Amerika Birleşik Devletleri, bir yandan yeryüzünün bol
petrollü bölgelerine barış ve demokrasi getiren hayırsever tutumuyla bütün
askeri gücünü kullanıp bombalar yağdıradursun, Amerikan rüyasını yıllardır
dünyanın en ücra köşelerine bile başarıyla götürüp ülkelerinin propagandasını çok iyi yapmayı başarmış, sinemayı hemen her zaman bir silah
olarak kullanmış ve bunda da nerdeyse her defasında başarılı olmuş, hepimizin, tüm dünyanın büyülenerek izlediği, illüzyon imparatorluğu Hollywood dünyası,OSCAR ödülleriyle, 75. kez tüm dünyayı Amerikan rüyasına en başarılı tutsak eden filmlerini, oyuncularını,
yönetmenlerini ödüllendirmek üzere iş başında ve elmas yıldönümü olarak tanımlanıyor bu yıl tören. 75 yıldır bu törenler, her yıl gösterişini, görkemini, albenisini katlayarak sürdü. Bu yıl, ülkeleri tüm dünyanın gözleri önünde haksızca kan dökerken pek sevdiğimiz büyük starlar ne yapacak peki? Yine
sevinç nidaları, çığlıklar, eğlence alkış, ağlamalar, minnettarlıklar olacak mı.
Şov devam edecek mi. Büyük ihtimalle evet. Ama sanatçılardan, kahramanlarımızdan önce bay Oscar’a bir dönüp bakmak gerekiyor. Bu ödül ne kadar önemli ve ne kadar sanatsal kriterlere dayanılarak veriliyor diye. Çünkü yıllardır bir yandan bu
görkem sürerken bir yandan da belli kesimlerce her defasında eleştirildi Oscar ödülleri.
Haksızlık mı ediliyordu bu sanatsal ödül rekabetine yoksa
gerçekten sanatsal bir yaklaşımdan ziyade, yalnızca Hollywood’daki şovun en
gösterişli parçası mıydı Oscar törenleri?
Akademi, bir çok zaman, bir çok açıdan eleştirildi, bir çok ünlüyü o
sahnede çığlıklar atıp teşekkürler diye bağırırken gördüğümüz gibi bir çok
ünlüyü de Oscar törenlerine katılmayışlarıyla ya da adaylığı – ödülü
reddedişleriyle tanıdık. Akademiyi ve verdiği bu ödülü çok önemseyen sanatçılar
da oldu tabii. Ödül aldıklarında ağlayarak çığlıklar atarak adeta
kendinden geçenler,
isimlerinin okunduğunu duydukları an oturdukları yerden fırlayıp
koltukların üzerine basa basa
sahneye koşanlar. Yalnızca bunlar mı. Türkiye ve başka bir çok ülke sinemasının da en büyük hedefi oldu Oscarlar. Ülkemizde ve bir çok ülkede bir yönetmen çektiği filmi yüceltmek için “Oscar alacağız bu filmle dedi”. Oscar
almak, hatta aday gösterilmek bile belli bir kitle için başarının en iyi ölçüsüydü. Evet bir yandan eleştirenler olsa da sinema dünyasında büyük bir çoğunluğun hayatlarının en büyük ideali oldu bu altın heykelcik.
Oscar’ı eleştirenler akademiden şikayetçilerdi ve film seçiminde tutucu, yanlı bir yaklaşım gösterdiklerini söylüyorlardı. Bu yazının
konusu tabii ki Oscarlar tarihi, ödül alan filmler, isimler değil, ama akademiyi
eleştirenlere hak vermemek de nerdeyse imkansız gibi. Zira; dünyanın hemen her yerinde önemli sinema otoriteleri tarafından sinemanın gelmiş geçmiş en iyi yönetmenlerinden birisi hatta en iyi yönetmeni sayılan Stanley Kubrick’in bu güne kadar çektiği filmlerden hiçbiriyle ödül almamış dahası aday bile gösterilmemiş oluşu dedikoduları doğruluyor gibiydi. Kaliteyi ödüllendirmek başka şeydi fakat Hollywood, dahi de olsalar yaramaz çocukları sevmiyordu. Gerçi ölümüne yakın, akademi Kubrick’e “ömür boyu başarı ödülü” vermeye hazırlanıyordu ama yıllar önce Kubrick bir röportaj esnasında “neden hiç aday gösterilmiyorsunuz?” sorusuna “bunu filmlerime hakaret olarak kabul ederim..”
diyerek zaten fikrini belirtmişti ve neyse ki ölene kadar bu gerçekleşmedi.
