Uzmanların Türkiye’de nasıl yetiştiğini hala izah edemedikleri Oğuz Atay, 25 sene önce 13 Aralık’ta bu dünyadan gitmişti. Kendisi 30’lu yaşlarının sonlarına kadar işinde gücünde, evli-barklı normal bir insan gibi yaşamış; daha sonra üzerine bir delirme gelmiş ve son yedi yılını yazı yazarak tamamlamıştır. Türkiye’nin ruhu diyebileceğimiz mevcudiyet hallerini, onun kadar iyi tarif ve ifade eden bir insan bir daha gelmemiştir. Zaten ondan önce de Atay gradosunda bir yazarımız yoktur.
Peki neydi bu adamı bu kadar özel yapan? Bu bir tür bile olmayan nadide ve endemik yaratık, bu topraklarda nasıl yetişmişti? Kastamonu’nun İnebolu’sundan çıkıp Ankara’nın tozuna bulanan, oradan Istanbul’un gazını teneffüs edip, Londra’nın sisinde yuvarlanan bu adam nasıl bir şeydi? Bazı edebiyat eleştiricilerinin, bir takım akademisyenlerin ve kimi hayranlarının yazdığı, çoğu ipe sapa gelmez yazılardan başka ne var onun hakkında?
Aradan geçen 25 sene içerisinde bir tane Turgut Özben çıkmamış, Oğuz Atay’ın peşine düşülüp şöyle hakkını vererek bir monografi yazılmamıştır. Onun, hocası Mustafa İnan için yaptığı şeyin (Bir Bilim Adamının Romanı) onda biri bile kendisinden esirgenmiştir. Her zaman ve her kıymetli insana, yazara yaptığımız gibi ‘o bir kuyruklu yıldızdı’ denerek geçilmiştir.
Onun yazdıkları her ne kadar başka bir dile çevrilmemiş de olsa, bize özgü olanı, bu milletin nev-i şahsına münhasırlığını evrenselleştirir (gerçi Tutunamayanlar daha yazılırken, eşzamanlı olarak ingilizceye çevrilmişti; fakat bu versiyon hiçbir zaman ortaya çıkmadı. Zaten Atay’ı ingilizceye falan çevirebilmek için, Joyce çevirmenleri düzeyinde ingilizce, Şiar Yalçın ayarında türkçe-osmanlıca bilmek; Nevzat Erkmen kalitesinde bir obsede olmak gerekir).
Bu topraklardaki haller, onun için kullanılacak bir edebiyat malzemesi, yansıtılacak alegoriler demeti veya pazarlanacak toplumsal gerçekler sepeti değildir. Roman ve hikayelerinde bize bizi işaret eder, gösterir, anlatır. Bu arada kendisini de dışarda bırakmaz, özel ve ayrıcalıklı bir yere koymaz. Kalemindeki akrep kendini de sokar durur hep. Oğuz Atay’a, onun eserlerine dair bir şeyler söylemek hep çok zordur; çünkü o zaten bunu kendi karakterlerine yaptırmıştır. Dolayısıyla kendisi hakkında yazı yazmak isteyenleri, kendisinden alıntı yapmak zorunda bırakır. Ve ondan yaptığımız alıntılar, onun hakkında yazacaklarımızdan her zaman daha iyi olur. Yani kısacası, bize edecek pek laf bırakmamıştır.
Onun keskin zekası, hiciv kabiliyeti, erişilmez ironisi, trajik ve komik olanı yanyana koyup hatta içiçe geçirmesi karşısında ne b.. yiyeceğimizi bilemeyiz. Bazen kitabı kapatır ağlarız; bir an sonra gülmekten kırılırız. Yıllar önce, Atay’ın özellikle son döneminde sürekli yanında olan bir arkadaşıyla içki içerken, alkolün de tesiriyle bir ‘samimiyet buhranı’na kapılarak zırlamaya başlamış ve bunun üzerine o arkadaştan şu lafı işitmiştim: “Onun yazdıklarından etkilenme halimiz o kadar ağır bastı ki, sağlığında olduğu gibi öldükten sonra da kendisiyle, yani yazdıklarının kendisiyle pek ilgilenemedik”. Halbuki ilgilenmeliydik. Onun romanlarındaki derin ve detaylı hesaplaşmalardan ders almalı, bugün geldiğimiz çok daha perişan insanlık durumlarına düşmemek için çabalamalıydık. Olmadı; onun uyarılarına kulak asmadık; bu milletin neredeyse bütün fertlerini yıllardır kemiren Alzheimer hastalığına karşı gereken önlemleri almadık.
Bugün onun yazdıklarını tekrar okuduğumda, Oğuz Atay’ı fena yapan, canını yakan biçimsizliklere bile nerdeyse sarılasım geliyor. Eski Türk filmlerindeki kötü adamları görmüş gibi oluyorum. Bugünün kötülüğü, sahtekarlığı ve kalitesizliği karşısında, 30 sene önceki alçaklıkları bile affedilebilir buluyorum. Mesela o zamanların ‘kendini bulamamış’ ve de ‘tedirgin’ cumhuriyet aydınları bile, şimdinin kendini, yolunu ve sponsorunu bulmuş, çetesini kurmuş, ‘söylem’ini oturtmuş modern, hatta postmodern hokkabazlarının yanında naif falan kalıyor. O zamanın örümcek kafaları bile, şimdinin global-globül beyinlerine nazaran daha orjinal ve hakiki gözüküyor.
