Türkiye gündemi, sanki savaş sonrası kalıntıları mayın öbekleri gibi patlamakta. Bir yandan doktorumuz sapkın eylemler gösterirken, diğer yandan Hocaların hocası Adnan Hoca davasının kürtajı, bir diğer taraftan da küçük torbacı robot kolları.Erdoğan yine bir blöf yaptı. Bakalım tutacak mı? Limanlarımızı sözde açtı, bu seferde Rum tarafı biz bu işte yokuz dedi. Fransa bastırmakta, dönem başkanı Matti Vanhanen Türkiye adımlarında yetersiz derken diğer gereksiz kişicikler de, Türkiye’nin adımlarını görmemezlikten gelerek, Rum tarafının yeni gelin gibi nazlanmasını dudaklarını ıslatarak izlemektedirler. Bunun asıl nedeni iştahlarını kabartan imtiyazlı üyelik kararından elde edecekleri menfaatler olsa gerek. Peki ya merak ettiğim şu, hiç sorduk mu onlara “Neden Türkiye’ yi istiyorsunuz?” diye. Kendi içimizde binlerce soru işaretiyle düşünce balonları oluştursak da, dönem hükümeti baloncuklarımızın katili kızgın toplu iğneler olmaktan vazgeçmediler.Diğer tarafta esen rüzgarlarsa daha farklı yönden bizi halsiz bırakmakta. Adnan Hoca davasında Mahkeme Başkanı Salih Öztürk’ ün yargılamadan çekilmek amacıyla bir üst mahkemeye dilekçe verdiği belirtildi. Belirtilen gerekçe ise; hakkındaki asılsız iddialar nedeniyle, verilecek kararda tarafları tatmin edemeyeceği” düşüncesiymiş. Ne desem ki? Aşağı tükürsem sakal, yukarı tükürsem bıyık. Hukuk diye sığındığımız yasalar zincirimiz baş halkaları dirayetini yitirmişken, dua etmekten farklı bir çare lazım insanımıza. Yükselen bu değersizlik piramidinin kaçıncı katına koymalı, “yeter artık!” isyan dinamitini bilemedim. Yorumlarınızdan yola çıkmak lazım bunu için.
Hadi diyelim ki her şeyi hallettik. E peki Doktor N.A’ nın evindeki bilgisayarında bulunan sayısız çocuk pornosu fotoğrafları ve filmlerini ne yapalım? Bu adamın çocuklara karşı olan sapkın tavırlarına karşı, içimizdeki küfürlerin ne kadar daha üstünü örtelim. Küfür de mi sıcak yenen bir yemek mi acaba? Ulvi bir görevde olması insanı ulvi yapmıyormuş demekle yetinmekteyim. Yazılan, çizilen bir çok şeyden sonra bu konu üstünde daha çok durmayacağım.
Kafa, kol, kelle, bacak hesabı elimizdeki genç nesilden kaygı duymadan edemeyeceğim. 3 yaşındaki yeğenim benden daha kallavi küfürleri ardı ardına sıralarken, ilkokul müfredatında gereksiz dayatmalar olurken, Eskiizmir’ de yakalanan şuncacık torbacı çocukların ceplerinde MEŞELİK adı verilen tek içimlik esrar tacirliği yaparken, yakalandıklarında yargılanamayacaklarını bilen sansarların, canlı kurbanları olmalarına üzülsem mi diye düşünüyorum aslında. Belki de bunlar özel yetiştirilmiş küçük torbacı robot kollarıdır. Çuvallarca esrara gebe küçük tacirlerin yakalanmasıyla birlikte salınması, onlardaki bu işte iyi oldukları hakkındaki kesin yargılarını, daha da güçlendirmeleri için verilmiş özel bir ödül gibi geliyor bana. Neye “ne” diyeceğimi şaşırdım aslında. Neresinden tutup da düzeltsek diye papatya falı baksak mı? Belki eğlenceli de olur. Kurulmuş çocuk dimağlarını kurtarmak adına bu oyuna katlansak, onların işine yarayabilir miyiz yada onlar bunları isterler mi? Bilemedim.
Yetersiz delillerden serbest bırakılmak üzere olan Adnan Hoca… Prodi ile telefonda komşu ülkelerinin dedikodusunu yapan Erdoğan ve onun işe yaramaz blöfüne ışık tutan ülkenin önde gelen zenginlerinden biri olan Sabancı Ailesi… Konya’ da insanların derman olması için gittiği Doktor D.A’ nın reşit olmayan mastürbasyonları… Hidayetten uzak torbacı robot kolları… Rahat bırakmayacaklar bizi bu sansasyonlar. Çinlilerin dediğini yapmak lazım. Durulmak lazım. Çünkü; ancak durgun su yıldızları yansıtır. Yıldızlarımızı söndürmeden değil kolları bacakları sıyırmak, anadan torlak soyunmamız lazım. Soyunup terimizle tenimizdeki tuzlardan, kendi Samanyolu’muzu oluşturmamız lazım. Gözlerimizin rengi bayrağımızın rengine hasret. Çalışmak, dürüst olmak için bencillikten, egolardan, kibirden, dış etkilerden soyunmak lazım. Çünkü; ancak durgun su yıldızları yansıtır. Işıklı tenlerimizde haklı sevişmeler ne de güzel olurdu, değil mi?U.K.