afet hakkında tüm yazılar
Her eve Sismograf!
Beacool | 21 November 2010 14:28
Her eve Sismograf!
Deprem!
Biraz paranoyakça yaşamanın insan hayatına katkıda bulunduğuna inanıyorum. Zaten paranoyanın birazı da tedbir oluyor. Eğer sizde tedbirliyseniz ve doğal afetlerin (bana göre en insan psikolojisini bozanı) depremden korkanlardansanız (ya da birazdan fazla paranoyanız varsa) tanıtacağım bu ürün tam size göre. Evinizde sizin için sürekli sarsıntıları kontrol eden ve olası bir tehlikede sizi uyaran bir ürünle karşı karşıyayız.
Gragraph
Gragraph ismiyle piyasaya sürülen ürünü evinizde düz bir zemine yerleştirilerek çalıştırıldığında sizin hissedemediğiniz sarsıntıları hissederek takvimine sürekli kaydediyor. Bu şekilde bir gözlem ve tahmin yapabileceğiniz gibi olası bir tehlike anında cihaz uyarı vermek üzere tasarlanmış. 3 ve 10 arası tüm sarsıntıları hissedebilen yapısı sarsıntının şiddetine göre görsel ikaz sesle uyarı ve alarm veriyor. Bu sayede uyku anında depreme yakalanma (veya benim gibi hissetmeme) riskinizi azaltmış oluyorsunuz. Tabi bu en kötü senaryo…
İstanbul depreme ne kadar hazır?
tuncelik81 | 06 September 2010 15:36
deprem
Yaratıcımızın biz insanlara vermiş olduğu en iyi nimetlerden birisi de yaşanan acıları ve üzüntüleri bir müddet sonra unuturup hayatın normal akışına dönmesidir. Eğerki yaşanan acılar ilk günki gibi tazeliğini korusaydı ve unutma özelliğine sahip olmasaydık hayat gerçekten çok sıkıntılı geçerdi biz insanlar için. Fakat şu da bir gerçek ki biz unuturken sadece acıları değil, almamız gereken tedbirleri ve bilmemiz gereken bilgileri de unutuyoruz.
Sel Afetinde Dikkat Edilecekler
puka | 28 September 2009 16:40
http://ahder.org/component/content/article/71-haberler/102-sel-afetinde-dikkat-edilecekler
River of no return..
haupbahnhofstr[pilli_silinen_hesap] | 18 September 2009 09:54
Seksen’li yıllarda sinema günlerinin, yönetmen haftaların da, yönetmenin en iyi filmleri gösterilirdi..
Filmi izlememizi, taksim-kadıköy dolmuşunda şöför salık varmişti; Adamın, sinema bilgisi dudak uçurtacak cinstendi. strapenteli 8’lik dolmuşta, sus-pus olup, yol boyunca adamın sinema konusundaki ahkamlarını dinledik. gerçekten inanılmazdı; Filmlerin senaristinden, görüntü
yönetmenine, kurgusundan bütçesine kadar her şeyi biliyordu.. nerdeyse set işçilerini sayacak!
Film yeni melek sinemasında oynatıldı “river of no return” dönüşü olmayan nehir. yüzyılın en iyi western’lerinden, diye kritik edilmişti.Belki de marilyn monroe, filme ayrı bir renk katmıştı.
Film, vahşi batı’da gelecek arayan baba-oğulun hikayesini anlatıyor. sonradan aralarına anne olarak monroe katılıyor vs.
Bu filmi hatırlatan neydi bana?
Son sel felaketi elbette; Tıpkı filmdeki gibi, adeta azgın bir nehirle boğuşan babanın bir benzeri, minik kızının sel sularında ellerinden kayışını yaşayan annenin dramı..
Bu çok hazin ve yürek yakıcı..Dila’nın, ne ölüsü ne dirisi bulunabildi.
