bildirgec.org

elma hakkında tüm yazılar

ekşi sözlük ve klonları

odo | 13 November 2007 20:22

ekşi sözlük adı ile 1999 yılında açılan kulvar, bereketli bir toprak yakalamış olacak ki irili ufaklı çok sayıda topluluğa dönüştü. her ne kadar başlıkta diğerlerini klon diye tanımlamış olsam da bu sitelere asıl-taklit ekseninde yaklaşmak için artık çok geç.

olabildiğince kapsamlı tutmaya çalıştığım bu listeyi hizmetinize sunuyorum.

ekşi sözlük
kutsal bilgi kaynağı

nedir antoloji
sözcükler kelimeler kavramlar ve anlamlar

gamextreme

interaktif ansiklopedi

Elma Şeklinde USB Hoparlör!

emrahp_ | 09 November 2007 21:17

Elma şeklinde dizayn edilmiş, USB arayüzlü bu hoparlörü MAC veya PC’lerinizde kullanabilirsiniz. Yalnızca 1W’lık ve 112 x 194 x 56 mm boyutlarındaki bu hoparlör yaklaşık 36$’a burada satışa sunulmuş.

İphone’nin bir bir özelliği +Videolu!

NLPMaster | 12 July 2007 21:14

Kimisini meraktan öldüren, kimisini mağaza önünde sabahlara dek bekeleten iphone özelliklerini ve video görüntüsünü bu bağlantıdabulabilirsiniz.
Apple firmasının bu yeni ürünü kendinden çok bahsettiriyor.
Kimisine göre hemen almanız gereken (Fırsatınıve parasını bulunca), kimisine göreyeni nesillerini beklemeniz gereken iphonehakkındaki fikrinize katkısı olabilir düşüncesindeyim.

Kazandibi Hardcore

buddhala | 22 May 2007 11:39

Aslında çok önceden bu konu aklıma gelmişti. Tartışmıştım birkaç kişiyle, bana dar kafalı diyenler de vardı. Görüşleridir, belirtmekte özgürlerdir, saygı duyarım.

Bakkalda, manavda, bildiğin esnafta zılgıt çeke çeke reklamı yapılıp, bimbir gırtlak eseriyle satılmaya çalışılan memleketimin kendine has ürünleri, üstüne birkaç yabancı amblem yapıştırılınca, yok satmaya başlıyor! Hem de esnaf bey amcamın koyduğu Lidya lirasından daha fazla liraya…

Ayşe Kadın Fasulyesi’ ni gören oldu mu aranızda son zamanlarda… Mrs. Knorr Fasulyesi için sıraya girdi belki? Ayşeler de yesin diye…

