimdi gidip yarın sabah geleceksin, gece boyunca da aklına asla tilki kuyruğu getirmeyeceksin!
– Tamam der adam, evin yolunu tutar.

Hocanın dediği gibi tilki kuyruğunu aklına getirmemeye çalışır. Fakat sürekli unutması gereken şeyi hatırlamaktadır. Gece boyunca aklından silmeye çalışsa da aklına sürekli tilki kuyruğu gelmiş. Uyuduğunda bile tilki kuyruğu görmüş. Ertesi gün adam heyecanla ve biraz da dertli bir şekilde sabah erkenden hocanın kapısını çalmış. Hoca sormuş,
– Ee akşam tilki kuyruğunu aklına getirdin mi? Adam;
– Hocam hiç aklımdan gitmedi ki. Hoca;
– “Hah” demiş, “işte şimdi tedavi oldun”

Normalde hiç aklımıza gelmeyecek şeyler, özellikle aklımıza getirmemeye çalıştığımız da önümüzde belirir. Sarı renge dikkat etmeyeceğim onu görmeyeceğim derseniz normalde görmediğin sarılar gözüne çarpar. Daha önce her gün gördüğünüz faka tdikkat etmediğiniz bütün sarıları görürsünüz. Tişörtlerde, ayakkabılarda, sokak lambalarında sarı görürsün. Sarı olmayanı bile sarı görmeye başlarsın.

Kitaplarla Ruh Sağaltımı

siyah zeytin | 10 August 2007 10:21

Kitaplarla Ruhu Sağaltma Yöntemi:

Bibliyoterapi adı verilen bu yöntemle terapi uygulanıyor. Bir psikolojik danışman gözetiminde yapılan bu terapide danışan kişinin sorunlarına yönelik çözüm önerileri, konusuna uygun olarak seçilen kitapla aranıyor.

Dikkat edilecek noktalar:

1. Danışanın problemine yönelik uygun kitabı seçme.

2. Kitabı doğru zamanda seçme ve terapiyi uygulamaya başlama.

3. Öykü, masal ya da roman kahramanının danışanın kişilik özellikleri ile benzer özellikleri taşıması.

4.Yaşanan sorunu belirleme ve tanımlama çalışması.