bildirgec.org

aile hakkında tüm yazılar

İçinden Deniz Geçen Şehir

linet | 29 August 2007 13:46

İçinden Deniz Geçen Şehir:

İçinden deniz geçen bu şehirde doğdum ben, halicin kokusunu, galatanın neşesini yaşadım, küçücüktüm askerdi babam o zaman, o da küçüktü daha 20 sindeydi ben 2 yaşındaydım, asker babam derdim.. Şapkasını alır aynanın karşısında küçücük kafama oturtmaya çalışırdım, büyük gelir gözlerimi kapardı. 2 yaşında yaşadıklarını mı hatırlıyorsun demeyin, hani olur ya insana böyle flashback ler şeklinde bazı sahneler hiç gitmiyor gözümün önünden. Gölcükdeydi babam, hep evci çıkardı. İşte öyle zamanlardan birinde yanımıza geldiğinde beni aldı, en güzel ve tek gezmelik elbisemi giydirdi annem cılız bebek saçlarımı hatırlıyorum yada resimlerden aklımda kalan, o güne ait bir resimde var zaten. Sultanahmette başlayan yürüyüşümüz, Saraçhane,Unkapanıya kadar uzanmış, hiç gıkımı çıkartmadan yürümüşüm. Arada şarkı söyleyişimiz geliyor gözümün önüne ;

Acılı Adana ve Kağıt Helva

kadirgunay | 20 August 2007 13:58

dün gece dıdısının dıdısı olan birisi ile konuşurken konu birden kaç kardeşsin olayına intikal etti. klasik aile soruları ve cevapları beklerken birden afalladım. kendisinden hiç beklemediğim bir yaklaşım ile abla bana “ailenin en büyük çocuğu aslında ailenin acemiliğine denk gelmiştir, bu yüzdendir ki onlar biraz daha bastırılmış duygular içine girmişlerdir…” dedi. ben olayın bu yüzüne hiç öpücük atmamıştım daha önce. üzerinden biraz düşündüm ve gerçekten ailenin büyük çocukları üzerinde eskiden kalma hep bir acı hep bir iz hep bir küçük emrah modeli vardı. belki isteyerek belki istemeyerek. ama büyük çocuklar abiler ablalar hep ailelerin kötü zamanlarına, parasız durumlarına denk gelmiş ve bu durum hiç düzelmemiştir.

Anne olmayı istemek

darjeeling | 17 August 2007 10:40

Her kadının bu döneme bir şekilde giriş yapar. Kimi daha evli değildir ama ister, kimi evlenir hemen ister, kimi evlenir hayatın tadını çıkarıp bunu ister. Kimi bu mutluluğa erişir kimi erişemez. İster evli ister, bekar olsun her kadın bir çocuğu olsun ister. Erkek soyunu devam ettirmek gibi salt bir düşünceye saplanıp kalmışken kadın farklı ve çoğul duygularla bunu ister. Bir kere kadın bilir ki en yüce duyguyu tadacaktır: Anne olmak!
Ufaklığın ağzından ilk defasında ‘baba’ kelimesinin çıkması çok zordur, bunu bilir, ve belki içten içe bu hazzı yaşar.(anne demek her zaman daha kolaymış) Bilir ki ömür boyu minnet duyulacaktır kendisine çünkü hiçbirimiz bilinçsiz değiliz ki annelerimizin bizim için neler yaptığını görmeyelim. 9 ay karnında taşır bebeğini (bu dönem çoğu kadının hayatında kendince en büyük zevklerinden bile feragat etme dönemidir:içki, sigara içmek vs) Hatta aldatılmaların en çok bu dönemde yaşandığını da bilir( bkz: erkek yine başka şeylerin derdinde) Tabiki her kadın bunları yaşayacak diye bir şey yok ama bazı gerçkeleri de görmezden gelemeyiz. Ayrıca hamilelik süresince öyle hazlar yaşar ki anne sanırım bunu anlamak için gerçekten anne olmak gerek. Mesela belli bir dönemden sonra vücuttaki bebiş annenin bağırsaklarına ilk dışkılarını bırakmaya başlıyor ve anne adayı bundan tuhaf bir haz alıyor…
İşte annelik bu duygularla başlıyor. Kendi kemikli kısmını yeme pahasına, çocuğuna tavuğun saf budunu yediriyor, elleriyle yavaş yavaş ayıklayarak.. Bebeğin bezi, sütü,önlüğü,ilkokulu derken, bir bakıyor üniversiteden mezun ediyor çocuğunu. Kendi yetiştirdiği çocuğunu topluma bırakıyor. Biz de bazen ne yapıyoruz? Nankörlük!Sanırım nankörlüğümüzü de anne değilsek olduktan sonra bırakıyoruz. Belki de çoğu kadın anne olduktan sonra gerçekten kadın oluyor. Bu benim düşüncem, kimse katılmak zorunda değil ama olgunlaşmak için belkide gerçekten bu tarz süreçler yaşamak gerek.
Yukarda anlatılan tüm sebeplerdendir ki kadınlar anne olmak için can atıyorlar. Anneler zaten çoktan gerçek kadın olmuşlar. onlar şanslı, anne olmuşlar.

