bildirgec.org

delilik hakkında tüm yazılar

Kırmızı

Chat Noir 1 | 22 February 2011 12:32

Artık yalnız bırakın beni,
Sıkıldım hepinizden.
Alıp başımı gitmek isterdim,
Sevmeseydim kendimi derinden.
Düşünmek istemiyorum artık geleceği,
Bugünü dolu dolu yaşamak varken.
Kuralları ezip geçmek istiyorum.

Aç Aşçı / Mutsuz Avukat Paradoksu

Kuduz maymun | 15 September 2010 10:44

Mantığı, muhakematı, bilinenden oldukça ayrılan bir dostumla yaptığım bir konuşmadan alınmıştır. Fazlası vardır, eksiği yoktur.

a-Bir kadın varmış, o söylemiş.
k-Hangi kadın?
a-Ünlü bir kadın.
k- Adı ne?
a-Bilmiyorum, unuttum adını. Ama çok ünlü.
k-Çok mu ünlü? Neye benziyor bu kadın?
a- Ünlü işte…
k-Ünlü, anladım. Peki nesiyle ünlü bu kadın?
a-Basbayağı ünlü…
k- Allahım yarabbim, basbayağı nasıl ünlü olabiliyor? Birşeyiyle ünlüdür bu kadın?!
a-Bildiğin ünlü işte.
k-Bilmiyorum ben ünlü münlü. Malatya kayısısı ile ünlüdür. Bu kadın nesiyle ünlü?
a-Bilmiyorum nesiyle ünlü olduğunu.
k-Yahu, sanatçı mı bu kadın, siyasetçi mi, ne bileyim… Yazar mıdır, manken midir…
a-Hatırlamıyorum ama çok ünlü. O kadın söylemiş işte.
k-Hasbinallah… Ne demiş peki?
a-Kaktüsler radyasyonu emer, demiş.
k-Allah Allah…
a-Evet, emer demiş.
k-Emsin bakalım. Demek ünlü kadın söylemiş…
a-Asıl bu kadının bir oğlu var.
k-Oğlu mu var?
a-Avukat oğlu.
k-Avukat…
a-İşte bu çok ünlü kadının avukat oğlu, mutsuz bir avukat olmaktansa, mutlu bir aç aşçı olmaya karar vermiş.
k-Aç aşçı mı?! Niye aç ki lan?
a-Aşçı dedim.
k-Evet aşçı dedin, aç aşçı.
a-Aç demedim.
k-Aç dedin.
a-Demedim.
k-Peki demedin aç. Niye aşçı?
a-E, mutsuz bir avukatmış?
k-Avukat olduğu için mi mutsuzmuş?
a-Hayır, anlamadın. Adam mutsuz bir avukatken, mutlu bir aşçı olmaya karar vermiş.
k-Ben onu anladım da, neden mutsuz olduğunu anlayamadım.
a-Söyledim ya?
k-Yani adam avukat olduğu için mi mutsuzmuş, yoksa aşçı olamadığı için mi mutsuzmuş?
a-Aşçı oldu ya? Yahu adam mutlu bir aşçı olmaya karar vermiş diyorum sana.
k-Ben onu anlıyorum da… Niye mutsuz olduğunu anlayamıyorum. Adam eğer mutlu bir aşçı olmaya karar verebilmeyi başarabiliyorsa, mutlu bir avukat olmaya da karar verebilirmiş?
a-Hayır anlamadın sen… Adam mutsuz bir avukat…
k-Tamam, adam mutsuz bir avukat. Mutsuzluğunun nedeni, çok istemiş olduğu halde aşçı olamamış olması mıymış? O halde avukat olması birşeyi değiştirmiyor. Hangi mesleği yapsa, aşçı olamadığı için mutsuz olacakmış.
a-Hayır adam mutlu bir aşçı olmaya…
k-Yahu aaa! Adam mutlu bir aşçı olmaya karar vermiş. Yoksa onu mutsuz eden avukat olmuş olması mıymış? O halde avukatlık haricinde hangi mesleği yaparsa yapsın mutlu olabilirmiş. Neden aşçılık?
a-Anlamadın sen…
k- Anladım ben…
a-Anlamadın…