Doğanın, asıl efendimiz olduğu bir kez daha belli oldu; Ancak bazen de bizler onu efendimiz olmaya zorlamıyor muyuz?işte o bölgede olup bitenler, can -mal kayıpları.. insana dayalı bir pervasızlığın neticesinde , gene insanların hırslarını gemleyememesi sonucu, alabildiğine büyümek hırsının bir tezahürü değil mi?
Zerzan’ın haşaratları ve muhasara..
haupbahnhofstr[pilli_silinen_hesap] | 15 September 2009 09:46
. İstanbul, sancağı’nın bir gün bir şekilde düşeceği belliydi.. Netekim, Allahın afatıyla düştü. 59 milyar doları güpleten güruhun, sosyal ve ekonomik ilişkilerle götgöte geçinip giden saltanatları muhasara altında.. ormanları yakıp yıkıp yağmalayan, kıyıları parselleyen, sit alanlarını talan eden, doğayı betonlaştıran çekirge-toplumu..
İstanbul’u kolpa cenneti yapanlar, sonunda felaket kapıyı çaldı arkadaş..
“Bize de bir götlük yer var mı abi” devri bitti;
Mülkiyet, insanların kendi aralarındaki paylaşım kavgalarında kendilerine yonttukları bir kavramdır. (Proudhon, kibarlığı da bir yana bırakarak, “mülkiyet hırsızlıktır” demiş..Ekoloji nazariyecileri; fiziksel çevreye derhal uyum sağlıycan, varolan kaynakları heba etmiycen sel, yangın, deprem; Bunlar, sana doğal olarak birşeyler sunuyorsa, bundan kaçınmıycan.. Meselenin sosyal boyutu böyle bir de dini ciheti var tabi;İslam dini, zorunlu ihtiyaçları karşılandıktan sonra, yılda 96 gram altın alabilecek kadar geliri olmayanı yoksul sayar.. Bugün, 96 gram altın kaç paraya tekabül eder? 5 milyar civarında bir para ediyor.. Bu kadar arttırabileceğin paran yoksa, biçare, muhtaç ve yoksulsun demektir.. işte fincana, tabaa, tencereye, üçbeş parça, çula çaputa meyledişin bundandır. Bu senin çileni tekmiller mi?Biçare’nin, idrak yeteneği proteinsiz kalmasından dolayıdır , yağmaya-çapula elverişli koşullardan yararlanma yeteneği yüksektir.. sağılabilme yeteneği iyidir.. sevk ve idare kolaylığı çok iyidir, yönetimi kolaydır. ırka özgü ayırıcı özellikler ırkın özel yetenekleri (hastalıklara direnç, çevre şartlarına dayanıklılık) kötü çevre şartlarına ve hastalıklara dayanıklıdır.. Bilhassa uzun mesafeleri yürüyebilme, aç kalarak ayakta kalabilme yeteneğine sahiptir, sağlam yapılı, kanaatkardır. yetersiz bakım, beslenme, farklı ve değişken iklim koşullarında yaşayabilir. İşte, bu sebepten sel mel dinlemez; Cenab-ı Hakkın, önüne yığdığı envai çeşit çula çaputa kendi malıymış gibi meyleder.. Buna düpedüz kent ekolojisinin bir tezahürü de diyebiliriz..Kent ekolojisi nedir? yaz sıcaandan nevrin döndü ise ve bu meyanda doğal bir afet mevzu ise derhal doğaya uyum sağlıycan.. Zerzan efendi de, ilkelliğin yalınlığına dönmemizi teklif eder, sikeyim uygarlığı, teknolojiyi der; İstanbul’u muhasara edenler böyle bir yalınlığın tezahürüdür.
İstanbul da Çamurlu Su
turte | 14 September 2009 14:15
Di’li Geniş Zaman Hikayeleri
İSTANBULDA ÇAMURLU SU
Eskiden, yağmur yağar da sular toprak yoldaki çukurlarda birikinti oluşturunca, elimize kağıt, çalı çırpı ne bulursak alır o birikintinin üstünde yüzdürürdük, yağmurdan yağarken olmasa da yağdıktan sonra epey zevk alırdık.