Oğuz Atay bir tarih yazarıydı aslında. Üstelik sadece cumhuriyet dönemine değil, bir şekilde bu coğrafyaya, bu ‘kenar Batı’ya gelmiş insanların varoluş-hissediş-duruş tarihine tanıklık etmiş; fiction’larıyla yaşadığımız gerçekliği sarsmıştı. 1987’de Cumhuriyet’te onun hakkında bir yazı yazma cüretini gösterdiğimde “Oğuz Atay’ın koyduğu dil aynasından kaçış yok” demiştim. Bugün hala o aynanın kör noktasız olduğunu düşünüyorum ve ne zaman onunla ilgili bir birşeyler yazmaya koyulsam, kendimi yakalanmış hissediyorum. Kitaplarından birini açıyorum; herhangi bir pasajı okumaya başlıyorum ve üstüne bastığım zeminin sağlam olmadığını hatırlayıp rahatlıyorum.
yorumlar
Şöyle bir şeyi fark ettim okurken bloğu: Bize ayna tutacak, dalga geçilmesi ve acıtılması gerekenlerle bizim adımıza hesaplaşacak ve tabii en önemlisi kaçışımızın olmadığı bir büyük yazar olmalıydı bugün Türkiye’de. Oğuz Atay çok erken öldü. Şimdi herkes aşk ve tarih romanı yazıyor, uslu çocuk hesabına.
“Uzmanların Türkiye’de nasıl yetiştiğini hala izah edemedikleri Oğuz Atay, 25 sene önce 13 Aralık’ta bu dünyadan gitmişti.”
İnsan yanızlıkla acıyla yetişir…
Ben Oğuz Atay’ı çocukken “bir bilim adamının romanı” ile tanıdım. Ama o sırada ilgilendiğim Mustafa İnan’dı. Üniversitedeyken diğer roman ve oyunlarını okuyunca büyüklüğünü anladım.
Böyle sağlam köşe yazısı tadında blogları özlemişim… Eline sağlık BabyYediyüz! Umarım ahali feyz alır biraz. Yine zamansızlıktan dem vurucam ama Oğuz Atay’ı deli gibi tartışırdım şimdi burda…
oğuz atay en sevdiğim türk yazarlar arasındadır, baştan söyleyeyim.
ama beybiyediyüzün(ne demekse) yaklaşımını beyenmedim. bu toprakta nasıl yetişmişmiş bu adam, herkes şaşıyormuş. (hani bok çukurunda yaşıyoz ya ondan)
zor bişey mi? çok okumuş, çok görmüş, boş durmamış düşünmüş, böyle olmuş işte. al sana otopsi.
bi kere grado ne demek? endemik ne? alegorinin türkçesi yok mu?
ayrıca niye göklere göklere çıkarıyosun adamı? bir düşün bakalım, o bu yazıyı okusa beğenir miydi?
şimdi söyleyeyim sana neden oğuz atayın izinden giden o seviyede(grado) bir yazar çıkmıyor…
biraz cesaret ister, kalemi kağıda koyup da, hem herkesi hem de kendini çamurlara batırıp çıkarmak, ve bunu güzel bir dille ve bir de sürükleyici bir olay örgüsü içinde yapmak. peki bu cesareti neden kimse gösteremiyor? senin yüzünden!
sen adamı göklere çıkar, en büyük oğuzatay başka büyük yok oleyoleyoley. sonra kim cesaret edebilir ki?
_nasıl olsa daha iyisini yapamayacağım. oğuzatayın tırnağı bile olamayacağım
ben oğuz atayı okuyorum ve ilham alıyorum. yazıyorum, yazıyorum ve umarım birgün gerçekten iyi yazıyor olurum. oğuzatay gibi iyi değil. kendim gibi.
“dikkat yazılı var” isimli bir kitap vardı, çocukların sınav sorularına verdikleri komik yanıtlardan derlenmiş. aslında çoğu cevap komik olmaktan öte, çok basit ve açık bir biçimde, paragraflarca yazarak açıklamaya çalıştığımız şeyleri özetliyordu.
şimdi aklıma ordan bir soru geldi;
_sanat nedir? (ya da _güzel sanatlar nedir? ya da _sanat kavramını açıklayınız. herneyse)
_sanat çok güzel bişeydir. böyle, insan sanatı görünce gidip kendi de yapası gelir.
yaklaşık böyle birşey.
aradan geçen zaman içinde bir tane bile turgut özben… vıdı vıdı vıdı… esirgenmiştir.
o zaman sen neden yazmıyorsun? neden peşine düşmüyorsun da gelip buraya vıdı vıdı vıdı?
burada 2-3 sayfa yazıp ondan bundan şikayet etmek daha mı kolay acaba?
