bildirgec.org

felsefe hakkında tüm yazılar

TÜRKÇEDE “ACI” SÖZCÜĞÜNÜN YETERSİZLİĞİNE DAİR VE YENİ SÖZCÜK ÖNERİLERİ

menese | 19 June 2006 00:55

logi
logi

“Acı” güzel türkçemizde temel olarak üç farklı algılamayı karşılamaya çalışan ve bunun için kuşkusuz elinden
gelen her şeyi yaptığı halde ne yazık ki yetersiz kalan minicik bir sözcüğümüzdür..Ona, çelimsiz omuzlarına
acımasızca yüklenmiş bu görevinde başarılar dilemek, yukarıda değinilen yetersizliğe çare olamamış ve hiçbir
zaman da olamayacaktır..Bu sözcüğün her kullanımında genellikle hemen düşüncemizde şekillenen anlamı; “biber acısı” olarak
tanımlayabileceğimiz kavramı bize işaret etmektedir.Ki sözcüğün salt bu anlamda kullanımı, bize göre görevinin
tek ve nihai yüklenimini pekiştirir özellik göstermektedir..İkinci olarak, karşılanan (algılanan) gerçekliklerden diğer “acılık” nitelemesinin, nicelik-nitelik özellikleriyle de göreli, salt “fiziksel dil” üzerine uygulanan “isot” acısından farkını, çayını incebelli bardakta beş küp şekerle içmeyi tercih eden bir kişinin -dalgınlıkla bile olsa- “hiç” şekerli olarak yudumlamasıyla oluşan “püskürtülesi” kötü tadla ortaya koyabiliriz..Algılanan bu “anlık” kötü tad ilk “acı”(biber)dan farklı olarak nispeten geçicilik de arz eder..Böylesi temelden farklılıkların doğrulanması sonucunda oluşan dilsel gereksinimi karşılamak üzere önereceğimiz sözcük “ığı” olup bu öneri, ancak nesnel-cisimsel olan şeyler üzerindeki önermelerin özneler-arası da olabileceği savı ile ilintilidir..”Acı” sözcüğünün son olarak yüklendiği anlam, yukarıda sözü edilenlerden daha kapsamlı ve daha “ağır” olarak
nitelendirilebilecek karakterde olup, “kalp acısı” örneğinde olduğu gibi hem fizyolojik hem de psikolojik
uyarılar olarak iki şekilde kendini ortaya koyar..Her iki durumun kökeninde yatan “ağrı” kavramından hareketle burada önerebileceğimiz sözcük “ağı”dır..
Sonuç olarak; bu ve daha önce önerilen sözcüklerin belirttikleri kavramların “ampirik” özellikleri nedeniyle yaşantıya elverişli, yaşanılan,denenilen göstergeler oluşturması, bilimsel açıdan ayrıca önemlidir..yararlanılan kaynaklarR.CARNAP: Logic and Language (1962)İ.TATLISES: Mantı ve Dil Üstünde İsotun Yeri ve Önemi Hakkında (sohbet-1992)

Yarın Yok…

byrya | 20 April 2006 00:30

Esmer bir çocuk tanırdım, arayan bir çocuk…

Öğrenmek için attığı her adımda hayatının anlamını sordu kendine ve birgün anladı ki hayatın hiçbir anlamı yok! Hayatını anlamlaştıran bir amaç biçilmemiş hiç kimseye, ama insanlar neler başarmışlar öyle değilmi…

Gerçektende hayatın hiçbir anlamı yok ama hepimizin hayatına anlam kazandıran bir benliğimiz var. Hayatımıza anlam kazandırmak için uğraşlarımız, acılarımız, aşklarımız, sevinçlerimiz. Hayat sonsuzlukta asılı kalmış koca bir soru işareti ve bizler yaşamlarımızla ona anlam kazandıran virgülleriyiz hayatın. Boşa geçirecek vakit yok ki yarın yok. Ne geç kalmalı nede acele etmeli. Ama yarın seni hatırlayacak bir sevgili olmalı en azından ve seni hatırlatacak bir yadigâr…

