bildirgec.org

arkadaşlık hakkında tüm yazılar

şimdi ne yapıyorsun?

deborahhh | 21 July 2006 15:42

Bir gün kocaman bir torbayla girdi eve. İçi rengarenk yünlerle doluydu. “Mert ne yapacaksın bunca yünü? Yoksa son paramızı da buna mı harcadın?”“Kızım tek ben değil, ikimiz yapacağız. Yatırım bu yatırım. Çanta işleyip satacağız. Annem Antalya’da yapıyor. Deli gibi satıyor. ““Sen nasıl örmeyi düşünüyorsun? Yine bütün saçma projelerde olduğu gibi bu da benim yorulmamla son bulacak değil mi? Ekmek almadın mı? Salça da alacaktın?”“Yaa ne ekmeği, ne salçası? Bütün parayı bunlara yatırdım. Bak şiş de var, tığ da, hangisi kolayına gelirse…”“Yaşasın, artık Felix gibi yaşayacağız, bütün gün bu yumaklarla oynarız, gece de çöp konteynırlarını kurcalar yiyecek buluruz.”“Saçmalama da işlemeye başla, bak ilk sattıklarımızın parasıyla pizza ısmarlayacağım sana.”“Siparişimiz birkaç gün gecikecek muhtemelen.”Bir haftaya yakın geceli gündüzlü çanta ördük. Yanlış hatırlamıyorsam yirmi yedi tane olmuştu. O yıllarda örgü çanta daha çok moda değildi, yani aslında iyi işti. Yaptıklarımıza da talep vardı. Ama biz satmayı bilemedik. “Pazarcı Mafyası” denilen bir müessese varmış. Bizi barındırmadılar. Haliyle battık. Pizza da yiyemedik. Elimizdeki çantaları da bütün arkadaşlara, birer ikişer hediye ettik. Yıllar oldu hala ara-sıra kullananlar var.
Bir gün de elinde kocaman bir resim defteri, kalem traş, silgi, envai çeşit kurşun kalemle geldi. İlk tanıştığımız sıralarda kantinde karaladığım bir figür vardı. Aslında figür denir mi bilmiyorum. Sigarayı tutan sol elimi çizmiştim kağıda. Mert Efendi buruşturup attığım o kağıdı düzeltip, dosyasına yerleştirmişti. O gün benim çizimlerimin birer yetenek abidesi olduğuna kanaat getirmiş. Bu alışverişin nedeni de oymuş. Ben çizecek mişim, o da annesinin evin her yanına doldurduğu çerçeveleri boyayıp benim çizimlerimi yerleştirecekmiş. Sonra mı? Tabii ki satacağız…Birkaç gün sonra benim ezberimdeki birkaç çizgi dışında yeteneğimin olmadığını anlayan Mert bu berbat projesini savunmayı bırakıp kendini at yarışlarına vermişti. Sadece ekrandan takip ediyor, öğrenmeye çalışıyordu. Ben de birkaç haftalık alışkanlıkla elimde yünler Mert’e harıl harıl kazak örmeye uğraşıyordum. En azından bu ördüğüm işe yarayacaktı. Gerçi çok bilen Mert Bey boğazlı kazak için yakayı çok erken kestiğimi söylediğinde onu dinlememiştim. İyi ki dinlememişim. Yoksa yerleri temizlemek için bir de pas pas seti falan almak zorunda kalacaktık. Mert atları sıkı takip ediyor hatta isimlerini bile neredeyse ezbere biliyordu artık. Bana soruyordu “Sence bu yarışı kim alacak?” İsimlere şöyle bir göz gezdirip sallıyordum ben de “Hıımmmm…Karahanlı, yok yok, Safiye Sultan!” Mert sen ne anlarsın dercesine bir bakış fırlattıktan sonra “Ne Safiye Sultan mı? Hahah eşşek o be eşşek!…” Bizim eşşek sürpriz yaptı. Birinci geldi. Kimse beklemediği içinde bahislerde çok yüksek meblağlar dönmüş. Ama ben eşşekleri tutturmakta fena ustalaşmıştım. İmkansız denilen yarışları biliyordum. Kemal Sunal “Atla Gel Şaban” … Artık evin gündelik konusu bu olmaya başlamıştı. Hatta bulaşık yıkarken bile (ki o sıralar pek fazla yiyeceğimiz olmadığı için çok da az bulaşığımız olurdu, ki ne güzeldi) şiki şiki babaaa diye şarkılar söylüyordum. Mert artık paralı bahisler oynayabileceğimiz sonucuna varmıştı.İlk bahsimiz tam bir fiyaskoydu, İkincisi daha beter. Sonra şans oyunlarına kaldıysak bari piyango alalım en azından bütün gün TRT-3’e rating kazandırmayız diye bir karara vardık.Bu sırada faturalar birikiyor, ev sahibi her gün telefon açıp hal-hatır(?) soruyordu. Bakkalın çırağıyla da çok samimi olmuştuk. Hani “ustan yoksa bize bir ekmek, iki paket makarna, deftere yaz, ne ustan mı var? Yanlış numaraymış deyip usulca telefonu kapat ve bizi unut!”Gözüm sık sık Mert’in gitarına takılır olmuştu. Evde para edecek tek varlık oydu. Ama oda ekmek kapısıydı, yani iş bekliyordu. Bir gün biri Mert’e telefon açacak “Ağbi Bilmem Ne Bar müzisyen arıyor, koş” diyecekti. Günler olmuştu. O telefon gelmemişti. Ben gitarın satılmasıyla elimize geçecek paranın bize üç ay yeteceğini, o zamana kadar da yapacak bir şeyler bulacağımızı hesaplıyordum. Tabii bunlar gizli hesaplardı. Bilseydi Mert’in beni öldürmesi an meselesiydi. Elini kana buladığına değer miydi?Bir gün o telefon geldi. İnanamadık. İyi ki o gün geldi. Çünkü ertesi gün telefonumuz dışardan aramalara da kapalıydı artık. Mert telefonu kapattı ve “Muhteşem İkili” dizisi özentiliğimiz depreşti. Hemen bir “mutluluk dansı” patlattık. Ama Mert şarkı söylemeyeli aylar oluyordu. Biraz da Kral T.V. ‘nin ratingini yükselttik. At yarışı, hipodrom görüntüleri, bahisler…. Bu sesleri özleyeceğimi nereden bilebilirdim ki? Şimdi devir “arabesk- fantezi” idi. Bu ne demekse?“Aaa Gülben Ergen şarkı mı söylüyormuş? Ama niye abayı demiyor da habayı diyor?”“Öff be kızım,eleştirme de ezberlemeye bak.”“Allah Allah! Ben niye ezberliyor muşum? Ben çıkmam sahneye falan”“Tamam görünce söylerim. Salak arkada kim vokal yapacak bana?“Bana ne be? Eskiden ben mi vokal yapıyordum sana?”“Gerzek! Artık tek başına gitar çalan yakışıklı çocuk devri kapandı, geride vokal lazım, tabii ki bayan!”“Sensin gerzek! Ayrıca “Yakışıklı Çocuk” konusuna da sonra geleceğim. O zaman boy band kuralım, şöyle boy boy fena mı?”“Iyyy, espri de yaptı. Ya Cuma gecesi işe başlayacağız, bizim hatun hala İstiklal Marşından başka Türkçe şarkı bilmiyor. O kıytırık barda da millete Cranberries söylersin değil mi Dolares’im benim!”“Aman iyi be.. Şu faturalar ödensin başka bir şey istemiyorum. Yarın öbür gün elektriği de keserler.”“Yok onu ödedim ben”“Nasıl?”“Nasıl olsa ben banyo yapmıyorum, yemek de yapamadığımıza göre dedim doğal gazı ödemedim, elektriği ödedim, sen de banyo yapmaya Özlem’e gidiver. Üşürsekte battaniyenin altına gireriz. Ya da sevişiriz artık ne yapalım?”“Sen manyak mısın ya? Özlem’e giderken vereceğim yol paralarıyla hamam açılır be! Beyimiz televizyon keyfi bozulmasın diye banyo özgürlüğümüzü aldı.”“Off bi sus atrık yaa..Bak Cumartesi sabahı seni brunch’a götüreceğim”“Ya ne hayalperest adamsın! Simitçiye gidemiyoruz! Off of…”“Şarkı bitti senin dır dırın bitmedi ha!”