yeni bir 118 ve(ya) songoku vakasıyla karşı karşıyadır:)
sadece benim yaptıklarım doğru, ben hariç herkes salak bu dünyada, bir ben anlarım her konudan laga luga…
eğer hatalı bulduğunuz bir yan varsa lütfen belirtiniz ve tartışalım. eğer yoksa ve saldırganlığım yüzünden beyenemediyseniz, lütfen gözünüz görmesin. böyle desteksiz iddialarla sınıflandırmalara gitmeyelim lütfen.
saldırgan olmak istiyorum, sataşmak ve dürtmek istiyorum herkesi. çünkü; bu memleketten adam mı çıkar, kimse de şöyle yapmıyor, aman da aman halimiz yaman. zaten kimse de oğuzatay gibi yazamaz, kimse de onu çeviremez. şeklindeki yaklaşım, insanlarda kalkıp birşeyler yapma isteğini değil, bezginlik oluşturuyor diye düşünüyorum.
HADİ KENDİNİZE BİR İŞ BULUN VE GİDİN EVİNİZE YATIP UYUYUN. NASIL OLSA OĞUZATAY OLAMAYACAKSINIZ. ŞİKAYET ETMEYE, SÖYLENMEYE DEVAM EDİN Kİ BELKİ BAŞKA BİRİ ÇIKAR. KIÇIMI KIPIRDATMAYA YOK MECALİM.
sırf iyi geçinmek adına birbirimizin fikirlerine katılalım ve arkadaşlık adına birbirimize küfretmeyelim di mi?
kabalığımdan hoşlanmadın mı?
BOLLOCKS!(hödükler?)
çağ peygamberi misin ulan sen? kimsin ki dürtüyorsun hocam milleti. ya da insanlarda seninki kadar akıl yok mu diye düşünüyorsun. londranın “getto”larında mı ikamet ediyorsun da ingilizce küfür ediyorsun. anarşizmi yuttun ya bize mi anlatıyorsun. yazmış işte oğuz atay falan senin iddian çok mu sağlam temele dayanıyordu. nihat genç tribi yaparak mı “kendin” olacaksın? yazarken küfretmek ne kadar kolay…bak ne diyeceğim: (senin anlayacağın dilde) yiyorsa insanlara sanal ortamda değil de yüzlerine küfretmeyi dene durup dururken…bak o zaman a.ş. mi oluyorsun holding mi.
şimdi konuşmaya başladık.
bir filmde tim roth öyle diyip duruyordu da, duruma çok uygun kaçar diye ben de öyle dedim. londra özentisiyim ben.
bazı imkanlarım oldu, bazı şeyleri farkettim. bazı insanların da farketmediğini gördüm. söylemeyi adet edindim. kimseye aptal demiyorum, demedim. bu yeni çağ peygamberliği mi oluyor?
ilk ahkamımdaki beğenmediğin kısımları merak etmiştim ben. aşağılayan bir tavırla gelen de sen oldun.(songoku!) ama bakıyorum sen de kendini kaybedebiliyorsun.
herşeyin bu kadar büyütülmesi, olduğundan öte anlamlar yüklenmesini sevmiyorum. illa istersen yüzyüze küfürleşip “göteller” holdingi kurabiliriz. ama hiç gerek yok diyorum. sen aşağılamasaydın ben küfretmezdim zaten.
oğuz atayın ya da herhangi birinin seçilmiş kişi, üstün insan gibi yüceltilmesinden hoşlanmıyorum. kimsenin hiçbirşey yapmamasından şikayet edip kendi de birşey yapmayan insanlardan da hoşlanmıyorum.
ama sen hala birşey demedin, beni ilk seferinde neden aşağıladığınla ilgili. ya da oğuz atayla ya da yazıyla ilgili. kim daha boş konuşuyor şimdi?
dua et bize bir monitorun ardından bakıyorsun.
Düşünsene ya gözlerimizin içine bakmak zorunda kalsaydın…
bakabilir miydin?
sanmiyorum…
Biz hödüksen hadi ikile. Kalma abicim sen hödükler arasında. zekan zedelenir mazalllah.
şopar! (ŞOPAR?)
nick hakkında abuk sabuk konuştuğum için. geri kalanı için değil. eminim vardır bir manası.
çok beğendim bunları. kimse dediklerim hakkında birşey söylemiyor. sadece bir kelime üzerine dönüyor bütün hepsi. küfür, söylediklerini dinlemek istemeyen insanların eline güzel bir bahane veriyor. dur aşağıya birkaç satır küfür yazayım, onları okuyun üstünde konuşun…
hem neden gideyim ki, sen kapat gözlerini, görmesin.
güzel yazın için teşekkürler. Gerisini boşver. Ellerine parmaklarına sağlık:)
Güzelim blog berbat olmuş.Her altı ayda bir bu sitede kendini ispatlamaya çalışan birileri çıkmak zorunda mı?
redx neden üstüne alındı bu lafı?
kabalık kelimesine örnek olarak gösterilmiş orada o. kabalığı bahane edip okumayanlar, dinlemek istemeyenler kendileri bilirler. ama, bak kardeşim, yanlışın var burda, bu bu böyledir diyen biri olursa ben zaten evet abi, hayır abi derim.
ama gelip bu “songoku”nun yeni versiyonu diyip de başka hiçbir fikir beyan etmeyen adama hangi kelime yakışır düşünmek gerek.
hödük kelimesini kime karşı sarfettim bilmiyorum. hatta onu yazarken içimde öfke bile yoktu. sadece dalga geçme amaçlıydı. makaramı ciddiye alanlar da istedikleri yere gidebilirler. hödük kelimesini yakalayıp üstüne alınan insanlara allahtan akıl fikir rica ediyorum, ama illa ki beni dövmek istiyorlarsa buna karşılık, buluşalım ve istediğiniz gibi dövün.
boynum kıldan incedir, dayak atarak baskı kurma zihniyetine karşı. (eğer varsa böyle bir niyetiniz diyorum)
bulaşma bana ve kapsama alanıma.
