bildirgec.org

dilek hakkında tüm yazılar

Her gün ölmek

saraswathi | 23 February 2007 17:55

Her an ölecekmiş gibi yaşamaya ne dersiniz? Bir hayal etsenize; her şey mükemmel olmaz mıydı?Ölüm döşeğindeki bir insanı hayal edin. Söyleyemediklerini söylemek için bütün her şeyini vermeye hazırdır. Hayattayken ”Neyse yarın yaparım”,”Bunu ona yarın söylerim”.”aslında onu çok seviyorum ama…”
Bu cümleler olmadan, pişmanlık olmadan, keşke demeden yaşamak….Hiç bir şey için geç değil. Bugünden itibaren böyle yaşamaya ne dersiniz?-ne pahasına olursa olsun-
Çok geç olmadan kendinizi özgür bırakmanızı diliyorum.

Yapmak istediklerim..

darjeeling | 23 January 2007 16:41

YAPTIKLARIM
2-Üniversiteyi başka bir şehirde okuyup iş yaşamına da bambaşka bir şehirde devam ettim,kız başıma ayakta kalabileceğimi gösterdim.
4-Kendime lap top aldım,sonra bi tane daha aldım..
6-Kurumsal ve büyük firmaların neredeyse hepsinde çalıştım.
8-Uzun ilişkiler yaşayabilmeyi becerdim.(Bkz.5 sene)(Bkz.1,5 sene,hala devam ediyor)
10-Sapsarı saçlarımı simsiyaha boyattım.
12-Her başarılı erkeğin arkasında bir gizli kahraman varya,onlardan biri oldum.
14-Sözlendim
YAPMAK İSTEDİKLERİM
1-Clementine ve Malmoth’u tekrar izlemek ve tekrar korkmak istiyorum.
3-Paraşütle atlamak istiyorum.
5-Bir yunusla yüzmek istiyorum.
7-O ağır tüpü sırtıma takıp dalmak istiyorum.
9-Saçımı turuncuya boyatmak istiyorum
11-Scooter almak istiyorum bunun için ehliyet almak istiyorum.
13-Her istediğim yere uçakla gidebilecek refah düzeyine ulaşmak istiyorum.
15-Evlenmek istiyorum

Dilek tut!!

Kiba | 30 December 2006 20:08

Öncesinde çok başarılı projelere imza atmış olan Nexum’dan yeni bir proje daha. Yılbaşına özel olarak hazırlanan site oldukça espirili olmuş; grafik ve metin anlamında. Siz dileğinizi giriyorsunuz, inanılmaz C64’ten bozma makine de size gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini söylüyor.

Shadowy Kanatan rüzgar

| 14 December 2006 20:28

‘KANATAN RÜZGAR’ Bu açlığımda ki sözcük çiftleşmesinden meydana gelen çocuksu duygu. Can yakan bir serinlikte olsa da, aslını inkar etmeyecek bir yalnızlığın çelişkili ifadeleridir. Düşüncelerim kafatasımın üst kısmından estiği sürece; dil’im tükürüksü cümlelerle insanları ıslatmaya devam edecek.
‘Kristalimsi Gerçekte’
Yosun tutmuş yaralarım ‘çiğ’ serinliğinde uzakta ki senle müziksiz tango’sunu sürdürürken ters atılan adımlar seni ileriye sürüklerken, önceden sahibi olduğum düşüncelerim beni sokağın başında şimdilerde yalnız bıraktı. Bakışlarında ki buzdan yansımalar artık üşütmekle yetinmeyip aramızda ki köprüyü de yakıyor. Yakınmak,kızmak nefret etmek ve öfkelenmek sığ’ılığında kalması gerekirken özlemek tüm yasakları delip kendini öne çıkararak ilk defa korkuyu da peşinde sürüklüyor.
Yorgun düş’lerimde ki kalabalık ne kadar terk etsem de metaforu; anladım ki kalabalık kendimden başkası değil metaforda sensizlik.
X: Kuramadığım cümlelerde ki ağlamaklı aşık! Bir gün gözlerinden içeri bakan karanlık gölgenin sahibinin aslında sevgilin değil de sevginin olduğunu anla artık.Senin sahiplenmen ve sev’men tek taraflı bir platonik çırpınıştan öteye gidemeyen kulaçlarının,seslerinden başka bir şey değil!Bunu da senin dışında herkes duyuyor…
“İnsanın aslında her şeye (kendine) inancını yıkmaya yetiyor”
Sadece bir dilek dilemek ve o dileğin gerçekleşmeyeceğini bilmek!
Ya dilek dilemeden yaşamayı öğrenmeli insan yada ?

