bildirgec.org

tissss

11 yıl önce üye olmuş, 7 yazı yazmış. 5 yorum yazmış.

MASAL

tissss | 14 December 2008 12:13

Zamanıııın birinde, öyle ki kalburlar falan saman içinde,
beceriksizliğiyle ün salmış bir çiftçi varmış, öyle ki ne ektiğinden
ürün alırmış, ne biçtiğinden hayır görürmüş…beceriksizliği öyle ün
salmış öyle dillere düşmüş ki artık duramamış terketmiş diyarını,
vermiş kendini dağlara bayırlara…Çünkü bir tek kendi inanmazmış
beceriksiz olduğuna, hep toprağa vermiş bahaneyi, yağmurda yeterince
yağmıyormuş hani, bahane bu ya herşey yolunda gitse yabaniler dadanmış
topraklarına…o dağ senin bu bayır benim yarı aç, yarı tok, azıcık
dermanla, kocaman umutla aramış durmuş mutlu olacağı toprakları…gün
saymış, aylar çıkagelmiş, ay saymış, aylar mevsimlere
tutunmuş…mevsimler? vazgeçmiş artık zamandan…ramak kalmış
kendinden vazgeçecekken, son adım son tepe…gözleri kamaştıran
tepedeki güneş miydi, yoksa altın sarısı topraklar, üzerinde yaşlanmış
kusursuz meşe ağaçları mıydı? toprakla kucaklaşana kadar o da
bilememiş…”İşte burası, gerçekten yaşayacağım, şu aciz ömrümü
geçireceğim ve canımı teslim edeceğim, beni merhametle kucaklayacak
topraklar buraları…İşte burası ektiğimin karşılığını cömertçe
verecek çayırlar burası..İşte burası Cennet Çayırları…”. Öyle
sevmiş, öyle inanmış ki bu topraklara, hiç bir canlıya, hiç bir yere
vermediği sevgiyi, emeği, özeni göstermiş…toprakta, dili yok ya
hani, o da çok sevmiş çiftçiyi…ama yine ters giden birşeyler, eksik
kalan birşeyler varmış…Hasat zamanı gelmiş geçmiş, toprak gene aynı
toprak…kabullenememiş çiftçi, öyle sevmiş öyle inanmışki bu yerlere,
imkansızmış bu toprakların verimsiz olması… geriye kabullenecek bir
tek şey kalmış…Kendi beceriksizliği!!! Kahretmiş bu gerçek
bizimkini, üründe falan aklı kalmamış ama Cennet Çayırlarını
haketmediği düşüncesi yemiş bitirmiş çiftçiyi…Ve aniden çekmiiiş
gitmiş kendi dahil kimsenin bilmediği yerlere…Yanında sevgisi, acısı
ve bir gün farkında olmadan kendini Cennet Çayırlarında bulma umudu
ile…

Yalnızlığı Anla…

tissss | 17 January 2007 02:55

Ben çocukken, çok uzaklardan çok sevdiğim biri gelirdi zaman zaman. Öyle ki dünyalar benim olurdu o geldiğinde, babadan okulu asma izni güç bela alınırdı. Yanımda kaldığı o kısa zaman kırıntıları en sevdiğim şarkı kadar kısa gelirdi hep. Gitme vakti geldiğinde çıkamazdım uğurlamaya, anlamazdım çünkü neden gittiğini, iş? güç? arkada bekleyen biri?…anlayamazdım hiç birini, kabullenemezdim gidiş sebebi olarak. Seviyordum işte onun yanımda olmasını, onunla vakit geçirmeyi, yemek yemeyi, ufak bahçemizde top oynamayı ve saklambaç bazen…anlayamazdım niye gitmesi gerektiğini, anlatamazlardı bana. O giderken çıkamazdım uğurlamaya. Evin en arka odasına, dolabın arkasına saklanır kendimin bile duyamayacağı kadar sessiz, bir çocuğun gönlünün kaldıramayacağı kadar şiddetli ağlardım.