Hödük.
Asıl ahkam linki lazım.
Sabah 4-5 ahkamda bıraktığım bu bloğu akşam 26 ahkamda görünce, Hafif’e bi edebiyat dergisinden toplu katılım olduğunu sanmıştım, meger ki neymiş.
Bi şey: “Dışarıda görüşelim” olayından hoşlanmıyorum ben, işin içinde gerçekten ağır hakaret yoksa.. Sonuçta insanlar tek tabanca geliyor blog mekanlarına, dışarıdaki kimliklerini falan bırakarak.. Bu da, biz Türkler için iyi bi şey, zorlamamak gerek, görüşündeyim.
26 diil 18 ahkammış aslında, diyolar. Karıştırmışım.
diyor oğuz atay burada ve uyumak bir savunma aracı kendisine göre. ama şöyle de bir durum var: burada ya da böyle olduğu gibi tavırlara girmenin sebebini anlayamadığım için 2 tane ahkam girdim. o değil yaklaşık 1500 satır okudum cevap olarak. herşey iyi güzel de ortam sadece bir site diye bu kadar kolay hakaret etmemeliyiz diye düşünüyorum. nasıl günlük yaşamda karşımızdakine kolay küfür edemiyorsak. “makarasını” anlayamadık ya bütün sorun o. iyi de biz de gülümsemiştik yani ne oldu? ben de yaptım zamanında boşluğa düşüp ama bu durum biraz garip, “me against the world” tavrı çok mu alakalı oğuz atay ile.
diyor:) unutmuşuz. bitirdim.
Kendini saldırgan sayan yeni bi arkadaş gelmiş aramıza. Üstelik bu da yazar adayı. Bazı imkanları olmuş, diğerlerinin göremediği şeyleri farketmiş ve bunları yazmayı adet edinmiş. Eyvah b..u yedik. Neyse, burada sayıklama denemeleri ve kafa kesesi yapan çok kişi var; yakında kaynaşırsınız.
Bu arada beni de moral bozmakla, insanların cesaretini kırmakla suçlamışlar. Nerde o günler. Uğraşıyorum, didiniyorum, saçma sapan şeyler yazmayın diye ahaliyi terorize etmeye çalışıyorum; olmuyor. Herkeste bi cesaret, bi ego, bi açım açım açılma halleri… Son 10-15 yıldır sağolsun her taraflarımızdan ‘birey’ fışkırmaya başladı. Allah medyamıza ve aydınımıza zeval vermesin, bizdeki en önemli meselenin ‘koyun olmak’ ve ‘birey olamamak’ gibi şeyler olduğunu gazlayıp durdular. Sonra da işte böyle kıymeti kendinden menkul, Türk tipi genç bireyler çıktı ortaya. Halbuki arkadaslar, bireyin nesi var, koyunun hiç olmazsa sütü falan var. Kesersin eti var, yersin. Şopar Bey ise 3. kalite bi et gibi sinir içinde. Daha sonra biraz normale dönmüş, özürler dilemiş, ama hala kuyruğu dik tutmaya çalışıyor. Önce tam teslimiyet isterim Şopar Bey. Kuyruğu da indiriceksiniz; bu mahalleli itekleşmesi tarzından vazgeçip, adam gibi konuşacaksınız. Efelenmeyi bırakıp, takıldığınız yerleri soracaksınız. Tanımadığınız kişilere ‘sen’ diye hitap etmiyceksiniz; kabalık yapmıycaksınız. Ağzınızı açmadan iki defa düşünüceksiniz, ki yabancı madde kaçmasın.
“Önce kelime vardı, kelimeden önce de yalnızlık vardı.
Ve kelimeden sonra da varolmaya devam etti yalnızlık.
Kelimenin bittiği yerde başladı,
kelime söylenmeden önce başladı.
Kelimeler yalnızlığı unutturdu ve yalnızlık,
kelimeyle birlikte yaşadı insanın içinde.
Kelimeler yalnızlığı anlattı ve yalnızlığın içinde eriyip kayboldu.
Yalnız kelimeler acıyı dindirdi
ve kelimeler insanın aklına gelince,
yalnızlık büyüdü dayanılmaz oldu…”
Diyorum ki, sizin dediğiniz de
“O bir kuyruklu yıldızdı” demekten öte birşey gibi görünmedi bana.
Mirim, neden siz turgut özben olmuyorsunuz da birilerinden bekliyorsunuz. Neden almıyorsunuz elinize kağıt ve kalemi?