sana küçük kız…

mavisu | 06 December 2006 03:35

Şimdi üşüyor musun bilmem… orda, olduğun yerde, ihtimal ki yalnızlığınla… Üşüyor musun?Zamanla her şey gelip geçerken, acılar azalır ve günler değişip değiştirirken, nasıl oluyorda geceler hep aynı kalıyor anlayabiliyor musun? Hep aynı sessizlik, derin ve ürküten bi karanlık… Sanki insanın içinden bir başkası çıkıverecekmiş gibi. Sanki aynalarda görmekten kaçtığı bir şey… Bazen adı kaygı, bazen vicdan, bazen “ne olak bundan sonra” yı taşıyan bir soru işareti!.. Ama illa “yalnızlık”. Nasıl oluyor da hep aynı haşmetiyle salınıyor ömrümüzde? Hep tetikte bekleyen biri gibi… Dost mu, düşman mı belli değil! Ufak sevinçler getiren anları çok seviyoruz işte bu yüzden. Ufacık sevinçler bile ürkütüyor çünkü yalnızlığı. Unutup oyalanmak daolsa adı, razı oluyor insan… Yine de, ben sana daha fazlasını diliyorum! Güzel bir doğum günü yaşamandan daha fazlasını… Ertesi sabah uyandığında ve bir ay sonra ve bir yıl ve on yıl sonra da içinde güller açtıracak sevinçlerinin, sevgilerinin kocaman ve daim olmasını diliyorum. “Gerçek” ne demekse onu diliyorum senin için. Gerçek sevgi, gerçek aşk, gerçek yani kalıcı, yani özden, yani ait ve dahil olacağın bir ya da bin mutluluk diliyorum. Dolu dolu olsun sepetin! Öyle gözler gör ki, iyi ki gördüm de! Öyle şeyler duy ki, iyi ki yaşadım de… Ve, öyle şeyler yaşat ki, boğazında bir düğüm, içinde bir ukde kalmasın!..

Ağaçlara ve türbelere bez bağlamak

asiti kacmis kola | 30 October 2006 16:48

insanlık tarihinin en eski dinlerinden biri olma özelliğine sahip şamanizmde tanrı’dan dilek dilemek ve aday sunmak için yapılan bir ibadet türü olan bez bağlamak, günümüze değin geçerliliğini sürdürmüştür. insanlar geçmişte ve bugünde dileklerinin gerçekleşmesi için bir şeylerden destek almak ihtiyacında olmuşlardır. inanç insanların temel bir gerekliliğidir. bez bağlanan dileğin gerçekleşmesinin bilimsel açıklaması; dileğin gerçekleşmesi için psikolojik açıdan koşullanmaktır.