Bunun dışında Amerikan rüyasını yücelten yapımlar yerine özeleştirel filmlere
imza atan Oliver Stone’un aday olduğu bir törende bulunmak yerine ira militanlarıyla çekim yapmak üzere İrlandada bulunuşu, Woody Allen’ın hiçbir filminin adaylığından memnun olmayışı ve 11 eylül saldırılarından sonra düzenlenen Oscar törenlerine kadar hiçbir Oscar törenine katılmayışı ve daha bir çok film ve kişinin akademiye tepkileri ile birlikte bu tepkileri verenlerin gerçekten de başarılı sinemacılar oluşu “Oscar sanatsal bir ödül mü?” tartışmalarını hep
zirvede tuttu.
Hadi canım. Biz de izliyorduk işte her yıl. Sinema düşkünleri olarak zamanı geldiğinde saat uyumsuzluğuna rağmen koltuklarımıza tam vaktinde çivileniyor, bütün sezon para harcayıp gittiğimiz kimi zaman hayran olduğumuz, beğendiğimiz ya da beğenmediğimiz filmlerin rekabetini takip ediyorduk. Sadece kimlerin ödül alacağını mı? Tabi ki hayır. Konukların elbiselerinden yaptıkları konuşmalara kadar salonun tasarımından organizasyonun düzenleniş biçimine bir çok
ayrıntıyı takip ediyor, her yıl töreni sunan ünlü komiğin esprileriyle gülüyor,
favori filmlerimiz ödül almadığında tuttuğu takım haksızlığa uğramış futbol
taraftarı duygusuna bürünüyorduk. Ömür boyu başarı ödülleri sırasında ya da
başka duygusal anlarda onlarla birlikte duygulanıyorduk,
“and the Oscar goes to
…” anonslarında onlar kadar olmasa da bizim de kalbimiz çarpıyordu. Canımız, her
şeyimiz, gözümüz kulağımız medyamız da sağolsun bizim heyecanımızı paylaşıyor ve her yıl hem canlı yayınlayıp tercüme ederek hem de programa bir de sinema uzmanı çağırarak Oscar keyfimize katkıda bulunuyordu. Ve fakat, nesi vardı bizim Eşkıya’mızın; neden bizi de aday göstermiyorlardı canım en iyi yabancı film oscar’larına. Yılmaz güney altın palmiye almıştı evet, ama ne olurdu Oscar da verselerdi sanki. İçten içe bir yandan törenleri izlerken bir yandan da eurovizyon yarışmalarındaki ruh halimiz yansıyordu sanki dışarı. İşte bu denli önemli bir ödüldü Oscar.
75. si ise diğerlerinden biraz daha önemli gibi. Bir kere
yazının başında da belirttiğim gibi Oscar’ların sahibi olan ülke şu anda ortadoğuda bombalar yağdırarak adalet ve özürlük dağıtmakla meşgul. Buna rağmen tören yapılacak ve ritüllerden vazgeçilmeyecek. Ne olursa olsun ne demek tüm dünyaya bir kez daha gösterilecek. Zaten şu an, bu kalabalığı,
tv’lerinde bombalanmış bir şehrin acısını izlemekten ancak ve ancak Oscar ödül
törenivazgeçirebilirdi. Filmler de bunu söylemiyor muydu hep. Amerikan ulusu cesurdu,
gözüpekti, kahramandı, gerektiğinde dünyayı ancak ve sadece Amerikalılarkurtarabilirlerdi. Kimi zaman hayatları pahasına göktaşlarının önüne atlarlar, kimi zaman Ramboları veRockey’leri ile canlarını sıkan ülkeleri ringlerde döverler ya da tek kişilik ordularıyla dize getirirler, gerekirse dünyanın refahı için uzaylı döverlerdi Gerektiğinde bir tek
askerlerini kurtarmak için büyük acılar çekmeye de hazırlardı, savaşta ölen
asker arkadaşlarının kız arkadaşlarını becererek vatan bütünlüğü(!)nü korumaya da. Aralarından bazı hainler
,bazı kendini bilmezler, böyle
filmlerle oyunbozanlık yapsa da, hatta aralarından bazı yönetmenler Amerikan rüyasını, yaşayış biçimini, sistemini yerin dibine batıran filmler çekse de, akademi tarafından bu tür filmler her zaman daha çok önemsenecek ve bütün Oscarları toplayacaktı. Tanrı hep Amerikanın ve haklıların yanındaydı, In God We Trust’dı. Petrol mü ?
Çıkar mı? Faşizanlık mı? Hadi canım .. Kötü kalpli olmayın. Amerikalılar her zaman iyilerin takımındaydı ve hem
Hollywood‘da hem
Irak‘da sadık İngiliz dostlarından yardımlar aldı.