Elma mucizesi

kopanisti | 21 February 2007 14:11

Tanrı, Adem’i yeryüzünde yaratır, bir süre sonra da yanlız kalmasın diye havva’yı yaratır, daha önce yarattıklarının arasında onlara hayat verir. her taraf meyve ağaçları ile bahçeler ile doludur, tertemiz dereler şırıl şırıl akmakdadır. gökyüzü masmavidir. Bunların hepsini sizin için yarattım der, kendiniz için kullanın faydalanın, yanlız bu ağaçtan uzak durun onun meyvesini yemeyin. Şeytanın işi gücü yok ya dayanamaz bu mutluluğa ve birşeyer yapmak bu saadetin arasına kara kedi gibi sızmak, mutluluğu dağıtmak ister. bir süre sonra Havva’nın kanına girer alın bu meyveyi yiyin diye tutturur da tutturur. Havva’ya da bir süre sonra gına gelir alır meyveyi Adem le beraber bir güzel yerler. Yerler ki bu şeytan onlara rahat versin artık diye düşünürler. ve yasağa uymadıkları için de Tanrı tarafından cezalandırılırlar. Buradaki meyve neden elma diye yutturuldu bize diye düşünür dururum. Neyse günahı yutturanın boynuna bizim konumuz bu değil, konumuz bir mucize meyve. Elma. Her bir elma çekirdeğinde adeta koskoca kimya fabrikaları vardır ama biz bu fabrikaları göremeyiz. Elmanın içindeki maddeleri eksiksiz yapabilmek için gerekli olan bu çekirdek toprağa düştükten sonra üstündeki toprağı yararak bir filiz halinde yükselmeye başlar. Büyür ağaç olur meyvelerini verir. Kutsal Kitabın “onda sizin bilmediğiniz kudretler var” diye tanımladığı kudretlerden biri olan demir elmanın içinde mevcuttur. Bu güzel meyve bizim kemik iliğimizin ve kanımızın temel maddesi olan 2 değerli demiri korumak için özel elma asidi üretir ve hatta bunlar yiyince hassas midelerimizi rahatsız etmesin diye de birde yanında karbonat iyonları sunar. biyolojik hayatımızın anahtarı olan vitaminlerin ilme yansımalarında elmanın başrol oynadığını görür ve şaşırırız. elmanın içerdiği bazı iksirler gerçekten de bizi hayrete düşürür, bu mucize karşısında elimiz kolumuz bağlanır. nasıl oluyorda bu meyvenin içinde bunlar bulunuyor deriz. dışı renkli bir kabuk içi beyaz, ortası çekirdekli, üstelik çok da acı olan çekirdeklerdir, yuvarlakça bir meyve nasıl bu özelliklere sahip olabilir diye düşüncelere dalarız. yine devam edersek elmanın özel meyve şekeri ile doğrudan doğruya karaciğerimizin hücrelerini de koruduğunu görürüz. meyve asitleri, bir yandan 2 değerli demiri ve C vitaminini bozulmaktan korurken, diğer yandan da karaciğerimizdeki kimyevi faaliyetlerde başrol oynar. 2 değerli demir iyonları doğrudan doğruya kanımızın temel maddeleridir. maalesef hastalara ilaç şeklinde verilen demir, 3 değerli olduğundan bunu yanında fevkalade zayıf kalır, bu zayıflığının yanında bağırsaklarını tahrip etmekten öteye de geçemez. her ilacın yan tesiri vardır ama elmanın yoktur, hergün bir tane yiyiniz. Elmanın, kökleri vasıtası ile topraktan aldığı demir iyonunu indirgeyerek 2 değerli demir haline getirmesi de başlı başına bir mucize ve kudrettir. tabiat ana ve Yaratıcı cömerttir, herşeyi bize verir. böyle bir faaliyetin elmanın kendisine uzaktan yakından bir faydası olamamasına rağmen yiyen için fevkalade faydalı olması onun mucizesidir. bir elmada bulunan 2 değerli demir, tamı tamına bizim gibi normal bir insanın günlük demir ihtiyacı kadardır, daha ne söylenebilir ki, hergün bir elma ye. elmada, suda eriyen vitaminlerin de tamamı mevcuttur. bu yüksek miktarda C vitamini ve meyva asiti, elmayı adeta sembolize eder. ve yine ne mucizedir ki bir elmanın taşıdığı C vitamini de bizim günlük C vitamini ihtiyacımıza denktir. Elma üstüne üstlük, özünde taşıdığı bikarbonat iyonları sayesinde sindirimi kolaylaştıran tek meyve özedlliğine de sahiptir. yemeklerden sonra elma yediğinizde neden midenizin rahatladığını şimdi anladınız mı? Ayrıca kokusu da insanı rahatlatır, mutluluk hormonlarını salgılatır, insana huzur verir. Elmadan yapılan sirkenin de faydaları saymakla bitmez, fazla uzun olmasın o sirke de başka bir yazının konusu olsun, Ne güzel meyvedir elma, işte bu nedenle Tanrı’nın yasakladığı meyve elma olamaz.

Elmanın Tamamı

plakton | 09 February 2007 22:18

Yine mutfak tezgâhının başında gelmişti düşünceler. Eve gireli daha bir saat olmamıştı hâlbuki. Bir cinayetten geliyordu. Bir aşkı katletmişti. Umarsızca öldürmüştü sevdiği kadını şehrin karanlık sokaklarında. Hafif hafif yağan kırmızı yağmurun altında katletmişti onu. Herkes görmüştü ama kimse hiçbir şey dememişti. Kalabalık yalnızlıkların arasından başı dik çıkmıştı. Bağırıyordu ama duyan olmadığından emindi.

Eve geldiğinde her zaman yaptığını yaptı. Bir bardağa buz koydu ve yarısına kadar doldurdu. Akşam yemeği yememişti hâlbuki daha. Ama içecekti işte. Her kaybettiği kadının arkasından içtiği gibi. Kilo kaybediyordu ve bunun farkındaydı. Çevresindeki insanlar ona akıl veriyorlardı sürekli. Ama o akıl istemiyordu ki. Herkes depresyona girdiğini ve bu yüzden bunalımlarının olduğunu, sonucunun da kilo kaybı olduğunu söylüyordu.