Peeetriik

buddhala | 27 September 2006 01:55

Şubat civarıydı sanırım. Kar yağmaya yakın bir zamanda, bahçeye iki tane kedi geldi. Kar tatili yüzünden ertelenen sınavlara çalışırken, arada bir bahçeye ufak kaplarda yemek koyuyor kedilerin seranatından kurtuluyordum. Bütünlemeler hayırlısıyla bitince kedilere motive oldum. Biri daha küçüktü. Siyah beyaz tüyleri ve yem verirken atik davranışı diğerine ısınmama sebep olmuştu. Her zaman mazlumun yanında yer alan benliğimin burda da önüne geçememiştim. (Futbol maçlarında Beşiktaş ve Barcelona dışındaki eşleşmelerde yenilen takımı tutmak gibi…) Kumral, açık kahverengi tüyleri ile sırt kısmındaki koyulaşan çizgiler, elimi uzatınca hemen şımarık kendini yere atışı gibi kendisine sempati duymamı sağlayan özellklerin dışındaki tek kötü yönü traktörü andıran horultusu oldu bu kedinin. Gülü sevdik, dikenine de katlandık ama. Adını koymadık önce kedilerin. Kar yağınca da ikisini içeri aldık. İlk bir kaç gün eziyetti tabi. Kuma alıştırma ve ev içinde girilmemesi gereken yerleri öğretme Allah tan uzun sürmedi. Ama kedilerle aynı mekanda olma fikrine alışamadık. Ev zemin kattı ve temizliği daha da güçleşiyordu. Havalar açınca, ikisini de bir kutuya sıkıştırıp, Kuzguncuk un iskele kısmına yakın bir yerde, arkadaş edinebilecekleri bir ortamda doğaya bıraktık. Kutudan çıkınca hemen bir döküntü binanın içine kaçtılar. Kedi dosyası böylece kapanmış oldu(!)
Yaklaşık 1 hafta sonra sabah dört civarı Küçük Emrah ın kedi versiyonunu andıran bir miyavlama, bahçenin çatlak duvarlarında yankılanıyordu. Evet, kedicik geri dönmüştü. Ama biri geri dönmüştü. Siyah beyaz olanı eyvallahı çekip kendine yeni bir ortam edinmişti belli ki. Ama sempati duyduğum kedi geri gelmişti. Koskoca yokuşu geri çıkmıştı. Evi hala kavrayamadığım bir şekilde geri bulmuştu. Çünkü kutu içine tıkıp, aniden bir mekanda salıvermiştik ama sonuçta kedicik geri dönmüştü. Titreyen görüntüsüne, dökülmüş tüylerine, ağlayan miyavlayışına, yalanmasına, pencerenin camına sürtünmesine dayanamayıp içeri aldık kediyi. Hala adı yoktu ama artık bir evi vardı.
Kumun yerini unutmamıştı ama girmemesi gereken yerleri unutmuş gibi yapıp hala girmeye yelteniyordu. Üç dört ay mutlu bir evlilik geçirdik kediyle. Mayıs ayından itibaren bahçeye de salıyor, dışardaki Kötü Kedi Şerafettinler den dayak yiyip geri dönüyordu. Bazen geceleri pencerede gurur yapıp nöbet tutuyor, uykusuna yenilip horlayarak uyumaya başlıyor ama bahçeye kadar kovalayan kedi onun bu anını gün boyu beklermiş gibi pencerenin dibine gelip hırlıyor sonraki kedi patırtısı bizi söylenerek uykumuzdan kaldırıyor ve gece, bahçedeki düşman kediyi sopalarla kovalayarak sona eriyordu.
Arada kedinin dağıttığı evden şikayetçi sevgiliyle papaz olma durumu ve eve kontrole gelen çekirdek aile meclisi üyelerinin veryansınına rağmen kediyi koruyordum. O tüm zorluklara, evden 5 dakika uzaktaki bir yerde ulu orta bırakılmaya rağmen geri dönmüş Gotama nın sadakat sınavından geçmiş bir kediydi.