CENNET VE CEHENNEM

simya derel | 18 April 2006 14:12

Adam ve hayattaki tek arkadaşı olan köpeği bir kazada
Birlikte ölmüşlerdi…
Gökyüzüne çıktıktan sonra bembeyaz bulutların arasında
Dolaşmaya başladılar… Adam çok susamıştı…
Biraz su bulabilmek ümidiyle yürümeye devam ederken,
birden kendilerini muhteşem bir manzaranın karşısında buldular..
Rengarenk çiçeklerle süslü bir bahçe, altından yapılmış bir
Bahçe kapısı ve onları karşılayan beyazlar içinde bir kadın…
Adam köpeğiyle birlikte kadına yaklaştı ve sordu:
“Affedersiniz… Burası neresi?”
Kadın ona gülümsedi:
“Burası Cennet, efendim”. Adam bunun üzerine sevinçle
“Harika…!!!” dedi.
“Peki bana biraz su verebilir misiniz? Gerçekten çok susadım”….
Kadın cevap verdi: “Tabi efendim, içeri girin… içeride
Dilediğiniz kadar su bulabilirsiniz…..”
Böylece adam köpeğine döndü, “Hadi oğlum içeri giriyoruz”
diyerek kapıya yürüdü… ama kadın onu birden durdurdu:
“Üzgünüm efendim, köpeğiniz sizinle gelemez… hayvanları
İçeri almıyoruz…”
Bunun üzerine adam bir an durdu, düşündü ve geri dönüp
Köpeğiyle birlikte geldikleri yolun tam tersi yönünde yürümeye
koyuldular….
Bir süre geçtikten sonra kendilerini bu kez tozlu çamurlu
bir yolda buldular ve yolun sonunda karşılarına çiftlik girişini
andıran bir kapıyla yırtık pırtık elbiseli bir dede çıktı…
Adam sordu:”Affedersiniz…. bana biraz su verebilir misiniz??”
Dede “içeri gel” dedi… “kapıdan girdikten sonra sağ tarafta bir
çeşme var…”
Adam sordu: “Peki arkadaşım da benimle gelip oradan içebilir mi?”
Dede ” Tabii…” dedi. “çeşmenin yanında köpeğinin de su
İçebileceği bir kase bulacaksın…”
Bunun üzerine adam kapıdan girdi… biraz yürüdükten sonra
sağ tarafta çeşmeyi buldu… Adam çeşmeden köpek de oracıktaki
kaseden doya doya içerek susuzluklarını giderdiler….
Derken adam geri giderek girişte bekleyen dedeye sordu:
“Su için çok teşekkür ederim… Peki burası neresi..?”
Dede “Burası cennet” dedi. Bunu duyan adam şaşırdı:
“Ama nasıl olur…? az önce burası gibi kırık dökük olmayan
muhteşem bir yere gittik ve orasının da Cennet olduğunu söylediler…”
Dede “şu rengarenk çiçeklerle süslü altın kapılı yer mi?”
dedi… ” ama orası Cehennem..”
Adam iyice şaşırmıştı: “Peki ama orası sizin adınızı kullanarak
insanları kandırıyor diye hiç kızmıyor musunuz..??”
Dede gülümsedi:
“Kızmıyoruz…çünkü onlar kendi çıkarı için en iyi
arkadaşını yarı yolda bırakanları Cennet’ten uzak tutuyorlar….”
Dostlarınızı yarı yolda bırakmayın. Bir dostun derdine herkes
üzülebilir, bu çok kolaydır. Bir dostun başarısına sevinebilmek ise
sağlam bir karakter gerektirir..

Senin hayatın mı? hadi ordan be!!!