İTÜ deki olayın içyüzü….

tissss | 15 May 2006 22:29

merhabalar efendim,

bu yazımda İ.T.Ü. de son zamanlarda gerçekleşen olayların iç yüzünü anlatmak istiyorum, zira her şeyi iç yüzüyle değil de çarğıcı yönüyle anlatmayı seven ülkemin medyası bu olayıda ziyadesiyle çarptımayı başarmıştı. Efendim biz İ.T.Ü. lüler olarak pek alışık değiliz öyle siyasi olaylar, kargaşalar, okulda her daim çevik kuvvet bulundurulması falan bunlar bizim işimiz değil zira olamazda okulun yoğun ders programı müsade etmez böyle uğraşılara. Gelgelelim okulda her sene bahar şenliği adı altında düzenlenen, dışardan bakıldığında şenlik gibi görünen, zaman zaman okula, rektöre, eğitim sistemine, iktidara atıp tutma şeklinde olan, bir etkinlikti bu sene İ.T.Ü yü karıştıran. Çoğu zaman mantıklı gelen (yaz okulu ücretsiz olsun, yemek fiyatları düşürülsün…gibi) istekleri sanki tamamen bir maskeden ibaretti öyle ki bu sene ki şenliklerde bu istekler bir kenara bırakılmış pkk ve apo sloganları atılmaya başlanmıştı güpegündüz hemde kampüsün tam ortasında. Ve inanmıycaksınız ama Türkçe bir şekilde…2 gün önce bu adamların amcası, dayısı, abisi doğuda öğreni servisine, benim memleketimin ufacık minicik yavrularına, anakuzularına bombalı saldırı yapıyordu, ve bu adamlar T.C. ‘ne ait bir üniversitedee ayan beyan bu adamların lehine slogan atıyordu. Biz daha olayın şokunu atlatamadan, bunlara alışık olan arkadaşlarımız hemen harekete geçtiler ve içeriğinde sadece Türk bayrağı, Türk marşları ve Atatürk olan bir tepki yürüyüşü düzenlediler. Ertesi gün birazı dışarıdan birazı içeriden olan bu pkk yanlıları 20-30 kişilik bir gruplar yemekhanenin orta yerinde bu tepki yürüyüşünün bildirisini dağıtan genci sopalarla linç ettiler. Ama artık sabırlar taşmıştı…başka zaman “amaan banane ne yaparlarsa yapsınlar” diyen arkadaşlarım bile artık daha duyarlıydı ve ne olursa olsun o yürüyüş yapılacaktı. Efendim ertesi gün İ.T.Ü. muazzam bir kalabalık eşliğinde bir öğretim üyesinin önderliğinde Türk marşları okuyarak ve İstiklal marşıyla sonlandırarak tepkisini ortaya koydu. Fakat yürüyüşü duyup dışarıdan gelen bir grup ülkücü arkadaş(sağolsunlar gelmişler ama..) yürüyüşümüzün amacını yanlış anlamış olacaklar ki Polis barikatını aşıp pkk yanlısı gruba saldırma çabası içindeydi, aynı zamandada siyasi sloganlar atmaya başladıklarında İ.T.Ü. nün “İTÜ de siyaset istemiyoruz” şeklindeki sloganlarıyla bastırıldılar…Yürüyüşümüz tertemiz sonlanmıştı…Atatürk ‘çü gençlik kalitesini bozmadan, kargaşa çıkarmak isteyen o adi pkk yanlısı adamlara uymadan, tepkisini ve birlikteliğini gözler önüne sermişti. İTÜ lüden gurur duyarak okuldan ayrıldım ve gözümü haberlere diktim…ama medya gene yapacağını yapmıştı, ve çarpıcı haber yapmak uğruna neye alet olduklarının darkında değildiler…bunu yapan herhangi bir kuruluş değil, güvendiğimiz milliyet, ntc gibi kurumlardı..başlıklarda “İTÜ lü ülkücüler karşıt grubu linç etti”…bu nasıl şeydi a..ben oradaydım ve linç minç yoktu…sadece Türk bayrakları ve Türk marşları vardı…meğer dışarıdan gelen ülkücüler dışarıda pkk yanlısı bir adamı yakalayıp gerçekten linç etmişler…bana sorarsanız az bile yapmışlar fakat o gün lanse edilmesi gereken onca güzellik, birliktelik varken o olaynı lanse edilmesi hiç yakışmadı….yazıklar olsun medya…ordaki muazzam kalabalığın hepsini ülkücü, o şerefsiz pkk yanlılarını da karşıt grup diye geçiştirdin ya..helal olsun…