Eylül ün getirdiği çatırdayan yapraklara ilk nefes aldırıcı yağmur yağdığı sırada, bizim bahçede yan evin özenti kedisi üç tane yavru kedi dünyaya getirdi. Bizim kediyle de didişen bu kediden pek bir hoşnutsuzdum. Bu üç yavru kedinin annesi kimden mi peydahlamıştı bu veletleri? Bizim kedinin can düşmanı Kötü Kedi Şerafettin den. Bizim kediye yazın son günlerinde bahçe zindan oldu.
Bir gün yine bizim kedi boşluktan faydalanıp, bahçeden dışarıya dolaşmaya çıktı. Ama dönüşte yan tarafın kedilerine ve Şerafettin e takılmış olsa gerek, eve gelemedi. Biz ertesi bir açık bulur gelir dedik ama gelmedi de gelmedi…
Günler geçti. Bizim kediden ses seda yok. Kuzguncuk a iniyor, kedilerin uğrak yerlerini araştırıyorduk ama bizim kedi yok. Arada şiddetli yağmur yağıyor, geceler bizim kedi ne alemde muammasıyla uykulara yelken açıyordu.
Bizim bahçede allak bullak oldu o arada. Aşırı yağmurun çatıdan inen borularda yaptığı baskı, bizim bahçede orgazma ulaşıyor bahçede bir karış su birikiyor, fark edilmese evi su basacak. Yan komşunun çatısındaki patlak boru ayrı bir konu…
Bir gece yine saat dört civarı. Pardon Ramazan ın ilk gecesi. Uykum yoktu sabaha kadar baykuş gibi dikildim. Çayı demleyip, efkarlanmaya başladım. Sevgili gitti, kedicik gitti, ablacık gitti… Dert ortağı da kalmadı. Kedi olsa dedim kendi kendime. Ramazan ın ilk sahurunu yapıp yatağa gömüldüm. Kedi olsa diye içimden geçirdim. Gözümü kapadım, tam kulaklarımı da kapayacağım, bir miyav sesi… Ağlamaklı bir ses. Durmadan miyavlıyor. Benim yatağa gömüldüğümü görmüş kedi, yatağımdan kaldırmak istercesine miyavlıyor. Gözlüğüm de yok, hangi kedi, nerden miyavlıyor kestiremiyorum. Işığı açtım, bahçeye baktım ama kedi yok ortada, ses var görüntü yok. Yukardan geliyor ses. Kafamı kaldırdım bir de ne göreyim, bizim kedi bakmış öbür güzergahtan gelemiyor, çatıdan gelmiş bizim eve.
Sepeti ters çevirdim, biraz uzanıp kediciği indirdim aşağı. Ama leş gibi kokuyordu. İlk gece bahçede konuk ettim onu. Önüne de okkalı bir tabak koydum. Yemeği sindirmeye odaklanırken ben yatağa gömülüp uykuya daldım. Sabah uyandığımda yoktu. Ama aynı gece tekrar geldi. Onu içeri aldık, bir güzel banyosunu yaptık ve kurulayıp ev ahalisine tekrar tanıttık. Artık onun ayrı bir kum odası vardı. Benim tualetin deliğini kapayıp ona vermiştik orayı. Kedinin adını da koymuştuk. Adı, “Peeetriik” ti. Bize ilk gece o kadar çok şey anlattı ki, yorgunluğunu da boş verip, arada mutfağın çöpüne de yeltenerek uyanıklık yapıyım diyor ama tek ikazla girişiminden vaz geçiyordu. Olsun, onu günlerce dinlerdim. Petrik adının nerden geldiği ayrı bir konu ama Petrik artık eve geri gelmişti. Hoş da geldi…

kağıttan suya

knemo | 17 July 2006 02:07

Danimarkalı sanatçı Peter Callasen‘in kağıt oyma sanatı uygulamalarına bakarken, bu sanatın; geleneksel türk el sanatlarında kaat’ı/katı’a adıyla yer aldığını ve yüzyıllardır yapılageldiğini ve “Kat” kelimesinin kesmek anlamına geldiğini öğrendim.

Callasen, eserlerini ortaya çıkarırken genellikle “fotokopi kağıdı” olarak da bilinen 80g. A4 kağıdını malzeme olarak kullanıyor. Herkesin kolayca ulaşabileceği sıradan bir gereçten, iki boyutla-3 boyut arasında sıkışıp kalmış eserler ortaya çıkarıyor.