tissss | 13 April 2006 06:17

merhabalar,

Ben İTÜ’ de okuyan, sınavları tepesine binmiş(tabi ben buna hazır değilim), kötü bir ilişki yaşamış, gitgide bunalıma doğru yaklaşan biri olarak taa ufaklığımdan bu yana yaşamış olduğun hayatımı yeniden sorgulamaya başladım ve “hayatım” demekten vazgeçtim. Vazgeçtim çünkü benim hayatım dediğimiz hayat ne kadar bizim, benim isteklerim dediğimiz ve yaptığımız istekler ne kadar bizim, bizim düşüncelerim dediğimiz düşünceler ne kadar bizim. Çocukluğumuzdan beri en başta ailemiz olmak üzere, mahalle arkadaşlarımız, okul arkadaşlarımız, öğretmenlerimiz, saçımız uzun diye her sabah azarını işittiğimiz müdürümüz, yaşadığımız ülkenin şartlar bizi ne kadar etkiliyor. Tercihlerimizi, düşüncelerimizi ve davranışlarımızı? Ben takriben %90 diye düşünüyorum. Yani tercihleri geçtim, sonuçlarına bakalım. Benim hatam dediğmiz hata ne kadar bizim. Bu hatalara üzülüp kendimizi paralamak ne kadar doğru. İşte bunlar beynimi kemiren ve belkide açacağım temiz bir sayfaya nürekkep olacak düşünceler. Kendi hayatımı yorumlayabildiğim kadarıyla bir de ufak felsefe geliştirdim kendime. Doğdum doğalı bir otobüsteyim ve uyuyorum. Uyuyorum ve çoğu zaman geçtiğimiz yerlerin bile farkında değilim. Esas sıkıntı şurdaki ineceğim yeri bile bilmiyoum. Bazen sesleniyor birileri “kardeş kalk, geldik” diye. İnanıyorum ve iniyorum. İniyorum ama burası değil, inmek istediğim yer burası değil ve burda mutlu değilim zira hemen hemen kimse mutlu değil. Şükür ki fazladan bir biletim daha var, kaldı ki çoğu zaman kimseye 2. bilet verilmiyor bile. Nerde indiysen artık ordasın, ta ki son otobüs gelene kadar. Tekrar biniyorum ve uyumaya devam. Bazı bazı güzel yerler görüyorum camdan ve içimde bir umut beliriyor orada mutlu olabileceğime dair. Sesleniyorum “kaptaan inecek var” diye ama bu seferde kaptan müsade etmiyor. “Müsait değil” diyor ve gene tanık oluyorum benim hayatım dediğim hayatın benden ne kadar da uzak olduğuna. Artık tek bir şansım kaldı, camı kırıp atlamak. Evet belki çok riskli, belki dışlanmak var işin sonunda belki bir daha otobüse alınmamak ve en kötüsüde ilk defa benim hayatım diyebilmeye doğru adım atmışken orada da mutlu olamamak. Ama ben atlayacağım. Tahammülüm kalmadı artık Tepedekilerin belirlediği duraklarda, onların belirlediği saatlerde inmeye. Ben atlayacağım arkadaş, gelen var mı?…Kaptaaan!!! Durmazsan durma be…

Beni pek mutlu etmiyor ama mutluluğun formülünü buldum arkadaslar

sbaskentli | 07 February 2006 20:50

Hepimiz yaşam dediğimiz süreç içerisinde sık sık ve hatta çoğu zaman mutsuzlukdan yakınır dururuz.

İşimizden mutsuzuzdur.Evimizde mutsuzuzdur.Arkadaş çevresinde sorun lar vardır.

tabi ki bunların hepsi bir arada yaşanacak diye bir teşhis koymk çok yanlış olur. Dönem dönem bu sınıflandırmaların herhangi birinde mutsuz oldğumuz zaman birimleri yaşanmaktadır.

Ama işin aslına indiğiniz zaman mutsuz olmamızın sebebi kendimizle alakalı olmamakla beraber çevremizdekiler ile alakalıdır. Ya birilerini mutlu etmeye memnun etmeye çalışırken mutsuzluk girdabına düşmüşüzdür. Ya da başkalarının sorunları na dertlenirken hüzünlenmişizdir.

büyük eşcinseller

azurenus | 22 August 2005 08:40

ülkemiz [homofobiklerle] dolup taşıyoken, işte insanlık tarihinde iz bırakmış büyük eşcinseller. aralarında: socrates, plato, iskender, fatih sultan mehmet, leonardo da vinci, michelangelo, montaigne, francis bacon, shakespeare, caravaggio, Emily Dickinson, Oscar Wilde, Virginia Woolf, Greta Garbo, Andy Warhol gibi isimler bulunuyor.

[tarihin büyük eşcinselleri]

karşımıza öyle değerli bir liste çıkıyor ki, bu listede adı geçenlerin başarılarından habersiz olanlar boşuna yaşıyor dememek elde değil.

Sahte Bireycilik

bencil-hafif | 29 June 2005 20:54

Yaşamak için, kendi düşünce gücünden destek alma sorumluluğunu reddedip, başkasının ürettiklerine zorla el koyarak yaşamını sürdürmek isteyen kişi, bireyci değildir.

Bireycilik kuramı, objektivizm felsefesinin merkezi parçasıdır. Bireycilik, her şeyden önce ahlaki-politik ve ahlaki-psikolojik bir kavramdır. Ahlaki-politik bir kavram olarak bireycilik, birey haklarının üstünlüğünü, insanın başkaları için değil kendisi için bir amaç olduğunu savunur. Ahlaki-psikolojik bir kavram olarak bireycilik, insanın bağımsız olarak düşünmesi, hiçbir şeye kendi zekasının hakimiyetinden daha fazla değer vermemesi demektir.