bildirgec.org

2005 hakkında tüm yazılar

Factotum

kirmizifare | 02 December 2008 12:02

2004’te İstanbul Film Festivali’nde gösterilen Mutfak Hikayeleri’nin de yönetmeni olan Norveçli yönetmen Bent Hamer‘ın yaptığı 2005 yapımı bir Charles Bukowski uyarlaması olan Factotum, özünde Bukowski’nin yirmili yaşlarında yaşadığı ve genellikle ucuz otellerde yaşam, üçüncü sınıf işlerde çalışma ve herzamanki gibi içki, kumar, kadınlarla olan ilişkilerini anlatan bir biyografi olarak da görülebilir. Ülkemizde Film Ekim 2005 kapsamında gösterildi. Pasaklı, günü gününe yaşıyan, içki yüzünden onlarca işten kovulan, evde ancak para verirse kalmasına izin vereceği bir babaya sahip, barda tanıştığı kadınlardan biri olan Jan’e (Lili Taylor) içki ısmarladıktan sonra Jan’in evine yerleşen birisi Henry Chinaski (Matt Dillon). Yaşamındaki kaosun içinde tek değişmeyen şey ise “her şey hakkında” yazma tutkusu. Patronunun karısı hakkında bile.
Filmin müziğine değinmeden geçmemeli.

Kristin Asbjornsen’in solistliğini yaptığı Dadafon adlı grubun film boyunca kasvetli, melankolik müziği filme ayrı bi doku katıyor. filmin sonunda çalan slow day ise bir Bukowski şiiri.
Ayrıca belirtmek gerek Factotum‘un kelime anlamı “bir işte yapılması gereken tüm niteliksiz işleri yapan kişi” anlamına geliyor. Sanırım filmin özünü yeterince açıklıyor.

Walk The Line (2005)

absynthe | 28 November 2008 14:23

“…Ben siyahı fakirler ve ezilmişler için giyerim,
kentin umutsuz, aç tarafında yaşayanlar için,
suçunu çoktan ödemiş mahkum için giyerim siyahları,
ama o sadece zamanın kurbanıdır…” (Johnny Cash, Man in Black)

Walk the Line(2005) (Türkçesi Sınırları Aşmak), 1932-2003 yılları arasında yaşamış ünlü country-blues sanatçısı Johnny Cash’in biyografisi niteliğinde bir film. Filmin öyküsünü anlatmak yerine film hakkında ‘trivia’ olarak nitelendirilen bilgilerden, filmden sonra konuşulanlardan bahsetmek istiyorum.

Charlie and the Chocolate Factory (Charlie’nin Çikolata Fabrikası)

queennothing | 28 November 2008 09:52

Dünyanın en güzel çikolataları, ‘Wonka Fabrikası’nda üretilir.”

Roald Dahl, 1964 yılında yazdığı “Charlie and the Chocolate Factory” adlı kitabında, işte tam olarak bunu söylüyor.

1990 yılında yaşamını yitiren yazar Roald Dahl‘ın çocuklar için yazdığı “Charlie and the Chocolate Factory” adlı kitabı, ilk olarak 1971 yılında Mel Stuart (“Running on the Sun: The Badwater 135“, “Four Days In November” vs.) tarafından “Willy Wonka and the Chocolate Factory” adıyla sinemaya uyarlanmıştı.

The Girl in the Café

queennothing | 03 September 2008 09:57

The Girl in the Café”, oldukça yoğun çalışan; sosyal hayatı ‘yok’ denecek kadar az olan, orta yaşlı ve bol şekerli çay içen bir adamın, hayatının nasıl değiştiğini anlatan bir filmdir.

Bill Nighty
Bill Nighty

“Sabahın erken saatlerinde kahveyle uyanıp işe giden kravatlı adamın monoton yaşamı”.
Bu temayı işleyen onlarca film var. Misal; “Fight Club”. Bunu takiben yenilerden “Wanted”, Türk filmlerinden “Zeynep’in 8 günü” ve Sean Penn’in meşhur filmi “Into The Wild”.

