Şubat civarıydı sanırım. Kar yağmaya yakın bir zamanda, bahçeye iki tane kedi geldi. Kar tatili yüzünden ertelenen sınavlara çalışırken, arada bir bahçeye ufak kaplarda yemek koyuyor kedilerin seranatından kurtuluyordum. Bütünlemeler hayırlısıyla bitince kedilere motive oldum. Biri daha küçüktü. Siyah beyaz tüyleri ve yem verirken atik davranışı diğerine ısınmama sebep olmuştu. Her zaman mazlumun yanında yer alan benliğimin burda da önüne geçememiştim. (Futbol maçlarında Beşiktaş ve Barcelona dışındaki eşleşmelerde yenilen takımı tutmak gibi…) Kumral, açık kahverengi tüyleri ile sırt kısmındaki koyulaşan çizgiler, elimi uzatınca hemen şımarık kendini yere atışı gibi kendisine sempati duymamı sağlayan özellklerin dışındaki tek kötü yönü traktörü andıran horultusu oldu bu kedinin. Gülü sevdik, dikenine de katlandık ama. Adını koymadık önce kedilerin. Kar yağınca da ikisini içeri aldık. İlk bir kaç gün eziyetti tabi. Kuma alıştırma ve ev içinde girilmemesi gereken yerleri öğretme Allah tan uzun sürmedi. Ama kedilerle aynı mekanda olma fikrine alışamadık. Ev zemin kattı ve temizliği daha da güçleşiyordu. Havalar açınca, ikisini de bir kutuya sıkıştırıp, Kuzguncuk un iskele kısmına yakın bir yerde, arkadaş edinebilecekleri bir ortamda doğaya bıraktık. Kutudan çıkınca hemen bir döküntü binanın içine kaçtılar. Kedi dosyası böylece kapanmış oldu(!)Yaklaşık 1 hafta sonra sabah dört civarı Küçük Emrah ın kedi versiyonunu andıran bir miyavlama, bahçenin çatlak duvarlarında yankılanıyordu. Evet, kedicik geri dönmüştü. Ama biri geri dönmüştü. Siyah beyaz olanı eyvallahı çekip kendine yeni bir ortam edinmişti belli ki. Ama sempati duyduğum kedi geri gelmişti. Koskoca yokuşu geri çıkmıştı. Evi hala kavrayamadığım bir şekilde geri bulmuştu. Çünkü kutu içine tıkıp, aniden bir mekanda salıvermiştik ama sonuçta kedicik geri dönmüştü. Titreyen görüntüsüne, dökülmüş tüylerine, ağlayan miyavlayışına, yalanmasına, pencerenin camına sürtünmesine dayanamayıp içeri aldık kediyi. Hala adı yoktu ama artık bir evi vardı.Kumun yerini unutmamıştı ama girmemesi gereken yerleri unutmuş gibi yapıp hala girmeye yelteniyordu. Üç dört ay mutlu bir evlilik geçirdik kediyle. Mayıs ayından itibaren bahçeye de salıyor, dışardaki Kötü Kedi Şerafettinler den dayak yiyip geri dönüyordu. Bazen geceleri pencerede gurur yapıp nöbet tutuyor, uykusuna yenilip horlayarak uyumaya başlıyor ama bahçeye kadar kovalayan kedi onun bu anını gün boyu beklermiş gibi pencerenin dibine gelip hırlıyor sonraki kedi patırtısı bizi söylenerek uykumuzdan kaldırıyor ve gece, bahçedeki düşman kediyi sopalarla kovalayarak sona eriyordu.Arada kedinin dağıttığı evden şikayetçi sevgiliyle papaz olma durumu ve eve kontrole gelen çekirdek aile meclisi üyelerinin veryansınına rağmen kediyi koruyordum. O tüm zorluklara, evden 5 dakika uzaktaki bir yerde ulu orta bırakılmaya rağmen geri dönmüş Gotama nın sadakat sınavından geçmiş bir kediydi.Eylül ün getirdiği çatırdayan yapraklara ilk nefes aldırıcı yağmur yağdığı sırada, bizim bahçede yan evin özenti kedisi üç tane yavru kedi dünyaya