Aşk ve Arkadaşlık

| 28 June 2006 10:19

Yıllardır gelen ilginç mailleri saklarım. Aralarında çok orjinal resimler ve yazılar, komik videolar, powerpoint sunumları ne ararsanız var.

Geçenlerde uzun zaman önce gelmiş bazı mailleri gözden geçirirken aralarında tamda bildirgeç günlüğü için uygun birkaç yazı buldum ve burda yayınlamaya karar verdim.
Belki daha önce okumuşsunuzdur yinede faydalanacağınızı düşündüğüm Aşk ve Arkadaşlık başlıklı yazı ilk olsun.

Ask ve arkadaslik bir gün yolda
karsilasirlar ask kendinden emin
bir sekilde sorar; ben senden
daha candan ve daha yakinim sen
niye varsin ki bu dünyada?
Arkadaslik cevap verir “sen
gittikten sonra biraktigin
gozyaslarini silmek için….”

Nezle bana ne dedi?

knemo | 08 July 2002 23:04

Nezzle, neşeli bir hastalık gibi gözükür: hapşırırsın, tıksırırsın, burnundan sular akar. binbir türlü şekle girersin. Öldürmediği için kimse ciddiye almaz. En fazla 3 kere çok yaşa der en sadık seyircin. Eve gelirsin: Bitkin düşmüşsündür yatağa . . Canın hiçbirşey istemez. Sigara bile içemezsin. o can ki seni fırıldak gibi döndürürdü yeri geldiğinde . Nefsin ya da benlik ya da ego her neyse zayıflamıştır işte: Bir kez daha ölüme yaklaşmışsındır.

Yalnız kalmışsındır. Yalnızlığın en gerçek şekliyle hissettiğin hastalık zamanını yaşarsın. Bu dünyada insanlar belki de bunu için evleniyor , çocuk sahibi oluyor diye düşünürsün : kötü zamanlarda bağladığı biri olsun yanında diye (ama onun da garantisi yok!) Çıplak kalmış gibi utanırsın yalnızlığından: Daha güçlü olman gerektiğini hatırlatır bu sana. İnsanlara ihtiyacın olmadığını telkin edersin: Hiçbir insana muhtaç olmayayım. Herkesin değeri siliniverir, hayattayken oynaştığın “bizim arkadaşlar” birer birer silinir işte: Hastasındır. Bir ses olsun! o sesi sen yarat: Şarkı söyle, dilek tut, yaprakların sesini dinle. Hayır, hayır, iyileşinceye kadar sadece hastayım ben. Sonra yine oynamaya devam edeceğim nasıl olsa: Yine hapşırırım, bir hapşırık daha: Burnum akar, mendil tutarım…Çok yaşa!