Kendinize güvenmiyor musunuz Oğuz Atay hakkında kitap yazmaya kalkışmak için? Peki o zaman kimden bekliyorsunuz bu özgüveni? Burada kimsenin yapmadığından bahsetmek yerine, bir deneme siz yapsanız, birilerine ilham ve cesaret kaynağı olmaz mıydınız?
Koyun ve sütten bahsettiğiniz kısımda gerçekten takıldım.
Verebileceğim etin sinirlerinin kasaplarımın gırtlağında kalmasını samimiyetle arzu ederim. İstenilen şekilde et ve süt vermeye karşı olmamda bir sakınca görmüyorum.
Tam teslimiyet gösteremeyeceğim üzgünüm. Sayıklama denemeleri sonunda biryere ulaşır ya da ulaşmaz. Ama denemeden bilemeyiz ve öğrenemeyiz diyorum.
Bu verimsiz topraklara olan küçümsemenizin sebeplerini biraz daha açarsanız sevinirim. Bu izahatte yetersiz kalan uzmanlar kimdir ve uzmanlıktan başka bir işleri yok mudur? Kastamonu toprağından adam çıkmasıyla mı ilgilidirler genelde?
Oğuz Atay, bize edecek bir laf bırakmamıştır diyorsunuz. Bunun üzerine bir de Turgut Özben çıkmasını mı bekliyorsunuz?
Hatta daha da iyisi bu “erişilmez” ironi olduktan sonra, kimse bir satır daha yazıp boşa uğraşmasın.
Bu üslubum hoşunuza gitmiştir umarım. Çünkü kelamım yine aynısıdır sanırım.
Türkiye’nin en iyi yazarlarından biri olduğu tartışılmaz bir şahsiyet. Çok okuyan, çok gözleyen, çok düşünen biri. O da 20. yüzyıl roman sanatına damgasını vuran bilinçakışı tekniğinden faydalanmış yazdıklarında. Tıpkı diğer büyük yazarlar James Joyce, Marcel Proust gibi. Dikkatinizi çekmiştir Tutunamayanlar’ın ve Ulysses’in son sayfalarında (80 sayfa) noktalama işaretleri uçar gider. Bunun yanında bu iki kitapta Odysseus’un yolculuğunu temel nokta olarak alırlar.
Sonuç olarak, Türkiye’nin büyük üstadı, bilinçakışın yaratıcısından büyük kazanımlar elde etmiş ve Tutunamayanlar gibi dev bir eser ortaya çıkarmıştır.
Kimbilir belki bir gün Tutunamayanlardan öğrendikleriyle onun ayarında bir kitap yazan biri çıkar.
Görünen o ki bu sıralar hepimizin çenesini kapatacak büyük bir yazara ihtiyacımız var. (çünkü sadece okuyacağız)
Şopar Bey’in belli bi iyi niyet ve üslup değişikliği içine girmesi sonucu, sorduğu sorulara cevap vereyim dedim.
Yazdığım şeyde kendimce, kendi durduğum yerden O.A.’ın önemine işaret etmek istedim. Yani bi anlamda ‘size kendimden örnek vermek istiyorum’ durumları. Aslında hiç bi özel enformasyon içermediği için günlük olması gerekirdi. Ama 1. sayfada gözükürse, O.A.’ı okumuş kişilerin bu yazının altına yine kendilerince bişeyler yazabileceğini düşündüm.
İnsanların benim yazdıklarıma bakarak nası bi tesir altında kalacakları s..imde diildir. Hele böyle virtüel ortamlarda. Zaten O.A. konusunda kimilerinin ‘cesaretini kırmam’ gibi bi durum bahis mevzuu olamaz. Olsa bile sadece olmuş olur; zira bu ve benzeri şekilde düşünerek bişey yazamam. Yine aynı şekilde ‘birilerine ilham ve cesaret kaynağı olmak’ gibi bi derdim de yoktur. Bu tür dertler taşıyanların zaten kaliteli bişey ortaya koyabilmelerine imkan yoktur. O.A.’ın dediği gibi ‘karşımızdakinin zekasına da en az kendimizinki kadar güvenmeden’ iyi bişey yazamayız.
‘Bu verimsiz toprakları küçümsemek’ gibi bi tutum içinde de olamam. Tersine, bu ülkenin iki saygı duyduğum özelliği toprağı (coğrafyası) ve geçmişidir. Zaten bu iki kalem dışında özellik diye adlandırabileceğimiz bi şey kalmamıştır.