SEMRA TEHLİKESİ…

koza 68 | 02 February 2007 22:17

Ankara yolculuğum keyifli geçiyordu, ta ki diz üstümü açıp o kelimeyi fark edinceye dek…Sonra her şey kabusa döndü birden…Ankara’ya inmeden kararımı vermeliydim…strong>
Verdim de zaten; Semra hanıma “ biat” ediyorum ben!…Ona bulaşmıyorum artık…

O ne derse,ne yazarsa doğrudur…
Dürüst olmam gerekiyor; Aldanmışım !…Ona ait fikirlerin çürük sandığım noktaları meğer parlayan bir güneşmiş…Karanlık saatler bir gün benim de kapımı çalmadan yanlışımdan dönüyorum, yani erdemli davranıyorum…Bundan böyle; Selma üstadıma zinhar bulaşmam,her yazdığının altına gözü kapalı imzamı atarım… Irkçıymış,kafatasçıymış,beyaz Türk’müş bana ne!…Karakafa !Beyaz kafa!Koca kafa!Taş kafa!
O ne öngörmüşse odur…Bize “ hoş geldin Tanzimat kafası” demek düşer…
Motorun üstünde verdiği poza baktıkça ona ne kadar haksızlık ettiğimizi daha iyi anlıyorum…Hanımefendinin altında motor değil de “uzay mekiği” var sanki…
İstanbul’a döner dönmez ilk işim kendime motor bakmak olacak…“mecnun” motorcular gibi üstada, pardon! motoruma kavuşmanın heyecanı her yanımı sardı bile…Üstadımı 301 den yargılamayanları . buradan kınıyorum!…Keşke 141-142 ye denk gelseydi de yargılansaydı…301 kesmez üstadı!…

Ajanslar “model”isterlerse,ilk onun fotoğrafını yollayacağım …Çatlasın çıtırlar!…
Haa ! unutmadan; Bundan böyle tek kelime “Osmanlıca” sözcük kullanırsam namerdim…
Üstadımın hayli tehlike arz eden bir becerisi var!İşte yolculuğum sırasın da bunu keşfettim…Selma’nın elinde fitili usul usul yanan bir bomba var; Üstat,isimlerden birkaç harfi atıp ekleyerek “müstehcen”kelimeler üretebiliyor…
Bir yazısın da ,yazarlardan birinin “ressam” olan mesleğine gönderme yaparak”ressamcık”olarak yazmış…Ne var bunda demeyin,ardından da “baştan dört harf fazla, sana çok bile” diyerek dalgasını geçmiş…
İşte beni Semra’ya “biat” ettiren, onun bu “şeytani zekası” ve “derin” tartışma etiği oldu…
Saatlerdir kendi nick’ime bakıyorum çok şükür buradan ekmek yok ona…Ama ismim sakat! Maazallah öğrenir de baştaki üç harfi atımı,İngilizce bir kelime çıkıyor ortaya…” gay “… Türkçe karşılığı ; Homoseksüel,eşcinsel,nonoş !…
Mesleğimi bilse,insan içine çıkamayız…Üzerinde çalıştım!…Baştan dört harfi çıkart,al sana “vagina”nın Türkçe karşılığı,üstat buna bir de “cık”ekini yapıştırdı mı ,sağlam madarayız!…
Vay anasını!…Demek ki eski tüfekler son danslarını böyle yapıyorlar artık…Bel altı!…

Hafif’te, kavga ve klas kadınlar zirvesi…

koza 68 | 31 January 2007 12:40

Hakkın toprağına mülküm var deme,
Dam ile harmana hakkım var deme,
Güçlü kuvvetliyim,arkam var deme,
Sırt üstü insanı yere vuran var…