Bill Nighty ve Richard Curtis
Bill Nighty ve Richard Curtis

Tyler Durden’la kendini bulan adamla “Into the Wild”ın Chris’i arasında elbette dağlar kadar fark var ama gelinen nokta belli; terapi niyetine izlenen filmler.

Açıkçası “The Girl in the Café”, bahsi geçen filmler kadar sürükleyici değil; ama gerçekçi.
Yoğun bir günün öğle saatlerinde 50’sini aşmış Lawrence’ın bir İtalyan kafesinde tanıştığı Gina ile girdiği diyaloglar, bizi İzlanda’ya kadar götürüyor. Maliye bakanının yanında önemli bir konuma sahip Lawrence, tüm dünyayı etkileyecek olan kararların alınacağı ‘G8 toplantısı’ için İzlanda; Reykjavik’e gidecektir. Yeni tanışmalarına rağmen Gina’yı da davet eder ve Gina kabul eder. Hakkında hiçbir şey bilmediği bir adamla ‘Björkün doğum yeri’ olarak bildiği yabancı bir ülkeye gidecektir.

Christopher Nolan ve Bir Kahramanın Gerçekliği

ashg | 14 August 2008 10:06

Chistopher Nolan, Hollywood’un belki de en iyi Avrupalı transferlerinden biri. Yönetmeni bu kadar özel bir sinemacı kılan özelliği ise, her kesin gün yüzüne çıkarmaya korktuğu eksik ve karanlık tarafın üzerine bile bile korkmadan gidişi.

Nolan iş başında
Nolan iş başında

Nolan’ın tek bir sinema kariyeri var. Ama asıl başarısı izlediği çift şeritli bir yolun her iki şeridini de oldukça verimli kullanmasından geçiyor. Birinci şerit küçük kardeşi Jonathan Nolan ile imza attığı bağımsız filmlerin bulunduğu şerit. Diğer şerit ise büyük Hollywood stüdyolarında gerçekleştirilen büyük bütçeli dev yapımlar. “The Following” (Takip) on sene önce adı sanı duyulmamış yönetmenin ilk önemli çıkışı olarak kabul edilebilir. Nolan bu filmde ilk tematik dertlerinin de sinyallerini verdi. Filmin ana karakteri genç bir yazar (Jeremy Theobald) hem yaşadığı metropol yalnızlığı ile başa çıkmaya çalışıyor hem de karanlık yönünü gün yüzüne çıkarmaya çalışıyordu. Bu iki tema bir femme fatale ile tamamlanınca sürükleyici bir kara film ortaya çıkıyordu. Tamamı siyah beyaz olan bu bağımsız film İngiltere içindeki başarısını kısa bir süre Britanya sınırları dışına taşıdı. “The Following” Rotterdam film festivalinde Altın Kaplan ödülüne değer görüldü. Bu büyük başarıdan sonra dikkatleri üzerine çeken Nolan (Kardeşler) adlarını tüm dünyaya duyuran asıl proje üzerinde çalışmaktaydılar: “Memento”! Jonathon Nolan’ın kısa hikayesi “Memento Mori” den esinlenerek yazdıkları senaryo ile bir anlatı sanatı olan sinemaya yeni bir soluk getirdi. Zamanı esneten kurgu anlayışı, insan hafızasını farklı bir biçimde yorumlamaları, modern bir klasik olarak kabul edilen kült film “Memento”yu ortaya çıkardı. Nolan, “Memento” da ana karakteri Leonard’ın (Guy Pearce) hafızasını iki ayrı film “strip”e ayırıp birini filmin sonundan diğerini ise filmin başından başlatıyordu. Bu yenilikçi yaklaşım filmin ana motifi olan eksik-kırık zaman duygusunu ve “Memento”nun ana atmosferini başarılı bir şekilde perdeye taşıyordu. “Memento” Nolan Kardeşlere Oscar’da en iyi senaryo dalında adaylık getirdi. “Memento”yu ”Insomnia” izledi. Başrollerini Al Pacino ve Robin Williams paylaştığı ”Insomnia” Nolan’ın kariyeri için “yeni ilkler”in filmiydi. Yönetmen ilk defa Hollywood’un deneyimli isimlerini yönetiyor ve ilk defa bir yeniden yapım (re-make) gerçekleştiriyordu. 2005 yılına gelindiğinde genç yönetmene Hollywood’dan büyük bir teklif geldi: “Batman Begins” (Batman Başlıyor) Nolan, “Batman Begins”i karanlığın içinden tekrar doğurdu ve bu kez Christian Bale’in canlandırdığı Batman’in üzerine üzerine gitti. Batman’i yalnızca çizgi roman sayfalarından beyazperdeye geçen bir süper kahraman olarak yaklaşmadı. Karakterinin geçmişini kurcalayan Nolan, Batman’i derinleştirdi ve inandırcı bir karakter olmasını sağladı. “Batman Başlıyor” yerine filme başka bir başlık aransa bu başlık “Batman Nasıl Doğdu ?” olabilirdi. Batman’i “Batman” yapan sadece kara pelerini ve uzun kulaklı şapkası değildi. Neden yarasa figürünü seçmişti, Gotham’da neden geceler hep uzundu? Nolan birer birer bu soruları yanıtladı ve karşımıza Christian Bale’in de belirttiği gibi gülünç olmaktan kurtulmuş bir Batman’i karşımıza çıkardı.