getirdi. Bizim kediyle de didişen bu kediden pek bir hoşnutsuzdum. Bu üç yavru kedinin annesi kimden mi peydahlamıştı bu veletleri? Bizim kedinin can düşmanı Kötü Kedi Şerafettin den. Bizim kediye yazın son günlerinde bahçe zindan oldu.Bir gün yine bizim kedi boşluktan faydalanıp, bahçeden dışarıya dolaşmaya çıktı. Ama dönüşte yan tarafın kedilerine ve Şerafettin e takılmış olsa gerek, eve gelemedi. Biz ertesi bir açık bulur gelir dedik ama gelmedi de gelmedi…Günler geçti. Bizim kediden ses seda yok. Kuzguncuk a iniyor, kedilerin uğrak yerlerini araştırıyorduk ama bizim kedi yok. Arada şiddetli yağmur yağıyor, geceler bizim kedi ne alemde muammasıyla uykulara yelken açıyordu.Bizim bahçede allak bullak oldu o arada. Aşırı yağmurun çatıdan inen borularda yaptığı baskı, bizim bahçede orgazma ulaşıyor bahçede bir karış su birikiyor, fark edilmese evi su basacak. Yan komşunun çatısındaki patlak boru ayrı bir konu…Bir gece yine saat dört civarı. Pardon Ramazan ın ilk gecesi. Uykum yoktu sabaha kadar baykuş gibi dikildim. Çayı demleyip, efkarlanmaya başladım. Sevgili gitti, kedicik gitti, ablacık gitti… Dert ortağı da kalmadı. Kedi olsa dedim kendi kendime. Ramazan ın ilk sahurunu yapıp yatağa gömüldüm. Kedi olsa diye içimden geçirdim. Gözümü kapadım, tam kulaklarımı da kapayacağım, bir miyav sesi… Ağlamaklı bir ses. Durmadan miyavlıyor. Benim yatağa gömüldüğümü görmüş kedi, yatağımdan kaldırmak istercesine miyavlıyor. Gözlüğüm de yok, hangi kedi, nerden miyavlıyor kestiremiyorum. Işığı açtım, bahçeye baktım ama kedi yok ortada, ses var görüntü yok. Yukardan geliyor ses. Kafamı kaldırdım bir de ne göreyim, bizim kedi bakmış öbür güzergahtan gelemiyor, çatıdan gelmiş bizim eve.Sepeti ters çevirdim, biraz uzanıp kediciği indirdim aşağı. Ama leş gibi kokuyordu. İlk gece bahçede konuk ettim onu. Önüne de okkalı bir tabak koydum. Yemeği sindirmeye odaklanırken ben yatağa gömülüp uykuya daldım. Sabah uyandığımda yoktu. Ama aynı gece tekrar geldi. Onu içeri aldık, bir güzel banyosunu yaptık ve kurulayıp ev ahalisine tekrar tanıttık. Artık onun ayrı bir kum odası vardı. Benim tualetin deliğini kapayıp ona vermiştik orayı. Kedinin adını da koymuştuk. Adı, “Peeetriik” ti. Bize ilk gece o kadar çok şey anlattı ki, yorgunluğunu da boş verip, arada mutfağın çöpüne de yeltenerek uyanıklık yapıyım diyor ama tek ikazla girişiminden vaz geçiyordu. Olsun, onu günlerce dinlerdim. Petrik adının nerden geldiği ayrı bir konu ama Petrik artık eve geri gelmişti. Hoş da geldi…
yorumlar
Sadakat lafı yalan oldu. Petrik kaçtı. Geri dönerse ilgilelere duyurulur 🙂
sana çok bile dayanmış unutma onu ilk terk eden sendin
o da doğru ama haberiniz olsun kedi geri geldi. eheh 🙂
kesin hamiledir
puhaha, erkek ne yazıkki.
3 renkli ve erkek hakkaten budalamısın diye düşündüm bi an iyi bak aşağıya
yahu erkek işte. daha o gün gördüm şeyini . üç renkli değil bu arada. “Kumral, açık kahverengi tüyleri ile sırt kısmındaki koyulaşan çizgiler…” demişim onu düzelteyim bari. Ayaklarında ve sırt kısmında siyah halkalar var, geri kalan yerleri açık kahverengi.