üniversite = ilim, irfan, hülya avşar…

tissss | 02 May 2006 14:21

Herkese merhabalar, öncelikle belirtiyim bu yazımda yasak olmasına rağmen kopyala yapıştır yapacam. Çünkü alıntısını yaptığım bu makale gerçekten okunası, üstüne düşünülesi, ibret alınası ve belki de hayatımızda bir şeyleri değiştirmenin vakti geldi dedirtecek türden bi makale. Lütfen sonuna kadar okuyunuz…

Hülya Avşar krizi

İstanbul Teknik Üniversitesi öğretim üyesi profesör Celal Şengör, öğrencilerinin bilimsel çalışmalara ilgisizliği sonucu, emekli olmaya karar vermiş.
Vatan haberi “İTÜ’de Hülya Avşar krizi” başlığıyla vermiş ama Prof. Şengör’ün Avşar’a tepkiden değil, eğitim sisteminin içler acısı haline öfkeli olduğu haberi okuyunca anlaşılıyor.
İTÜ’de aynı gün yapılan iki panelden birinde, Amerika’dan rica-minnetle getirtilen bilim adamları konuşuyor. Bu paneli sadece 4 öğrenci izliyor. Diğer panelde ise Hülya Avşar konuşuyor ve bu panele tam 600 öğrenci katılıyor.
Türkiye’nin en köklü üniversitelerinden birinde ortaya çıkan bu tablo, Şengör’ü pes ettiriyor.
Her konunun magazinleştirilmesinin en doğal sonucu yaşamın her alanında etkisini hissettiriyor.
Televizyonlarda bilgi yarışmalarına katılan konuklar, dünya klasiklerini, ünlü romanları, bırakın onu filmleri bilmekte zorlanıyor ama güncel magazini sular seller gibi hatmetmiş görünüyor.
Üniversiteleri kışlaya çeviren YÖK sisteminin bu işte sorumluluğu var ama YÖK’ten önce de durumun çok farklı olduğunu iddia edemeyiz.
Öyle olsa, Server Tanilli’nin 12 Eylül’den önce verdiği, kültür eğitimini hedefleyen “Uygarlık Tarihi” dersleri dolup taşar mıydı?
Türkiye açıkça itiraf etmeliyiz ki, eğitim işinde daha yolun ortasında çuvalladı.
Başarılı test çözmeye dayalı, dershane ağırlıklı eğitim sistemi bilimsel merakı olmayan, broşürden öte kitap okumayı sevmeyen bir kuşak ortaya çıkardı. Türkiye’de kitaba meraklı kuşakların başına gelenlerin de bu konuda ciddi bir katkısı oldu elbette.
Ancak ülkenin önde gelen özel okulları hariç, ilköğretim ve lise hayatı okumaya, araştırmaya meraklı öğrenciler yetiştiremedi.
Üniversite kapısından içeriye, dünyada ve ülkesinde olan bitenlere meraksız, sadece para kazanmayı hedefleyen, taşralı gençler girmeye başladı. Bunların bir bölümü üniversitede öğretim görevlisi olarak kalınca, tüm sisteme taşralılık egemen oldu.
Bugün bırakın üniversite öğrencilerini, öğretim görevlilerinin bilgi seviyesi, dünya olaylarını izleme seviyesi gerçekten içler acısı hale geldi.
Düşünmeyi değil düşünmemeyi teşvik eden, öğrenmeyi değil not almayı teşvik eden bir sistemle geldiğimiz nokta bu. Gençler kendilerini yakından ilgilendiren konulardan sıkılıyor, magazinle yetiniyor.
Laikliği, başörtüsünü tartışıyoruz ama bu can alıcı sorunu görmezden geliyoruz.
Tarih diye üçbeş klişeyi ezberleyen, bilim adamı deyince aklına Zekeriya Beyaz gelen bir kuşakla Avrupa’nın en dinamik ama en taşralı nüfusunu yetiştiriyoruz.
Haydi diyelim ki, genel kültürü zayıf ama bilime, teknolojiye meraklı bir kuşak geliyor ama maalesef onu da beceremiyoruz.
Sonuçta da, her birine binlerce dolar harcanmış, diplomalı işsizlerle karşı karşıya kalıyoruz.
Statükonun direnişi, iktidarların basiretsiz tutumu nedeniyle de, bu tabloyu değiştirecek adımları atamıyoruz.
Sonuçta elde kalan nitelikli bilim adamlarını da tek tek pes ettirip kaçırıyoruz.