Kimilerine göre 75. Oscar töreni aynı zamanda bir çok
protestoya da sahne olacak. Bu yazının yazıldığı anda henüz Oscar törenleri başlamadı. Saat 02:52, töreni canlı yayınlayacak televizyon kanalımız NTV’de henüz hala Irak’ın bombalanmış darmadağın görüntüsü var. Az sonra sona erecek bu görüntüler ve ekranı Amerikan rüyası kaplayacak. Yakışıklı ve güzel yıldızlar en görkemli elbiseleriyle
törendeki yerlerini alacaklar. Tam bu noktada bu yazının ve yazarının asıl derdinden bahsetmek gerekiyor. Bu ortamda Oscar ödüllerinin yine de dağıtılacağının açıklanmasıyla dünyaca ünlü starlar adeta ikiye bölündü.
Sean Penn zaten törenden falan çok çok önce savaş karşıtı tavrını net olarak ortaya koymuştu. Akademi, tabi bu duruma hazırlıksız yakalanmadı ve savaş karşıtı olduğunu düşündüğü bir çok sanatçıya davetiye göndermedi. Mazeret yer darlığıydı. Bir yandan da başka ünlüler açıklamalar yaptı. En beklenmeyeni şüphesiz ki Er Ryan’ın kurtarıcısı
Tom Hanks idi. Tom Hanks dışında Cate Blanchett,
Susan Sarandon,
Will Smith ( ki ödüllerden birini sunacaktı), Jim Carrey,
Eminem,
Tim Robbins ve Meryl Streep’den bu törene
katılmayacakları yönünde açıklamalar geldi. Yalnızca bu kadar da değil;Dustin Hoffman,
Ben Affleck ve
Jullianne Moore gibi
isimlerin de “savaşa hayır” rozetleriyle törenlere katılacağı söylendi. Akademi
ve Oscarlar hakkında nasıl iki ayrı görüş varsa Hollywood’un starları da savaş hususunda ikiye bölünmüş durumdalar. Tören sonrası her yıl starlar için şatafatlı partiler düzenlemekten sorumlu kuruluş (kimlerdir ne iş yaparlar bir
kurum mudur bilemem) bu yıl da parti olacağını ama basına kapalı olacağını çünkü
starlardan biri eğleniyor gibi görünürse duyarsızlıkla suçlanabileceği
ihtimali bulunduğunu söyleyerek benden “yakası açılmamış bir küfür Oscar’ı”
aldı. Bu satırlardan itibaren bir miktar değişecek uslubum için özür dileyerek devam etmek istiyorum
Hollywood starlarından bir çoğunun Bush’a karşı bir
kampanyaya girişip çok çabuk sindirildiklerini biliyoruz. Bunun dışında başlarını bu kişinin çektiği kalabalıkça bir grubun da Bush’u ve Amerika’nın saldırgan tutumunu desteklediğini biliyoruz. Gerçi Mel Gibson savaş istemiyorum dese de Bush
hükümetnin yanında olduğunu her fırsatta beyan etmesi de suça ortaklık sayılmalı
yine de. Bu gerizekalı ise ayrı bir inceleme konusu aslında. Zira kendisi şakşakçılığını abartarak orduya
katılıp Iraklı öldürmek istediğini açıkça söyledi. Yazık ki “kıçınızdaki kıllar
kadayıf olmuş sizi askere alamayız” diye reddettiler bunu. Yoksa isterdik bunun
bir film olmadığını yerinde izleyerek görsün ve kendi ülkesinin bombalarından
biriyle yararlansın. Acımasız mı davranıyorum ? Bence hayır. Ve tabi ki
bu ve
bu boş kafalardan da başka bir tepki bekleyemezdik.
Oscar törenlerinde aktrisler güzellikleri ve şıklıklarıyla
göz kamaştırırlar. Törenler biraz da bunun için izlenir. Kıyafetlere ve takılara
muazzam servetler harcanır tek gecelik gösteriş için. Evet bakalım aktrisler cephesinde neler oluyor.
Amerika’da bu sıralarda gazeteciler bütün ünlülerden
törene katılıp katılmayacakları hususunda bir açıklama bekliyor.Bu salak da açıklama yaptı ama savaşla çok ilgilenmiyordu. 15 bin $ değerindeki Oscar elbisesini
çalmışlardı ve üzgündü. Terzisi ise getirene ödül vereceğini söylemekle yetindi.