ÖSS’de dereceye girdi; ama liseyi devamsızlıktan bitiremedi!

erususre | 01 August 2007 15:25

Öss sınavına girecek olan lise son sınıf öğrencilerinin durumu ortadaEğitim sistemindeki bozukluklar, sına adaylarını daha iyi hazırlanabilmek daha rahat olabilmek için son sınava yaklaşan son günlerini gerek rapor gerekse devamsızlıklar doldurup geçiyor.Aileler ve okullarda bu çarpıklıkdan dolayı bu duruma göz yumarak fedakarlıklar yapıyor.
Şimdiye kadar olan dönemde raporsuzda olsa bu durumdaki öğrenciler okul tarafından gözardı ediliyordu.
Şimdi yaşanan olay ise tüm bunlara tezat.
Lise son sınıfta okuyup bu yıl sınava giren Bünyamin tutak,
EA. alanında 372. puan alarak Türkiye 179.su oldu.
Ama 38 gün devamsızlıkla kaldığı için öss’yi kazandığı halde mezun olamayacak.
Okul müdürü Öss ‘de böyle bir başarı elde edecek kişilerin sorumluluklarınıda taşıması gerekir gibi söylemlerle kurulun kalması yönünde karar aldığını bildirmiş.
Şimdi ise tek umut geçmesi yönünde bir mahkeme kararı yada Milli eğitim bakanının olaya el atması.
Umarım biran önce çözülürde böyle bir başarı elde eden bir kişinin yok yere hayatından 1 yıl çalınmaz.

Ölüm ve aile

nevdalist | 31 July 2007 09:57

Arkadaşımın annesi öldü. 10 gün önce ölmüş, benim çok yeni haberim oldu. Üniversiteden arkadaşım, kaç yıl oldu, bir aradayız. Artık eskisi gibi görüşemiyoruz, oysa hiç bırakmayız sandık birbirimizi. Bırakılıyormuş. O kadar ahkam kestim, edebiyat parçaladım, hafifte: “gerçekler sadece görmek isteyenler için vardır” dedim. Oysa ben görmemişim. 1 yıldır kansermiş, Rukiye Teyzemiz. 2 ay önce arkadaşım söylemişti, kanser olduğunu. Unutmuşum, ciddiye almamışım. Bir kere aradım, bir daha aramadım. Oysa hep evlerine giderdik. Çok sefildim, öğrenciyken. Yabancılığın, tanıklığın ortak kesişmesiyle bir araya geldik. T cetveliyle kafasına vururduk. “Yapmayın” diye bağırırdı, yine de onunla alay etmeyi çok severdik. Kahvenin içine konyak katıp içerdi. Biz korkuyla “yapma, yakalanacaksın” derdik. Hiç içemedim o iğrenç konyaktan. 3 kuruş parasını o konyağa yatırırdı. Mezuniyetten, iş güçten sonra, o da hiç içmemiş. Gerçekten de her şey yaşında güzel. Dostluğumuz niye bitti? Niye farklı yollara doğru yürüdük, bilmiyorum. Son görüşmemizde: “T cetveliyle kafama bir daha hiç vurmadınız” demişti. Galiba o zaman bıraktık biz dostluğu. Oğlumuz, kardeşimiz gibi bir adamdı. Oysa yaşı bizden büyüktü. Annesi ölmüş, Rukiye Teyze ölmüş. Hay Allah! Evine gittiğimiz zamanları hatırlıyorum. Tek oğlu kadıncağızın. Evine gelen bütün öğrencilere bakardı. Yedirir, içirirdi. Mutlu olurdu onlarla konuşmaktan. Arkadaşım bir sevgili bulmuştu. Annesi tenhada bizi sıkıştırıp, “kız nasıl güzel mi” diye sorardı. Farklı bir kadındı. Çok yorgun, çok dost, çok anaç, çok komik. Ben bayanım diye ayrı odaya yatak sererdi. “Sakın, erkeklerin yanına gitme” derdi. Sonra gece bizi geyik yaparken yakalayınca: “Tövbe tövbe kızla erkek, aynı odada olur mu” derdi. Şaka mı yapıyor, ciddi mi söylüyor hiç anlamazdık. Kısacık boyu, zapzayıf bedeniyle filmlerden fırlamış gibiydi. Vızır vızır dolaşırdı. Camdan cama konuşmaları bizi çok güldürürdü. Karşı komşu, “evdeki kız kim” diye bağırır. Bu da “yigenim, İzmir’den geldi” diye atardı.