‘Bi Turgut Özben çıkmadı yıllardır’ lafını yanlış anlamışsınız. Ben bi fiction yazarını falan kasdetmedim. Cümlenin devamında bi monografiden bahsetmiştim. Dediğim, O.A.’la ilgili, onun hayatını, geçtiği yerleri, mekanlarla, tanıklıklarla, belge ve fotolarla anlatan bi non-fiction kitaptı. Tabi zor iş; bir-iki yıl alır; çalışmak lazım. 80’li yılların ortasında bi arkadaşla beraber bunu yapmaya çalıştık. Fekat hem parasızlık hem de yazı yazmakla ilgili kabızlığımızdan ötürü sonuca ulaşamadık. Yine de bugün “Günlük” adıyla okuduğumuz O.A. elyazmalarının gün ışığına çıkarılmasına ve yayımlanmasına sebep olduk. Sıramı savdığımı düşünmüyorum ve bu konuda ciddi çalışacak peşedüşücü/yazıcılara her türlü yardımı yapmaya hazırım.
hepimizi evire çevire bi dövmek isterdi ya..yapamazdı..hayata bişeyler katmak için düşünelim azıcık..can sıkıntılarınızı gidermek için değil.sizler;dışarda buluşun ve birbirinizi yok edin,hem biz kurtulalım hem de siz..
bu “biz”e kim mi dahil?farkında olan..
ya “siz”e?farkında olmadığı için zaten hala “siz “konumunda olan..
hiç bu kadar agresif bir yazı yazmamıştım..bunu da yaptım ya..
gelmem ben bi daha bu diyarlara.
eksikliğim ne mi getirir?
hiç..
Tamamen iyi niyetli bir yazi tabi biliyorum ama cok yuzeysel. Adeta bu adam cok iyi abi ya’dan oteye gidemiyor. Hatta bu tavir yuzunden acik fikirli de degil. Bu adamin Turkiye’de nasil yetistigini anlamak mumkun degil yaklasimi garip ve gizliden gizliye ‘bu memleketten adam cikmaz’ tavriyla ortusuyor. Buyuk yazarlar cesitli cografyalardan cikabilirler, bunda garipsenecek ya da esrarli hava verecek bir durum yoktur. Ornegin Jose Saramago gibi buyuk bir yazar feodaliteyi bile yetmisli yillara kadar asamamis bir Portekiz’den nasil cikti diye dusunmeye kalkarsaniz buyuk yazarlar yalnizca teknoloji ve bilimde en ileri yerlerden cikmasi gerekir gibi bir abuk dusunceyle yola cikmissinizdir. Hepsi bu kadar.
Hepsi ne kadar söyliyim Donkişot.
Sizin gibi kafası ve dili dumura uğramış insanlar, bu topraklarda hakim tür haline geldikleri için kötümserim. Bu memleketi sizin gibi klişelerle düşünen, pardon artık klişe de kalmadı, kafasındakileri direkt baskıya veren insanlar bürüdüğü için kötümserim. Elbette her coğrafyadan büyük yazar çıkabilir; ama evrensel olana işaret edebildiği sürece. Bizde bu güzelim sanatların hiçbirinden mühim bi adam/kadın çıkmaması sizce de biraz tuhaf diil mi? Hal böyle olunca Atay’ın çıkışı ve duruşu şaşırtıcı sayılmaz mı? Atay için ‘bu adam çok iyi ya’ lafını ‘adeta’ demiyorum, dörtnala diyorum. Seviye konusunda da ‘sınır tanımayan ahkamcılar’dan olduğunuz anlaşılıyor. 70’li yıllara kadar feodal bi Portekiz’i heralde o çok beğendiğiniz Saramago’nun kitaplarında gördünüz. Bizde de bi kısım insanlar Yaşar Kemal, Fakir Baykurt gibi köy pazarcılarının kitaplarını okuyup, ‘Doğu’da korkunç şeyler oluyo, feodal ağalar milleti eziyo, atüt yüzünden insanlar perişan, geleneklerin ağır baskısı, vesaire’ gibi düşünürlerdi. Sizin ayrıca gayet de modernist ve de progresist ve insan hakları savunucusu ve hatta çağdaş yaşamı desteklemeci bi arkadaş olduğunuz da anlaşılıyo. Bilim ve teknolojiyi ilerlemenin temel faktörü falan yapmışsınız benim yerime. Aslında sizin öyle düşündüğünüz belli; zira bırakın faktörlerini, ben ilerlemenin kendisine bile kuşkuyla yaklaşırım.
Bu arada herkese hakikaten bilmediği konuların terminolojisini kullanmamayı önerir, Donkişot kardeşimize kapitalizmin 100 seneyi aşkındır bi dünya sistemi olduğunu, bu sistemin sadece iktisadi ilişkilerin mekanizmasıyla sınırlı bi mantığı olmadığını hatırlatırım. Ayrıca kendilerinin ‘aşmak’ kelimesiyla aşağıladığı feodalizmin hiç de sanıldığı gibi ‘karanlık’ bi dönem olmadığını belirtir; kendisine biraz okumasını ve böylelikle titreyip kendi nick’ine dönmesini tavsiye ederim.
Fatcat kardeşimize de ‘bizi bırakma n’olur; bize kendinden ve kendi kararlarından bahsetmeye devam et; hiç diilse haber et’ diyorum.
Sizin gibi kafası ve dili dumura uğramış insanlar, bu topraklarda hakim tür haline geldikleri için kötümserim. Bu memleketi sizin gibi klişelerle düşünen, pardon artık klişe de kalmadı, kafasındakileri direkt baskıya veren insanlar bürüdüğü için kötümserim…
Son 10-15 yıldır sağolsun her taraflarımızdan ‘birey’ fışkırmaya başladı. Allah medyamıza ve aydınımıza zeval vermesin, bizdeki en önemli meselenin ‘koyun olmak’ ve ‘birey olamamak’ gibi şeyler olduğunu gazlayıp durdular. Sonra da işte böyle kıymeti kendinden menkul, Türk tipi genç bireyler çıktı ortaya. Halbuki arkadaslar, bireyin nesi var, koyunun hiç olmazsa sütü falan var.