Angel-a

berryberk | 30 June 2008 10:35

Angel-a, siyah-beyaz bir Fransız romantik-komedisi. Ancak popüler romantik-komedilerden değil en eğlencelilerinden. Luc Besson’ın yazıp yönettiği bu filmin başrol oyuncuları Rie Rasmussen(Angela) ve Jamel Debbouze(Andre).

Andre borç batağı içinde yaşayan işe yaramaz bir dolandırıcıdır. Alacaklıların peşini bırakmaması ve çeşitli problemlerden intihara kalkışır ama onu Cennetten çıkan bir melek olan Angela kurtarır ve Andre’nin borçlarını ödemek için ortak çalışmaya başlarlar.

Filmin temelinde cennetten çıkma, uzun boyu uzun bacaklı ve bembeyaz tenli bir melek olan Angela ve esmer, bir kolu olmayan bir dolandırıcı olan Andre’nin zıtlıkları gayet iyi kullanılmış ve ortaya izlenilesi bir film çıkmış.

Koç Carter, Samuel Jackson Parkeye İndi

chuckie | 16 June 2008 10:11

Coach Carter Türkçe söylemek gerekirse Koç Carter bir basketbol filmi. 2005 yapımı olan filmin başrolünde Samuel Jacksonoynuyor. Jackson yine harika bir oyunculukla karşımızda. Yönetmen koltuğunda yılların tecrübesi Thomas Carter‘ ı görüyoruz.
Richmond lisesi basketbol takımı, tüm maçlarını kaybetmekteyken Ken Carter(Samuel Jackson)’a takımın başına geçmesi için bir teklif yapılır. Koç, teklifi kabul eder ve takımın başına geçer. Filmde de koç takımın başına geçtikten sonra olanlar, atlet-öğrencilerin yaşadığı zorluklar ve Koç Carter’ ın oyuncularını sokaklardan parkeye taşıma mücadelesi anlatılıyor. Ailelerin basketbola bakışı da çok net bir şekilde aktarılmış. Eğer basketbolu seviyorsanız 136 dakikalık bir şölen sizi bekliyor.
Filmin web sitesi burada.