Hadi ordan Talabani, yeter artık satma ruhunu…

tissss | 24 April 2006 15:12

Kaynıyor yurdumun dört bir tarafı…var bi huzursuzluk var bi gerginlik her an hissediyorum bunu…okulumun bölücü gençleri daha bir bölücü, daha bir asi ellerindeki bildirileri dağıtırken bile…haykırıyorlar hep bir ağızdan “önce Amerika sonra da Türkiye…Irak’taki kardeşlerimizi biiremiyceksiniz…kahrolsun emperyalizm…”. Haberlerde tonton bıyıklı bir amca çıkıyor…Sınıra yığılan İran ve Türk askerleri yığıldıkları yerde kalacaklar, Irak’a karşı hiç bir devletin sınır ötesi operasyon yapmaya hakkı yok diyor…7 yaşındaki kardeşim bile gülüyor bu sözlere…”orası artık Irak değil ki, Amerika bi kerem” diye gülümsüyor ve alay ediyor…ne diyosun sen Talabani amca, hangi Irak…Hangi operasyon…Elin Amerikası geldi çoluğunuzu çocuğunuzu öldürdü katletti, sesiniz çıkamadı, amerikalı liderlerle birlik mesajları verdiniz ağzı salyalı habercilere ve timsah gözyaşları döktünüz sokaktaki vatandaş önünüzü kesip çocuğuna karısına yas tutarken…merhametli Türk askerinden mi korkuyosun bunca acı dolu sahneden sonra bile…bırakın artık bırakın bari İyi niyetli taraflar olaya el atsın bırakın artık daha fazla destek olmayın emperyalist şerefsizlere…bırakın artık “kürdistan kürdistan biji kürdistan” diye haykırmayı görmüyomusunuz kendi toprağınızdan oldunuz…bırakın artık Türkiyemin yakasını, alın pkk lılarınızı defolun gidin amerikanın şefkatli kucağına…Kardeş olan Türk le Kürdü düşman yaptılar birbirine ve gözyumdunuz buna…yazıklar olsun

güzellik,hisler, ve kırıklardan arta kalanlar

tissss | 24 April 2006 00:47

“hıh sen bir metre önünden yürüyen göbeğinin farkında değilsin heralde” demişti bir bayan anladığınız üzere göbekli olan bir arkadaşıma…o an arkadaşımın yüzündeki üzüntüyü görmektense onun yerinde olup o hayal kırıklığını kendim yaşamış olmayı dilerdim çünkü dışardan çok daha acı verici duruyordu arkadaşımın bakışları…neydi ki yani onun suçu, tamam belki çoğu insan tarafından beğenilmeyebilirdi ve gerçekten göbeği büyük olabilirdi ama, oda hakediyordu kanımca birileriyle konuşabilmeyi, derdini anlatabilmeyi ve içindeki güzelliği gösterebilmeyi…neydi yani o bayan evet belki güzeldi ama bence insan değil sadece güzel bir hayvandı..hayvandı diyorum kusura bakmayın ama artık hayvan gözüyle bakıyorum kimsenin duygularına, düşüncelerine, hislerine önem vermeyen ve bir kaç güzellik unsuruyla dünyayı ellerinde tuttuklarını zanneden insan kılıklılara…cümleleri uzun tutuyorum kusura bakmayın çünkü henüz yılmaz erdoğan’ın bana bir şeyhler oluyor oyununu seyrettim ve gene orda geçen bir sözle bitirmek istiyorum yazımı “takmayın güzellik meselesini kafanıza diyordu Tanrı, zira aranızda en güzel benim, benimde belli bir cismim yok, o zaman takmayın bu güzellik meselenizi kafanıza”….ne güzel demişsin yılmaz abi..kalemine sağlık…artık sizde takmayın bu güzellik meselesini kafanıza…birde bonus söz..:)…”Sen anlat dedi Tanrı bana, anlaşılsın diye değil, hiçbir mükafat beklemeden anlat…zira bir mükafattır artık anlatıcıya, doğru düzgün anlaşılmak”