Altı yılım geçti İstanbul’da. Kar fırtınalarına, yoğun yağışlarına, trafik çilelerine, okul tatillerine tanık olduğum kent hemen her noktası kamerayla gözlense de yine insan hayatının pek de değer görmediği bir yer hala. Bundan yaklaşık 5 sene önce, yurt camından karın ne kadar da çok yağdığını konuşuyorduk arkadaşlarla. O zaman da büyükşehir belediyesi çalışıyordu, her şey içinde yaşayan insan için yapılıyordu. O fırtına sırasında da onlarca kişi Silivri yolunda mahsur kalmış, donmuş, ölmüş, korkulu anlar yaşamış ve ne kadar değersiz olduğunun bir kez daha farkına varmıştı.
Eylül ün altısında meydana gelen ve deyim yerindeyse sular altında bırakan yağışlar belediyenin belini bükmüştü, oysa belediyenin bir afet koordinasyon merkezi vardı ve bu merkez ilgili dairelerle an be an ilişki içerisindeydi. Nasıl olurdu da kırk elli yılda bir yağacak yağmur kendini daha önceden belli etmemiş, Allah ın işi birdenbire ortaya çıkmıştı. Bunca insan gerçeklerle mi bilgilendiriliyordu yoksa geçiştiriliyor muydu şikayetler?
Alttaki fotoğraf gibi miydi sabit maaşla çalışan ve aniden anayolda seyahat ederken suya kapılan insanın hali İstanbulda ? Bölgenin coğrafi özelliği nedeniyle bunlar olmuştu zaten, üstüne bir de “Allah ın takdiri” yoğun yağış, malum sıktığımız spreyler parfümler ozonu delmişti sayın belediye başkanının da onadığı gibi, valimiz yağma lafını edenlerin ağzına oracıkta biberi sürmüştü bile, televizyon kanalları ana haberden sonra selin pek uğramadığı yaşamları konu alan magazin programlarını ya da dizileri gösterecekti yine….
İstanbul’u Sel Aldı: Afet Değil Cinayet
penguen06 | 11 September 2009 13:32
http://www.dogadernegi.org/index.php?sayfa=editor&id=37
Afetler için ücretsiz deprem külliyatı
puka | 11 August 2009 16:57
http://www.guvenliyasam.org/yayinlar
Knowing
emsvizyon | 07 May 2009 19:19
başrollerini Nicolas Cage ve Rose Byrne‘ın paylaştıkları filmin yönetmeni,Alex Proyas. dünya’nın yok oluşu ve varoluşa dair enteresan bir yaklaşım sunan knowing‘in konusu kısaca şöyle; 50 yıl önce bir kız çocuğu bir kağıda o günden dünyanın sonuna kadar olacak bir çok önemli olayı tarih ölüm sayısı ve koordinatlarına göre kodlayarak yazacaktır.bu kağıt 50 yıl sonra olayın kahramanının eline geçtiğinde kovalamaca, engellemeye çalışmak vb bir çok aksiyon başlar.
şahsen filmi beğenmedim değil ama öyle derin bir felsefe bir şaşkınlık yaratacak durumla da karşılaşmadım hani. hatta filmin ilk yarım saatinde sonunun nereye bağlanacağını çözmüştüm desem yeridir, ancak insan yine de bir ümit ile sonunu merak ederek izliyor.
nicolas cage faciası olmaktan korktuğum, ikinci bir nextvakası olabileceğini düşündüğüm film bu endişelerime nazaran bence hiçte fena değil.
sonunda ise hayda diyorsunuz, ama bu “haydaa” filmin sonundan çok filmin sonunda kullanılan temadan oluyor diyebilirim.
ha ayrıca sanki küresel ısınmaya da kendilerince bir yorum katmışlar ( esasında mualif bir yaklaşım sanki ).son olarak derim ki vakit geçirmek için güzel bir seyirlik. fragmanlar