The Jacket ( Çıldırış )

ntguzel | 28 May 2008 11:50

The Jacket ( Çıldırış )
The Jacket ( Çıldırış )

Yönetmenliğini John Maybury‘nin üstlendiği The Jacket Çıldırış filminin başrollerini Adrien Brody ( Jack Starks ) ve Keira Knightley ( Jackie Price ) paylaşıyor.Filmde Jack , körfez savaşında bir deniz askeri olarak bulunuyor.Olay örgüsü ise Jack’in kafasından ağır yaralanmasıyla başlıyor. Jack, hayatta kalmayı başarıyor başarmasına ama ağır hafıza problemleri ile karşı karşıya kalıyor. Jack, kendini daha iyi hissetmek için doğduğu kasaba olan Vermont’a dönmeye karar veriyor.

Vermont’un soğuk bir gününde yolda kalır.Filmin sürükleyici kısmı yolda yürürken arızalanan bir araba görmesiyle başlar.Sonrasında ise yaşanan karışık olaylar Jack’in başını yakacaktır. Fakat Jack yaşanan olaylara dair hiç birşey hatırlamaz. Bu sebepten Jack kendini akıl hastanesinde bulur ve yanlış tedavi filmin akışını değiştirecek çok farklı olaylar yaşanmasına sebep olur.

Hard Candy (2005)

gtufekli | 24 May 2008 12:00

Hard Candy
Hard Candy

Belki korkmayacağınız ama cidden gerileceğiniz bir film, Hard Candy (Lolipop).Geçen sene 30 Days of Nights adlı korku filminde yönetmen/senarist koltuklarında oturan David Slade/Brian Nelson ikilisi 2005 de bu filmle cidden iyi iş çıkartmışlar.
Topu topu 5 kişinin rol aldığı filmde başrollerde Ellen Page ve Patrick Wilson ikilisini izliyoruz. Filmde, Page Hayley Stark adında 14 yaşındaki bir genç kızı, Wilson ise Jeff Kohlver adında 32 yaşında yalnız yaşayan bir fotoğrafçıyı canlandırıyor. Juno ile bu yıl Oscar da da kendinden söz getiren Bayan Page hakkında çok şey söylemeye gerek yok aslında… Bu filmde hırçın, agresif ve psikopat bir karaktere bürünmüş olarak bu bayanı görmek biraz üzücüydü ama rolünün gereklerini yerine getirebilen ve çok iyi oynayabilen biri olduğunu ta o zamanlardan bize göstermiş…

Conversations with Other Women (2005)- Eleştiri

pillidarko | 08 May 2008 16:12

Sinemada teknoloji gelişip, her türlü görselliğe hizmet eden imkanlar ortaya çıktıkça bir yandan da yaratıcılığı zorlamak için kendine güç kurallar koyan sinemacılar çıktı. Lars Von Trier‘nin Dogma‘sı bunlar arasında en bilineni. Trier biraz şaka biraz ciddi bir manifesto oluşturarak bundan sonra filmlerinde cinayet sahneleri gibi ‘gerçekten’ canlandırılamayak sahnelere, yapay ışığa yer vermeyeceğini, perdedeki her şeyin ‘gerçek’ olacağını (seks sahneleri dahil) ve bunun gibi daha pek çok zorlu kuralı içeren Dogma akımını başlattı. Daha sonra çekilen Dogma filmlerinde bu kurallar bir bir çiğnendi tabi ama sinema tarihine oldukça ilginç filmler de kazandırılmış oldu.

Konuya burdan girdim çünkü Conversation With The Other Woman‘da günümüz sinemasında kullanılan küçük kurallardan birini koymuş kendine. Ekranı ikiye bölmüş ve bütün film boyunca aradaki çizgiyi asla kaldırmamış (son sahnede kalkmış gibi ama emin olamıyoruz). Split screen denen bu tekniğin, dörde bölünmüş ve çok daha karmaşık versiyonunu Timecode filminde görmüş ve açıkçası zorlama bir yöntem olduğunu düşünmüştüm. Çünkü o filmde dört ayrı karakterin hayatını takip etmenin zorluğu dışında bir katkısı yoktu filme split screen’in. Ancak Conversation With The Other Woman konusu itibariyle de görsel seçimine hayli uygun.