Savaş mı ? o da neydi ? Geçen yıl Oscar törenlerinde ödül aldığında yapay çığlıklar saçıp salya sümük ağlayan
bu beyinsiz ise törende giyeceği elbisenin oradaki en gösterişli ve mükemmel elbise olmasını istediğini çünkü ne kadar güzel ve seksi görünürse, bunun savaşmakta olan Amerikan
askerlerine o kadar moral vereceğine inandığını söyleyerek en nadide küfürlerim Oscar’larından birini hemen kaptı.
Ve tören.
Burada, şunlar adaydı bunlar aldı bunlar alamadı yazısı yazacak değilim. Zaten bin yerde okuyacaksınız bunları. Beni ilgilendiren tüm
dünyanın ve bir çoğumuzun kahramanlarının bu savaş iklimi içerisindeki
tavırları, durmayı seçtikleri yer ve bunu ifade ediş biçimleriydi aslında. Daha
en başında, yaptığı onca harika filmden hiçbiriyle Oscar alamamış yönetmen
Martin Scorsese‘yi orada
gördüğümde hayal kırıklığına uğradım. Ama daha sonra aday olduğunun ve ödülü bu
sefer almasının garanti olduğunun tarafımdan anlaşılması neden orda olduğunu çözmemi sağladı. Ve fakat yine ödülü alamadı, ilk kez ona bu ödülün verilmemesine sevindim; çünkü ödülü alan
The Pianist‘in yönetmeni
Roman Polanski daha onurlu
davranıp geceye katılmamıştı. Olan bana oldu ve sevdiğim bir yönetmeni kaybettim.
75. Oscar töreninin olabildiğince çabuk yapılıp
bitirilmesine özen gösterildi aslında. 11 eylül saldırılarından sonraki Oscar
töreninden bile daha sessiz sakin bir tören oldu. Öncelikle yazdıklarımızdaki
düzeltmeleri gerçekleştirelim. Törene katılmayacağım diyenlerden Tom Hanks,
Meryl Streep ve Susan Sarandon, ordaydı. Yani katılmayacağım diyen hemen herkes törende yerini almıştı. Sarandon, kısa bir konuşmayla anılarda kalanlar tadındaki bölümü sundu gitti. Konuşmasında üstü kapalı mesajlar vardı.
Yetkililer ödül alımı sırasında az konuşulmasını aksi takdirde konuşma sırasında konuşanın sözlerinin müzikle kesileceğini ve gelenlerden mümkün olduğunca siyah ağırlıklı giyinmesini rica etmişler. Kırmızı halı kullanmadılar bu törende ve
sunucu kişi bununla (nedense) övündü. Hatta Fransa ve Almanya’ya taş attı, “bakın yaptığımız her şeye karşı çıkıyorsunuz ama böyle insanlarız biz” diye. Savaşa hayır rozetiyle orada olacağı söylenen Ben Affleck, Dustin Hoffman ve Jullian
Moore’da o rozetler yoktu. Dustin Hoffman piyanist filmini sunarken anlamlı bir
konuşma yaptı ama Irak savaşı hakkında tek kelime etmedi, edemedi ya da etmek
istemedi. Scorsese’den sonra yeni bir şok yaşamamı sağladı ve yanlış kahramanlar
mı seçiyorum sorusu sordurdu. En iyi erkek oyuncu ödülünü sürpriz bir şekilde alan Adrien Brody şaşkınlık ve sevinç nidalarının ardından geçen yılın bayan salya sümüğü Halle Berry’nin dudaklarına yapışıp öptükten sonra, “ühü.. benim bi arkadaşım var Irakta
savaşta.. barış olsun, arkadaşım geri gelsin” dedi.
Bu yılın bayan salya sümüğü ise ödülünü aldıktan sonra ” bu karmaşada insanlar neden ödül almaya gelir? Çünkü bu ruhu yaşatmak önemlidir savaşa rağmen” diye hıçkırıklara karışmış gerzekçe bir konuşma yaptı. Bir başka en büyük hayal kırıklığı ise şüphesiz
U2 grubu ve Amerika’nın en sıkı sistem ve “MR President” muhaliflerinden solistleri
Bono‘ydu. Bono’nun ve grubunun belki tepki göstermeleri için bir konuşma fırsatı yoktu ama Bono’nun orda şarkı söylemesi bile yeterince can sıkıcıydı. (şarkının mesajları mı vardı ? Pardon ?)
Ve gecenin kahramanları…
Bu
adam ve bu harika belgesel film. En iyi belgesel film dalında ödülünü aldıktan sonra, yönetmeni Michael Moore
başta savaşı ve Bush’u olabildiğince sert bir dille eleştiren kısa (çünkü
uzatmasına orkestra ve yuhlayan ünlüler izin vermediler) bir konuşma yaptı.