müzik terapisi ve delilik üzerine…

biSGen | 17 January 2009 09:34

george orwell‘in “tek kişilik azınlık olma durumu” diye tanımladığı delilik terimi bir zihinsel hastalık olup tıbbi bir terim olmaktan ziyade hukuki ve kültürel bir terimdir. (kaynak) delilik, terim olarak (tıbbi açıdan) “Akıl hastalığı” (kişinin kalıtımı, çevresi ve geçirdiği ağır hastalıkların etkisinde akıl yeteneklerinin çeşitli şekillerde gösterdiği uyum bozuklukları) olarak tanımlanmış. bir de şöyle bir tanım var:”düşünce , inanış ve davranışları açısından topluluktan farklı olma durumu!” Malum bu yüzyılda herşeyi “standart“laştırıyoruz ya, deliliği de unutmamışız. Neyin delilik, kimin deli olduğunu tescilleyenlere de psikiyatrist diyoruz. Deliliğin “resmi tanımlayıcısı (deliliği tanımlama, sınıflandırma vb)“da, görüşleri tüm dünya ülkelerini etkileyen “amerikan Psikiyatri derneği (apa)“ymiş meğer.

hazır yeri gelmişken şu ilginç bilgiyi de not düşmek istiyorum yazıya. “Geçtiğimiz yüzyılın önemli bir bölümünde, eşcinsellik, “kişilik bozukluğu” olarak kabul görüyordu. Ancak, 1973’te “amerikan Psikiyatri derneği (apa)“, 1990’da ise Dünya Sağlık Örgütü (WHO), eşcinselliği ’psikiyatrik bir bozukluk’ sınıfından çıkardı.”(kaynak)

pornografik düşler

neceff | 01 November 2008 16:19

Deliriyor olmalıyım…Saçlarının çıplaklığıma değdiği gün başladı ölüm. Apar topar sevişmeliyim bu gece, her şeyi ağırdan alalım; hayatı, sevgiyi, ölümü, aşkı da…Yatağın üzerinde çarmıha ger bedenini, avuçlarında bir kadının bekareti boşalsın, korkmadan, usanmadan yaratalım bedenlerimizi…

Bir et parçasını çöpe atacak kadar acımasız, bir erkeği yaracak kadar kahraman olmalıyım…Ölüm bedenimden doğdu; İsa’ nın acısı kadar derin, kitaplara sığmayacak kadar kutsal. Sandalyenin üzerinde öylece oturmuş, beni izliyordun. Seni en çok sandalyede seviyorum. En çok tahta bir beşikte açılıyor bacaklarım ve içime akanlar damlıyor bacaklarımdan. İçime en az aktığında, en çok kadın hissediyorum kendimi. Sen beşiğinde uykuya dal bana aldırmadan; sessizce, sinsice işlesin ninniler karmaşana…

delilerde talim var

mansonilized | 21 October 2008 23:49

Belirli bir toplumda ya da kültürde görülen ve psikiyatrik ve somatik semptomlar taşıyan hastalıkların tümüne kültüre özgü sendrom adı veriliyor. Organlarda biyokimyasal ve yapısal değişiklikler görülmüyor ve bir bölgede rastlanan hastalık başka bir bölgede görülmüyor. Kültüre özgü sendrom hala bazı hekimlerce kabul görmüyor. Kısa kısa göz atalım:

Koro

“Koro”nun tıp dilindeki adı GRS; yani genital organların geri çekilmesi sendromu. Bu hastalıkta hasta dış genital organlarının vücudun içine doğru geri çekildiğine, yok olmaya yüz tuttuğuna yahut yerinden kopacağına inanıyor. Koro en çok Güneydoğu Asya’da görülmekle birlikte Afrika’da da görülüyor. Hasta sürekli yukardaki düşünceler içinde olmaktan mütevellit panik hissine ve histeriye kapılıyor. Bazı vakalarada xenophobia ile birlikte seyrediyor. Xenophobia yabancılardan korkma, çekinme durumu. Koro hastaları bu panik hallerinin ve hastalık halinin yabancılardan kaynaklandığına inanıyor. Koro Malezya dilinde kaplumbağa kafası demek. Kaplumbağanın kafasını kabuğunun içine çekebilmesi haline benzediği için yöresel adı koro olarak kalmış. Koro en çok erkeklerde görülüyor ve özellikle penis üzerine yoğunlaşıyor ancak memelerinin geri çekilmesi korkusu ile yaşayan kadın vakalar da bildirilmiş. 1967 yılında Singapur’da bir koro salgını bile yaşanmış.