Ben kimlere aşık olmadım ki?

darjeeling | 26 July 2007 14:19

Bundan 26 yıl önce nisan çiçeklerinin açtığı günlerden birinde doğarım. Bahar havası ciğerlere iyi geliyor, evet güzeldir, ama sorun bakalım güzelmidir beklenenden önce doğduğum için annemin elindeki çay bardağını fırlatışı ve doğumhaneye yetiştirilişi.. Hala yüzüme ‘o günkü çay da ne güzeldi, bitirememiştim’ der.. Şakayla karışık bu lafların bünyeme hiç bir negatif etki etmemesinin sebebi ise her gün neredeyse 2 paket sigara içen annemin hamileliği süresince sigarayı tamamen bırakmış olması olabilir, bunun sonucunda belkide anneme aşık oldum. Ben daha annemin karnındayken annemi sevmeye başlamışım yani.
Neyse gün geçer ay geçer büyürüm ben. Kıvırcık saçlı, belli bir yaşa kadar hiç barbi bebeği olmayan bir kız çocuğu olurum. Babam farklıdır. Yapboz oynarız birlikte. Dama oynarız. Kuş alır bana,balık alır,tavşan alır, hayvanları sevmem gerektiği için. Sevdirirde.. .beni yıllar sonra borç harçla özel okullarda okutacak babama daha bilmeden o yaşlarda aşık olmuşumdur.
Kardeş doğar 5 yıl sonra. Bir kıskanırım bir kıskanırım sormayın. Geçerken suratına lanet lanet baktığımı hatırlarım. Sonra ben bir de kardeşime aşık olurum. Sevmeden, ona dokunmadan yatağının yanından geçmediğim olmaz.Ellerimle ufacık bebeğe çekirdek soyar,yediririrm. Hatta bir gün neredeyse sevgimden onu öldürür bulurum kendimi. Kurtulur tabi:) Halı kenarlarını tutuştururuz hep. Oklavayla evde kırılmadık cam bırakmayız. Biri odaya kendini kilitleyip kurtulduğunu düşündüğü anda anahtar deliğinden sinek ilacı sıkarız odanın içine..
Sonra ben biraz daha büyürüm. Dedemi keşfederim evde. Aslında o hep vardır da onu tanımaya başlarım. Tam bir İstanbul beyefendisi, evde bile gömlek ve pantolonuyla gezen, sağları hergün parlak ve taranmış, okumuş etmiş bir insandır. Cebindeki son kuruşuna kadar çocuk kitapları alır bana ve kardeşime. Kırtasiyedeki tüm serileri tamamlarız neredeyse ve ben bugün bile o kitapları saklarım. Çünkü dedem bana okumayı sevdirmiştir ve ben dedeme de aşık olmuşumdur.
Aradan yıllar yıllar geçer ben bu sefer farklı bir aşka düşerim. Bu da karşı cinsin aşkıdır. Severim çocuğu. Hani herkesten bir şeyler öğrenirsin ya bu çocuktan ilk öğrendiğim ise hayvanların ayırt edilmeden sevilebileceğidir. Varın siz düşünün daha neler öğrendiğimi.. Bu yüzdendir ki, onun için yapmadığım şey kalmaz neredeyse. Bana aşkı öğreten adama aşık olmuşumdur şimdi de. Onunla bir gelecek hayal eder, bu hayalin varlığıyla her gün daha çok moral bulurum. Bilirim ki aşk bu sefer birazcık farklıdır. Diğer aşklarımın beni hiç terk etmeyeceklerini bilirim ama ‘ya bu?’ diye derde düşerim.
İsterim ki bu, hayatımda yaşadığım son aşk olsun. 5 kişinin aşkıyla yanıp tutuşayım ben. Gerçekten başka aşk istemiyorum.