Evet, evet, keşke bu bireyler olmasa da, herkes sizin gibi lafını bilip de konuşsa. Herkes bok çünkü. Bütün bu bireyler. Yaşar Kemal de bok, doğuda da herşey güllük gülistanlık. Toprak ağalığı sistemi de feodalite gibi çok sevimli işliyor. Kimsenin anası ağlamıyor. Ama yine de bu toprakların coğrafyasını tarihini seviyor, iyi bir yazar çıkınca şaşırıyoruz. Bu şaşkınlığımızdan da ne diyeceğimizi bilemeyip, susmayı yeğliyoruz. Hatta daha da iyisi, herkese susmayı öneriyoruz. Hatta bunu bir ağabey tavrıyla yapıp dilimize biberler sürdükten sonra, “kime neyse skimde diil” ifadesini sansürleyerek sokabiliyor muyuz?
Ama en güzeli de bu;
Neyse, burada sayıklama denemeleri ve kafa kesesi yapan çok kişi var; yakında kaynaşırsınız.
bakma o zaman, gözün görmesin. ama belki de seviyorsundur bakmayı, belki onlardan da bir ara birşeyler çıkar diye bekliyorsundur?
Boşversene.
bir link
Ben bir köy pazarcısı olarak ve kasaba pazarlarında sebze ve meyve satmış birisi olaraktan Yaşar Kemal ve Fakir Baykurt ile aynı kategoriye konulmuşum.
Derebeyiniz konuşuyor:
şşt lan Yaşar, hasta etme lan adamı. olm Fakir, sen de şurdan bi çay ver. Oğuz, tantana yapma lan burda kafam dütüldü. Hadin len marabalar, çalışın biraz öküz herifler!!
Sopar: Ne emmeye ne gommeye…
Psyche.: Ama siz pozisyonu anlamissiniz.
diye bir başlık, 18 aralıkta, bilgi üniversitesi Kuştepe kampüsü, büyük salonda, saat 15:30 olduğunda;
Ali Akay
Murat Belge
Cevat Çapan
Selim İleri
Orhan Koçak
yer alıyor. sanırım buna panel deniyor.
Bakalım ne diyecekler Oğuz Atay hakında, bu büyük salonda?
Burdaki panelden daha düzgün bir panel olacağı kesin.
Çünkü bazen konu veya nesne üzerinde tartışmaktan çok;
özneler veya tartışmacılar arası kişisel çekişmeye dönen bi panel pek de sağlıklı fikir veya sonuçlar çıkaramaz.
Bilgi’de dinleyip göreceğiz.
Bir Oguz Atay linki
baba, hoş diyorsun ama bu ilk yazdığına cvptır.haklısın.katılıyorum da. HASAN ALİ TOPTAŞ diye bi adam var. kim mi bu, işte OĞUZ BABA.okumadıysanız bi daha da yazı neyin yazmayın ha!H.A.TOPTAŞTAş taN.ULAŞILAN HERŞEYDE ULAŞILAMAYAN BİR ŞEYİN YOKLUĞU VARDIR, Kİ ONA DA ULAŞMANIN İMKÂNI YOKTUR. HASAN BABAYI OKUYANLARDAN MSJ,YORUM BEKLENİR.PAMUK ELLER KLAVYEYE.AYRICA SENİ DE SEVDİM,baby de.sevgiler.
selamlar,saygılar.inanın bahsettiğiniz şey hepimizin derdi idi ama YILDIZ ECEVİT, BABA’nın hayatını en ince deyeyına kadar yazdı.resimledi.SEVİN hanımla bile konuşmuş, ingiltere’de.kitap iletişim’den çıkacak. az daha bekleyelim. hasan ali toptaş’tan konuşalım mümkünse. okudunuz mu?
ahkamdan bir bucuk yil sonra yildiz ecevit’in kitabi cikti: ben buradayim
güzel bir kavuşma.ne zamandır bekliyordum.
adam gibi yazar ve fikrin olamadığı yenihafif kimin? semptomlarıyla geçmiş yazıları yeniden yine okurken, her zamanki dikkatsizliğimden kaynaklanan, basımından habersiz olduğum bu kitabı farkettirdiniz.Lâ havle.
