Arkadaşımın annesi öldü. 10 gün önce ölmüş, benim çok yeni haberim oldu. Üniversiteden arkadaşım, kaç yıl oldu, bir aradayız. Artık eskisi gibi görüşemiyoruz, oysa hiç bırakmayız sandık birbirimizi. Bırakılıyormuş. O kadar ahkam kestim, edebiyat parçaladım, hafifte: “gerçekler sadece görmek isteyenler için vardır” dedim. Oysa ben görmemişim. 1 yıldır kansermiş, Rukiye Teyzemiz. 2 ay önce arkadaşım söylemişti, kanser olduğunu. Unutmuşum, ciddiye almamışım. Bir kere aradım, bir daha aramadım. Oysa hep evlerine giderdik. Çok sefildim, öğrenciyken. Yabancılığın, tanıklığın ortak kesişmesiyle bir araya geldik. T cetveliyle kafasına vururduk. “Yapmayın” diye bağırırdı, yine de onunla alay etmeyi çok severdik. Kahvenin içine konyak katıp içerdi. Biz korkuyla “yapma, yakalanacaksın” derdik. Hiç içemedim o iğrenç konyaktan. 3 kuruş parasını o konyağa yatırırdı. Mezuniyetten, iş güçten sonra, o da hiç içmemiş. Gerçekten de her şey yaşında güzel. Dostluğumuz niye bitti? Niye farklı yollara doğru yürüdük, bilmiyorum. Son görüşmemizde: “T cetveliyle kafama bir daha hiç vurmadınız” demişti. Galiba o zaman bıraktık biz dostluğu. Oğlumuz, kardeşimiz gibi bir adamdı. Oysa yaşı bizden büyüktü. Annesi ölmüş, Rukiye Teyze ölmüş. Hay Allah! Evine gittiğimiz zamanları hatırlıyorum. Tek oğlu kadıncağızın. Evine gelen bütün öğrencilere bakardı. Yedirir, içirirdi. Mutlu olurdu onlarla konuşmaktan. Arkadaşım bir sevgili bulmuştu. Annesi tenhada bizi sıkıştırıp, “kız nasıl güzel mi” diye sorardı. Farklı bir kadındı. Çok yorgun, çok dost, çok anaç, çok komik. Ben bayanım diye ayrı odaya yatak sererdi. “Sakın, erkeklerin yanına gitme” derdi. Sonra gece bizi geyik yaparken yakalayınca: “Tövbe tövbe kızla erkek, aynı odada olur mu” derdi. Şaka mı yapıyor, ciddi mi söylüyor hiç anlamazdık. Kısacık boyu, zapzayıf bedeniyle filmlerden fırlamış gibiydi. Vızır vızır dolaşırdı. Camdan cama konuşmaları bizi çok güldürürdü. Karşı komşu, “evdeki kız kim” diye bağırır. Bu da “yigenim, İzmir’den geldi” diye atardı.