flashbacks

absence of mind | 21 November 2007 16:21

tanışalı çok olmamıştı.yinede tanıdık şeyler vardı aralarında.ikiside yalnız başına sarhoş olmanın keyfini bilirdi mesela.istediklerinde ikiside sol ellerini ustalıkla kullanabilirdi.sonra..ikisininde televizyon seyretme alışkanlığı yoktu.canan siyah nokta sıkmaya bayılırdı.ali’nin sırtı siyah noktalarla doluydu.
‘siz kadınları hiç anlamam,hepiniz siyah noktaları sıkıp içinden çıkanı şaşkınlıkla seyretmeye bayılırsınız.’demişti ali yeni tanıştıkları günlerde.
sarhoşlardı o gece.otobüse bindiler.ali canana kıyasla daha çok içmişti,yürümekte zorlanıyor ,ama yinede o öncülük yapıyordu.elinden tutup çekiştiriyordu cananı otobüsün arka tarafına doğru.
ilerlerken durdu.
‘beyefendi bağcıklarınız çözülmüş,durun sizin için bağlayayım’ diyerek yapışmıştı adamın ayaklarına.adam şaşkınca ve korkuyla geriledi.garip sesler çıkardı.içip içip..,diye başlayan cümleler kurdu ikisi için hiç bir anlama gelmeyen.
ali cananın kulağına fısıldadı.
‘beni dövmeye kalkarlarsa hiç arkana bakmadan kaç.bu bazen oluyor.canın acısın istemem.’
nasıl bırakabilirim ki dedi canan içinden.birlikte sarhoş olmadık mı biz?
başka bir gencin önünde durdu.
‘siz bayım sanırım dişlerinizi fırçalamayı unutmuşsunuz bugün,biraz sarı görünüyorlar’dedi.genç hemen ağzını kapadı.
‘utanıyor aptal’ dedi canan sessizce.gülümsediler birbirlerine.
otobüsün en sonunda iki kişilik yer buldular,oturdular.önlerinde otuzlu yaşlarda bir kadın oturuyordu.uzun fönlü saçları önlerine kadar uzanıyordu.usulca kadının saçlarına dokunmaya başladı ali.kadın döndüğü sırada hiç bir şey olmamış gibi durmayı beceriyorlardı ikiside.
‘saatlerini geçirmiş kuaförde bozmayalım.’dedi ali.cananın saçlarını dağıttı.’nasılda hepsinden güzelsin’.bu cümleyi hiç unutamadı canan.dışardakilere parmak uzattılar,geçip giderken önlerinden.insanların tepkilerini izlemeyi seviyorlardı.gülebilenleri sevmişlerdi en çok.
‘bu parmağı sana sokucam birazdan’dedi.sevişeceklerini biliyorlardı ikiside.ilk sevişmeleri olmayacaktı bu.
….
şimdi balkonunda tek başına içerken,şarabın rengi ve tadında ilk aşkını anımsamıştı canan.son aşkı olmaması en büyük temennisiyken.

saat gecenin dördüydü.yatmaya hazırlanıyordu canan.sabaha yetiştirmesi gereken bir ödev yüzünden uyanıktı hala.telefonu çaldı.
‘canan ne olur gel!.ilk cümlesi bu oldu.
‘nasıl gelirim ali saat sabahın dördü.’
yurtta kalıyordu canan o zamanlar.o saatte çıkmasına asla izin vermezlerdi.izin verseler,otobüsler çalışmazdı.
‘bir yolunu bulursun sen.galip seni alırım ne olursun çık şu kahrolası yurttan.evde sıkıştım kaldım.delirmek üzereyim.telefonda oyaladıktan sonra beşte bir yolunu buldu çıktı.
‘teşekkür ederim geldiğin için.’
dakikalarca sarıldılar.hiç bir yer açık değildi.kimsenin olmadığı,kimsenin görmediği bir ağaç altına götürdü ali cananı.çantasından şarap çıkardı ve canan için yazılmış bir yazı,okumaya başladı.hassas olduğunun,konuşurken çok seçici olması gerektiğini hissetti canan.öleki sadece sessiz kalabildi.seviştiler,cananın hayatındaki ilk sevişmesiydi.sonraları bazen tek başına bu ağacın altına gitmişti,ali bunu hiç bilmedi.

