Bir elma ısırmak için, bir de meybuzun poşetini yırtmak için kullanırdım ben ön dişlerimi. Altından biraz itince kenarından suları damlardı mavi önlüğüme, tek iliğini hep kopardığım yakamla birlikte.
Beslenme çantasından çıkarılan öğlen yemeğinin ardından bahçeyi birbirine katma çabalarına girişirdik ufak olduğunun farkında olmadığımız bedenlerimizle. Suluklara abanırdık sonra, arkadaşların suluğundan “ağzımızı değdirmeden” içerdik, serinleyemezdik. Bozuk paraların şıngırtısı soundtrack, biz patlamaya hazır bombaya yetişen ajanlardık bazen, bazen “canavar”dan kaçardık hepitopu beş metrekare olan bakkala doğru. Nefes nefese “amca dört meybuz” derdik, bakkal amcamız bizi fiillerimizden arınmış şekilde de anlardı. Cömertliğimizin ilk yılları, al amca, iki yüz bin lira derdik, kendinden sonuna kadar emin bir sesle, “yiyin la” cümlesi gelirdi ardından, sonuna kadar gıda boyası ve çocukluk kokulu.