Süreniz doluyor uyarısına ise “Sizin de süreniz doluyor Mr.Bush…” diyerek gönlümü fethetti. Geceyi sunmakla görevli ve aslında sevdiğim bir adam olan Steve Martin ise durumu kurtarmak için Michael Moore’u aşağılayan bir espri yapmayı denese de “demek artık Steve Martin’e de para harcamamalıyız” diye
düşündürtmekten başka bir işe yaramadı bu salakça girişim.
Talk To Her / Konuş Onunla isimli filmiyle ülkemizde de büyük ilgi gören İspanyol yönetmen
Pedro Almòdovar, barış
mesajında “alınan kararlarda uluslar arası meşruluğun önemi“nden bahsedip Amerika’nın yasaları ve kuralları çiğneyişine güzel bir gönderme yaparken, ülkesinin Bush’a yaptığı yalakalığı yapmamış oldu. Ve yazık ki hepsi bu kadardı.
Bu yazı Oscar karşıtı, Amerikan sineması karşıtı gibi dursa da kesinlikle öyle değil. Yazının sonunda önemle belirtmek istediğim tek nokta bu. Tabii eğer yayıncı kuruluş NTV’nin söyledikleri doğruysa. NTV’nin haberine göre tören süresince Amerikan ve İngiliz kuvvetleri Irak’a herhangi bir saldırıda bulunmadılar. Nasıl Oscar’ları sevmeyelim şimdi. Keşke sürekli Oscar izlesek, keşke sürekli sevinen ve teşekkür edip boş konuşmalar yapan o salakları görsek. Böylece Irakta kimse ölmeyecekse ben tv karşısına oturduğum her an salak Amerikan starlarının salya ve sümüklerine hayranlıkla bakmaya seve seve istekli olurum.
Not:Bir yandan törenleri izleyip bir yandan bu yazıyı bir metin belgesine link code’ları ile birlikte yazdığımdan, buraya paste esnasında oluşan biçimsel bir takım hataları elimden geldiğince düzeltmeye çalıştım ama olası biçim bozuklukları göz zevkinizi bozmuşsa özür dilerim.
yorumlar
keşke imdb’yi linklemek yerine daha renkli linkler olsaydı. belki törenden fotolar. belki olaylar hakkında 1-2 köşe yazısı…
Tamam yazıya eleşiri olabilir ama bunu neden mesaj yolu ile yapmıyorsunuz ki. Yazıyı yazan oskar törenleri sırasında yazmış yazıyı. Saat sabaha gelirken. Zaten kendisininde söylediği gibi düzeltemediği birkaç yazım şekli hatası falan da var.
Eksikleri söylemek yerine eksikleri doldurmak daha hoş bir davranış biçimi olabilir.
Bu arada bu adama ödül veremezler çünkü gerçekten hakaret olur ona karşı.
En sevdiğim filmlerinden biri Dr.StrangeLove
Bu oscar şeysinden hiç bir zaman hazzetmedim. Yalaka, manipülasyoncu, muhafazakar, iğrenç bir ödüldür kendisi, ama DanielDayLewis’i de pas geçmişler ya, diyecek bişey bulamıyorum..
Zahmetli ama zevkli bir yazı olmuş. Bence bazı isimler akılda tutulmalı.
Çok güzel olmuş, hissiyata tercüme gibi…
cok guzel olmus yazi.
bi tek. offline iken okudum, bazi filmleri tahmin etmem gerekti 🙂
oscar torenlerini uzun zamandir izlemiyorum. hatta dikkat bile etmiyorum. ama bu yilkinde savasa iliskin ne yapilicak die merak ettim. ilgimi ceken bi nokta tesekkur konusmasinin yapildigi mikrofon kendiliginden asagi iniyordu. daha onceki torenlerden kalan yeni bi aliskanlik mi? Yoksa bu toren için ozel olarak yapilmis bi sey mi?
salya sumuklerle gercekten muthiş bir yazı.
hem surukleyici, hem bütünsel, hem düşündürücü, hem…..
bono’nun soylemek icin davet edildigi sarki kendisinin oscar adayi olan “the hands that built america” (gangs of newyork) sarkisiydi. bono bu sarkiyi sozlerini toren icin degistirilmis olan sozlerle soyledi ! gangs of new york, amerikayi insa edenlerle (irlanda-iskoc felan) ilgili bir film. torendeki sarkida blazing desert (?) gibi kelimeler geciyordu. bana mi oyle geldi acaba ? Detaylarini yakinda ogreniriz diye umuyorum.