Vicdan-suz,oturumu , aşık Noksani’nin dizeleriyle açtı…O bir “ideolog” olarak, oturumu yönetme işini de üstlenmişti… Saraydan yetişmiş bir ailenin ferdi olduğu , hal ve hareketlerine de yansıyordu…Hafiflikten hiç hoşlanmaz, lafını “usul-erkan” gereğince söylemeye özen gösterirdi…
Salondaki geniş koltuklardan birine yayıldı, tok ve buyurucu sesiyle oturumu açtı…
“ Arkadaşlar, efkar-ı umumiye bizleri izliyor, lütfen seviyeyi muhafaza edelim, reca ediyorum…”
Vicdan-suz’un bu sözleri üzerine, oturuma katılan genç ve “klas” bayan yazarlar, hep bir ağızdan eyleme geçmeyi tercih ettiler,
“ Bizler bu “teyze” ile aynı oturumda bulunmaktan rahatsızız….”
“Klas” bayanların teyze dedikleri bayan; Hani, gençlerin şimdilerde “taze kaşar” dedikleri cinsten, hafif karnından şişmanca ama “diri” kalabilmeyi başarmış, Elma şekeri hanımdı…
Feleğin çemberinden geçmiş, ellenip didiklenmiş bir kadının ses tonuyla,katılımcılara dönerek,
“ Aaa ! şu maymunlara bakın! Azmış bu karılar ya!,paralayacaklar beni…Kızım bu teyzeniz var ya, menopoz dönemini bile boş geçirmedi,doçentlik sınavına hazırlanıyorum…Çatlayın,patlayın!…”
Katılımcılardan, Huriye; Gece karası saçları, kadife esmer teni, zeytin karası gözleri, kışkırtıcı dudakları ile, çok çekici görünüyordu…İncecik kaşlarını kaldırarak,
“Şu seviyesizliğe bakarmısınız, bu “sarı çıyan” kudurmuş ayol!…Bu kadın 301 den yargılanmalı…Irkçılık bunda,ayrımcılık bunda….”
Tansiyonun giderek yükseldiğini hisseden,Vicdan-suz araya girme ihtiyacı duydu…Huriye’nin gözlerine bakarak,
“ Ne 301’i yahu, kesin be, seviyeyi düşürmeyin” Vicdan-suz,bu seviye konusunda son derece titiz davranıyordu ve asla taviz verme niyetinde de değildi, “ Efenim, mevzuun ehemmiyetine binaen bu müzakerenin uzun süreceği aşikar oldu…Haa ! bu arada aklıma geldi, kız sen niye “pelsenk” kelimesini “pelesenk” diye yazıyosun, doğrusunu öğretmedim mi sana? Edepsiz ! 300 kelimelik Türkçe haznenle bir de bana kafa tutuyorsun ha!…”
Elma şekerinin yanıt vermesine imkan bırakmadan o ana kadar tartışmaya girmeyen marjinastral, hemen atıldı.
“Bu,tozkoparan delisi kılıklı kadından nefret ediyorum, bunun kocasının gözleri bozuk herhalde, bu kadına tahammül edilir mi ayol!…
Elma şekeri, bu sözlerden sonra kulaklarına kadar kızardı…Hayır, ama bu kadarı da fazlaydı, hedefinde önce marjinastral vardı…Ona dönerek,
“Hoşt ! Ocak maşası kılıklı kız kurusu; Sizi gidi karakafalar sizi, ben elmamı kimseye yedirmem, zaten yiyenim var, ohh!sefam olsun…İsterseniz sizin elmanızı da yer benim “aslanım” hepinize yeter…”
Bunca sözden sonra Huriye dayanamadı,saçlarını sağa sola savurarak,
“Güleyim bari, elaleminkini görmeyen kendininkini “cezayir tüfeği” sanırmış…”
İşte tam da bu sırada stüdyoya telefonla marjinastral’ın sevgilisi bağlanır,
“ Alo ! aşkım, herkes duysun sesimi; Dağların dorukları dumanlı olur,geriye dönmez savaşçılar,ben aşkımızın savaşçısıyım. Canım sevgilim,Astral’ım,serseri mayınım,varlığının tiryakisiyim,yokluğunun delisiyim aşkım!…” Bu aşk kokan sözler herkesi duygulandırmıştı…Marjinastral,gözyaşlarını silmeye çalıştı, telefondaki sevgilisine yanıt verdi,
Aşkım ordasın di mi ? Uzun zamandır Ankara’ya gelemedim,sabret bitanem haftaya yanındayım…Seni doyurmaya geliyorum, aç hayvanım benim!…Öptüm,aşkım!…”
Vicdan-suz,bu konuşmaya çok içerlemişti,
“ Kız sen azdın mı, koca delisi mi oldun, patlamadın ya!…”
Marjinastral, ağlamaklı bir sesle,
“Beni , anlamıyorsunuz ben sadece sevgilimle değil, aynı zamanda en yakın arkadaşımla, hayallerimin prensiyle, aşkımla konuştum anlıyor musunuz?…”
Vicdan-suz. “ Anlamıyoruz ! Çünkü hiç bu kadar adamla aynı anda konuşmadım ben canım!..”
Vicdan-suz , “ Neyse konumuza dönelim, şu karakafalar lafını biraz açar mısın , diplomalı elma! “
Elmaşekeri, “ Irkçılık falan yapmıyorum,”karakafa”, bir İngiliz pointer köpeğidir tamam mı?”
Vicdan-suz, “ Aaa !…Kadına bak yahu, bizi köpek yaptı be!…Bana bak senin herzelerin bini aştı artık, bize “gaffur” muamelesi yapıyorsun öyle mi?…Senin elmanı yiyene yazıklar olsun be!…” dedikten sonra ,o saate kadar hiç konuşmayan Sevdalist’e dönerek,
“ Kızım , sen de konuşsana! Kış uykusuna mı yattın ?”
Sevdalist,konuşmaya fırsat bulamadan elma şekeri,alaycı bir gülümsemeyle,
“O magazin güzelinin dersini verdim ben, konuşacak hali mi kaldı çıtır çerezin!”
Sevdalist,kadının saldırganlığı karşısın da ne diyeceğini bilemedi, sadece kadının suratına tükürdü ve ortalık iyiden iyiye karıştı…
Program iyi reyting aldı…