uzmanların hala ızha(izah)edemedıgı ne ya sen turkıyede kac tane uzman tanıyosun yada eger o uzmanlar ızah etselerdı zaten aral aralmı olurdu cıvıksınız ya cıvık aslı sudurkı burda bı (sıte) yazı varsa bırı hakkında kesınlıkle hayır su soledır o adambılmem nedır uzmanların bıle ızha edemekdıklerı turunden sedır o adam geyıkdır dersen bole olursun anonım sırketı demıyeceksın ha bazıları var ıkı kez burda yazı yazarlar hatta sanırım senın bloguna ahkam 2 oluo dogru veya yanlıs veya her ne haltsa yaprak sarma usulu tanısma ısterler fakat arkadaslar sıteye bakmadıgı ıcın ve genelde yaprak sarması yaptıkları ıcın (zeytın yaglı) tanısma ıhtımallerı yoktur yada soz gumusse sukun altındır lafını cıddıye almıslardır(yapacak bısey yok)sar zeytın yaglı dolma) yaprak sarma felanburda bırını kotulemeyeceksın he lan o adam buyuk dehset dıyeceksın yalakalık yapacaksın yanı baska caren yok bak ben dıyorum kı terorıst besıktaslılar ıstıklal marsı soylenırken kufur edılıo edıyorlar kımseden cık cıkmıo nıye yalakalık olacak az ve ya cok ve sende susacaksın baksana uzmanlar bıle anlamamıs tabırı yerınde ıse sıctık lan cozemedık demısler uzman olan kısıler(hadı len)yersen muhabbetı b700 de ole bı ısaret etmıskı adamın onemını agzından sular yaglar akmıs kalkacak kıvama getırmıs oguz abımızıadam ıyı ıyı yazıyor bıttı ne bu ya bak mesela ben bılmıom ıkı lınk kosaydın bakardın oguz abımıze o kalın cercevelı ve kalın camlı gozluklerı arasından sana aptal sey ıyı bokmu yaptın der gıbı..vesselam….
sayın me7ar, yazınızı okumakta zorluk çektim, lütfen aksan imlerini kullanmayı unutmayınız…
Nurdan Gurbilek:”(..)Edebiyat söz konusu olduğunda, ben şuna inanıyorum. Biri çıkar ve yapar; ondan sonra biz nasıl olup da yapılabildiğini anlamaya çalışırız. Edebiyatın, böyle önden giden bir tarafı var. Romanda Oğuz Atay nasıl yaptıysa, okur-yazar nüfusun önünde bir “zaafla yüzleşme” kanalı açtıysa, kendi çocuk kalmışlığımızla, kendi aczimizle, kendi zorunlu romantikliğimizle yüzleşme yolu açtıysa, başka bakımlardan şiirde İkinci Yeni nasıl yaptıysa, eleştiride Tanpınar nasıl yaptıysa, şimdi de yapılabilir. 80’lerdeki Oğuz Atay patlaması örneğin, kör bir hayranlığın ötesine geçebilseydi, kısır bir resmiyet karşıtlığının, bir marjinallik övgüsünün, kaygısız bir oyun hevesinin ötesine geçebilseydi, gerçekten Atay’ın endişeleriyle kendi endişelerimizi çarpıştırabilseydik eğer, yani Atay’a duyulan ilgi postmodern bir oyunbazlık dalgasına çarpıp donup kalmasaydı, yaratıcı ürünlerini verebilseydi eğer, bugün Türk edebiyatı çok daha zorlu yapıtlar ortaya çıkarabilecekti bence. Oğuz Atay gibi yazamayız; ancak onu aşmaya çalışabiliriz. Aşmaya çalışmayınca, onun gibi de yazılamıyor; tersine onun gerisine düşülüyor. Ama ben çok da umutsuz değilim; yalnız önce şu kaygısızlık ortamının aşılması gerekiyor. Kaygılı hayatlar yaşıyoruz, neden kaygısız bir edebiyata yatkın olalım ki..(..)”kaynak
Bu kitap neden bu kadar acı veriyor bana bilmiyorum.Hayır hayır! Selim’e ya da Turgut’a acımak gibi bir gaflet içerisinde değilim.Acıdığım; bizzat kendimdir.Daha dörtte biri bitmedi ama beni perişan etti.Elime almaya korkuyorum.Bence de Selim’de Turgut’da Atay’ın ta kendisi.Bunu söylemek için daha erken belki ama bence(nedir bu bence kaygısı; gelecek tepkileri bertaraf etmek için mi?) öyle; “ben burdayım” diyor. Elinden gelse kayalara kazırdı bu sözü; “ben burdayım”Söyleyecek çok şey var Atay hakkında ama insan hata yaparım diye korkuyor.En azından kitabın sonuna kadar beklemeli.
oğuz atay’ altına polemik … kimse okumamış anlaşılan üzerine yorum yapmak yerine kendini küçük cümleler ile ispatlama çaba sı …. ama genel sorun değilmidir bu her bildirinin altında iki eyvallah dan sonra bir çok tü kaka …ne deyim …alışmış ….. pompalamaya devam edin …
Unutulanlar için.
oğuz ataytutunamayanlar izindediroğuz kağan
okuma listeme aldım ismini.neydi?: oğuz atay.
o.atay’ın yazar olarak deha olduğunu iddia etmek başka bir şey. “bu ülkeden böyle bir dehanın nasıl çıktığı” sorusu ise çok absürt. a.kadir’de” nazımdan sonra şiir yazmak abestir” dedi diye şiir yazılmadı mı? ya da yazılmaması mı gerekirdi? o.atay’ın en önemli yanı kendi kişisel felsefesini yaratabilme becerisidir.bana kalırsa yazar bu yönüyle incelenmelidir.