bono’nun abd politikalarina karsit olusu herkes tarafindan biliniyor. bu yuzden boyle torenlerde kendisine tam bir serbestlik saglanmasi sakincali bulunuyor. bono yasaklanmamak icin buna saygi gosterirken, mesajini da inceden inceye vermeye calisiyor. Bir keresinde benim elimde unumden baska kullanabilecegim hicbir sey yok demisti.
scorsese akademinin yaramaz cocuklarindan biri. Michael Moore’un shock and awe eden konusmasi sirasinda kameralar bir ara scorsese’yi gosterdi, toren boyunca surat asan scorsese’in yuzunun guldugunu gordum, moore’u butun gucuyle alkislamak icin ellerini aciyordu. scorsese’ye odul verilse agir konusabilirdi.
dustin hoffman asik suratla gelip, cok dokunakli bir konusma yapti. buyuk takdirimi kazandi. dustin hoffman konusmasinda (pianist filmiyle ilgili) hitler’in ordusuyla – bush’un ordusu birbirine cok benziyor, ikiside kendi yasam alani (lebens raum) ilan ettigi bolgeyi isgal ediyor diyecek diye korktum. bunu demedi bu dusunceyi kendi dilinin, benim de aklimin ucuna getirmesi yeterliydi. bence bu kadar aykiri sozlerin toplum icinde soylenmemesi daha iyi. buyuk kaoslarla neden acmamak lazim. sonucunda 150-200 bin ABD askeri emir zoruyla, belki de inanmadiklari bir savasinda icinde olmak zorundalar. onlari da dusunmek yanlis olmaz.
michael moore’un tavirlarini biraz cocukca buldum, yine de birilerinin bunu gorup etkilenme olasiligi mevcut. Fakat dedigim gibi, Moore’u gordukten sonra Bush kotuymus yaa diye fikir degistiren yoktur herhalde. Biraz tribune yonelik gibiydi.
meryl streep zamanimizin en buyuk kadin oyuncusu. diger oyuncularin onun yanina geldiginde heyecanlandiklarini hissettim (sezen aksu ve digerleri gibi bir iliski). torenin sonunda yeni oscar alanlar eskilerin arasina katilirken, nicole kidman’in omuzuna dokundu, durdurdu, protokolu bozarak, opup tebrik etti. oldugu gibi gozuken, icten , super yetenekli, muhtemelen super akilli bir kisi. cok cok ust duzey bir sanatci oldugu icin direk savas karsiti konusmadi. onun konusmasi hollywood’un iflasi olurdu.
uykunun hemen ardından burdayım çünkü yazıda düzeltmem gereken önemli bir ayrıntı var. Pianist’in yönetmeni Roman Polanski’nin Scorsese’den daha onurlu davranıp törene katılmadığını belirttim ama törene biraz da mecburen gelmedi zira yıllar önce Amerikadan yüz kızartıcı bir suç işleyip ayrıldığını ve dönmediğini biliyoruz, yanlış bilgilendirme saydığımdan o bölüm için özür diliyorum.
Eminem, törene katılmadı ve fakat katılmama sebebi savaşla değil. Törende, ödül alan şarkıyı (Loose Yourself)söylerken akademiden sözlerini değiştir isteği gelmesi. Bildiğimiz gibi ağzı bozuk bir arkadaşımız olan bu bey hayır efendim gelmiyorum o zaman diyerek reddetmiş katılmayı.
Yazıyla ilgili olarak ise: özensiz olduğunun ve aceleye geldiğinin farkındayım amaç sadece oscar sonrasına yetiştirmekti galiba, bilmiyorum. Fazla resim kullanmama sebebi ise sadece kişisel zira herkeste nasıl bilemem ama hafif.org bende olabildiğince ağır açılmakta resim kullanmayı düşündüğümde bu durum beni düşündürdü, zira bir kaç preview yapacaktım yollamadan resimlerle ihtimal daha da zor olacaktı. Linklerin imdb’den olması ise hem onların dünyasına linklemek hem demacın sadece linklerde geçenler filmler bunlardır demekten fazla bir şey olmamasından kaynaklanıyor. Çoğu isim ve filme ayrıntılı linkler döşenecek kadar deger vermedigimden de diyebilirim. Ama Kubrick tamamen başka bir yazının konusudur ve herkese özellikle de bu günlerde TiViTi’nin de belirttiği Dr.Strangelove’ı şiddetle öneririm.