Madem kedin erkek olacakları anlatayım. Kedin 1 yaş civarı çiftleşme turlarına çıkacak hatta bazen bi kaç gün eve gelmeyecek. Sonra orası burası tırmıklanmış kir pas içinde gelecek eve. Gelir gelmez evin her yerini hatta seni de idrar benzeri bi madde ile işaretleyecek . Pantolon paçalarından ve ayakkabılarından yükselen kokunun farkına vardığında muhtemelen ya bi araçta ya da iş yerinde olacaksın ve son hızla eve koşmak isteyeceksin. Kız peşinde koştuğu zamanlarda salaklaşacak. Ya balkondan düşecek ya da araba altında kalacak. Dişi bulamamasının sorumluluğunu sana yükleyip suratına baka baka moooouuuuuuvvvv moooouuuuuuvvvv diye bağıracak. Kapıyı açıp dışarı bırakmassan kapıyı tırmalayacak. Birlikte çekeceğiniz bütün bu eziyeti yaşamamak için 1 yaş civarı kısırlaştırman şart. Tabi hiç bir zaman aynı eski bıçkın kedi olmayacak, kahverengi desenli bir ev minderi halini alacak ama en azından daha uzun yaşıyacak. Ben sarman cek’imi kısırlaştırmadım. Ama her gün bi saatim sokakta onu aramakla geçiyor. Üstelik daha koku işaretlemesine de başlamadı.
Uyarılarını dikkate alacağım. Kısırlaştırmayı ben de düşünüyorum. Ama şu andaki genel şikayeti yemek. Öğrenci evinde ona daha fazlasını sağlayamam. Her yediğime atlıyor. Redogre ustadan şöyle bir öğrenci evinde beslenen kediye uygun yemek tarifleri konusunda dert yanmayı düşünüyorum aslında 🙂 Neyse kedicikle iyiyiz şu anda.
Valla efenim benim çok sevdiğim bir dişçim var, onun da çok sevdiği bir sürü kedisi var. Biz çocukken (8-10) ilk defa onda kapuska yiyen kedi görmüştük. Ne yapsın kadıncaaz, 4-5 kedi ve sürekli sokaktan yaralı gelen geçici kediler olunca evde ne varsa kedilere onu vermiş. Hatta şöyle demişti “Kediyi neye alıştırırsan onu yer”. Böylece salçalı makarna, kapuska, pırasa yiyen kediler vardı evde ve hallerinden gayet memnundular.Evet bu gün bir çok mama var ama bugünün kuru mamalarını yiyen kediler resmen kuru mama gibi kokuyor. Dişçimizin sebze yiyen kedileri hiç kokmazdı mesela.
tek göz öğrenci evimin kedi kralı minik, sulu selli karnıbahar’a bayılırdı.yalana yalana yediği karnıbahar gaz yapınca da nezaket gösteremez salıverirdi ortalığa nefis kokuları;bana da aralık ayazında cam pencere açık battaniye altında oturmak düşerdi.bu yüzden buddhala’ya karnıbahar,lahana gibi gaz yapan yemekleri önermiyorum ama şurası gerçek ki nasıl alışırlarsa öyle gidiyor.
efem tavsiyeleriniz için sağolun. bu arada redogre nin dediği gibi kuru mama yiyen kediler kuru mama gibi kokuyor. Şahsımca zekilik edip, biraz ıslatıyım da vereyim dedim ama müspet bir gelişme cereyan etmedi…
Kuru mamanın baskın kokusu et ve ciğer sanırım. Bu arada burnumdan çok az nefes alabilmeme rağmen (belki de bu sayede) yediğim yemeklerin kendi terim üstündeki kokusunu alabiliyorum. Hatta bazı şeylerin (zorla koklattığım o zaman ki kız arkadaşım, yok birşey sana öyle geliyor demişti) kokusunu her daim alıyorum ki normalde insanın kendi kokusunu almaması lazım. Bu yüzden mesela sokak kedilerini mıncıklamayı daha çok seviyorum, tamam onlar da kokuyor ama en azından farklı farklı…
Benim sarman cekim patlamış mısır ve haşlanmış kestane yiyip neskafe içiyor. Gurme sahibin gurme kedisi olurmuş.
a bak benim kedi de bir kere neskafeye yeltendi. ama sigarayı üfleyince suratına kızgın bir bakış atıp uzaklaşıyor.