üşümüştü balkonda,içeri geçti.tüm bunları hatırlamak kötü yapmıştı onu.kaç yılını alacaktı unutmak.hayır..sevgiliyi unutmak diye birşey yoktu.
ilk tanıştıkları gün geldi aklına.ali cananı farkedeli birkaç gün olmuştu.kampüste otururken dikildi karşısına.
‘ben geldim.’dedi.sesi titriyordu.
‘hoş geldin’
‘yanlış mı geldim?’
‘otursana’ diyebildi canan.
tuhaf bir insandı ali.cananın bugüne kadar tanıdıkları kimselere hiç benzemezdi.
‘onlardan olmayalım canan.ne olur onlar gibi olmayalım.bak etrafına ne sanıyorlar aşkı,bak sevgi diye birbirlerine yutturduklarına.bir kelimelik bir söz olmasın bizim aşkımız.lütfen anla beni.mutluluk istiyorum ikimiz adına’.
….
eve çıktığı zamanlarda bir sabah saat altıda kapısı çalmıştı cananın.gelen aliydi.elinde bir yığın eşya vardı.kot ceket,pantolon,çanta,ve bir gül.ilk gülü uzattı.
‘bunu senin için öldürdüm.’telaşla anlatıyordu.’yolda buldum bunları,önüme ne çıkarsa aldım geldim’
‘asansörü de getirseydin.’dedi canan.
‘getirecektim ama hareket ediyordu tutamadım’
gülüştüler.sokağa atılmış kullanılmış eşyaları olmalıydı bunlar birinin.rüzgarda dağılmış olmalıydılar.markaları gösterdi.
‘baksana hepside iyi şeyler,küçümseme hiç birini’diye güldüler..eskimeden kıyafetlerini değiştiren zengin züppesi hakkında tahminler yaparken uyuyakalmışlardı.

‘birgün yine herşeyden herkesten kaçıp sana geldim canan’diyerek geldi.beni bu hayatta iyi eden tek şey sensin…içip içip oyunlar oynadılar.birlikte enterasan oyunlar keşfetmişlerdi.
arkadaşlarının yanında hiç kimseye farkettirmeden birbirlerine dokunur,ama ortamın tadını rengini hiç bozmazlardı.ali önemli birşeylerden bahsederken bunu yapmayı çok severdi canan.düşüncelerini aklında tutma aynı zamanda hazzın tadını almaya çalışırken saçmalarken ali çoğu kez.canan katıla katıla gülerdi buna..
şimdi nasılda üzgündü.

devam etsin mi?

delilik

cpgulen | 23 August 2007 09:24

DİLİM VARMIYOR SÖYLEMEYE
Düşün,düşün…
Hayır,hayır….
düşünme diyemiyorum sana
iç…
içine çeke çeke…
hayır..olmaz…yapma..
içme diyemiyorum sana
Tek başarın,izmaritine kadar içmek sigarayı
yakalıyamadığın yaşamın
aradığın mutluluğun
Tek bulabildiğin..karamsarlık,mutsuzluk
tek yaşayabildiğin,acılar,hıçkırık…
hayır..olmaz…yapma
diyemiyorum sana
düşünme…içme…
dilim varmıyor söylemeye
Tek tesellin mutluluğun,güçlülüğün olmalı
hayır…hayır…
Dilim varmıyor söylemeye
Dur yapma..yapmamalısın..bu bir çılgınlık…
Dilim varmıyor söylemeye
hayır..hayır..olamaz…olmamalı
Sen kışta bahar,gecede yıldız olmalısın
sen çıldırmadın,çıldırmamalısın…
düşün..düşün..
hayır..hayır…Düşünme..
yanlız……….düşünür…
Dilim varmıyor söylemeye
dur…dur..bırakma elimi
daha sıkı tutmalısın,daha sıkı
Ellerim uğraşı içinde,konuşmak için
Fakat;dilim varmıyor söylemeye.