Son olarak, fil; bahsettiğin bir kaç isim konusunda uslubumda özellikle dikkatli olmaya çalıştım çünkü onlara hepimiz gerçekten değer veriyoruz ve fakat ben yine de “tribüne oynamalarını” beklerdim. Bu insanlar da söyleyecekleri tek bir kelime de çok önemli, çünkü onları izleyen tribünü belki yüz milyonlarla tanımlayabiliriz. Bono’nun ve diğerlerinin de sessiz kalmakla iyi niyetli olduklarına inanabilirdim eğer illüzyon imparatorluğunun Amerika’nın muhafazkar politakasının en güçlü parçası olduğunu düşünmeseydim
o illüzyon imparatorluğu ki, Eminem gibileri kalabalıklara “asi çocuk” diye satar milyarlar kazanır, gelir azalınca da asi çocuk uslandırılır film yaptırılır yeni bir pazar oluşturulur. Akıllı tüccarlardır. Elbette Bono ile Eminem’i aynı kefeye koymak istemem ama söylemlerinden hep hoşnut kaldığım Bono en azından sadece gelmeyiverseydi diyorum hala. Hiç birinden bir Sean Penn çıkmamasını çıkamamasını onların efendiliklerine vermek de istemiyorum galiba..
down selam, bir kac noktayi gorebildigim ve anlayabildigim kadariyla yazdim. lutfen senin yazdiklarini elestirdigimi zannetme. yazini sahsen ben begenerek okudum.
new york’ta 200.000 kisinin toplanmasi bana cok umut verdi. amerikalilar politikayla ilgili insanlar degiller, kendi minik cevrelerindeki olaylari idareten takip ederler. buna ragmen 200.000 kisinin vatan hainligi gibi anlasilabilecek bir gosteride bulunmasi buyuk olay. bu savasi bana gore bir tek abd halki durdurur. ne yazik ki tv’ler ve kamuoyunu etkileyebilecek gucler savasin yanindalar. yine de internet’ten, uydudan gelen goruntuler vietnam savasindaki gibi bir halk hareketine donusebilir. abd yeni savasinda bunu tehlikeyi bildigi icin halkla iliskiler isini bu sefer cok ciddiye almis durumda. oscar toreni de bu olaganustu durumda gerceklesti. torene gelen savas karsitlari gelmeyip meydani baskanin adamlarina birakmaktansa, gelip birseyleri citlatip gitmeyi uygun buldular gibime geliyor.
beni rahatsız eden bir yan kesinlikle yok. hatta meryl streep ve kubrick hayranlığımı paylaşan ahkamlâr gelmesi fazladan mutlu edici bile diyebilirim. TiViTi’ye de sana da özellikle teşekkürler yazıya katkılarınız için.
Konumuza gelince, sonuçta evet söylediğin gibi bir oscar gecesi oldu ve bitti, insan sevdiği sanatçılara çabuk bozulabiliyor diyelim “hadi, sen benim kahramanımsın bir şeyler yap…” diye, aslında tepki konusunu yazılabilecek alakalı bir yazının altında tartışma fırsatı bulursak ileride, bu gün de USA yanlıları sokaklardaydı, mesela. o kadar çok ucu var ki konuşacak bu tepki meselesinin. Hem biz de ulus olarak yıllardır doğru işleyen bir tepki mekanizması yaratamamışken..
İlgin ve ahkâmların için tekrar teşekkürler.
m. moore, “bir insana hem papa, hem dixie chicks karşı çıkıyorsa işi bitmiştir.” demiş meğer orkestra lafını keserken.. süper lafmış.. süper de blog ayrıca..
süper lafmış. Yazık ki duyulmamış…
İzlememiştim, izlemiş kadar oldum, ellerinize sağlık.
süpermiş gerçekten.. teşekkürler hafif uyku ..
Dün baktım bi ara, Steve Martin, Moore adamımızın konuşmasından sonra “Arkadaşları şu anda onu bagaja tıkmaya çalışıyolar” gibilerinden iğrenç bir arkadan konuşma örneği sergiledi, ordakilerin çoğunun da abartılı şekilde gülmeleri savaşa karşı tavırlarının ne olduğunu açıkça ortaya koydu, sanal imparatorluk mu demişti blog sahibi.
