Meğer ne de zormuş hayat… Yada zor olan bizmişiz meğer… Hayatı, sırtımıza yüklenip ezilmemizi nasıl açıklayabiliriz ki… Mutlulukla hüzün arasında geçen köşe kapmacanın sonucu mu bizim hayatımız?…Yoksa hayatın sonucu mu mutluluklarımız…

Gök mavisi mi büyülüyor bizi? Yoksa Gökyüzünün mavisi sadece bize mi mavi… Kim bilir belki de gecenin en renksiz anında kopuverir bir kıyamet daha…Avuç avuç yudumlarız bizde ölümü sanki ondan hiç korkmamış, hiç ürkmemiş gibi…Ölüm mü zulümde gizli; yoksa zulüm mü ölümde. Belki de oyunu biz güçleştiriyoruz. Belki de her şey bu kadar zor; bu kadar imkansız değil. Belki de en zorlandıklarımız; o canımızı kurtarmak için kılı kırk yardıklarımız en basit şeyler de… acaba biz mi zorlaştırıyoruz onları ‘illa zır olmalı’ ilahlığını taslayarak.Kolayla doğduk; kolayla yaşayamaz mıyız mesela. Ya da vurdumduymaz kalplerin gölgesinde mi sürdürmeliyiz –ona hayat denirse- hayatımızı. Amaç ne bilmiyorum. Yollar kapalı bilmiyorum. Bildiğim tek şey karların erimesine; yolların açılmasına az bir zaman kaldığı ve güneşin doğmasıyla bu kötü filmin bir son bulacağı…(Hüzünlü bir kalbin dert yanmasıdır bu, mantığınızla değil kalbinizle okuyun anlarsınız. Çünkü öyle anlaşılmazlar var ki akıl kör göremez gönül ise onu görmeden geçip gidemez…)