Meltemce

egomeltem | 18 June 2007 16:53

******
Tuhaf duygular, tuhaf bir gece demek haksızlık olur beklide; bir o kadar güzel ve delice…aslında sahip olunan duyguların bir adı vardır mutlaka ama dile gelmez söylemeye belki de.Sanki üşümüşken sığınılmış ,sıcacık sımsıcacık kuytu bir köşede titreyen bedenini teslim etmek buharın yumuşaklığına;yada kana kana su içmek,yok olurken çıldırmanın eşiğinde kanmak suya ölesiye…Açken çok çok açken; yüreğinden,beyninden,kendi etinden bir parça koparıp yiyebilecek kadar fikrin firar etmişken,en sevdiğin ekmeğin sıcak ekmeğin buram buram kokusunu duyup,üstüne üstelik avuçlarının arasında yumuşaklığına dokunup ta ;öylesine hırçın ve hoyratlığı atıp bir kenara; tadına varmak için yavaş yavaş lokma lokma sindirmek ve hissetmek tüm damağında özümsemek ve rahatlamak,yaşamak hımbıllığı sonra…yinede bastırarak farkındasızca tüm duygularını ,tadına varamamak acizliği; bu güzelliğin ve sadece düşlemek hislerin sonucunu …bir ad koyma dürtüsü yanlıştır beklide katıksızca olasılık ihtimali,olasılık ihtimalinin varlığı ve itelemek onu isteyerek yada istem dışı…
‘’bir yağmur tanesi düştü yanaklarıma ve onu tadım dudaklarımda ‘’
Meltemce erişilmiş duygular var yürekte ama yutkunmak var ya sadece beyinde…ey düşlerimin katili mantık !… erittin mi
yoksa yürekte çırpınan beyaz güvercinini ?…belki de böylece özgürlüğünü verdin sandın elerine …sığındığın bilinmez bahaneler mi gerçek ?… yada bilinen sebepler mi?…yoksa ne üdüğü belirsiz dürtüler mi?… kim bilir?…’’ben bilirim elbette ‘’der… ama mantık çürüttü ya alay edercesine yüreği, yada öyle zanneder çoğu zaman da zafer yüreğindir aslında… yada tam tersi yaşanır eşzamanlarda ikilemin doğuşu olur kendine tezat düşen kavramlarda…aslında ne kazanan ne kaybeden var ortada… sonu varmış gibi görünen sonsuzluktur belki de devinen…bunları düşünmek bile yetersiz hiç bir şey düşünme derken…beyin mi kalbe ,kalp mi beyine itaat eder ;dizginler kimin elinde ?… bir çemberin başı var mı ki sonu olsun , tuttuğun yer ucu, kesişmiş bir kere döner durur öylece… çare aramakta zaten nafile…fazla zeka zihne zarar…mantık duyguyu ağırlar ,duygu mantığı tamamlar dediysem eğer…delilik bunun neresinde ?…
Galiba kalbin ve beynin ta kendisinde…
Kısacası meltemdeMeltemce:)

Severdim Çantam Sırtımda, Harita Elimde Dolaşmayı…

| 29 April 2007 23:42

Ne muzur insandım ben…Şimdi biraz akıllandığımı hissediyorum.Durgun sulara doğru aktığımı…
Zamanında muzurluğu az sevmedim ben, özgürlüğüme çok düşkündüm, başka şehirlere, başka ülkelere bayılırdım.Başka şehirler açardı ufkumu, dünyayı sevdirirdi bana.
Arkadaşları ayarttığım günler… ” Hadi bir trene atlayıp, hiç bilmediğimiz bir şehre gidelim, oraları da keşfedelim” dediğim günler… Şimdi duruldum birazcık. Daha sakinleştim. Artık eklem yerlerimde biriken enerjiler beni fazla rahatsız etmiyor.Neydi o anneme ” anne ne yapayım eklem yerlerimde enerjiler birikmiş, atmaya çalışıyorum” diyerek evde uçan tekmeler attığım geceler.Nasıl bir insandım ben? Şimdi bilgisayarım kucağımda yazarken karşımda bir ayna var, yüzümde ki muzur ifade hala silinmemiş, hala muzur muzur çatlak çatlak gülüyorum aynadaki halime.

Monitör:

| 31 May 2006 13:22

bakışlarda mananın oluşması için gerekli olan araç gereçlerden bazıları hayatı bize görsel olarak sunar bu sunum sayesinde hayatın manasına dair bir bilgi edinmiş oluruz. Bir metadır o bir eşya fakat onun kıymeti maddesinde değil sunduğu hizmetindedir, hayatın ve işlevselliğin görünmeyen yanlarını bize gösterendir o. O bizim için manasız gibi görünen bilgi kodlarını manalı hale getirir, o bir görsel aracın dışında bir manasal araçtır da aynı zamanda. Moni kelimesi eski yüzyıllarda insanlara sunum yoluyla eğitimi amaçlamış kişileri ifade eder tör ise bir araç olması manasına gelir. Dedim ya bir madde den çok manaya bakan yönü vardır onun o bize gösterdikleriyle bizim manasız gibi görünen yönlerimizin manasını belirler o bu yönüyle aynı zamanda bizi delilikliden de kurtarmış olur.