Steve Martin’i ortalığı toparlasın diye salmışlar oraya. Pek komik birşey değildi söyledikleri de, ama bir kısım ünlüler sanki m. moore’un şiddetli sözlerine ortak olmadıklarını göstermek için şiddetle güldüler.
m. moore’un böyle bir konuşma yapacağı belliydi, Caesar ödülleri töreninde de şiddetli bir konuşma yapmıştı. Pek çok savaş karşıtı ünlüyü es geçerken, onu ödülden sebep, elleri mahkum şekilde davet ettiler herhalde 🙂
Konuşmasnının mp3 hali ve yazı hali :
Thank you very much. [applause]
[sigh] On, uh, behalf of our producers Kathleen Glenn and Michael Donovan—from Canada—um, I’d like to thank the Academy for this. I’ve invited my fellow documentary nominees on the stage with us, [applause] and we would like to…they are here…they are here in solidarity with me, because we like nonfiction. We like nonfiction, and we live in fictitious times. We live in the time where we have fictitious election results that elect a fictitious president. [laughter, mixed cheers and boos] We…we live in a time where we have a man sending us to war for fictitious reasons, whether it’s the fictition of duct tape, [boos and catcalls increase] or the fictition of orange alerts. [boos continue] We are against this war, Mr. Bush…shame on you, Mr. Bush, shame on you. [boos increase, music raises] And anytime you’ve got the Pope and the Dixie Chicks against you, your time is up. Thank you very much.
Susan Sarandon ve Tim Robins çiftinden geldi. Törene limo yada herhangi bir akaryakıtla çalıştırılan binek aracı yerine (Irak’taki petrole ihtiyacımız yok dercesine), elektirkle çalışan (akülü:) )araçla geldiler. Akıllıca!
Micheal Moore’un oscar töreninde yaptığı konuşmanın görüntüleri
4.5mb Divx, Download
tüm artistiğimizi bozdun ha 🙂
Teşekkürler
demistik..izleyin mutlaka..mühim adamdir diye 🙂 ama illaki oscar aldiktan sonra 20-30 ahkami buldu..roger & me isimli filmini de izlemeyenlere tavsiye ederim..bide system of a down denen adamlara klip cekti bu moore sismani..unutmadan downsizethis adli kitabini da tavsiye ederim..
ben belgeseli önceden zaten görmüştüm ve oscar gecesinde iki kez oturduğum yerde tabiri caizse şeytanca gülümsedim Biri bowling for columbine’in ödül aladığı an moore sahneye çıkarken diğeri u2’yu anons ettiklerinde. Bono söylediğim gibi ben de dahil bir çok insanı şaşırttı sanırım. (hatta ordakileri bile). Filmi Cesar aldığında Fransa’ya övgü dolu bir konuşma yapıp Amerika’yı yerden yere vuran Moore yine bekleneni gerçekleştirmiş oldu.
System of a down’a ise (onların türk düşmanlıklarına rağmen) özel bir ilgim zaten var (nickimden de anlaşılacağı üzere) ve değinmen beni çok sevindirdi çünkü yazının bir kaç yerinde bu kapağı kullanıp kullanmamak konusunda çok tereddüt etmiştim. hollywood’a daha güzel de bir gönderme olamazdı galiba
Bütün bu ahkamların, Moore’un ya da filmin bunca şeyden sonra farkedilmesi hususunda da şunu söyleyebilirim ki yazıda ve ahkamlarda da belirttiğim üzere ben özellikle bazı iyi isimlerin sadece bu yüzden bile olsa tribünlere oynaması gerektiği inancındayım işte. sinema yakışıklı, kaslı çocuklardan, güzel boş kafalı kadınlardan ibaret değildir ve sinema herşeyden önce bir sanattır ve sorumluluklarını yeri geldiğinde üstlenir. Savaşı durduramaz belki ama, tek bir açıdan bakanlara (ki onlara da kızamayız tv’leri ne verirse onu almaktalar) yeni bakış açıları sunabilir.
michael moore’un yönettiği SOAD videosu “boom!”, 350 farklı şehirde gerçekleşen eylemlerden derlenen bir footage,.. bir de başkanların (bush, blair, saddam) “shoot the dog” tarzı animasyonları varmış,.. izlemedim ama belirgin bir moore imzası olduğunu sanmıyorum,.. videonun namı yürüsün diye isminden faydalanılmış olabilir,..
dixie chicks solisti natalie maines, tükürdüğünü yaladı. “başkanımıza kötü söz söylediğim için amerikan halkından özür dilerim. ben bir anneyim ve askerlerin ailelerini düşünüp aşırı tepki verdim” gibi bir açıklama yaptı,.. höh,..
Genellikle vizelerin yaklaşmaya başladığı,hocalarında vizelere gönderme yaparak vizede gelebilir imaları yapmaya başladığı zaman diliminde başgösterir.Kişinin,eril veya dişil İlkin adrenalinini yavaş yavaş yükseltir bu defa önceki gibi sallamıyacam göreceksin bak diye kendini kandırma çabaları göze çarpar sonuç mu?