Senin hayatın mı? hadi ordan be!!!

tissss | 13 April 2006 06:17

merhabalar,

Ben İTÜ’ de okuyan, sınavları tepesine binmiş(tabi ben buna hazır değilim), kötü bir ilişki yaşamış, gitgide bunalıma doğru yaklaşan biri olarak taa ufaklığımdan bu yana yaşamış olduğun hayatımı yeniden sorgulamaya başladım ve “hayatım” demekten vazgeçtim. Vazgeçtim çünkü benim hayatım dediğimiz hayat ne kadar bizim, benim isteklerim dediğimiz ve yaptığımız istekler ne kadar bizim, bizim düşüncelerim dediğimiz düşünceler ne kadar bizim. Çocukluğumuzdan beri en başta ailemiz olmak üzere, mahalle arkadaşlarımız, okul arkadaşlarımız, öğretmenlerimiz, saçımız uzun diye her sabah azarını işittiğimiz müdürümüz, yaşadığımız ülkenin şartlar bizi ne kadar etkiliyor. Tercihlerimizi, düşüncelerimizi ve davranışlarımızı? Ben takriben %90 diye düşünüyorum. Yani tercihleri geçtim, sonuçlarına bakalım. Benim hatam dediğmiz hata ne kadar bizim. Bu hatalara üzülüp kendimizi paralamak ne kadar doğru. İşte bunlar beynimi kemiren ve belkide açacağım temiz bir sayfaya nürekkep olacak düşünceler. Kendi hayatımı yorumlayabildiğim kadarıyla bir de ufak felsefe geliştirdim kendime. Doğdum doğalı bir otobüsteyim ve uyuyorum. Uyuyorum ve çoğu zaman geçtiğimiz yerlerin bile farkında değilim. Esas sıkıntı şurdaki ineceğim yeri bile bilmiyoum. Bazen sesleniyor birileri “kardeş kalk, geldik” diye. İnanıyorum ve iniyorum. İniyorum ama burası değil, inmek istediğim yer burası değil ve burda mutlu değilim zira hemen hemen kimse mutlu değil. Şükür ki fazladan bir biletim daha var, kaldı ki çoğu zaman kimseye 2. bilet verilmiyor bile. Nerde indiysen artık ordasın, ta ki son otobüs gelene kadar. Tekrar biniyorum ve uyumaya devam. Bazı bazı güzel yerler görüyorum camdan ve içimde bir umut beliriyor orada mutlu olabileceğime dair. Sesleniyorum “kaptaan inecek var” diye ama bu seferde kaptan müsade etmiyor. “Müsait değil” diyor ve gene tanık oluyorum benim hayatım dediğim hayatın benden ne kadar da uzak olduğuna. Artık tek bir şansım kaldı, camı kırıp atlamak. Evet belki çok riskli, belki dışlanmak var işin sonunda belki bir daha otobüse alınmamak ve en kötüsüde ilk defa benim hayatım diyebilmeye doğru adım atmışken orada da mutlu olamamak. Ama ben atlayacağım. Tahammülüm kalmadı artık Tepedekilerin belirlediği duraklarda, onların belirlediği saatlerde inmeye. Ben atlayacağım arkadaş, gelen var mı?…Kaptaaan!!! Durmazsan durma be…